ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
Gavs, meşhur kasidesinde -sarahat derecesinde- bizlerden, yani hizb-ül Kur'an'dan haber verdiği gibi, daha birkaç yerde yine işarî bir tarzda haber veriyor.
Ezcümle, o kasidenin arkasında "Mecmuat-ül Ahzab"ın 563'üncü sahifesinde, yine o malûm müridinden bahsediyor ve beytinde diyor ki:
ﻓَﻤُﺮِﻳﺪِﻯ ﺍِﺫَﺍ ﺩَﻋَﺎﻧِﻰ ﺑِﺸَﺮْﻕٍ ﺍَﻭْ ﺑِﻐَﺮْﺏٍ ﺍَﻭْ ﻏَﺎﺭٍ ﻓِﻰ ﺑَﺤْﺮِ ﻃَﺎﻣِﻰ ﺍَﻏِﺜْﻪُ
"Garbda beni çağırdığı vakit, onun imdadına yetişeceğim." Evet doğrudur. Arabî tarih ile bin üçyüz otuzdokuzda (1339) müdhiş bir buhran-ı ruhî ve dehşetli bir heyecan-ı kalbî ve dağdağalı bir teşevvüş-ü fikrî geçirdiğim sıralarda, pek şiddetli bir surette Hazret-i Gavs'tan istimdad eyledim. Bir-iki yerde bahsettiğim gibi, Fütuh-ul Gayb kitabı ile ve dua ve himmetiyle imdadıma yetişti ve o buhranı geçirdim. İşte o müridi ise, bîçare Said-ül Kürdî olduğunu meşhur kasidesinde kat'î gösterdiği gibi, bu kasidede de ﻓَﻤُﺮِﻳﺪِﻯ den murad odur. Çünki ﺩَﻋَﺎﻧِﻰ ﺑِﻐَﺮْﺏٍ ebced hesabıyla bin üçyüz otuzdokuz (1339) eder. O zaman memleketime nisbeten garb sayılan İstanbul'da idim. ﺩَﻋَﺎﻧِﻰ ﺑِﻐَﺮْﺏٍ makam-ı ebcedîsi zaman-ı istimdadıma tevafuk ediyor. Hesabda ﺍِﺫَﺍ lafzı dâhil olmaz. Çünki ﺍِﺫَﺍ zamanı gösteriyor, ﺩَﻋَﺎﻧِﻰ ﺑِﻐَﺮْﺏٍ cümlesi o mübhem zamanı tayin ediyor.
Hem ezcümle, "Mecmuat-ül Ahzab"ın ikinci cildinin 379'uncu sahifesinde Hazret-i Gavs'ın "Vird-ül İşâ" namındaki münacatında şu fıkra var:
ﻓَﺎﻟْﻮَﺍﺻِﻞُ {(Haşiye): ﻓَﺎﻟْﻮَﺍﺻِﻞُ kelimesi müteaddî olmak cihetiyle, Sözleriyle selâmete îsal edici demektir.}
ﺍِﻟَﻰ ﺳَﺎﺣِﻞِ ﺍﻟﺴَّﻠﺎَﻣَﺔِ ﻫُﻮَ ﺍﻟﺴَّﻌِﻴﺪُ ﺍﻟْﻤُﻘَﺮَّﺏُ {(Haşiye-1): ﺍَﻟْﻤُﻘَﺮَّﺏُ müşedded râ bir sayılsa, Üstadımızın lakabı olan "En-Nursî" kelimesinin aynıdır. Yalnız atf için "vav" var. Tam tevafukla, mukarrebden murad Nurslu olduğunu gösteriyor. ﺍَﻟْﻤُﻘَﺮَّﺏُ de şeddeli râ iki sayılsa "Bedîüzzaman Nursî" ya-i muhaffefle aynıdır. Yalnız iki fark var. İki hemze-i vasl sayılsa, tam tamına tevafukla ﺍَﻟْﻤُﻘَﺮَّﺏُ doğrudan doğruya ona işaret ediyor. Şamlı Tevfik, Süleyman, Ali}
ﻭَ ﺫُﻭ ﺍﻟْﻬَﻠﺎَﻙِ ﻫُﻮَ ﺍﻟﺸَّﻘِﻰُّ ﺍﻟْﻤُﺒَﻌَّﺪُ ﻭَ ﺍﻟْﻤُﻌَﺬَّﺏُ
İşte Gavs'ın şu fıkrası, ﻓَﻤِﻨْﻬُﻢْ ﺷَﻘِﻰٌّ ﻭَ ﺳَﻌِﻴﺪٌ âyetinin bir nevi tefsiridir. Şu küllî âyetin bir kısım efradını, altıncı asır ve ondördüncü asırda âyetin külliyetinde dâhil bir kısım efrad-ı mahsusayı irae ettiğine müteaddid emareler var. Âyetin külliyetinde
{(Haşiye): Âyetin külliyetinde saadet noktasında mazhariyetine mâsadak olmak için milyarlar dereceden yalnız bir derece murad olduğumuzu anlasak, ebede kadar şükretsek o nimetlerin hakkını eda edemeyiz. Hazret-i Gavs'ın işaretinden anlaşılıyor ki, o muhit âyetin denizinden bir katre kadar hissemiz var. ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﻫَﺬَﺍ ﻣِﻦْ ﻓَﻀْﻞِ ﺭَﺑِّﻰ }
tevafuk sırrıyla ﻓَﻤِﻨْﻬُﻢْ ﺷَﻘِﻰٌّ kelimesinde bu zamanın en büyük şakîlerinden üçüne cifirce tevafuk etmesi, o küllî âyette bunlar dahi kasden murad olduklarına emaredir, belki işarettir. İşte Hazret-i Gavs bu âyetteki bu emareden, bu zamana bakmış. Mezkûr fıkrasını küllî âyete bir nevi hususî tefsir yaparak, kasidesinde kerametkârane bahsettiği fitne-i âhirzaman içindeki şakirdlerini görüp, o zamanın şakîlerinin şerrinden muhafaza edildiği ve burada münacatında dahi o kasidenin mealine bakıyor.
Şu fıkra-i Gavsiyede bir îma var. Buradaki "Said" lafzında, meşhur kasidesindeki ﺗَﻌِﻴﺶُ ﺳَﻌِﻴﺪًﺍ kelimesine hafî bir işaret olduğu gibi; ﺫُﻭ ﺍﻟْﻬَﻠﺎَﻙِ ﻫُﻮَ ﺍﻟﺸَّﻘِﻰُّ ﺍﻟْﻤُﺒَﻌَّﺪُ fıkrasıyla kendisinden sonra vuku'bulan ve ulûm-u İslâmiyeyi mahvetmek niyetiyle kütübhaneleri Dicle ve Fırat nehrine atan Hülâgu felâketini haber vermekle beraber; Hülâgu gibi ulûm-u İslâmiyeye perde çeken şakîleri dahi, mezkûr âyete istinaden haber veriyor.
Evet ﻓَﺎﻟْﻮَﺍﺻِﻞُ ﺍِﻟَﻰ ﺳَﺎﺣِﻞِ ﺍﻟﺴَّﻠﺎَﻣَﺔِ fıkrasıyla Hizb-ül Kur'ana işaret ettiği gibi, ﺫُﻭ ﺍﻟْﻬَﻠﺎَﻙِ ﻫُﻮَ ﺍﻟﺸَّﻘِﻰُّ ﺍﻟْﻤُﺒَﻌَّﺪُ ﻭَ ﺍﻟْﻤُﻌَﺬَّﺏُ fıkrasıyla ulûm-u İslâmiyeyi imha niyetiyle Hülâgu ve vüzerası gibi davranan bazı malûm insanların isimleri ilm-i cifirce dahi mezkûr âyetin işaretine istinaden tam tevafuk ediyor, gösteriyor.
Malûmdur ki tevafuk, ilm-i cifrin anahtarlarından mühim bir anahtardır. Eğer bir tevafuk ise, delalet denilmez; fakat hafî bir îma olur. Eğer iki cihet ile aynı mes'eleye tevafuk gelse, îmadan remiz derecesine çıkar. Eğer iki-üç cihetle aynı mes'eleye gelse işaret olur. Eğer maânî-i elfaz, işarat-ı harfiyeye münasib gelse ve işaretle bahsedilen insanların ahvali o manaya mutabık ve muvafık olsa, o işaret o vakit delalet derecesine çıkar. Eğer altı-yedi vecihle tevafukla beraber, mana-yı kelimat işaret-i harfiyeye muvafık gelse ve mukteza-yı hale de mutabık olsa, o delalet o vakit sarahat derecesine çıkar. İşte bu düstura binaen, Şeyh-i Geylanî o meşhur kasidesinde sarahat derecesinde Hizb-ül Kur'andan bahsettiği gibi, ﻭِﺭْﺩُ ﺍﻟْﻌِﺸَﺎﺀِ münacatında dahi mezkûr âyete istinaden Hizb-ül Kur'anın bir hâdimini tasrihen ve arkadaşlarını da işaret derecesinde haber veriyor.
