Salavatın bu kadar kesretle hikmeti ve salâtla beraber selâmı zikretmenin sırrı nedir?
Elcevab:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a salavat getirmek, tek başıyla bir tarîk-ı hakikattır. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm nihayet derecede rahmete mazhar olduğu halde, nihayetsiz salavata ihtiyaç göstermiştir. Çünki Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ümmetin dertleriyle alâkadar ve saadetleriyle nasîbedardır. Nihayetsiz istikbalde ebed-ül âbâdda nihayetsiz ahvale maruz ümmetin bütün saadetleriyle alâkadarlığının ihtiyacındandır ki, nihayetsiz salavata ihtiyaç göstermiştir.
Salavat: Hz. Muhammed'e(asm) memnuniyet ve bağlılık için yapılan dualar. *Bütün dualar. İhtiyaçtan gelen ricalar.
Kesret: Çokluk bolluk.
Hikmet: Gözetilen fayda ve gaye.
Salât: Peygamberimize(asm) yapılan dua. *Dua. *Namaz.
Zikr: Anmak, hatırlamak, zikir, anma.
Elcevab: Cevabı şu.
Resul-i Ekrem: En değerli ve en üstün, en şerefli ve en büyük peygamber (Hz. Muhammed(asm)).
Aleyhissalâtü Vesselâm: Salât ve selâm O'nun üzerine olsun.
Tarîk-ı hakikat: Doğruya ve gerçeğe götüren yol.
Nihayet: Son, uç, son sınır.
Rahmet: Merhamet, acıma, şefkat etme.
Mazhar: Sahip olma.
Nihayetsiz: Sonsuz.
Ümmet: Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. *Millet.
Alâkadar: Alakalı, ilgili.
Saadet: Mutluluk.
Nasîbedar: Nasipli, hisseli, paylı.
İstikbal: Gelecek, gelecek zaman. *Karşılama.
Ebed-ül âbâd: Sonsuzlar sonsuzu, tükenmez sonsuzluk.
Ahval: Haller, vaziyetler.
Maruz: Uğrayan, uğramış.
Hem Resul-i Ekrem hem abd, hem resul olduğundan ubudiyet cihetiyle salât ister, risalet cihetiyle selâm ister ki; ubudiyet halktan Hakk'a gider, mahbubiyet ve rahmete mazhar olur. Bunu ﺍَﻟﺼَّﻼ َﺓ ifade eder. Risalet Hak'tan halka bir elçiliktir ki, selâmet ve teslim ve memuriyetinin kabul ve vazifesinin icrasına muvaffakıyet ister ki, ﺳَﻼ َﻡ lafzı onu ifade ediyor.
Abd: Kul.
Resul: Peygamber.
Ubudiyet: Allah'ın(cc) emir ve yasaklarına uymak.
Risalet: Peygamberlik.
Cihet: Yön.
Hakk: Allah(cc).
Mahbubiyet: Sevilirlik, sevilen olmak.
Selâmet: Kurtuluş, her türlü dert ve korku ve tehlikelerden kurtulmak.
İcra: Yapma, uygulama, yerine getirmek. *İş yürütme.
Muvaffakıyet: Başarı gösterme, başarma, başarılı olma.
Lafz: Söz, ağızdan çıkan söz veya kelime.
Sirayet: Yayılma, bulaşma, geçme.
Hem biz ﺳَﻴِّﺪِﻧَﺎ lafzıyla tabir ettiğimizden diyoruz ki: Ya Rab! Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin.
ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻋَﻠَﻰ ﺳَﻴِّﺪِﻧَﺎ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﻋَﺒْﺪِﻙَ ﻭَ ﺭَﺳُﻮﻟِﻚَ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻭَ ﺻَﺤْﺒِﻪِٓ ﺍَﺟْﻤَﻌِﻴﻦَ
(Allah’ım, Senin kulun ve resulün olan efendimiz Muhammed’e ve onun bütün âl ve ashabına salât eyle.)
