İkinci Misal:
ﻓَﺬَﻛِّﺮْ ﻓَﻤَٓﺎ ﺍَﻧْﺖَ ﺑِﻨِﻌْﻤَﺖِ ﺭَﺑِّﻚَ ﺑِﻜَﺎﻫِﻦٍ ﻭَﻟﺎَ ﻣَﺠْﻨُﻮﻥٍ ٭ ﺍَﻡْ ﻳَﻘُﻮﻟُﻮﻥَ ﺷَﺎﻋِﺮٌ ﻧَﺘَﺮَﺑَّﺺُ ﺑِﻪِ ﺭَﻳْﺐَ ﺍﻟْﻤَﻨُﻮﻥِ ٭ ﻗُﻞْ ﺗَﺮَﺑَّﺼُﻮﺍ ﻓَﺎِﻧِّﻰ ﻣَﻌَﻜُﻢْ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻤُﺘَﺮَﺑِّﺼِﻴﻦَ ٭ ﺍَﻡْ ﺗَﺎْﻣُﺮُﻫُﻢْ ﺍَﺣْﻠﺎَﻣُﻬُﻢْ ﺑِﻬَﺬَٓﺍ ﺍَﻡْ ﻫُﻢْ ﻗَﻮْﻡٌ ﻃَﺎﻏُﻮﻥَ ٭ ﺍَﻡْ ﻳَﻘُﻮﻟُﻮﻥَ ﺗَﻘَﻮَّﻟَﻪُ ﺑَﻞْ ﻟﺎَ ﻳُﺆْﻣِﻨُﻮﻥَ ٭ ﻓَﻠْﻴَﺎْﺗُﻮﺍ ﺑِﺤَﺪِﻳﺚٍ ﻣِﺜْﻠِﻪِٓ ﺍِﻥْ ﻛَﺎﻧُﻮﺍ ﺻَﺎﺩِﻗِﻴﻦَ ٭ ﺍَﻡْ ﺧُﻠِﻘُﻮﺍ ﻣِﻦْ ﻏَﻴْﺮِ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍَﻡْ ﻫُﻢُ ﺍﻟْﺨَﺎﻟِﻘُﻮﻥَ ٭ ﺍَﻡْ ﺧَﻠَﻘُﻮﺍ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍﻟْﺎَﺭْﺽَ ﺑَﻞْ ﻟﺎَ ﻳُﻮﻗِﻨُﻮﻥَ ٭ ﺍَﻡْ ﻋِﻨْﺪَﻫُﻢْ ﺧَﺰَٓﺍﺋِﻦُ ﺭَﺑِّﻚَ ﺍَﻡْ ﻫُﻢُ ﺍﻟْﻤُﺼَﻴْﻄِﺮُﻭﻥَ ٭ ﺍَﻡْ ﻟَﻬُﻢْ ﺳُﻠَّﻢٌ ﻳَﺴْﺘَﻤِﻌُﻮﻥَ ﻓِﻴﻪِ ﻓَﻠْﻴَﺎْﺕِ ﻣُﺴْﺘَﻤِﻌُﻬُﻢْ ﺑِﺴُﻠْﻄَﺎﻥٍ ﻣُﺒِﻴﻦٍ ٭ ﺍَﻡْ ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺒَﻨَﺎﺕُ ﻭَﻟَﻜُﻢُ ﺍﻟْﺒَﻨُﻮﻥَ ٭ ﺍَﻡْ ﺗَﺴْﺌَﻠُﻬُﻢْ ﺍَﺟْﺮًﺍ ﻓَﻬُﻢْ ﻣِﻦْ ﻣَﻐْﺮَﻡٍ ﻣُﺜْﻘَﻠُﻮﻥَ ٭ ﺍَﻡْ ﻋِﻨْﺪَﻫُﻢُ ﺍﻟْﻐَﻴْﺐُ ﻓَﻬُﻢْ ﻳَﻜْﺘُﺒُﻮﻥَ ٭ ﺍَﻡْ ﻳُﺮِﻳﺪُﻭﻥَ ﻛَﻴْﺪًﺍ ﻓَﺎﻟَّﺬِﻳﻦَ ﻛَﻔَﺮُﻭﺍ ﻫُﻢُ ﺍﻟْﻤَﻜِﻴﺪُﻭﻥَ ٭ ﺍَﻡْ ﻟَﻬُﻢْ ﺍِﻟَﻪٌ ﻏَﻴْﺮُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻥَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻋَﻤَّﺎ ﻳُﺸْﺮِﻛُﻮﻥَ
İşte şu âyâtın binler hakikatlerinden yalnız beyan-ı ifhamîye misal için bir hakikatını beyan ederiz. Şöyle ki:
ﺍَﻡْ - ﺍَﻡْ lafzıyla onbeş tabaka istifham-ı inkârî-i taaccübî ile ehl-i dalaletin bütün aksamını susturur ve şübehatın bütün menşe'lerini kapatır. Ehl-i dalalet için içine girip saklanacak şeytanî bir delik bırakmıyor, kapatıyor. Altına girip gizlenecek bir perde-i dalalet bırakmıyor, yırtıyor. Yalanlarından hiçbir yılanı bırakmıyor, başını eziyor. Herbir fıkrada bir taifenin hülâsa-i fikr-i küfrîlerini ya bir kısa tabir ile ibtal eder, ya butlanı zahir olduğundan sükûtla butlanını bedahete havale eder veya başka âyetlerde tafsilen reddedildiği için burada mücmelen işaret eder.
Meselâ: Birinci fıkra ﻭَﻣَﺎ ﻋَﻠَّﻤْﻨَﺎﻩُ ﺍﻟﺸِّﻌْﺮَ ﻭَﻣَﺎ ﻳَﻨْﺒَﻐِﻰ ﻟَﻪُ âyetine işaret eder. Onbeşinci fıkra ise ﻟَﻮْ ﻛَﺎﻥَ ﻓِﻴﻬِﻤَٓﺎ ﺍَﻟِﻬَﺔٌ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻟَﻔَﺴَﺪَﺗَﺎ âyetine remzeder. Daha sair fıkraları buna kıyas et. Şöyle ki:
Başta diyor: "Ahkâm-ı İlahiyeyi tebliğ et. Sen kâhin değilsin. Zira kâhinin sözleri, karışık ve tahminîdir. Seninki, hak ve yakînîdir. Mecnun olamazsın, düşmanın dahi senin kemal-i aklına şehadet eder.
ﺍَﻡْ ﻳَﻘُﻮﻟُﻮﻥَ ﺷَﺎﻋِﺮٌ ﻧَﺘَﺮَﺑَّﺺُ ﺑِﻪِ ﺭَﻳْﺐَ ﺍﻟْﻤَﻨُﻮﻥِ Âyâ, acaba muhakemesiz âmi kâfirler gibi, sana şâir mi diyorlar? Senin helâketini mi bekliyorlar? Sen, de: "Bekleyiniz. Ben de bekliyorum." Senin parlak büyük hakikatlerin, şiirin hayalatından münezzeh ve tezyinatından müstağnidir.
ﺍَﻡْ ﺗَﺎْﻣُﺮُﻫُﻢْ ﺍَﺣْﻠﺎَﻣُﻬُﻢْ ﺑِﻬَﺬَﺍ Yahut; acaba akıllarına güvenen akılsız feylesoflar gibi, "Aklımız bize yeter" deyip sana ittibadan istinkâf mı ederler. Halbuki akıl ise, sana ittibaı emreder. Çünki bütün dediğin makuldür. Fakat akıl kendi başıyla ona yetişemez.
ﺍَﻡْ ﻫُﻢْ ﻗَﻮْﻡٌ ﻃَﺎﻏُﻮﻥَ Yahut: İnkârlarına sebeb, tâgi zalimler gibi, Hakk'a serfüru etmemeleri midir? Halbuki mütecebbir zalimlerin rüesaları olan Firavunların, Nemrudların akibetleri malûmdur.
ﺍَﻡْ ﻳَﻘُﻮﻟُﻮﻥَ ﺗَﻘَﻮَّﻟَﻪُ ﺑَﻞْ ﻟﺎَ ﻳُﺆْﻣِﻨُﻮﻥَ Veyahut: Yalancı, vicdansız münafıklar gibi "Kur'an senin sözlerindir" diye seni ittiham mı ediyorlar? Halbuki, tâ şimdiye kadar sana Muhammed-ül Emin diyerek içlerinde seni en doğru sözlü biliyorlardı. Demek onların imana niyetleri yoktur. Yoksa Kur'anın âsâr-ı beşeriye içinde bir nazirini bulsunlar.
ﺍَﻡْ ﺧُﻠِﻘُﻮﺍ ﻣِﻦْ ﻏَﻴْﺮِ ﺷَﻲْﺀٍ Veyahut: Kâinatı abes ve gayesiz itikad eden felasife-i abesiyyun gibi kendilerini başıboş, hikmetsiz, gayesiz, vazifesiz, Hâlıksız mı zannediyorlar? Acaba gözleri kör olmuş, görmüyorlar mı ki, kâinat baştan aşağıya kadar hikmetlerle müzeyyen ve gayelerle müsmirdir ve mevcudat, zerrelerden güneşlere kadar vazifelerle muvazzaftır ve evamir-i İlahiyeye müsahharlardır.
ﺍَﻡْ ﻫُﻢُ ﺍﻟْﺨَﺎﻟِﻘُﻮﻥَ Veyahut: Firavunlaşmış maddiyyun gibi, "Kendi kendine oluyorlar. Kendi kendini besliyorlar. Kendilerine lâzım olan herşeyi yaratıyorlar" mı tahayyül ediyorlar ki, imandan, ubudiyetten istinkâf ederler? Demek kendilerini birer Hâlık zannederler. Halbuki bir tek şeyin Hâlıkı, herbir şeyin Hâlıkı olmak lâzım gelir. Demek kibir ve gururları onları nihayet derecede ahmaklaştırmış ki, bir sineğe, bir mikroba karşı mağlub bir âciz-i mutlakı, bir Kadîr-i Mutlak zannederler. Madem bu derece akıldan, insaniyetten sukut etmişler. Hayvandan, belki cemadattan daha aşağıdırlar. Öyle ise, bunların inkârlarından müteessir olma. Bunları dahi, bir nevi muzır hayvan ve pis maddeler sırasına say. Bakma, ehemmiyet verme.
ﺍَﻡْ ﺧَﻠَﻘُﻮﺍ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍﻟْﺎَﺭْﺽَ ﺑَﻞْ ﻟﺎَ ﻳُﻮﻗِﻨُﻮﻥَ Veyahut: Hâlıkı inkâr eden fikirsiz, sersem muattıla gibi, Allah'ı inkâr mı ediyorlar ki, Kur'anı dinlemiyorlar? Öyle ise, semavat ve arzın vücudlarını inkâr etsinler veyahut "Biz halkettik" desinler. Bütün bütün aklın zıvanasından çıkıp, divaneliğin hezeyanına girsinler. Çünki semada yıldızları kadar, zeminde çiçekleri kadar berahin-i tevhid görünüyor, okunuyor. Demek yakîne ve hakka niyetleri yoktur. Yoksa "Bir harf kâtibsiz olmaz" bildikleri halde, nasıl bir harfinde bir kitab yazılan şu kâinat kitabını, kâtibsiz zannediyorlar.
ﺍَﻡْ ﻋِﻨْﺪَﻫُﻢْ ﺧَﺰَٓﺍﺋِﻦُ ﺭَﺑِّﻚَ Veyahut: Cenab-ı Hakk'ın ihtiyarını nefyeden bir kısım hükema-yı dâlle gibi ve Berahime gibi asl-ı nübüvveti mi inkâr ediyorlar? Sana iman getirmiyorlar. Öyle ise, bütün mevcudatta görünen ve ihtiyar ve iradeyi gösteren bütün âsâr-ı hikmeti ve gayatı ve intizamatı ve semeratı ve âsâr-ı rahmet ve inayatı ve bütün enbiyanın bütün mu'cizatlarını inkâr etsinler veya "Mahlukata verilen ihsanatın hazineleri yanımızda ve elimizdedir" desinler. Kabil-i hitab olmadıklarını göstersinler. Sen de onların inkârından müteellim olma. Allah'ın akılsız hayvanları çoktur, de.
ﺍَﻡْ ﻫُﻢُ ﺍﻟْﻤُﺼَﻴْﻄِﺮُﻭﻥَ Veyahut: Aklı hâkim yapan mütehakkim Mu'tezile gibi kendilerini Hâlıkın işlerine rakib ve müfettiş tahayyül edip Hâlık-ı Zülcelal'i mes'ul tutmak mı istiyorlar? Sakın fütur getirme. Öyle hodbinlerin inkârlarından bir şey çıkmaz. Sen de aldırma.
ﺍَﻡْ ﻟَﻬُﻢْ ﺳُﻠَّﻢٌ ﻳَﺴْﺘَﻤِﻌُﻮﻥَ ﻓِﻴﻪِ ﻓَﻠْﻴَﺎْﺕِ ﻣُﺴْﺘَﻤِﻌُﻬُﻢْ ﺑِﺴُﻠْﻄَﺎﻥٍ ﻣُﺒِﻴﻦٍ Veyahut: Cin ve şeytana uyup kehanetfüruşlar, ispirtizmacılar gibi, âlem-i gayba başka bir yol mu bulunmuş zannederler? Öyle ise, şeytanlarına kapanan semavata, onunla çıkılacak bir merdivenleri mi var tahayyül ediyorlar ki, senin semavî haberlerini tekzib ederler. Böyle şarlatanların inkârları, hiç hükmündedir.
ﺍَﻡْ ﻟَﻪُ ﺍﻟْﺒَﻨَﺎﺕُ ﻭَﻟَﻜُﻢُ ﺍﻟْﺒَﻨُﻮﻥَ Veyahut: Ukûl-ü aşere ve erbab-ül enva' namıyla şerikleri itikad eden müşrik felasife gibi ve yıldızlara ve melaikelere bir nevi uluhiyet isnad eden Sabiiyyun gibi, Cenab-ı Hakk'a veled nisbet eden mülhid ve dâllînler gibi, Zât-ı Ehad ve Samed'in vücub-u vücuduna, vahdetine, samediyetine, istiğna-i mutlakına zıd olan veledi nisbet ve melaikenin ubudiyetine ve ismetine ve cinsiyetine münafî olan ünûseti isnad mı ederler? Kendilerine şefaatçi mi zannederler ki, sana tâbi' olmuyorlar? İnsan gibi mümkin, fâni, beka-i nev'ine muhtaç ve cismanî ve mütecezzi, tekessüre kabil ve âciz, dünyaperest, yardımcı bir vârise müştak mahluklar için vasıta-i tekessür ve teavün ve rabıta-i hayat ve beka olan tenasül, elbette ve elbette vücudu vâcib ve daim, bekası ezelî ve ebedî, zâtı cismaniyetten mücerred ve muallâ ve mahiyeti tecezzi ve tekessürden münezzeh ve müberra ve kudreti aczden mukaddes ve bîhemta olan Zât-ı Zülcelal'e evlâd isnad etmek, hem o âciz, mümkin, miskin insanlar dahi beğenmedikleri ve izzet-i mağruranesine yakıştıramadıkları bir nevi evlâd yani hadsiz kızları isnad etmek; öyle bir safsatadır ve öyle bir divanelik hezeyanıdır ki, o fikirde olan heriflerin tekzibleri, inkârları hiçtir. Aldırmamalısın. Herbir sersemin safsatasına, her divanenin hezeyanına kulak verilmez.
ﺍَﻡْ ﺗَﺴْﺎَﻟُﻬُﻢْ ﺍَﺟْﺮًﺍ ﻓَﻬُﻢْ ﻣِﻦْ ﻣَﻐْﺮَﻡٍ ﻣُﺜْﻘَﻠُﻮﻥَ Veyahut: Hırsa, hıssete alışmış tâgi, bâgî dünyaperestler gibi senin tekâlifini ağır mı buluyorlar ki, senden kaçıyorlar ve bilmiyorlar mı ki, sen ecrini, ücretini yalnız Allah'tan istiyorsun ve onlara Cenab-ı Hak tarafından verilen maldan hem bereket, hem fakirlerin hased ve beddualarından kurtulmak için, ya on'dan veya kırk'tan birisini kendi fakirlerine vermek ağır bir şey midir ki, emr-i zekatı ağır görüp İslâmiyetten çekiniyorlar? Bunların tekzibleri ehemmiyetsiz olmakla beraber, hakları tokattır. Cevab vermek değil...
ﺍَﻡْ ﻋِﻨْﺪَﻫُﻢُ ﺍﻟْﻐَﻴْﺐُ ﻓَﻬُﻢْ ﻳَﻜْﺘُﺒُﻮﻥَ Veyahut: Gayb-aşinalık dava eden Budeîler gibi ve umûr-u gaybiyeye dair tahminlerini yakîn tahayyül eden akılfüruşlar gibi, senin gaybî haberlerini beğenmiyorlar mı? Gaybî kitabları mı var ki, senin gaybî kitabını kabul etmiyorlar. Öyle ise, vahye mazhar resullerden başka kimseye açılmayan ve kendi başıyla ona girmeye kimsenin haddi olmayan âlem-i gayb, kendi yanlarında hazır, açık tahayyül edip ondan malûmat alarak yazıyorlar hülyasında bulunuyorlar. Böyle, haddinden hadsiz tecavüz etmiş mağrur hodfüruşların tekzibleri, sana fütur vermesin. Zira az bir zamanda senin hakikatlerin onların hülyalarını zîr ü zeber edecek.
ﺍَﻡْ ﻳُﺮِﻳﺪُﻭﻥَ ﻛَﻴْﺪًﺍ ﻓَﺎﻟَّﺬِﻳﻦَ ﻛَﻔَﺮُﻭﺍ ﻫُﻢُ ﺍﻟْﻤَﻜِﻴﺪُﻭﻥَ Veyahut: Fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sahir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar? Böyle hilebaz şarlatanları insan sayıp desiselerinden, inkârlarından müteessir olarak fütur getirme. Belki daha ziyade gayret et. Çünki onlar kendi nefislerine hile ederler, kendilerine zarar ederler ve onların fenalıkta muvaffakıyetleri muvakkattır ve istidracdır, bir mekr-i İlahîdir.
ﺍَﻡْ ﻟَﻬُﻢْ ﺍِﻟَﻪٌ ﻏَﻴْﺮُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻥَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻋَﻤَّﺎ ﻳُﺸْﺮِﻛُﻮﻥَ Veyahut: Hâlık-ı hayr ve hâlık-ı şer namıyla ayrı ayrı iki ilah tevehhüm eden Mecusiler gibi ve ayrı ayrı esbaba bir nevi uluhiyet veren ve onları kendilerine birer nokta-i istinad tahayyül eden esbabperestler, sanemperestler gibi başka ilahlara dayanıp sana muaraza mı ederler? Senden istiğna mı ediyorlar? Demek ﻟَﻮْ ﻛَﺎﻥَ ﻓِﻴﻬِﻤَٓﺎ ﺍَﻟِﻬَﺔٌ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻟَﻔَﺴَﺪَﺗَﺎ hükmünce, şu bütün kâinatta gündüz gibi görünen bu intizam-ı ekmeli, bu insicam-ı ecmeli kör olup görmüyorlar. Halbuki bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, intizam zîr ü zeber olur ve insicam herc ü merce düşer. Halbuki sinek kanadından tâ semavat kandillerine kadar o derece ince bir intizam gözetilmiş ki, sinek kanadı kadar şirke yer bırakılmamış. Madem bunlar bu derece hilaf-ı akıl ve hikmet ve münafî-i his ve bedahet hareket ediyorlar. Onların tekzibleri seni tezkirden vazgeçirmesin."
İşte silsile-i hakaik olan şu âyâtın yüzer cevherlerinden yalnız ifham ve ilzama dair bir tek cevher-i beyanîsini icmalen beyan ettik. Eğer iktidarım olsaydı, birkaç cevherlerini daha gösterseydim, "Şu âyetler tek başıyla bir mu'cizedir" sen dahi diyecektin.
Amma ifham ve talimdeki beyanat-ı Kur'aniye o kadar hârikadır, o derece letafetli ve selasetlidir; en basit bir âmi, en derin bir hakikatı onun beyanından kolayca tefehhüm eder. Evet, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan, çok hakaik-i gamızayı nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avamı taciz edip yormayacak bir surette basitane ve zahirane söylüyor, ders veriyor. Nasıl bir çocukla konuşulsa, çocukça tabirat istimal edilir. Öyle de: ﺗَﻨَﺰُّﻟﺎَﺕٌ ﺍِﻟَﻬِﻴَّﺔٌ ﺍِﻟَﻰ ﻋُﻘُﻮﻝِ ﺍﻟْﺒَﺸَﺮِ denilen, mütekellim üslûbunda muhatabın derecesine sözüyle nüzul edip öyle konuşan esalib-i Kur'aniye, en mütebahhir hükemanın fikirleriyle yetişemediği hakaik-i gamıza-i İlahiye ve esrar-ı Rabbaniyeyi müteşabihat suretinde bir kısım teşbihat ve temsilât ile en ümmi bir âmiye ifham eder. Meselâ: ﺍَﻟﺮَّﺣْﻤَﻦُ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﻌَﺮْﺵِ ﺍﺳْﺘَﻮَﻯ bir temsil ile rububiyet-i İlahiyeyi saltanat misalinde ve âlemin tedbirinde mertebe-i rububiyetini, bir Sultanın taht-ı saltanatında durup icra-yı hükûmet ettiği gibi bir misalde gösteriyor.
Evet Kur'an, bu kâinat Hâlık-ı Zülcelalinin kelâmı olarak rububiyetinin mertebe-i a'zamından çıkarak, umum mertebeler üstüne gelerek, o mertebelere çıkanları irşad ederek, yetmişbin perdelerden geçerek, o perdelere bakıp tenvir ederek, fehm ve zekâca muhtelif binler tabaka muhatablara feyzini dağıtıp ve nurunu neşrederek kabiliyetçe ayrı ayrı asırlar, karnlar üzerinde yaşamış ve bu kadar mebzuliyetle manalarını ortaya saçmış olduğu halde kemal-i şebabetinden, gençliğinden zerre kadar zayi' etmeyerek gayet taravette, nihayet letafette kalarak gayet sühuletli bir tarzda, sehl-i mümteni' bir surette, her âmiye anlayışlı ders verdiği gibi; aynı derste, aynı sözlerle fehimleri muhtelif ve dereceleri mütebayin pek çok tabakalara dahi ders verip ikna' eden, işba' eden bir kitab-ı mu'ciznümanın hangi tarafına dikkat edilse, elbette bir lem'a-i i'caz görülebilir.