Gavs-ı A'zam'ın istikbalden haber verdiği nev'inden, meşhur Şeyhülislâm Ahmed-i Camî dahi İmam-ı Rabbanî (R.A.) olan Ahmed-i Farukî'den haber verdiği gibi, Celaleddin-i Rumî Nakşibendîlerden haber vermiş. Daha bu nevi'den çok evliyalar, vakıa mutabık haber vermişler. Fakat onların bir kısmı sarahata yakın haber vermişler, diğer bir kısmı haberleri çendan bir derece mübhem, mutlaktır; fakat bahsettikleri zâtlar makam sahibi ve büyük olduklarından, büyüklükleri ve taayyünleri cihetiyle o mübhem ihbar-ı gaybîyi bil'istihkak kendilerine almışlar. Meselâ: Ahmed-i Camî (K.S.) demiş ki: "Her dörtyüz sene başında mühim bir Ahmed gelir. Bin tarihi başındaki Ahmed en mühimmidir." Yani o elfin müceddididir. İşte böyle mutlak bir surette söylediği halde, İmam-ı Rabbanî'nin (K.S.) büyüklüğü ve teşahhusu, o haber-i gaybîyi kat'iyyen kendine almış. Hazret-i Mevlâna Celaleddin-i Rumî de (K.S.) Nakşibendî'den mübhem bir surette bahsetmiş; fakat Nakşîlerin büyüklüğü ve yüksekliği ve teşahhusları, o haberi de bil'istihkak kendilerine almışlar.
İşte bu kerametkârane ihbar-ı gaybî nev'inden Gavs-ı A'zam (K.S.) dahi, Hizb-ül Kur'andan -işarî bir surette- haber verdiği gibi; Hizb-ül Kur'anın bir hâdimi olan bu bîçare Said'i (R.A.) iki yerde sarahaten haber veriyor. Mübhem ve mutlak bırakmadığının sırrı budur ki: Bu bîçare Said, makam sahibi olmamış iken ve büyük değil iken ve mutlak tabiri teşhis edecek bir teşahhus yokken, lütf-u İlahî ile büyük bir makamın hizmetinde bulunmasıdır. Âdeta bir nefer iken, müşiriyet makamı hizmetinde bulunmasıdır. İşte küçüklüğü ve ehemmiyetsizliği içindir ki, Hazret-i Gavs öteki evliyaya muhalif olarak yalnız işaretle kalmayıp -sarahat derecesinde- parmağını onun başına basıyor.
Sergüzeşt-i hayatımda geçen ve çoğunu gizlediğim çok hârika vakıalar vardı. Kendimi hiçbir vecihle keramete lâyık görmediğim için onları bazan tesadüfe, bazan da başka esbaba isnad ediyordum. Şimdi kanaatım geliyor ki, o hârikalar, Gavs-ı A'zam'ın bir silsile-i kerametini teşkil ederler. Demek onun duasıyla, himmetiyle, ona kerameten ve bize ikram nev'inden, bir nevi inayet-i İlahiyeye mazhar olmuşuz.
Ezcümle: Ben menfî olarak İstanbul'a getirildiğim vakit, bir zaman Meşihat-ı İslâmiye dairesinde bulunan Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye'deki hizmet-i Kur'aniyeye çalıştığım için, o alâkadarlık cihetinde "Meşihat dairesi ne haldedir?" diye sordum. Eyvah! Öyle bir cevab aldım ki; ruhum, kalbim ve fikrim titrediler ve ağladılar. Sorduğum adam dedi ki: "Yüzer sene envâr-ı şeriatın mazharı olmuş olan o daire, şimdi büyük kızların lisesi ve mel'abegâhıdır." İşte o vakit öyle bir halet-i ruhiyeye giriftar oldum ki, dünya başıma yıkılmış gibi oldu. Kuvvetim yok, kerametim yok, kemal-i me'yusiyetle âh vâh diyerek dergâh-ı İlahiyeye müteveccih oldum. Ve bizim gibi kalbleri yanan çok zâtların hararetli âhları, benim âhıma iltihak ettiler. Hatırıma gelmiyor ki, acaba Şeyh-i Geylanî'nin duasını ve himmetini, duamıza yardım için istedim mi, istemedim mi bilmiyorum. Fakat her halde o eskiden beri nurlar yeri olmuş bir yeri zulmetten kurtarmak için, bizim gibilerin âhlarını ateşlendiren onun duasıdır ve himmetidir. İşte o gece Meşihat kısmen yandı. Herkes vâ-esefâ dedi. Ben ve benim gibi yananlar, Elhamdülillah dedik. Zannederim ki, bu fakir millete ikiyüz milyon zarar veren adliye dairesindeki yangında böyle bir mana var. İnşâallah bu da bir ikaz ve intibahı verecektir. Ateş bazan sudan ziyade temizlik yapar.