Şualar

Ahmet.1

Well-known member
Afyon Mahkemesine ve Ağır Ceza Reisine beyan ediyorum ki:

Eskiden beri fıtratımda tahakkümü kaldıramadığım için dünyaya karşı alâkamı kesmiştim. Şimdi o kadar manasız, lüzumsuz tahakkümler içinde hayat bana gayet ağır gelmiş, yaşayamayacağım. Hapsin haricinde, yüzler resmî adamların tahakkümlerini çekmeğe iktidarım yok. Bu tarz hayattan bıktım. Ben sizden bütün kuvvetimle tecziyemi taleb ediyorum. Şimdi kabir elime geçmiyor. Hapiste kalmak bana lâzımdır. Makam-ı iddianın asılsız isnad ettiği suçlar siz de bilirsiniz ki, yok. Beni cezalandırmaz. Fakat beni manen cezalandıracak vazife-i hakikiyeye karşı büyük kusurlarım var. Eğer sormak münasib ise, sorunuz cevab vereyim.

Evet büyük kusurlarımdan bir tek suçum: Vatan ve millet ve din namına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi -dünyaya bakmadığım için- yapmadığımdan, hakikat noktasında afvolunmaz bir suç olduğuna ve bilmemek bana bir özür teşkil edemediğine şimdi bu Afyon hapsinde kanaatım geldi. Nur şakirdlerinin hâlis ve sırf uhrevî, Nurlara ve tercümanına karşı alâkalarına, dünyevî ve siyasî cem'iyet namını verip onları mes'ul etmeğe çalışanların ne kadar hakikattan ve adaletten uzak düştüklerine karşı üç mahkemenin o cihette beraet vermesiyle beraber deriz ki:

Hayat-ı içtimaiye-i insaniyenin hususan millet-i İslâmiyenin üss-ül esası: Akrabalar içinde samimane muhabbet ve kabîle ve taifeler içinde alâkadarane irtibat ve İslâmiyet milliyetiyle mü'min kardeşlerine karşı, manevî, muavenetkârane bir uhuvvet ve kendi cinsi ve milletine karşı fedakârane bir alâka ve hayat-ı ebediyesini kurtaran Kur'an hakikatlarına ve naşirlerine sarsılmaz bir rabıta ve iltizam ve bağlılık gibi hayat-ı içtimaiyeyi esasıyla temin eden bu rabıtaları inkâr etmekle ve şimaldeki dehşetli anarşistlik tohumunu saçan ve nesil ve milliyeti mahveden ve herkesin çocuklarını kendine alıp karabet ve milliyeti izale eden ve medeniyet-i beşeriyeyi ve hayat-ı içtimaiyeyi bütün bütün bozmağa yol açan kızıl tehlikeyi kabul etmekle ancak Nur şakirdlerine medar-ı mes'uliyet cem'iyet namını verebilir. Onun için hakikî Nur şakirdleri çekinmeyerek Kur'an hakikatlerine karşı kudsî alâkalarını ve uhrevî kardeşlerine karşı sarsılmaz irtibatlarını izhar ediyorlar. O uhuvvet sebebiyle gelen her bir cezayı memnuniyetle kabul ettiklerinden, mahkeme-i âdilenizde hakikat-ı hali olduğu gibi itiraf ediyorlar. Hile ile, dalkavukluk ile ve yalanlarla kendilerini müdafaaya tenezzül etmiyorlar.


Mevkuf
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
AFYON MAHKEMESİNE İDDİANAMEYE KARŞI VERİLEN İTİRAZNAME TETİMMESİNİN BİR ZEYLİDİR

Evvelâ: Mahkemeye beyan ediyorum ki; bu yeni iddianame de Denizli ve Eskişehir Mahkemelerimizdeki o eski iddianamelere ve aleyhimizde sathî ehl-i vukufların sathî tahkikatlarına bina edildiğinden mahkemenizde dava ettim ki: Bu iddianamenin yüz yanlışını isbat etmezsem, yüz sene cezaya razıyım. İşte o davamı isbat ettim, yüzden ziyade yanlışların cedvelini isterseniz takdim edeceğim.

Sâniyen: Ben Denizli Mahkemesinde, kitab ve evraklarımız Ankara'ya gittiği sırada, aleyhimize hüküm verilecek diye telaş ve me'yusiyetle beraber, arkadaşlarıma yazdım. Ve bazı müdafaatımın âhirinde bulunan o yazdığım parça şudur:

Eğer Risale-i Nur'u tenkid fikriyle tedkik eden adliye memurları, imanlarını onunla kuvvetlendirip veya kurtarsalar, sonra beni i'dam ile mahkûm etseler; şahid olunuz, ben hakkımı onlara helâl ediyorum. Çünki biz hizmetkârız. Risale-i Nur'un vazifesi, imanı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmeyerek, hizmet-i imaniyeyi hiçbir tarafgirlik girmeyerek yapmağa mükellefiz.

İşte ey heyet-i hâkime; bu hakikata binaen Risale-i Nur'un cerhedilmez kuvvetli hüccetleri elbette mahkemede kalbleri kendine çevirmiş, aleyhimde ne yapsanız ben hakkımı helâl ederim, gücenmem. Bunun içindir ki; eşedd-i zulüm ile bir eşedd-i istibdad tarzında şahsımı hiç ömrümde görmediğim ihanetlerle çürütmekle damarıma dokundurulduğu halde tahammül ettim. Hattâ beddua da etmedim. Bize karşı bütün ittihamlara ve bütün isnad edilen suçlara karşı elinizdeki Risale-i Nur'un mecmuaları, benim mukabele edilmez müdafaanamem ve cerhedilmez itiraznamemdirler. Medar-ı hayrettir ki: Mısır, Şam, Haleb, Medine-i Münevvere, Mekke-i Mükerreme allâmeleri ve Diyanet Riyasetinin müdakkik hocaları o Nur mecmualarını tedkik edip hiç tenkid etmeyerek takdir ve tahsin ettikleri halde, iddianameyi aleyhimize toplayan zekâvetli zât; Kur'anı yüzkırk suredir diye acib ve pek zahir bir yanlışı ile ne derece sathî baktığı ve Risale-i Nur bu ağır şerait içinde ve benim gurbet ve kimsesizliğim ve perişaniyetimde ve aleyhimde dehşetli hücumlarla beraber yüzbinler ehl-i hakikata kendini tasdik ettirdiği halde, daha Kur'anın kaç suresi var olduğunu bilmeyen o iddiacı zât "Risale-i Nur Kur'anın tefsirine ve hadîslerin teviline çalışmasıyla beraber bir kısmında okuyanlara bir şey öğretme bakımından ilmî bir mahiyet ve kıymet taşımadığı görülmektedir." diye tenkidi ne derece kanundan, hakikattan, adaletten ve haktan uzak olduğu anlaşılıyor.

Hem size şekva ediyorum ki; kırk sahifeli ve yüzer yanlışı bulunan ve kalblerimizi yaralayan iddianameyi tamamıyla bize iki saat dinlettirdiğiniz halde, ayn-ı hakikat birbuçuk sahifeyi ona karşı -ısrarımla beraber- iki dakika okumağa müsaade etmediğiniz için, ona mukabil itiraznamemi tamamıyla okumağa, adalet namına sizden istiyorum.

Sâlisen: Herbir hükûmette muhalifler var. Asayişe ilişmemek şartıyla, kanunen onlara ilişilmez. Ben ve benim gibi dünyadan küsmüş ve yalnız kabrine çalışanlar; elbette bin üçyüzelli senede, ecdadımızın mesleğinde ve Kur'anımızın daire-i terbiyesinde ve her zamanda üçyüzelli milyon mü'minlerin takdis ettiği düsturlarının müsaade ettiği tarzda hayat-ı bâkiyesine çalışmayı terkedip; gizli düşmanlarımızın icbarıyla ve desiseleriyle fâni ve kısacık hayat-ı dünyeviyesi için, sefihane bir medeniyetin ahlâksızcasına belki bir nevi bolşevizmde olduğu gibi vahşiyane kanunlara, düsturlara tarafdar olup onları meslek kabul etmekliğimiz hiç mümkün müdür? Ve dünyada hiçbir kanun ve zerre mikdar insafı bulunan hiçbir insan bunları onlara kabul ettirmeğe cebretmez. Yalnız o muhaliflere deriz: Bize ilişmeyiniz, biz de ilişmemişiz.

İşte bu hakikata binaendir ki; Ayasofya'yı puthane ve Meşihat'ı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen tarafdar değiliz ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz. Ve bu yirmi sene işkenceli esaretimde eşedd-i zulüm şahsıma edildiği halde siyasete karışmadık, idareye ilişmedik, asayişi bozmadık. Yüzbinler Nur arkadaşım varken, asayişe dokunacak hiçbir vukuatımız kaydedilmedi. Ben şahsım itibariyle hiç hayatımda görmediğim bu âhir ömrümde ve gurbetimde şiddetli ihanetler ve damarıma dokunduracak haksız muameleler sebebiyle, yaşamaktan usandım. Tahakküm altındaki serbestiyetten dahi nefret ettim. Size bir istida yazdım ki; herkese muhalif olarak ben beraetimi değil, belki tecziyemi taleb ediyorum. Ve hafif cezayı değil, sizden en ağır cezayı istiyorum. Çünki bu emsalsiz, acib zulmî muameleden kurtulmak için, ya kabre veya hapse girmekten başka çarem yok. Kabir ise, intihar caiz olmadığından ve ecel gizli olmasından şimdilik elime geçmediğinden, beş-altı ay {(Haşiye): Şimdi onyedi ay oldu aynı hal devam eder.} tecrid-i mutlakta bulunduğum hapse razı oldum. Fakat, bu istidayı masum arkadaşlarımın hatırları için şimdilik vermedim.

Râbian: Benim bu otuz sene hayatımda ve Yeni Said tabir ettiğim zamanımda bütün Risale-i Nur'da yazdıklarım ve şahsıma temas eden hakikatlarının tasdikiyle ve benimle ciddî görüşen ehl-i insaf zâtların ve arkadaşların şehadetleriyle iddia ediyorum ki: Ben nefs-i emmaremi elimden geldiği kadar hodfüruşluktan, şöhretperestlikten, tefahurdan men'e çalışmışım ve şahsıma ziyade hüsn-ü zan eden Nur talebelerinin belki yüz defa hatırlarını kırıp cerhetmişim. Ben mal sahibi değilim, Kur'anın mücevherat dükkânının bir bîçare dellâlıyım dediğimi hem yakın dostlarım, hem kardeşlerimin tasdikleriyle ve emarelerini görmeleriyle, ben değil dünyevî makamatı ve şan ü şerefi şahsıma kazandırmak, belki manevî büyük makamat farazâ bana verilse de, fakat hizmetteki ihlasıma nefsimin hissesi karışmak ihtimaline binaen korkarak o makamatı da hizmetime feda etmeğe karar verdiğim ve fiilen de öylece hareket ettiğim halde; mahkeme-i âlînizde güya en büyük bir siyasî mes'ele gibi, bana karşı bazı kardeşlerimin Nur'dan istifadelerine manevî bir şükran olarak ben kabul etmediğim halde pederinden çok fazla hürmet etmesini medar-ı sual ve cevab yaptınız. Bir kısmını inkâra sevkettiniz ve bize hayret ile dinlettirdiniz. Acaba kendi razı olmadığı ve kendini lâyık bulmadığı halde, başkaların onu medhetmeleriyle o bîçareye bir suç tevehhüm edilebilir mi?

Hâmisen: Kat'iyyen size beyan ediyorum ki; hiçbir cem'iyetçilik ve cem'iyetlerle ve siyasî cereyanlarla hiçbir alâkası olmayan Nur talebelerini, cem'iyetçilik ve siyasetçilik ile itham etmek; doğrudan doğruya kırk seneden beri İslâmiyet ve iman aleyhinde çalışan gizli bir zındıka komitesi ve bu vatanda anarşiliği yetiştiren bir nevi bolşevizm namına bilerek veya bilmeyerek bizimle bir mücadeledir ki, üç mahkeme cem'iyetçilik cihetinde bütün Nurcuların ve Nur risalelerinin beraetlerine karar vermişler. Yalnız Eskişehir Mahkemesi tesettür-ü nisa hakkında bir küçük risalenin bir tek mes'elesini belki bu gelen cümleyi "Mesmuatıma göre: Merkez-i hükûmette, bir kundura boyacısı çarşı içinde bir büyük adamın yarım çıplak karısına sarkıntılık edip o acib edebsizliği yapması, tesettür aleyhinde olanın hayâsız yüzüne şamar vuruyor." diye eskiden yazılmış cümle sebebiyle, bir sene bana ve yüzyirmi adamdan onbeş arkadaşıma altışar ay ceza verdiler. Demek şimdi Risale-i Nur'u ve şakirdlerini ittiham etmek, o üç mahkemeyi mahkûm etmek ve itham ve ihanet etmek demektir.

Sâdisen: Risale-i Nur ile mübareze edilmez. Onu gören bütün ülema-i İslâm, Kur'anın gayet hakikatlı bir tefsiri, yani hakikatlarının kuvvetli hüccetleri ve bu asırda bir mu'cize-i maneviyesi ve şimalden gelen tehlikelere karşı bu millet ve bu vatanın bir kuvvetli seddi olduğunu tasdik ettiklerinden, mahkemeniz bunun talebelerini bundan ürkütmek değil, belki hukuk-u âmme noktasında tergib etmek bir vazifeniz biliyoruz ve onu sizden bekliyoruz. Millete, vatana, asayişe muzır dinsizlerin ve bazı siyasî zındıkların kitablarına ve mecmualarına hürriyet-i ilmiye serbestiyetiyle ilişilmediği halde; masum ve muhtaç bir gencin imanını kurtarmak ve sû'-i ahlâktan kurtulmak için Nur'a talebe olması elbette değil bir suç, belki hükûmet ve maarif dairesi teşvik ve takdir edecek bir halettir. Son sözüm: Cenab-ı Hak, hâkimleri adalet-i hakikiyeye muvaffak etsin. Âmîn deyip,


ﺣَﺴْﺒُﻨَﺎ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻭَﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟْﻮَﻛِﻴﻞُ ﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟْﻤَﻮْﻟَﻰ ﻭَ ﻧِﻌْﻢَ ﺍﻟﻨَّﺼِﻴﺮُ ٭ ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﺭَﺏِّ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻤِﻴﻦَ dir.

Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
SON SÖZÜM

Heyet-i hâkimeye beyan ediyorum ki:

Hem iddianameden, hem uzun tecridlerimden anladım ki, bu mes'elede en ziyade şahsım nazara alınıyor ve şahsımı çürütmek maslahat görülmüş. Güya şahsiyetimin idareye, asayişe, vatana zararı var. Ve ben de din perdesi altında dünyevî maksadlar güdüyormuşum, bir nevi siyaset peşinde koşuyormuşum. Buna karşı, size bunu kat'iyyetle beyan ediyorum:

Bu evham yüzünden, benim şahsiyetimi çürütmek suretinde Risale-i Nur'u ve bu vatana ve bu millete fedakâr ve kıymetdar olan şakirdlerini incitmeyiniz. Yoksa bu vatana ve bu millete manevî büyük bir zarar, belki bir tehlikeye vesile olur.

Bunu da size kat'iyyen beyan ediyorum:

Şahsıma tahkir ve ihanet ve çürütmek ve işkence, ceza gibi ne gelse; -Risale-i Nur'a ve şakirdlerine benim yüzümden zarar gelmemek şartıyla, şimdiki mesleğim itibariyle- kabule karar vermişim. Bunda da âhiretim için bir sevab var. Ve nefs-i emmarenin şerrinden kurtulmama bir vesiledir diye bir cihette ağlarken memnun oluyorum. Eğer bu bîçare masumlar benimle beraber bu mes'elede hapse girmese idiler, mahkemenizde pek şiddetli konuşacaktım. Siz de gördünüz ki, iddianameyi yazan, bin dereden su toplamak gibi yirmi-otuz senelik hayatımda -mahrem ve gayr-ı mahrem bütün kitab ve mektublarımdan- cerbezesiyle ve kısmen yanlış mana vermesiyle güya umum onlar bu sene yazılmış, hiç mahkemeleri görmemiş, af kanunlarına ve mürur-u zamana uğramamış gibi onun ile benim şahsiyetimi çürütmek istiyor.

Ben kendim, şahsımın çürük olduğunu yüz defa söylediğim ve aleyhimde olanlar her vesile ile yine şahsımı çürüttükleri halde, ehl-i siyaseti evhamlandıracak derecede teveccüh-ü âmmeye karşı faide vermediğinin sebebi: İmanın kuvvetlenmesi için bu zamanda ve bu zeminde gayet şiddetli bir ihtiyac-ı kat'î ile ders-i dinde bazı şahıslar lâzımdır ki, hakikatı hiçbir şeye feda etmesin, hiçbir şeye âlet etmesin. Nefsine hiçbir hisse vermesin. Tâ ki, imana dair dersinden istifade edilsin, kanaat-ı kat'iyye gelsin.

Evet hiçbir zaman, bu zeminde bu zaman kadar böyle bir ihtiyac-ı şedid olmamış gibidir. Çünki tehlike hariçten şiddetle gelmiş. Şahsımın bu ihtiyaca karşı gelmediğini itiraf edip ilân ettiğim halde, yine şahsımın meziyetinden değil, belki şiddet-i ihtiyaçtan ve zahiren başkalar çok görünmemesinden şahsımı o ihtiyaca bir çare zannediyorlar. Halbuki ben de çoktan beri buna taaccüb ve hayret ile bakıyordum ve hiçbir cihetle lâyık olmadığım halde, dehşetli kusurlarımla beraber bu teveccüh-ü âmmenin hikmetini şimdi bildim. Hikmeti de şudur:

Risale-i Nur'un hakikatı ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsi, bu zaman ve bu zeminde o şiddetli ihtiyacın yüzünü kendine çevirmiş. Benim şahsımı -hizmet itibariyle binden bir hissesi ancak bulunduğu halde- o hârika hakikatın ve o hâlis muhlis şahsiyetin bir mümessili zannedip o teveccühü gösteriyorlar. Gerçi bu teveccüh hem bana zarar, hem ağır geliyor. Hem de hakkım olmadığı halde hakikat-ı Nuriyenin ve şahsiyet-i maneviyesinin hesabına sükût edip o manevî zararlara razı oluyorum. Hattâ İmam-ı Ali (R.A.) ve Gavs-ı A'zam (K.S.) gibi bazı evliyanın ilham-ı İlahî ile bu zamanımızda Kur'an-ı Hakîm'in mu'cize-i maneviyesinin bir âyinesi olan Risale-i Nur'un hakikatına ve hâlis talebelerinin şahs-ı manevîsine işaret-i gaybiye ile haber verdikleri içinde benim ehemmiyetsiz şahsımı o hakikata hizmetim cihetiyle nazara almışlar. Ben hata etmişim ki; onların şahsıma ait bir parçacık iltifatlarını bazı yerde tevil edip Risale-i Nur'a çevirmemişim. Bu hatamın sebebi de, za'fiyetim ve yardımcılarımı ürkütecek esbabın çoğaltılmaması ve sözlerime itimadı kazanmak için zahiren şahsıma bir kısmını kabul etmiştim.

Size ihtar ediyorum: Fâni ve kabir kapısındaki çürük şahsımı çürütmeğe ihtiyaç yok ve bu kadar ehemmiyet vermeğe de lüzum yok. Fakat Risale-i Nur'la mübareze edemezsiniz ve etmeyiniz. Onu mağlub edemezsiniz. Mübarezede millet ve vatana büyük zarar edersiniz. Fakat şakirdlerini dağıtamazsınız. Çünki hakikat-ı Kur'aniyenin muhafazası yolunda kırk-elli milyon şehid veren bu vatandaki geçmiş ecdadlarımızın ahfadlarına bu zamanda hakikat-ı Kur'aniyenin muhafazası ve âlem-i İslâmın nazarında eskisi gibi dindarane kahramanlıkları terk ettirilmeyecek. Zahiren çekilseler de, o hâlis şakirdler ruh u canıyla o hakikata bağlıdırlar. Ve o hakikatın bir âyinesi olan Risale-i Nur'u terkedip, o terk ile vatan ve millet ve asayişe zarar vermeyeceklerdir.

Son sözüm:

ﻓَﺎِﻥْ ﺗَﻮَﻟَّﻮْﺍ ﻓَﻘُﻞْ ﺣَﺴْﺒِﻰَ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﺗَﻮَﻛَّﻠْﺖُ ﻭَﻫُﻮَ ﺭَﺏُّ ﺍﻟْﻌَﺮْﺵِ ﺍﻟْﻌَﻈِﻴﻢِ
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ

[Diyanet Riyasetindeki ehl-i vukufa bir teşekkürname ve tedkiklerindeki cüz'î ve cevabı zahir ve verilmiş tenkidlerine tashihle yardım etmek için üç noktayı beyan edeceğim.]

*Birincisi: Üç cihetle o âlimlere teşekkür ederim. Şahsım itibariyle minnetdarım.

Birincisi: Siracünnur mecmuasının Beşinci Şua'dan başka onüç parçasını takdirkârane hülâsa etmeleridir.

İkincisi: Medar-ı ittihamımız olan, tarîkatçılık ve cem'iyetçilik ve emniyeti ihlâl bahanelerini reddetmeleridir.

Üçüncüsü: Benim mahkemedeki davamı tasdikleridir. Yani, mahkemeye dedim: Kusur varsa bütün o kusur benimdir. Nur talebeleri hâlis ve masum olup, imanları için Nurlara çalışmışlar. İşte o ehl-i vukuf dahi Nurcuları kurtarıyorlar. Bütün kusuru bana veriyorlar. Ben de onlara, Allah sizden razı olsun derim.

Yalnız merhum Hasan Feyzi ve merhum Hâfız Ali'yi ve o iki mübarek şehidin sisteminde ve vârislerinden iki-üç zâtı benim suçuma şerik etmişler. Fakat bir cihette sehvetmişler. Çünki o zâtlar, kusurda değil belki hizmet-i imaniyede benden ileri ve benim hatalarımdan müberra olarak, za'fiyetime merhameten inayet-i İlahiye tarafından bana yardımcı verilmişler.

*İkinci Nokta: O ehl-i vukuf, Beşinci Şua'daki rivayetlerin bir kısmına zaîf ve bir kısmına mevzu' demişler ve tevillerinin bir kısmına yanlış demişler ki; bu Afyon'da aleyhimizde iddianame o tarzda yazılmış ve onbeş sahifede seksenbir yanlış yaptığını bir cedvelde isbat etmişiz. Muhterem ehl-i vukuf o cedveli görsünler. Bir tek nümunesi şudur:

İddiacı demiş: Bütün tevilleri yanlıştır ve o rivayetler, ya mevzu' veya zaîftir.

Biz dahi deriz: Tevil demek, yani bu mana bu hadîsten murad olmak mümkündür, muhtemeldir demektir. Mantıkça o mananın imkânını reddetmek ise, muhaliyetini isbat etmek ile olur. Halbuki o mana göz ile göründüğü ve tahakkuk ettiği gibi, hadîsin mana-yı işarî tabakasının külliyetinde bir ferd olması bilmüşahede mu'cizane bir lem'a-yı ihbar-ı gaybîyi, bu asrın gözüne gösterdiğinden, hiçbir cihetle kabil-i inkâr ve itiraz olamaz. Hem o "Bütün rivayetler mevzudur veya zaîftir" iddiacının demesi üç vecihle yanlış olduğu, cedvelde isbat edilmiş:

Birisi: Bir milyon hadîsi hıfzına alan İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel ve beşyüz bin hadîsi hıfzeden İmam-ı Buharî'nin cesaret edemedikleri ve o nefyin isbatı kabil olmadığı ve bütün hadîs kitablarını görmediği ve ümmetin ekseriyeti her asırda o rivayetlerin manalarının zuhurlarını veya o küllînin bir ferdini görmesini bekledikleri ve ümmetçe telakki-i bilkabul derecesine yakınlaşmış ve ayn-ı hakikat bazı nümune ve ferdleri meydana çıkıp görüldüğü halde, o rivayetleri külliyetle inkâr etmek on cihetle hatadır.

İkinci Vecih: Mevzu'dur manası; bu rivayet an'aneli, senedli hadîs değil demektir. Yoksa manası yanlıştır demek değildir. Madem ümmette, hususan ehl-i hakikat ve keşf ve bir kısım ehl-i hadîs ve ehl-i içtihad kabul edip manalarının vuku'larını beklemişler. Elbette o rivayetlerin durub-u emsal gibi umuma bakan hakikatları vardır.

Üçüncü Vecih: Hangi mes'ele veya rivayet var ki; meşrebleri, mezhebleri muhtelif âlimlerin bir kitabında ona itiraz edilmesin. Meselâ: İslâm içinde birkaç deccal geleceğine dair rivayetlerden birisi bu hadîs-i şerif, sarih bir surette Cengiz ve Hülâgu fitnesinden haber verir.


ﻟَﻦْ ﺗَﺰَﺍﻝَ ﺍﻟْﺨِﻠﺎَﻓَﺔُ ﻓِﻰ ﻭِﻟْﺪِ ﻋَﻤِّﻰ ﺻِﻨْﻮِ ﺍَﺑِﻰ ﺍﻟْﻌَﺒَّﺎﺱِ ﺣَﺘَّﻰ ﻳُﺴَﻠِّﻤُﻬَٓﺎ ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟﺪَّﺟَّﺎﻝِ

Yani "Uzun zaman hilafet-i Abbasiye devam edecek, sonra o saltanat deccal eline geçecek" diye beşyüz seneden sonra İslâm içine bir deccal gelecek, o hilafeti bozacak gibi ki; eşhas-ı âhirzamandan çok rivayetler haber verdikleri halde, mezhebi ayrı veya fikri müfrit bir kısım ehl-i içtihad kabul etmemişler, mevzu veya zaîftir demişler.

Her ne ise.. şimdi bu uzun kıssayı kısa kesmeme sebeb, Risale-i Nur ile alâkadar ve Nurlara hücumun aynı zamanında zeminin hiddetini gösteren dört büyük zelzelenin tevafuku gibi bu cevabı yazdığım aynı saatte burada iki şiddetli zelzele vuku buldu. Şöyle ki: Akşamda elime verilen ehl-i vukufun raporundaki ameliyat-ı cerrahiyenin yaralarından elîm bir teessür ve temassızlıktan hazîn bir zahmetle kendim perişan kalemimle yazmaktan teellüm hissederken, iki zelzelenin tevafukudur.

Evet sekiz ay tecrid ve sıkıntılar içinde en ziyade güvendiğim ve raporlarıyla imdadıma yetişmelerini beklediğim Diyanet Riyaseti dairesinden gelen raporu akşamdan aldım. Bu sabah bildim ki; pek ehemmiyetsiz şeylerle imdadıma değil, belki iddiacıya yardım ederek: "Geçen dört zelzeleler Nur'un kerametlerindendir, Said demiş." dediklerini gördüm. Cedvelde yazdığım gibi: Nurlar, sadaka-i makbule misillü belaların def'ine bir vesiledir, ne vakit Nurlara hücum edilse, musibetler fırsat bulup gelirler ve bazan da zemin hiddet eder, diye yazmağa niyet ederken burada iki şiddetli zelzele {(Haşiye): Bu iki zelzele 18.9.1948 tarihine müsadif, cum'a günü kuşluk vakti olmuştur. Afyon hapsinde Risale-i Nur talebeleri namına Halil, Mustafa, Mehmed Feyzi, Hüsrev} beni o bahsi yazmaktan vazgeçirdi. Onu bırakıp üçüncü noktaya geçiyorum.

*Üçüncü Nokta: Ey müdakkik ve hakikatlı ve insaflı ehl-i vukuf âlimlerimiz! Eskiden beri ehl-i ilim mabeyninde bir makbul âdet-i müstemirreye binaen yeni te'lif edilen güzel kitabların âhirlerinde başkaların o kitaba medhiyeleri ve takrizleri ve mübalağane ve bazan müfritane senaları yazılıp neşredildiği ve müellif kemal-i memnuniyetle o takrizcilere minnetdar olduğu ve rakibleri dahi onu hodfüruşlukla ittiham etmedikleri halde, Nur'un bir kısım has ve hâlis şakirdlerinin ve merhum Hasan Feyzi ve şehid Hâfız Ali tarzında yazdıkları takrizleriyle aleyhime şiddetli hücum eden pekçok insafsız muarızlara karşı aczime, za'fıma, garibliğime, kimsesizliğime yardım ve Nurlara muhtaçları teşvik fikriyle olan medhiyelerini bütün bütün reddetmediğimi ve şahsıma ait kısmını Nurlara çevirdiğimi bir hodfüruşluk telakki etmenizi kemal-i dikkatinize ve tahkikî ilminize ve şefkatkârane muavenetinize ve insafınıza yakıştıramadığımdan müteessir oldum. Ve o medhiyeleri yazan sâfi arkadaşlarımın hiç siyaseti düşünmeyerek riyazî bir hesabla: "Mana-yı işarî külliyetinin bir mâsadakı ve cüz'î bir ferdi bu zamanda Risale-i Nur'dur." demelerine hata denilmez. Çünki, zaman tasdik ediyor. Haydi çok mübalağa veya hata dahi olsa, ilmî bir hatadır. Herkes kendi kanaatını yazabilir. Acaba Şeriatta oniki mezheb; hususan Hanefî, Mâlikî, Şafiî, Hanbelî Mezheblerinde ve yetmişe yakın ilm-i kelâm ve usûl-üd din dairesindeki allâmelerin fırkalarında ne kadar ayrı ayrı kanaatlar ve fikirler kitablara yazılmış bilirsiniz. Halbuki bu zaman kadar, hiçbir zaman, din âlimlerinin ittifakına ve münakaşa etmemesine muhtaç olmamış. Şimdilik teferruattaki ihtilafı bırakmağa ve medar-ı münakaşa etmemeğe mecburuz.
 

Ahmet.1

Well-known member
Ehl-i vukufun insaflı hocalarından üç sualim var:

Birisi: Bir adam, diğer bir adamı sâfi bir niyetle onu medhetmekle mes'ul olur mu? Hususan o istemediği, elinden geldiği kadar o medihleri ya red veya başkasına çevirdiği ve o hâlis dostunu kaçırmamak için onu tekdir etmeyip, medhini yüz derece haddimden fazladır diye sükût ile mukabele etmesi hiç hodfüruşluk sayılır mı?

İkinci Sual: Acaba ortalıkta din aleyhinde bu dehşetli hücumlar ve dağ gibi dinî mes'eleler içinde Nur şakirdlerinden bir hakikat âşıkı zararsız ve cüz'î bir hata-i ilmî ve yanlış bir kanaatı cihetinde böyle tekdir ve tezyife müstehak olur mu? Siz gibi üstadlardan -medhiye yazan talebe- şefkatle hatasını ihtar beklerken böyle adliye eliyle tokatlamak caiz olur mu?

Üçüncü Sual: Bu yirmi senedir hadsiz muarızlara karşı sarsılmayan ve yüzbinler muhtaçların imanlarını kuvvetlendiren Risale-i Nur'a bir-iki mes'ele için bu tarz tenkidiniz yakışır mı?

Hem o müdakkik âlimlere bunu hatırlatıyorum ki; raporlarında, Ahmed Feyzi'nin medhiyesinin başında bir mektubumu görmelerinden, güya o medihleri ben kendime yapmışım gibi tenkid ediyorlar. Halbuki o mektubum benim şahsımın hakkındaki medihlerini kabul etmemek ve kaldırmak için idi ki, bir kısmını kaldırdım. Bir kısmını da ta'dil edecektim. Fakat acele edip tam yapmadan o mektubu bir kardeşime göndermiştim. Onlar dahi o mahrem medhiyenin başına koyup hususî bir zâta gönderdikleri zaman hükûmetin eline geçmiş. Acaba böyle hususî takriz ve sırf ilmî ve bir kanaat-ı vicdaniye ve mahrem arkadaşların mabeyninde ve sonra tam ta'dil etmek fikriyle bir meşveret tarzında gezmesi, bu şiddetli itiraza müstehak olur mu?

Hem kırmızı ve siyah cildli iki mecmuacık, arkadaşlara hususî ve tebrik ve teşvik ve taltif için yazılmış bazı hususî mektublardır. Her nasılsa bir-iki zât merak edip zayi' olmasın diye bir deftere toplamış. Taharride zabıta eline geçmiş. Acaba böyle mektublardan ahkâm çıkarmak ve sual ve cevaba medar etmek ve siyasete temas ettirmeğe çalışmağa hiç ihtiyaç var mı? Kur'ana hücum eden dehşetli ejderhaları görmüyor, bakmıyor, sineklerin ısırmasıyla uğraşıyor gibi olmaz mı?

Dini ve terbiye-i Muhammediyeyi zehir diyen Saraçoğlu'nu bırakıp, hakikat-ı Kur'aniyeyi güneş gibi gösteren ve nev'-i beşerin yaralarına tam tiryak olduğunu isbat eden Siracünnur ile münakaşa ederek, Nur'un o mecmuasının âhirine ilhak edilen bir risalede zayıf hadîslerin tevilleri var diye, o mecmuanın müsaderesine yardım etmek çıkmaz mı? Bizler siz gibi zâtlardan yaralarımıza merhem sürmek ve ferasetinizle yardım bekler ve cüz'î tenkidlerinizden gücenmeyiz.


Mevkuf
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
Hata-Savab Cedveli

Yirmi sahifeden ziyade arkadaşlara ait olduğundan, yanlışlarını beyan etmedim. Bu yanlışların hepsi yüzden geçer. Mahkemede kırk sahife iddianame iki saate yakın dinlettirildi. Hem hukukumuza, hem hayat-ı şahsiyemize, hem hayat-ı içtimaiyemize ve şerefimize ve Risale-i Nur'un kıymetine çok dokunduğu halde gücenmediğimize mukabil iddianameyi yazan zâtın mes'elemizdeki sathîliğine ve dikkatsizliğine ve cerbezeliğine dokunacak bir cihet varsa, onun da gücenmemesini ve mahkemenin de tamamen itiraznamemi okumaklığıma müsaadesini taleb ederiz.

Mahkemede aleyhimizdeki iddianamede yüz yanlışını isbat etmezsem yüz sene cezaya razıyım diye iddia ettiğime bir hüccet olarak iddianamenin kırk sahifesinden, şahsıma ait onbeş sahifede seksenbir yanlışını gösteren bu cedveli takdim ediyorum.


Said Nursî




1. Dini âlet ederek..

C: Reddedilmemiş müdafaatımdaki hüccetler, bu yanlışı herkese gösterir.

2. Emniyeti bozabilecek.

C: Yirmi senede bir vukuatı altı mahkeme göstermemesiyle bu yanlışını isbat eder.

3. Gizli bir cem'iyet kurmak.

C: Üç mahkemenin bu noktada beraet vermesi bu yanlışını isbat eder.

4. Gizli cem'iyete girmek.

C: Bu defa yirmiüç adamı makam-ı iddia tahliyesiyle kendi yanlışını kendi gösteriyor.

5. Hiçbir iş ile meşgul olmayan.

C: Risale-i Nur'un te'lifi ve tashihi ile olan büyük meşgaleyi görmemesi, bu yanlışını herkese gösteriyor.

6.7. Devletin emniyetini ihlâle teşvik edecek hareketlerde bulunduğundan ve gizli cem'iyet kurduğundan..

C: Eskişehir Mahkemesinin yalnız tesettür ve şapka mes'elesini esas tutması ve cem'iyet ve emniyeti ihlâle ehemmiyet vermemesi bu yanlışını gösteriyor.

8. Kanunun 163 üncü maddesi..

C: Zahiren o madde-i kanunî ile, fakat hakikaten Eskişehir Mahkemesi kanaat-ı vicdaniye ile hüküm vermesi, Tesettür Risalesi'nin eskiden yazıldığını anlamasıyla, mecburiyetle kanaat-ı vicdaniyeye müracaat etmesi, bu yanlışını gösteriyor.

9. Dinen mukaddes tanılan şeyleri âlet etmesi..

C: Bu otuz seneki hayatım ve bütün benim ile görüşenler ve mahiyetimi bilenler, bu hükmü tekzib ediyorlar.

10. Devletin emniyetini bozacak hareketlere halkı teşvik ve tergib ederek..

C: Yirmi senede hiçbir Nur şakirdi böyle bir vukuata sebeb olmadığı ve on vilayetin zabıtaları kaydetmemeleri, bunun hata olduğunu gösteriyor.
 

Ahmet.1

Well-known member
11. Gizli cem'iyet kurmak.

C: Üç mahkemenin o noktada beraet vermesi ve yirmi senedir siyaseti terk etmekliğim, bu hatanın ne kadar açık bir iftira olduğunu gösteriyor.

12. Gizli neşriyatta bulunmak.

C: Âlem-i İslâm'ın mühim merkezlerinde ve burada merkez-i hükûmette ve dârülfünunda yazdıkları Nur mecmuaları ellerde gezmesiyle bu yanlışını gösteriyor.

13. Gençlik Rehberi, Nurcular cem'iyeti arasında gizli satılmasına..

C: Cerh edilmeyen müdafaatta, yedi makamata gönderilen itiraznamede kat'î hüccetler ile ki, Nur talebeleri hiçbir vecihle siyasî cem'iyet olmazlar. Hem Eskişehir Emniyet Müdürlüğü müsaadesiyle resmen tab'edilen Gençlik Rehberi, değil yalnız Nurcular arasında, herkese alenen satıldığı bu hatasını isbat eder.

14. Zülfikar ve Asâ-yı Musa'nın gizli satılmasına..

C: Doğrudan doğruya Diyanet Riyasetine bera-yı malûmat bu mecmuaların gönderilmesi, hem alenen İstanbul'da cildlenmesi ve İstanbul'daki mühim zâtlara, hattâ bazı kitabçılara ki Hindistan'a kadar gönderilmek için gönderilmesi, gizli satılmadığını belki ilânatla teşhir edilmekle satıldığı bu hatasını gösteriyor.

15. "Yüzkırk sure Kur'an" demesine..

C: Kur'an yüzondört sure olduğunu, Kur'anı okuyan herkes bildiği halde, sathîliği ve aceleliği bu acib yanlışa sevketmiş.

16. Kur'an-ı Kerim'e âdeta bir nazire..

C: Bin defa hâşâ! Risale-i Nur Kur'anın bu asırda bir mu'cize-i maneviyesinin bir âyinesi ve ondan tereşşuh etmiş bir tefsiri olduğuna bütün Nurcuların ve Risale-i Nur'daki yazıları görenlerin kanaatları, bu yanlışı tekzib ediyor.

17. Risale-i Nur yüzkırk parçadan ibaret olan..

C: Müdafaatımda belki pekçok defalar lüzumu için yüzotuz parça diye tekrarımız bu yanlışını gösteriyor.

18. Risale-i Nur'un te'lifi yirmiüç senede tamamlandığı bildirilen..

C: İmam-ı Ali'nin (R.A.) ve Gavs-ı A'zam'ın (K.S.) işarat-ı gaybiyeleriyle ve mana-yı işarîsiyle, bir vakit yirmidört senede Risale-i Nur tamam olacak denilmesi, o yanlışı tashih eder.

19. Üç kitabda toplanan Nur Risalelerinin..

C: Belki yalnız Yirmiyedinci Mektub, Lâhikasıyla beraber o üç mecmua kadar büyük olduğu gibi, onlardaki Nur'un Risaleleri o üç mecmuada ancak beşten birisi olması; dikkatsizlikten gelen bu yanlışını gösteriyor.

20. Perakende halinde bulunan Nur Risaleleri..

C: Şimdi, Nurları yazan kalemlerin yüzbinler ve güzel itina ile tevafukla yazan yüzler kâtibin aşk-ı imanî ve ilmî ile yazdıkları Nur Risalelerine perakende, ehemmiyetsiz parçalar namı verilmesi zahir bir yanlıştır.

21. Bazı kısmında mevzu ve gaye ile hiç ilgisi olmadığı..

C: Eski zamanda mantıkta en derin âlimleri ilzam eden ve şimdiye kadar müdakkik âlimlerin Risale-i Nur'u o cihette tenkid edememeleri bu hatayı söyleyene iade eder.

22, 23. Risale-i Nur'un bir kısmında okuyanlara birşey öğretme bakımından, ilmî mahiyet taşımadığı..

C: Yirmi seneden beri hükûmetin iğfal olunmuş bazı rükünleri ve aldanmış bazı mutaassıb hocalar Risale-i Nur'un aleyhinde hücum ettikleri ve herkesi ürküttükleri halde, hiçbir esere müyesser olmayan yüzbinler her sınıftan muhtac-ı ilm-i hakikat ona talib olup istifadeleri, bu iftirayı pek çirkin gösteriyor.

24. Şimalden gelecek büyük kızıl tehlikeye karşı bir sed olduğunu iddia ve zannetmektedir.

C: Nurları okuyan bütün zâtlar; değil zan ve tahmin, belki kat'î ve yakînî bir surette, Risale-i Nur'un şimalden gelen tehlikeye bir sed olduğunu söylemeleri bu hatayı gösteriyor.

25. Devletin emniyetini ihlâl etmiş..

C: Üç mahkemede üç müdafaatımda bu iftiranın asılsız olduğunu isbat ettiğim gibi yirmi senede, bulunduğum beş-altı vilayet zabıtaları, emniyeti ihlâle dair hiçbir emareyi ne Said'in ve ne de arkadaşlarının hakkında kaydetmemesi bu iftirayı tamamıyla reddeder.
 

Ahmet.1

Well-known member
26. Nurcuların zanları hilafına olarak, Nur Risaleleri yegâne okunacak tefsir değildir.

C: Nur Risalelerinde ve talebelerinin lisanında her vakit söylenen "Bu zamanda en kuvvetli bir tefsir-i Kur'anîdir" cümlesidir. Yoksa hiçbir vakit başka tefsirlere ilişmek hatırlarına gelmediği, bu acib hatanın ne kadar çirkin olduğunu gösterir.

27. Nurcular adı verilen talebelerin de yekdiğerleriyle görüşmeleri gizli olduğu..

C: Isparta vilayetinde ve bütün köylerinde, zabıtanın ve hükûmetin taht-ı nezaretinde aşikâre surette görüşmeleri ve bazı köylerde yüz kalemle yazıları neşretmeleri, gizlilik isnadını kırıyor.

28. Teksir makinesiyle çoğaltılması ve alanların bulunduğu yerlere götürülmesi, gizli yapılmaktadır.

C: Bu ifadede bir dirhem doğruluk varsa, üç dirhem yanlış var. Evet insafsız gizli düşmanlarımız bahane bulmamak için dörtte bir gizli yapılmıştı. Yoksa şimdi buldukları bahane ile bizi daha evvelden adliyeye sürüklemeleri ihtimaline binaen bir parça gizli idi. Yoksa herbirisi üçyüz-dörtyüz sahifeli mecmualardan binbeşyüze yakın mikdarı memleketin her tarafına mümanaatsız gitmesi, bu hatayı tam gösterir.

29. Ve nitekim mektubların, mürsillerin bulunduğu yerden değil başka yer postahanesinden verilerek gönderilmekte olduğu..

C: Yirmisekizinci yanlışta zikri geçtiği gibi, onda biri doğru ise dokuzu yanlıştır. Mektublar, pek nâdir olarak postahaneye mürsillerin bulundukları yerlerden verilmemiştir.

30. Cem'iyet mensubîninden Ali Savran tarafından gönderildiği..

C: Makam-ı iddianın o Ali Savran'ı tahliye etmesi ve sonra da bu mahkemede yine tevkif etmeyip memleketine gitmesine izin vermesi, cem'iyetçilik olmadığını makam-ı iddia kendi kalemiyle isbat etmiştir.

31. Yine gizlice bazı vatandaşların mensub oldukları gizli cem'iyete..

C: Böyle asılsız bir hatayı tekrar etmek de büyük bir hata olduğu malûmdur.

32. Herkese okunmasının dahi sevab olduğunu söyleyerek iğfale çalıştıkları..

C: Otuzüç âyât-ı Kur'aniyenin işaratına mazhar ve şimdiye kadar yüzbinler adama iman cihetinde tesirli hizmet eden ve pek çok gençleri ıslah eden Risale-i Nur'la iğfal edilmiş diyen, elbette nefs-i emmarenin iğfaline kapılmış ki, böyle hata ediyor.

33. Bundan başka gizli maksad görünmüyorsa bu gizliliğe mahal görünmezdi.

C: Kırk seneden beri bana sû'-i kasda çalışan gizli düşmanlarımın desiseleriyle şahsıma karşı eşedd-i zulmü yapanlardan çekinmek için gizlenmiştir.

34, 35. Dinî hissiyatı âlet ederek, devletin emniyetini bozmağa halkı teşvik eden hareketlerinin..

C: Hiç aslı olmayan uzak bir imkânı vukuat yerinde sarfederek bu kadar tekrar etmek yalnız garazkârane bir iftiradır.

36. Kanunî ve zarurî olarak takib edilmesine, münafıklık, zındıklık, dinsizlik ve zulüm olarak tavsif eden..

C: Bizi kanunsuz hapislere sokmak ve gizli düşmanlarımızın desiseleriyle bizi perişan etmek sırasında o gizli düşmanlarımıza münafıklık, zındıklık, dinsizlik söylediğimizi, iğfallerine kapılmış memurlara atfetmesi hatadır.

37, 38. Kimseyle görüşmediğini ileri sürdüğü halde, gizli olarak vilayet ve kaza ve köylerden gelenleri kabul edip görüşmüş.

C: Bu yazıda bir doğru varsa, yirmisi yanlış. Çünki yirmi ve otuz ziyaretçiden ancak bir tanesini kabul ettiğimi, mahallî zabıtası ve ahali bildiği halde böyle küllî ve daimî bir surette isnad etmek iftiradır.

39. Sureten bu inziva hali, yakınları olan talebeleri tarafından birçok kerametlerin mevcudiyetinin kabulüne ve bütün Nurculara inandırılmasına yol açmış.

C: Bu inziva, böyle kanunsuz belalara düşmemek ve tasannu ve hodfüruşluktan kurtulmak için olduğu ve Nur şakirdlerinin bu inzivayı beğenmedikleri halde, bundan kendimi keramet sahibi göstermek ve dostları da onunla onu kerametli bilmek manasız bir iftiradır.

40. Kerametleri ve veliliği hakkındaki söylenenleri ve yazıları red ve cerhetmiyor.

C: Bu pek zahir bir hatadır. Yüz yerde kardeşlerime yazmışım ki; şahsımda hiçbir ehemmiyet yok. Bana karşı hüsn-ü zannınız yanlıştır. Sizin ihlasınız var. Ben belki ihlasa muvaffak olamıyorum. Hizmette de size yetişemiyorum dediğim ve hiçbir defa nefsimi medhetmediğim halde bu isnad büyük bir iftiradır.

41. Ve bu yolda öğünmesine bir sebeb olmuştur.

C: İddianameyi yazan, sathîlik ve garazla baktığı için, Risale-i Nur'un senasını benim şahsımın senası zannetmiş, bu hataya düşmüş. Ve çok yerlerde böyle hataya düşüyor.

42. Said tefahura düşkündür.

C: Bu otuz senelik yeni hayatım ve bütün beni tanıyanlar onun bu iftirasını tekzib eder.

43. Bunu eserlerinin muhtelif yerlerinde görmek mümkündür.

C: İddiacının bu dediği tefahur benim şahsıma değil, bütün o tefahuru hatırına getiren senalar, Risale-i Nur'a aittir. Risale-i Nur da Kur'anın tefsiridir.

44. Siracünnur kitabında, eserin dörtbuçuk saat zarfında yazıldığı kaydedilmiştir.

C: Bu yazısında iki hatası var. Birisi: Siracünnur dörtbuçuk saatte te'lif edilmiş değil, onun içinde onbeş-yirmi sahifeden ibaret Hastalık Risalesi'ne aittir. Orada imzaları bulunan iki kâtibin arzularıyla bir tahdis-i nimet olarak yazılmıştır. Bunda hiçbir kimsenin hatırına tefahur gelmez, ancak bir şükürdür.

45. İlminin vüs'atini ve karihasının genişliğini ve zekâsının feyzini ve yüksekliğini anlatmak istemiştir.

C: Elli-altmış senelik hayat-ı ilmiyesi böyle temeddühlere ihtiyaç bırakmadığı gibi, âhir ömründe şahsını temeddühten bütün bütün çekindiği, yalnız hakaik-i imaniyenin beyanında yanlış etmediği ve sırf Kur'anın feyzinden iktibas ettiğine dair beyanatı, böyle hodfüruşane bir surete çevirmek büyük bir iftiradır. Hattâ o yanlış, doğru da olsa meşhur Abdülvehhab-ı Şiranî ve Muhyiddin-i Arabî gibi pekçok ehl-i hakikat ülema tahdis-i nimet nev'inde bu tarz ihsanat-ı İlahiyeyi çok defa kitablarında zikretmişler.

46, 47. Kendi kerametine o kadar inanmıştır ki, İlahî ve tabiî olan birçok hâdiseleri, kendisinin ve Risale-i Nur'un kerametidir der.

C: Bu hatasında birkaç vecihle yanlışı var. İlahî ve tabiî olarak iki kısma ayırmak ve tabiata da bir hisse-i icad vermek, dinde bir yanlış olduğu gibi; Risale-i Nur'a ve şakirdlerine gelen zulmün aynı zamanında zelzele gibi müteaddid hâdiselerin tevafukları, Risale-i Nur'un makbuliyetine ve bir sadaka-i makbule hükmüne geçtiğine bir işaret-i gaybiyedir demesini tefahur zannetmek, iftira olduğunu herkes bilir.

48. Risale-i Nur'un tokadı olarak vasıflandırmaktadır.

C: Bunu müdafaatımda pek zahir bir hata olduğunu isbat ettiğimiz gibi Risale-i Nur'un tokadıdır denilmemiş, belki Risale-i Nur sadaka-i makbule gibi belaların def'ine vesile olmasından o gizlendiği ve müsadere edildiği zamanda bazı belalar fırsat bulup başımıza gelir denilmiş. Bu ise, adalet-i İlahiyenin bir tokadıdır.

49. Muhtelif yerlerde olan zelzeleler ve seylablar, Risale-i Nur'un şiddetli birer tokadı olarak vuku bulmuştur.

C: Cevabı mükerrer verilmiş bir hatayı tekrar etmek, garazkârane bir yanlıştır.

50, 51. Bu seylâb ve zelzelelerden Risale-i Nur'un ve binnetice kendisinin kerametiyle kurtulmuşlardır. Ve masumlar ve çocuklar o belalardan zarar görmüşler. Said bunu izah etmemiş ve edememiştir.

C: Risale-i Nur'un mükerrer yerlerinde yazılmış ki, zalimlere gelen musibetlerde masumların telef olan malları sadaka ve vefat edenler de şehid hükmünde olduğunu beyan, bu yanlışını ve sathîliğini gösterir.
 

Ahmet.1

Well-known member
52. Hayır ve şerrin Allah'tan olduğunu inkâr yoluna sapmak gibi bir tezada düşmüştür.

C: Risale-i Nur'dan Kader Risalesi olan Yirmialtıncı Söz'ün sırr-ı kaderi emsalsiz bir surette beyanı ve imanın erkânlarını Risale-i Nur'un hârika bir tarzda isbatı meydanda iken böyle bir iftira, garazkârlıktan başka bir şey değildir.

53. Nur şakirdlerinin bazıları ona bir mehdilik de tevcih etmişlerdir.

C: İtiraznamemde kat'î hüccetlerle onun bu hatası reddedilmiş. Hem hiçbir vakit, değil böyle büyük makamları belki küçük medih ve hüsn-ü zan ile nefs-i emmaresine bir benlik vermemek için reddettiği mahkemelerde de görülmüştür.

54. Müceddidlik ve büyük makamlar veren şakirdlerinin hitabelerine, enaniyet ve tefahura olan meyli îcabı itiraz etmeyerek, bu teveccühleri kabul ettiği göz önündedir.

C: Bu hatasında kaç vecihle iftira var olduğu itiraznamemde ve bu cedvelde kaç yerde isbat edilmiştir.

55. Hazret-i Ali'nin (R.A.) ilm-i hakikat itibariyle şakirdi olduğumdan, manevî evlâdı olabilirim, demesiyle kendine atfedilen makamlara liyakatını kabul etmiş görülmektedir.

C: Bedî' manasında olan Celcelutiye kasidesinde İmam-ı Ali'nin (R.A.) çok cihetlerle Risale-i Nur'a sarahat derecesine yakın işaratı içinde; Bedîüzzaman ismini Risale-i Nur'a vermesinden bana emaneten verilen o ismi, Risale-i Nur'a iade ettiğimi yazmışım. Bununla beraber ben de manevî Âl-i Beyt'ten sayılabilirim demekten maksadım; bir kısım müçtehidlerin
ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻭَ ﺻَﺤْﺒِﻪِ duasında, "Seyyid olmayan fakat ehl-i takva bulunanlar, o duada dâhildirler" dediklerinden, o umumî duada benim de bir hissem bulunması için ricakârane bir tevildir. Yoksa o hatakârane mana hiç hatırıma gelmemiş.

56. Ahmed Feyzi'nin risaleciğinin başında Said'in ikibuçuk sahifelik yazısı ile
ﻳَٓﺎ ﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟْﻤُﺰَّﻣِّﻞُ âyet-i kerimesinden ebced hesabıyla "Kürdî" kelimesi çıkarılmış.

C: Burada benim iki sahifecik yazıma, Ahmed Feyzi'nin hakkımda mübalağakârane medihlerini kabul ettiğim manası verilmiş, hata etmiş. Çünki benim o mektubum, Ahmed Feyzi'nin dikkatini ve ilmini takdir ile beraber hakkımdaki haddimden ziyade hüsn-ü zanlarını cerh ve ta'dil için yazılmıştır. Hem âyetin mana-yı işarî tabakasından riyazî ve ebcedî bir tevafukla üstadına karşı bir mana çıkarıp, hizmetine bir makbuliyet alâmeti olarak yazmış. Böyle şeylere yanlış denilmez ki, medar-ı mes'uliyet olsun. Olsa olsa ilmî bir hatadır. Siyasete teması yoktur. Yine Ahmed Feyzi'nin Risale-i Nur'un müsellem faziletinin bir parçasını kendi üstadına isnad etmesi ve bu zamanın bir hidayet vasıtası olduğunu demesini, medar-ı mes'uliyet görüyor. Halbuki herkes sevdiği bir adam hakkında mübalağakârane ve ifratkârane medh ü sena etmekte, örfen, âdeten, ilmen dahi hata olmadığı halde, hiç münasebeti olmayan bir sözdür.

57. Böyle acib davalarla belki bir zaman peygamberliğini dava ile hezeyan hali başlamış oluyor.

C: Bunun bu iftira ve isnad ve hatasından el'iyazü billah derim. Böyle hiç kimsenin hatırına gelmeyen ve bizi bilen hiç kimseyi kandırmayan isnadları, elbette kanun, siyaset ve idarenin haricinde bunda dehşetli bir mana hükmediyor ki; şeytanın da kimseyi inandıramadığı iftirayı ediyor.

58. İhtiyar Risalesi'nde "Yedinci Rica" gibi bazı risaleleri halkı devletin aleyhine teşvik edecek harekette ve mahiyette görülüp, Eskişehir Mahkemesinde mahkûmiyetine karar verilmiş.

C: Bu da zahir bir hatadır. Yedinci Rica ve İhtiyarlar Risalesi, değil sebeb-i mahkûmiyet ve emniyeti ihlâl etmek, belki çok cihetlerle beni zulümden kurtardığı gibi; Eskişehir'deki kanaat-ı vicdaniye ile verilen hafif ceza da, Tesettür Risalesi'nin bir mes'elesi içindir. Makam-ı iddianın dikkatsizliği ve sathîliği ile böyle yanlışlar oluyor.

59. Hüsrev Altunbaş, Türk harfleri kanununa aykırı olarak Asâ-yı Musa ve Zülfikar gibi mecmuaları Arab harfleriyle yazmış.

C: Şimdiye kadar Kur'an harfleri ve hattı, Türk milletinin hatt-ı kadîmi olduğu halde; latin harflerini, Türk harfleri deyip Kur'an harfleriyle Asâ-yı Musa'yı yazan Hüsrev'i mes'ul etmek birkaç vecihte yanlış olduğunu ehl-i insaf anlar.

60, 61, 62, 63. İstinad ettiği hadîsler zaîf ve hattâ mevzu olmakla beraber, tevilleri yanlış ve aslı yoktur.

C: Bütün ümmet bin seneden beri telakki-i bilkabul ettiği ve âlem-i İslâm içinde az bir kısım ülemanın başka tevillerle bir derece za'fiyetine hükmettiklerine mukabil, cumhur-u muhaddisîn ve ümmet-i Muhammediye kabul ettiği; âhirzamanda gelen bazı hâdiseler hakkındaki muhtelif rivayetleri tevil, yani mümkün bir ihtimal manasıyla bu zamanda vukua gelen ve gözle görülen hâdiselere tam mutabık çıkmasını beyana, dünyada hiçbir ehl-i ilim yanlış diyemez. Farazâ o hadîslerden birisi mevzu da olsa; mevzuun manası, hadîs değil demektir. Yoksa manası yanlıştır demek değildir ki, darb-ı mesel nev'inde ümmet o rivayeti kabul etmiş. Bu nevi tevilata yanlış diyenler, kaç cihette yanlış olduğu gibi, ümmetin telakkisine ihanet ve hadîsleri inkârdır. Ve "Süfyan'a dair hiçbir hadîs yoktur, varsa mevzudur." diyen müddeî hiç hadîs kitablarını okumadığı, belki Kur'anın surelerinin ne kadar olduğunu bilmediği halde; biri bir milyon, diğeri beşyüz bin hadîsi hıfzına alan İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel ve İmam-ı Buharî gibi müçtehidlerin, böyle küllî ve umumî bir tarzda cesaret edemedikleri halde, o müddeî küllî bir surette ve umumî bir tarzda "Süfyan hakkında hiçbir hadîs yoktur, varsa mevzu'dur." demesiyle haddinden binler defa tecavüz edip büyük bir hatayı irtikâb etmiş. Farz-ı muhal olarak hadîs de olmasa, ümmet-i İslâmiyede bir hakikat-ı içtimaiye ve müteaddid defalar eseri görülmüş vaki' ve hak bir hâdise-i istikbaliyedir.

64. İrsiyette kadın ve erkeğin müsavatı aleyhinde olduğu gibi medenî kanunları kabul etmediğinden inkılab aleyhindedir.

C: Otuz sene evvel medenî kanunlara istinad edip Kur'anın bir-iki âyetini tenkid eden ve Doktor Duzi'nin kitabını ifsad için neşreden bir-iki münafığa karşı bazı âyetlerin cerhedilmez bir tarzda tefsirini şimdi yazılmış gibi telakki edip medar-ı mes'uliyet etmek, Kur'anın o âyetlerini inkâr etmek hükmünde bir hatadır.

65. Süfyan ve bir İslâm Deccalı, Mustafa Kemal olduğu Beşinci Şua'da anlaşılıyor.

C: Beşinci Şua, küllî bir surette çok zaman evvel müteşabih bir hadîsin bir tevilini beyan etmesi ve itiraznamemde kat'î cevabı verilmesi; bu zahir yanlışı ve medar-ı mes'uliyet olması büyük hata olduğunu gösteriyor. Eğer mes'uliyet varsa bu ince, küllî manayı böyle cüz'î bir şahsa tatbik edip mahkemede teşhir eden kimse mes'ul ve suçlu olur.

66. Şapka fes gibidir. İman ile hiç alâkası yoktur. İman ise tamamen vicdanî ve kalbî olduğunu Said bilmekten âcizdir.

C: İslâm üleması ve müçtehidleri ve şeyhülislâmlar, hususan İmam-ı A'zam, imanı zedeleyen çok alâmetleri ve harekâtları kaydettikleri halde; hususan şapka ve zünnarın (kütüb-ü kelâmiyede dahi) ülemanın, imanın muktezasına münafî olduğunun ittifaklarına karşı böyle sözleri yazan ne kadar hata ve yanlış olduğunu divaneler de anlar. Şapka hakkında itiraznamemdeki beyanat ve Risale-i Nur'daki iman-ı tahkikînin hârika hüccetleri, Said'in idrakinde âcizdir demesini yüzüne çarpar.

67, 68. Şapkanın küfür alâmeti ve devam-ı ısrarı da dinsizlik olması üzerinde çok durmaktadır. Şapkanın giyilmemesi için propagandaya ve kendi tabirlerince mücadele ve mücahedeye giriştikleri görülmektedir.

C: İtiraznamemde dört-beş yerinde gayet kat'î bir surette bu yanlışın ne kadar manasız olduğunu gösterir.

69. Nur talebelerinin şapka giymeyerek bere giydikleri müşahede edilmiştir.

C: Nur talebelerinin umumu değil, ehl-i takva olanlar, hususan hayat-ı içtimaiye ile alâkası az olanlar lüzumsuz, manasız, secdeye mani olan şapkayı giymediklerini medar-ı mes'uliyet zanneden, kendisi hakikat ve adalet ve maslahat-ı millet nazarında mes'uldür.

70. Şapkanın küfür alâmeti olması ve sayılması bir iman haline geldiği gibi..

C: Kırk sene evvel İstanbul ülemasına verdiğim cevabı, mahkemede beyan ettiğim gibi; bütün ülema-i İslâmın istimal ettiği bir tabiri, yalnız bana isnad etmek ve bunu da bir iman haline geldiği ile tabir etmek, hem İslâmiyete, hem ehl-i ilme, hem bana karşı bir ittiham değil, divanecesine bir ihanettir. Ona iade ediyorum.

71. Medreselerin ve tekyelerin kapanmasından, ezan ve kamette "Allahü Ekber" denilmemesinden, bunlar âhirzaman alâmetlerinden sayıldığından, inkılab hareketlerine karşı bir kışkırtmak istediği anlaşılmıştır.

C: Kırk sene evvel bir-iki hadîsin tevilini beyan ettiğimi ve Diyanet Riyasetinin ülemasının yeni icadlarının fetvasına karşı onbeş sene evvel yazdığım bir risaleyi reddetmeyip bana ilişmedikleri halde, bu mes'eleyi şimdi medar-ı bahsetmek adliye kanunuyla hiçbir münasebeti yok. Makam-ı iddia eski nakaratı tekrar edip, bin dereden su toplamak nev'inde isnad etmesi; hem yanlış, hem hata, hem de idareye bir zararı muhtemeldir.

72. Beşinci Şua'ın mes'elelerini herkese göstermek caiz değildir, mahremdir ihtarını yapmayı unutmamıştır.

C: Her bahane ile bizi perişan etmek isteyen gizli düşmanlarımızın şerlerinden tahaffuz ve müddeî gibi sathîce manalar verilmemek için (Bu mahremdir, herkese gösterilmesin) denilmesini bir suç sayıp ve suçunu ikrar ediyor manasına çevirmek zahir bir yanlıştır.

73. Ahmed Feyzi Bedîüzzaman-ül Kürdî kelimesini bulmak için iki kerre Muhammed kelimesinin tevafukunu göstermiş. Acaba Said-ül Kürdî Peygamberimiz Muhammed Mustafa'ya (A.S.M.) benzetilmek mi istenilmiştir.

C: Ahmed Feyzi'nin, Risale-i Nur Kur'anın bir tefsiri olmasından ve her vakit nübüvvetin şeriatını tatbik eden ve veraset-i nübüvvet ve ﺍَﻟْﻌُﻠَﻤَٓﺎﺀُ ﻭَﺭَﺛَﺔُ ﺍﻟْﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀِ
hadîsine istinaden bîçare Said'i o irsiyette, o Kur'an hizmetinde, değil bir benzemek belki sünnete ittiba etmek manasındaki ilmî ve ebcedî istihracını medar-ı mes'uliyet gören, hem ﺗَﺨَﻠَّﻘُﻮﺍ ﺑِﺎَﺧْﻠﺎَﻕِ ﺭَﺳُﻮﻝِ ﺍﻟﻠَّﻪِ manasını anlamayan elbette üç cihette yanlış etmiş. Zât-ı Ahmediyenin (A.S.M.) güneşinden tereşşuh eden bir zerrecik nuruna mazhariyetini büyük bir saadet telakki eden Said'in elbette yüzbin derece kendi haddinden tecavüz edip ona kendini benzetmeğe çalıştığını söyleyen divanedir. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'a ittibaı ve sünnetine iktida manasını anlamamış.

74. İslâm tarihinde hiçbir din âliminin Kur'an-ı Kerim'i ve hadîsleri böyle şahsî fikirlere ve maksadlara âlet ettiği görülmemiş ve işitilmemiştir.

C: Bunun bu yanlışında beş vecihle hata var. Hem kitabları, ülemayı, tefsirleri görmediğine ve mana-yı sarihî ile, mana-yı işarî ve mana-yı küllî ile hususî ferdlerin farkını anlamayan bir cehalettir. Necmeddin-i Kübra ile Muhyiddin-i Arabî gibi binler ülemaların küllî hâdiselerine, hattâ nefsin cüz'î ahvaline dair âyâtın mana-yı sarihi değil, işarî manalarını beyan sadedinde çok yazıları var olduğu malûmdur. Hem âyâtın mana-yı işarî-i küllîsinde her asırda efradı bulunduğu gibi bir ferdi bu zamanda ve bu asırda Risale-i Nur ve bazı şakirdleri de bulunduğuna eskiden beri ülema mabeyninde makbul bir riyazî düsturu olan ebced ve cifir hesabıyla bir tevafuk göstermek, elbette hiçbir cihetle âyâtı şahsî fikirlere âlet ediyor denilmez. Ve böyle diyen büyük bir hata eder ve dekaik-i ilmiyeye ihanet eder.

75. Ehl-i Sünnet'e göre, İmam-ı Mahfî ve İmam-ı Muntazır akidesi bâtıldır.

C: Mehdi hakkında Şîaların oniki imamdan birisi, hayatta iken gizlenmiş, âhirzamanda çıkacak demelerine mukabil Ehl-i Sünnet'in bir kısmı, İmam-ı Muntazır akidesi bâtıldır demişler. Az bir kısım Hanefî üleması da,
ﻟﺎَ ﻣَﻬْﺪِﻯ ﺍِﻟﺎَّ ﻋِﻴﺴَﻰ demişler. Bunda hem Denizli'deki ehl-i vukufun bir kısmı, hem makam-ı iddia yanlış mana vermişler. Her asırda mehdi manasına ümmetin fıtrî bir ihtiyacına binaen beklemişler. Ve birkaç vecihte rivayetlerin delaletiyle birkaç mehdi, belki her asırda bir nevi mehdi sâdât-ı Ehl-i Beyt'ten geleceği ümmetçe kabul edilmiş. Buna hata diyen, birkaç cihette yanlış eder.
 

Ahmet.1

Well-known member
76. Bir kitabda Mehdi'ye dair hadîslerin kâffesi zaîftir denilmiş.

C: Hangi mes'ele var ki, bazı kitablarda ona ilişilmesin. Hattâ İbn-i Cevzî gibi büyük bir muhaddis bazı sahih ehadîsi mevzu' dediğini, ülemalar taaccüble nakletmişler. Hem her zaîf veya mevzu' hadîsin manası yanlıştır demek değildir. Belki an'aneli sened ile hadîsiyeti kat'î değildir demektir. Yoksa manası hak ve hakikat olabilir.

77. Bunların zaîf ve muzdarib olduğunda ittifak vardır. İmam-ı Şafiî değil mevzuu, mürseli de kabul etmediği halde, Said Şafiî iken bunları kabul etmesinin hikmeti anlaşılamamıştır.

C: İttifak olmadığına bin seneden beri ehl-i hadîs ve ümmetçe bu hakikatın devamı kat'î bir delildir. Bu da hata içinde bir hatadır. Hem İmam-ı Şafiî mürsel ve zaîf hadîsleri ahkâm-ı şer'iyede hüküm çıkarmak için hüccet tutmuyor. Yoksa (hâşâ) ümmetçe kabul edilen hakikatlı hadîsleri ahkâmda değil, fezail-i a'malde ve hâdisat-ı İslâmiyede hüccetlerini ve delaletlerini kabul etmiştir.

78. İlm-i gayb Allah'a mahsustur. Hiçbir veli tasarrufat yapamaz ve gaybı bilemez. Hattâ Peygamber de bilmez. Halbuki bir risalede işarat-ı hadîsiye ile hilafetin mebde' ve müntehasını göstermiş.

C: Evet herkes bizzât gaybı bilmez. Fakat i'lam ve ilham-ı İlahî ile bilinebilir ki, bütün mu'cizat ve keramat ona dayanır. Hazret-i İmam-ı Ali'nin işarat-ı gaybiyesiyle Risale-i Nur'a işaratına dair bir risalenin âhirinde
ﺍِﻥَّ ﺍﻟْﺨِﻠﺎَﻓَﺔَ ﺑَﻌْﺪِﻯ ﺛَﻠﺎَﺛُﻮﻥَ ﺳَﻨَﺔً hadîs-i şerifinin işaratından birkaç lem'a-yı i'caziyeyi tam vakıa mutabık güzel bir tarzda ve görenlerin takdirine mazhar olmuş bir beyanı çürük görmek ve itiraz etmek bir cehalet, bir hata eseridir.

79, 80. Gizli cem'iyet kurduğu ve din perdesi altında emniyeti bozmak maksadıyla kitab ve mektubların vasıtalarla gönderilmiş olması.

C: Üç mahkeme gizli cem'iyet noktasında beraet vermesi ve beş-on vilayetin zabıtaları hiç ilişmemesi ve itiraznamemde reddine dair yüz hüccet gösterilmesiyle beraber böyle onbeş sahifede onbeş defa tekrarı on vecihte hatadır.

81. Beşinci Şua'nın tevilleri yanlıştır.

C: Bunun ve sair bütün tenkid ve itirazlarının cevabları itiraznamemin âhirinde kat'î bir surette zikredilmesinden kısa kesiyoruz.
 

Ahmet.1

Well-known member
Hata-Savab Cedvelinin Zeylidir

82. Gizli cem'iyeti var ve Emirdağı'nda onunla meşgul olmuş.

C: Bu ittihamı hiçbir cihetle isbat edilemeyeceğine ve iftira olduğuna kat'î delili; şiddetli tarassud ve tam bir inziva ve dünya hâdisatına hiç kulak vermeyecek derecede bir tecerrüd ve ihtiyarlık ve za'fiyet ve hastalık içinde bulunmasıdır. Haftada yalnız bir tek mektub, bir tek yere göndermekten başka hiç muhabere etmeyen ve te'lifi dahi bırakan ve serbestiyet verildiği halde, hadsiz dostları ve onu dinleyecek hemşehrileri bulunan memleketine gitmeyen ve hizmeti için bir-iki terzi çırağından başka kimseyi istemeyen ve ziyaret için gelenlerden kırktan birisini birkaç dakikadan ziyade yanında durdurmayan bir garib ve kabir kapısında ve beraet etmiş ve otuz seneden beri siyaseti terketmiş bir bîçare hakkında, bu gizli cem'iyet isnadının ittihamı öyle büyük ve insafsızca ve zalimane bir hatadır ki, ona temas edenlerden zerre kadar aklı bulunan, bu yalandır ve asılsızdır der.

83, 84, 85. İddiacı demiş: Said'in gizli düşmanı yok. Ve onu zehirleyen yok. Ve zındık namını verdiği ve kırk seneden beri Said onların ehl-i iman hakkındaki ifsadatına karşı Kur'an'ın hakikatları ile mukabele ettiği bir komite yoktur. Belki onu tazyik eden bir kısım memurlara zındık ve münafık diyor.

C: İddiacının bu ittihamı, hem kaç vecihle hata ve yalan hem bîçare ve aldanmış ve vazife itibariyle Said'i hapis veya tazib etmiş bir kısım müslüman ve ehl-i iman memurlara, o münafık ve zındık tabirini vermek büyük bir cinayettir. Ve bu dindar milleti bir tahkir ve ittihamdır ki, Said mükerrer demiş: O vazifeperver müslümanlar Nurlara zarar vermeyen ve istifade eden adliye memurları beni i'damla mahkûm etseler, hakkımı onlara helâl ederim deyip, mümkün olduğu kadar musalahakârane onların vazifelerine dokunacak harekâttan çekinen bir münzevi ve garib adam hakkında bu ittiham büyük bir günah ve bir iftiradır. Halbuki Said'i bilenler bilirler ki, mümkün olduğu kadar tekfirden çekinir. Hattâ sarih küfrü bir adamdan görse de, yine tevile çalışır. Onu tekfir etmez. Her vakit hüsn-ü zan ile hareket ettiği halde ona bu ittihamı yapan elbette kendisi o ittiham ile tam müttehemdir.

Hem gizli düşmanı ve ifsad komitesi yok demesi öyle bir yalandır ki, Komünist ve Mason ve Taşnak gibi çok komiteler lisan-ı hal ile; bu iftiradır, biz meydandayız derler. Ve otuz seneden beri emsalsiz bir tarzda Said'in başına gelen elîm hâdiseler, hususan bu on ay tecrid-i mutlak ve Said'in herşeyi bırakıp bütün kuvvetiyle Kur'an için o mütecaviz din düşmanlarına karşı yüz Nur risaleleriyle galibane çalışması, o yalan davayı yüz hüccetle tekzib eder.

Hem iddiacının "Onu zehirleyen olmamış." demesi, öyle bir hatadır ki, o daima Said ile bulunmak ve sergüzeşte-i hayatına tamamen muttali olmakla ancak o menfî hükmünü isbat ve yirmi sene koltuğum altında işleyen ve görenler hayret eden ve aşılamakla olan zehir çıbanı ve yanımda bulunan dostların görerek şehadetleriyle hem Kastamonu'da, hem Denizli hapsinde, hem Emirdağı'ndaki tesemmümlerimi inkâr etmekle o hatasını tamir edebilir.

86. İddiacı der: Zelzele gibi bazı hâdiseler, Nurlara hücum zamanında gelmeleri Nur'un kerametidir ki, zemin hiddet eder. İşte Said'in bu fiili zemine vermesi dine muhaliftir.

C: Kur'anda
ﺗَﻜَﺎﺩُ ﺗَﻤَﻴَّﺰُ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻐَﻴْﻆِ âyetinde: "Cehennem ehl-i küfre öyle hiddet eder ki, parçalanmak derecesine gelir." manasında olduğu tarzında, teşbih suretinde Nurlara hücum hatasıyla zemin hiddet eder ve hava ağlar ve kış kızar. Yani emr-i İlahî ile o mahluklar vazifeleri içinde kuvvet ve kudret-i Rabbaniyenin tecellisine mazhar olup gazab-ı İlahîyi gösterirler. Beşeri ikaz için titrer, ağlar demektir.

87. Hem tefahura meylini gösterir, kendini müceddid bilir.

İddiacının: Tefahura meyli var, kendini makam sahibi bilir demesine cevab:

Evvelen: Ben Âl-i Beyt'ten sayılabilirim demekten maksadım,
ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ duasında dâhil olmak için bir ricadır.

Sâniyen: Nefs-i emmaremi tebrie etmem. Her fenalığa meyli olabilir. Fakat o nefsin kırk sene belasını çeken ve otuzbeş seneden beri onun şerlerinden ve heveslerinden çekilmeğe çalışan ve a'malde bütün kuvvetini ihlasta gören ve o halini yakın dostları müşahede eden ve Nur'un eczaları ve onun müstenkifane ve müstağniyane halkın hürmetinden ve medihlerinden çekilmesi, onun mahviyetkârane meşrebine şehadet eden bir adamı bu ittiham ile mes'ul etmek, pek insafsızca bir hatadır.

Hem Said: Nurlar bir sadaka-i makbule gibi belaların def'ine bir vesiledir deyip muhtaçları Nurlara teşvik için bazı fevkalâde ihsanat-ı İlahiyeyi bir nevi keramet-i Nuriye ve bir lem'a-i mu'cize-i Kur'aniyeyi, hakikatlarının bir tefsiri olan Nurlara in'ikas etmiş demesinin ve izhar etmesinin sebebi ise: Bu millet ve vatana tam bir hizmet-i imaniye yapmak için, o ikramat-ı İlahiyeyi bazan yazar, tâ Nurlara itimad ve hüccetlerine kanaat gelsin. Yoksa bu kadar insafsız muarızlara ve evhamlı memurlara karşı; zaîf, fakir ve garib bîçare bu kudsî hizmet-i milliye ve vataniyeyi yapamazdı. Bin dereden su toplayan ve habbeyi kubbeler yapan iddiacı gibiler mani olurdu. Nurların makbuliyetine imza basan ve şehadet eden bine yakın işarat-ı gaybiye ve emarat ve vakıatı, Sikke-i Gaybiye mecmuası deliller ile isbat etmiş. Bin ince ipler toplansa, kopmaz bir halat olur.

88. İddiacı der: Nur tefsir değil, hem bazan akideye muhalif gider.

C: Tefsir iki kısımdır. Biri ibaresini izah eder, biri de hakikatlarını isbat eder. Nurlar bu ikinci kısım tefsirlerin en kuvvetlisi ve en kıymetdarı olduğuna ehl-i dirayet ve dikkat yüzbinler şahidler var. Ve Mısır, Şam ve Haremeyn-i Şerifeyn'in muhakkik âlimlerinin ve İstanbul ve sair yerlerin müdakkik hocalarının Nurları tasdik edip ilişmemeleri ve Said'in müddet-i hayatında mantıkî ve galibane mücadele-i ilmiyesi, iddiacının bu isnad ve ittihamını tekzib ve reddeder.

89. İddiacı: Eski zamanda Ehl-i Sünnete karşı Hasan Sabbah, Bâtıniyyun mezhebiyle ve Şeyh-ül Cebel bir gulat-ı Şîa tarîkıyla meydana çıkıp siyasî sarsıntı vermeleri gibi; Said'i onlara benzetmesi ve ittiham etmesi pek acib bir yanlıştır.

Evet sünnete muhalif hareket etmemek ve siyasete karışmamak için yirmiüç sene işkenceli esareti, hapsi, ihanetleri kabul eden ve siyasete girmemek için bütün dünyevî rütbelerinden yüzünü çeviren bîçare Said'i onlara benzetmek öyle soğuk bir hatadır ki; bugünlerde hararetli ümidlerimizi kıran o iddianın aynı zamanında gelen kar ve soğuktan daha bâriddir.

Hem iddiacı, güya dünyada ebedî kalınacak ve herkes her cihetle dünya maksadlarına çalışıyor itikadında bulunur gibi diyor: Said inkılab aleyhinde ve emniyeti ihlâl fikriyle mukaddesatı âlet yapıp halkı fesada teşvik ediyor diye ittihamı, öyle bir yanlıştır ki; Nur'un bütün kudsî hakikatlarının ve talebelerinin uhrevî alâkaları, onu reddederler. O iddiacı bilsin ki; bir tek hakikat-ı imaniyeyi dünya saltanatıyla değiştirmeyiz. Ve bir tek nükte-i Kur'aniyenin bir paşalık rütbesinden daha ziyade yanımızda ehemmiyeti var.

90. İddiacı, bin dereden su toplamak gibi, Nur şakirdlerinin birbirlerine karşı muhabbetkârane ve hususî hissiyatlarını ve Nurlardan istifadelerini, samimane ve bazan müfritane gösteren mektublarını bir esas yaparak cerbezesiyle onlardan medar-ı ittiham çıkarıp bizi irtica ile ittiham etmeğe çalışması, öyle bir hatadır ki; kabrinde onun çok azabını çekecek.

Meselâ: Uzak bir köyde muallim Mustafa Sungur'un bir mektubunu hem ona, hem bize medar-ı irtica yapıyor. Acaba o genç muallim, Nurlarla hakikî ve imanlı bir muallim ve masum çocuklara hüsn-ü ahlâk sahibi bir terbiye edici vaziyetine girmesine şükür ve hamd manasında, "Ben eski sefahet ve dalaletimden kurtuldum" demesiyle bir irtica olur mu? İrtidaddan çekinmek ve dalaletten sakınmak ile bir fesad, bir irtica değil; belki dersini dinleyecek masumlar adedince bir ıslah, bir manevî terakkidir.
 

Ahmet.1

Well-known member
[Son Posta Gazetesine yazdıranların ve ihbar edenlerin ve mahkemeyi mecbur edip bize ceza verdirenlerin iltibasları, sehiv ve yanlışları]

1- Yedinci Rica'da, Ankara kal'asında dört-beş ihtiyarlığın ve hilafet saltanatının vefatı beni mahzun eyledi demiştim. Ondört sene evvel Eskişehir Mahkemesi bu kelimeye ilişti. Ben dedim; saltanatın vefatı değil, belki hilafet saltanatının vefatı demişim. Siz bir "nun"u okumadınız. Sonra sustular.

2- Latin harfinin kabulü değil, belki Kur'an hurufunun dersinin men'ine yirmi sene evvel bir mahrem risalede itiraz etmişim.

3- Otuz-kırk sene evvel hakaik-i Kur'aniyeyi müdafaa için, bütün İslâm müçtehidlerine ve müfessirlerine ittibaen, Kur'an'ın irsiyet ve tesettür hakkındaki sarih âyetlerini tefsirim ve dört-beş defa hükûmetin tedkikinden geçtikten sonra bize iade edilen yalnız Tesettür Risalesi bahanesiyle, kanunen değil belki kanaat-ı vicdaniye ile bana hafif ceza çektiren ve mürur-u zamana uğrayan ve af kanunları gören ve Denizli ve Temyiz Mahkemelerince beraet kazanan birkaç cümleye yanlış mana verip, bize ceza vermesini haklı gören Son Posta Gazetesi düşünsün ki; ne kadar o neşriyatta hata var. Efkâr-ı âmmeyi aldatmamak lâzımdır.

4- Nur'un bir şakirdinin hususî kanaatını umum Nurculara vermesi ve birisinin hususî bir dostuna yazdığı âdi bir mektubu mevhum bir gizli cem'iyetin naşir-i efkârı telakki etmesi ve otuz-kırk senede te'lif edilen yüzotuz risaleyi bu sene yazılmış ve hiç mahkemeleri görmemiş gibi üç-dört mahrem risalede olan otuz-kırk kelimeyi yüzotuz Risale-i Nur'daki bütün yüzbin kelimelere teşmil edip umumunu mes'ul etmesi ve yirmiüç seneden beri beni tarassud ve nezaret altında tutan ve dört-beş mahkemelere sevkeden ve beş-altı defa Risale-i Nur'un ekseriyet-i mutlaka eczalarını müsadereden sonra iade eden beş-altı vilayetin hükûmetlerini ve adliyelerini ve zabıtalarını bizim o mevhum, asılsız suçlarımıza tam teşrik etmesidir.

5- Nur'un mahrem parçalarında tesadüf ihtimali -kanaatımızca- bulunmayan bazı tevafukat-ı gaybiye ve tetabukat-ı riyaziye ve ebcediye ve çok işarat-ı Kur'aniye bil'ittifak hem mana, hem riyazî ve cifrî hesabıyla Risale-i Nur'un makbuliyetine imza basmaları ve İmam-ı Ali (R.A.) Celcelutiye'sinde sarahata yakın Risale-i Nur'dan haber vermesini ve Gavs-ı A'zam'ın (K.S.) yine imza basmasını bizler kat'î bir kanaat ile hakkımızda bir inayet-i Rabbaniye ve bir ikram-ı Sübhanî ve Nurların makbuliyetine bir işaret-i gaybiye ve Kur'anın bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur'daki hakaik-i imaniyenin bir nevi keramatı biliyoruz. Biz, hususan ben, gayet derece kuvve-i maneviyeye ve kudsî teselliye çok muhtaç olduğumuz bir zamanda ihtiyarımızın haricinde bu işarat-ı gaybiyeyi gördük ve tasdik ettik

. Fakat bir zaman gizledik. Sonra şahsımın aleyhinde pek şiddetli propaganda ve eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdad başlamasıyla, Nurlara muhtaç ve müştaklar çekinmeğe başlamamak için has kardeşlerime gösterdim, onlara çok faide verdiği için bir derece izhar ettik.

Yirmiiki sene eşedd-i zulme hedef olduğumun ve hukuk-u medeniyeden ıskat edildiğimin tek bir nümunesi şudur ki: Onbir ay tecrid-i mutlakta hizmetçilerim ve has kardeşlerim bana temas etmemek için şiddetle yasak edilip aleyhimizde müddeiumumî altmış sahife ve mahkeme ellibir sahife iddianame ve kararname yazdıkları halde, çok rica ettiğimizle beraber yalnız iki günde üç-dört saatten başka izin vermediler. Ben yeni hurufu bilmediğimden çok yalvardım ki; benim dilimi bilecek ve bana kararnameyi ve iddianameyi okuyacak ve benim itiraznamemi yazacak bir talebemin yanıma gelmesine izin veriniz. İzin vermediler. Hattâ dört saat yüz yanlışını isbat ettiğimiz iddianameyi ve birkaç ay sonra daha garazkârane bin dereden su toplamak ve yanlış mana vermek ile aleyhimizde pek şiddetli ikinci bir iddianameyi bize dinlettirdikleri halde; çok yalvardım ki, üç sahifecik mukabelemi okumağa müsaade ediniz. İzin vermediler.

Medar-ı hayrettir ki; beni konuştursa idiler, Nur'un dünyaya baktığı nâdir bazı cümlelerini lehimde söyleyecektim. Kararnamede aynı cümleleri, yanlış mana vererek aleyhimde yazmışlar; ben de mahkemeye, verdikleri cezaya mukabil teşekkürname yazdım. Benim bedelime siz, Risale-i Nur'un bir kısım mühim fıkralarını neşredip bir cihette Nurcu olduğunuzu isbat ettiniz. Ben de şimdiye kadar bana hilaf-ı kanun verdikleri azab ve sıkıntıdan onlara hakkımı helâl ettim.

Acaba garib, hastalıklı, çok ihtiyar, ziyade zaîf, tam fakir ve yarım ümmi ve kendini çok bîçare bilir ve hodfüruşluktan ve tasannu'dan kaçmak isteyen bir adam; vatan ve millete, belki âlem-i İslâma ehemmiyetli alâkası bulunan bir vazife-i imaniye ve Kur'aniyeyi hakkıyla yapmak için, siyasetle alâkaları bulunmayan bazı zâtların yardımlarını ve ondan kaçmamalarını temin etmek fikriyle kat'î kanaat getirdiği ve büyük edibler ve meşhur âlimlerin kabul ettikleri bir kaide ile binden ziyade işarat-ı gaybiyeden ve yüz hâdisatın tam tamına tevafuklarından bir kısmını izhar etmesi; hiçbir cihetle medar-ı itiraz ve mes'uliyet olabilir mi ve dine muhalif ve kanuna aykırı olur mu diye Son Posta Gazetesinden ve bizi suçlu yapandan soruyorum?

6- Bir adam otuz sene evvel "Eûzü billahi mineşşeytani vessiyase" deyip efkârında ve hayatında bir düstur yapan ve yirmibeş sene gazeteleri okumayan ve dinlemeyen ve on sene harb-i umumîyi bilmeyen, merak etmeyen, sormayan ve oniki sene zarfında hükûmetin erkân ve vükela ve meb'uslarının kimler olduğunu bilmeyen ve dünyanın en hoş mertebelerine hiç ehemmiyet vermeyen ve bu halini mahkemelerdeki bütün dostlarını şahid göstererek dava edip bir cihette isbat eden ve imanın cüz'î bir hakikatına ve Kur'anın bir kudsî nüktesine dünya saltanatından ziyade ehemmiyet verip bütün hayatını öyle hakikatlara sarfeden ve dünya ahvalini âhiret işlerine tercih edenleri divaneler telakki eden o münzevi adamı; siyaset-i dünyeviye ile ve gizli entrikalar ile ittiham etmek ne kadar çirkin ve zalimane bir yanlış olduğunu, ceza verdirenlerin ve Posta Gazetesine ihbar edenlerin vicdanlarına havale ediyorum.

Temyiz Mahkemesine temyiz layihası olarak iddianameye karşı büyük itiraznamemi takdim ediyorum.



Afyon Cezaevinde onbir ay tecrid-i mutlakta azab çeken

Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ
(Aşağıda yazılan fıkraların mukaddimesidir.)

Mahkeme-i Temyiz'in lehimizde olarak aleyhimizdeki Afyon kararnamesini haklı ve hakikatlı deliller ile bozmasına bir cüz'î yardım etmek fikriyle, kararnamede olan sehivlerden bir kısmına kısa işaretler için, aşağıda onların mahrem risalelerden suç mevzuu diye zikrettikleri fıkraları aynen kaydedip yanlışlarını göstererek bizi mahkûm edenleri mes'ul ederiz.

Ezcümle: Beni şiddetli ceza ile mahkûm etmek için bütün suçlarımın fihristesi olarak kararın âhirinde yazmışlar ki: "Said Nursî'nin reddettiği maddeler biri: "Saltanat ve hilafetin ilgası." Hem hata, hem sehivdir. Çünki İhtiyar Lem'asında "Hilafet saltanatının vefatı beni mahzun eyledi." diye yazdığımı onbeş sene evvel Eskişehir Mahkemesine cevab verdim, sustular. Mürur-u zamana uğramış, af kanunu ve beraet görmüş ehemmiyetsiz bir hatırayı suç sayan, kendisi suçlu olur.
Hem bu mevhum suça bir sened diye, benim bir Lem'ada ve Mu'cizat-ı Ahmediye'de (A.S.M.) bir hadîs-i şerifte:


ﺍِﻥَّ ﺍﻟْﺨِﻠﺎَﻓَﺔَ ﺑَﻌْﺪِﻯ ﺛَﻠﺎَﺛُﻮﻥَ ﺳَﻨَﺔً ﺛُﻢَّ ﺗَﻜُﻮﻥُ ﻣُﻠْﻜًﺎ ﻋَﻀُﻮﺿًﺎ ﻭَﻓَﺴَﺎﺩًﺍ ﻭَﺟَﺒَﺮُﻭﺗًﺎ

Yani, Hulefa-i Raşidîn'den sonra bir fesad olacak. İşte bu hadîs üç mu'cize-i gaybiyeyi gösterdiğini bir eski risalemde yazmıştım. Kararname benim bir suçum olarak, Said bir risalede demiş: "Hilafetten sonra ceberut ve fesad olacak."

Ey sathî heyet! Bir işaret-i gaybiyede bu zamanımızda maddî ve manevî en büyük bir fesad-ı beşerîyi ve zemini zîr ü zeber eden bir hâdiseyi haber veren bir hadîsin i'cazını beyan etmeği suç sayan, maddeten ve manen suçludur.

Hem suçlarından diye: "Tekye ve zaviyelerin ve medreselerin kapatılması ve lâikliğin kabulü, İslâmiyet yerine milliyet esaslarının konulması, şapka giyilmesi, tesettürün kaldırılması, latin harflerinin huruf-u Kur'aniye yerinde cebren kabulü, Türkçe ezan ve kamet okunması, mekteblerde din derslerinin kaldırılması, kadınlara erkekler derecesinde irsiyet ve hak tanınması ve taaddüd-ü zevcatın kaldırılması gibi inkılab hareketlerini bid'at, dalalet, ilhaddır diyen, irtica ile suçludur." diye yazmışlar.

Ey insafsız heyet! Eğer her asırda üçyüzelli milyonun kudsî ve semavî rehberi ve bütün saadetlerinin proğramı ve dünyevî ve uhrevî hayatın mukaddes hazinesi olan Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın tesettür ve irsiyet ve taaddüd-ü zevcat ve zikrullah ve ilm-i dinin dersi ve neşri ve şeair-i diniyenin muhafazası haklarında gelen ve tevil kaldırmaz sarih çok âyât-ı Kur'aniyeyi inkâr etmek ve bütün İslâm müçtehidlerini ve umum şeyhülislâmları suçlu yapmak mümkün ise ve mürur-u zamanı ve müteaddid mahkemelerin beraetlerini ve af kanunları ve mahremiyet ve mahrem vechini ve hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikri ve fikren ve ilmen muhalefeti memleketten ve hükûmetlerden kaldırabilirseniz, beni bu şeylerle suçlu yapınız. Yoksa siz hakikat ve hak ve adalet mahkemesinde dehşetli suçlu olursunuz.


Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
[Mahkemenin hayretle -aleyhlerinde iken- aleyhimizde yazdığı bir fıkradır.]

Ben de adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üçyüzelli senede ve her asırda üçyüzelli milyon müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikatlı bir düstur-u İlahîyi üçyüzelli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve binüçyüzelli senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir.
 

Ahmet.1

Well-known member
Mahkemenin taaccüb ve takdir ile kararnamede yazdığı bir fıkra olup, güya aleyhimizdedir. Halbuki onları mahkûm eder.]

Yirmialtıncı Mektub'da Said Nursî kendisinden bahisle:

"Bu bîçare kardeşinizde üç şahsiyet var ki, birbirinden çok uzaktırlar:

Birincisi: Kur'an-ı Hakîm'in hazine-i âliyesinin dellâllığı cihetindeki muvakkat ve sırf Kur'ana ait bir şahsiyetim var. Onda dellâllığın iktiza ettiği pek yüksek ahlâk var ki, o benim değil, ben sahibi değilim. O makamın ve vazifenin iktiza ettiği bir seciyedir. Bende bu neviden ne görseniz benim değil, onunla bana bakmayınız; o makamındır.

İkincisi: Ubudiyet vaktinde dergâh-ı İlahîye müteveccih olduğum vakit, Cenab-ı Hakk'ın ihsanıyla muvakkat bir şahsiyet görünüyor ki, o şahsiyetin bazı âsârı var. O âsâr; mana-yı ubudiyetin esası olan kusurunu bilmek, fakr u aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlahîye iltica etmek noktalarından ileri geliyor ki; o şahsiyet ile kendimi herkesten ziyade bedbaht, bîçare, âciz, fakir ve kusurlu görüyorum. O vakit bütün dünya beni medh ü sena etse, beni inandıramaz ki, ben iyiyim ve sahib-i kemalim.

Üçüncüsü: Hakikî şahsiyetim yani Eski Said'in bozması bir şahsiyetim var. Onda Eski Said'den irsiyet kalma bazı damarlar var ki, bazan riya ve hubb-u câha bir arzu bulunuyor. Hem asil bir hanedandan olmadığımdan, hısset derecesinde iktisada düşkün ve pest ahlâklar görünüyor. Sizi bütün bütün kaçırmamak için bu şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve sû'-i hallerini söylemeyeceğim.

Cenab-ı Hak merhametkârane inayetini benim hakkımda böyle göstermiş ki, en edna bir nefer gibi bu şahsımı en âlî ve has bir mürşid hükmünde olan esrar-ı Kur'aniyede istihdam ediyor. Yüzbin şükür olsun.

Nefis cümleden edna Vazife cümleden a'lâ"


ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟِﻠَّﻪِ ﻫَﺬَﺍ ﻣِﻦْ ﻓَﻀْﻞِ ﺭَﺑِّﻰ
 

Ahmet.1

Well-known member
[Mahkeme dehşetli korkarak kararnamede aleyhimizde kaydettiği bir cümledir. Halbuki, onbeş sene evvel yazılan o şiddetli cümle, sonradan bu gelen cümle ile ta'dil edilmiş: "Kardeşlerim!. Masumların ve ihtiyarların hatırları için beni zulmen öldürenlerden intikamımı almayınız. Azab-ı kabir ve sakar onlara yeter." fıkrası, onları insafa getirmek lâzımdı.]

"Madem sizlerle -itikadınızca ve bana edilen muameleye nazaran- küllî bir muhalefetimiz var. Siz, dininizi ve âhiretinizi dünyanız uğrunda feda ediyorsunuz. Elbette mabeynimizde -tahmininizce- bulunan muhalefet sırrıyla, biz dahi hilafınıza olarak dünyamızı dinimiz uğrunda ve âhiretimize her vakit feda etmeğe hazırız. Sizin zalimane ve vahşiyane hükmünüz altında bir-iki sene zelilane geçecek hayatımızı kudsî bir şehadeti kazanmak için feda etmek bize âb-ı kevser hükmüne geçer. Fakat Kur'an-ı Hakîm'in feyzine ve işaretine istinaden, sizi titretmek için size kat'î haber veriyorum ki: Beni öldürdükten sonra yaşayamayacaksınız. Kahhar bir el ile bu fâni cennetinizden ve mahbubunuz olan dünyadan tardedilip ebedî zulümata çabuk atılacaksınız. Arkamdan pek çabuk sizin nemrudlaşmış reisleriniz gebertilecek ve yanıma gönderilecek. Ben de huzur-u İlahîde yakalarını tutup adalet-i İlahiye onları esfel-i safilîne atmakla intikamımı alacağım.

Ey din ve âhiretini dünyaya satan bedbahtlar! Yaşamanızı isterseniz bana ilişmeyiniz. İlişseniz, intikamım muzaaf bir surette sizden alınacağını biliniz, titreyiniz! Ben rahmet-i İlahiyeden ümid ederim ki, mevtim hayatımdan ziyade dine hizmet edecek ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp, başınızı dağıtacak. Cesaretiniz varsa ilişiniz. Yapacağınız varsa göreceğiniz de var." deniliyor ve bir âyetle bitiriliyor.
 

Ahmet.1

Well-known member
[Mahkeme aleyhimde yazmış. Halbuki onları ifratla ittiham eden bir fıkradır.]

Ankara'da Mustafa Kemal'in şiddet ve hiddetle divan-ı riyasete girip: "Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen geldin namaza dair şeyleri yazdın, içimize ihtilaf verdin!" dediğini, Said'in de ona: "Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur." dediğini, sonra Mustafa Kemal bir nevi tarziye verip hiddetini geri aldığını ve Mustafa Kemal'in hissiyatını ve prensiplerini rencide ettiği halde kendisine ilişmemesini ve bu cebbar kumandanların âdeta Eski Said'den korkmalarının Risale-i Nur'un ilerideki kahraman şakirdlerinin şahs-ı manevîsinin hârika bir kuvveti ve Risale-i Nur'un parlak bir kerameti olduğu yazılıyor.

[Aleyhimizde yazılan, fakat mahkemeyi mes'ul eden bir fıkradır.]

"Ayasofya'yı puthane ve Meşihat'ı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî, kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz." denilmektedir.

29.8.1948 tarihli dilekçesinde: "Bir fikir kalbime gelmiş, şöyle ki: Hükûmet beni tam himaye ve bana yardım etmesi, milletin maslahatına ve vatanın menfaatına çok lüzumlu iken beni sıkması îma eder ki; benim ile mücadele eden gizli zındıka komitesiyle, şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli resmî makamları elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükûmet ise, ya bilmiyor ya müsaade ediyor. Kahraman bir milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur'an ve cihad hizmetinde dünyada bir pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılınçlarının pek büyük ve antika bir yadigârı olan Ayasofya Câmii'ni puthaneye ve Meşihat Dairesini kızların lisesine çeviren bir adamı sevmemek bir suç olmasına imkân var mıdır?
 

Ahmet.1

Well-known member
[Mahkemenin Said'i cezalandırmak için en kuvvetli tahmin ettikleri fıkradır. Said'in gizli düşmanlarına karşı Denizli Mahkemesinde istimal ettiği bu sözünü, mahkeme bütün bütün yanlış mana vererek devlete ve hükûmete çevirip tecziyeye sebeb göstermiş.]

Bu inkılabları mevki-i mer'iyete koyan devletin bir kısım yeni kanunlarına, cebr-i keyfî-i küfrî; cumhuriyete, istibdad-ı mutlak; rejime, irtidad-ı mutlak ve bolşeviklik ve medeniyete sefahet-i mutlaka demiş.
 

Ahmet.1

Well-known member
[Mahkemenin kararnamesinde hayret ve takdir ile yazılan bir fıkradır.]

Risale-i Nur'u yazmanın uhrevî ve dünyevî pekçok faideleri olduğu, bunların da:

1- Ehl-i dalalete karşı manen mücahede etmek.

2- Üstadına neşr-i hakikatta yardım etmek,

3- Müslümanlara iman cihetinde hizmet etmek,

4- Kalem ile ilmi tahsil etmek,

5- Bazan bir saati bir sene ibadet hükmüne geçen tefekkürî ibadeti yapmak,

6- İman ile kabre girmektir.

Beş türlü de dünyevî faideleri var:

1- Rızıkta bereket,

2- Kalbde rahat ve sürur,

3- Maişette sühulet,

4- İşlerinde muvaffakıyet,

5- Talebelik faziletini almakla, bütün Risale-i Nur talebelerinin dualarına hissedar olmak olduğu ve bunların yakında gençlik tarafından idrak olunup üniversitenin bir Nur Mektebi haline döneceği yazılıyor.
 

Ahmet.1

Well-known member
[Medar-ı hayrettir ki; bu samimî fedakârlığı suç saymışlar.]

Gizli münafıkların takib ettikleri iki plândan birisi: Benim haysiyetimi kırmak ile güya Nurların kıymeti düşecek.

İkincisi: Nur şakirdlerine telaş ve fütur vermekle Nurların intişarına mani olunacak.

Hiç korkmayınız. Milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikata bizim gibi bazı bîçarelerin başları da feda olsun.
 
Üst