Barla Lahikası / Metubat'ın Üçüncü kısmı
Elcevab:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a salavat getirmek, tek başıyla bir tarîk-ı hakikattır. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm nihayet derecede rahmete mazhar olduğu halde, nihayetsiz salavata ihtiyaç göstermiştir. Çünki Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ümmetin dertleriyle alâkadar ve saadetleriyle nasîbedardır. Nihayetsiz istikbalde ebed-ül âbâdda nihayetsiz ahvale maruz ümmetin bütün saadetleriyle alâkadarlığının ihtiyacındandır ki, nihayetsiz salavata ihtiyaç göstermiştir.
Salavat: Hz. Muhammed'e(asm) memnuniyet ve bağlılık için yapılan dualar. *Bütün dualar. İhtiyaçtan gelen ricalar.
Kesret: Çokluk bolluk.
Hikmet: Gözetilen fayda ve gaye.
Salât: Peygamberimize(asm) yapılan dua. *Dua. *Namaz.
Zikr: Anmak, hatırlamak, zikir, anma.
Elcevab: Cevabı şu.
Resul-i Ekrem: En değerli ve en üstün, en şerefli ve en büyük peygamber (Hz. Muhammed(asm)).
Aleyhissalâtü Vesselâm: Salât ve selâm O'nun üzerine olsun.
Tarîk-ı hakikat: Doğruya ve gerçeğe götüren yol.
Nihayet: Son, uç, son sınır.
Rahmet: Merhamet, acıma, şefkat etme.
Mazhar: Sahip olma.
Nihayetsiz: Sonsuz.
Ümmet: Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. *Millet.
Alâkadar: Alakalı, ilgili.
Saadet: Mutluluk.
Nasîbedar: Nasipli, hisseli, paylı.
İstikbal: Gelecek, gelecek zaman. *Karşılama.
Ebed-ül âbâd: Sonsuzlar sonsuzu, tükenmez sonsuzluk.
Ahval: Haller, vaziyetler.
Maruz: Uğrayan, uğramış.
Hem Resul-i Ekrem hem abd, hem resul olduğundan ubudiyet cihetiyle salât ister, risalet cihetiyle selâm ister ki; ubudiyet halktan Hakk'a gider, mahbubiyet ve rahmete mazhar olur. Bunu ﺍَﻟﺼَّﻼ َﺓ ifade eder. Risalet Hak'tan halka bir elçiliktir ki, selâmet ve teslim ve memuriyetinin kabul ve vazifesinin icrasına muvaffakıyet ister ki, ﺳَﻼ َﻡ lafzı onu ifade ediyor.
Abd: Kul.
Resul: Peygamber.
Ubudiyet: Allah'ın(cc) emir ve yasaklarına uymak.
Risalet: Peygamberlik.
Cihet: Yön.
Hakk: Allah(cc).
Mahbubiyet: Sevilirlik, sevilen olmak.
Selâmet: Kurtuluş, her türlü dert ve korku ve tehlikelerden kurtulmak.
İcra: Yapma, uygulama, yerine getirmek. *İş yürütme.
Muvaffakıyet: Başarı gösterme, başarma, başarılı olma.
Lafz: Söz, ağızdan çıkan söz veya kelime.
Sirayet: Yayılma, bulaşma, geçme.
Hem biz ﺳَﻴِّﺪِﻧَﺎ lafzıyla tabir ettiğimizden diyoruz ki: Ya Rab! Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin.
ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻋَﻠَﻰ ﺳَﻴِّﺪِﻧَﺎ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﻋَﺒْﺪِﻙَ ﻭَ ﺭَﺳُﻮﻟِﻚَ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻭَ ﺻَﺤْﺒِﻪِٓ ﺍَﺟْﻤَﻌِﻴﻦَ
(Allah’ım, Senin kulun ve resulün olan efendimiz Muhammed’e ve onun bütün âl ve ashabına salât eyle.)
Barla Lahikası / Metubat'ın Üçüncü kısmı
Son düzenleme: