Dokuzuncu, Onuncu, Onbirinci, Onikinci Şehadetlere işaret eden:
ﻭَ ﺑِﺸَﻬَﺎﺩَﺓِ ﺍﻟْﺎَﻝِ ﺑِﻘُﻮَّﺓِ ﻳَﻘِﻴﻨِﻴَّﺎﺗِﻬِﻢْ ﻓِﻰ ﺗَﺼْﺪِﻳﻘِﻪِ ﺑِﺪَﺭَﺟَﺔِ ﺣَﻖِّ ﺍﻟْﻴَﻘِﻴﻦِ ﻭَ ﺍﻟْﺎَﺻْﺤَﺎﺏِ ﺑِﻜَﻤَﺎﻝِ ﺍِﻳﻤَﺎﻧِﻬِﻢْ ﻓِﻰ ﺗَﺼْﺪِﻳﻘِﻪِ ﺑِﺪَﺭَﺟَﺔِ ﻋَﻴْﻦِ ﺍﻟْﻴَﻘِﻴﻦِ ﻭَ ﺍﻟْﺎَﺻْﻔِﻴَٓﺎﺀِ ﺑِﻘُﻮَّﺓِ ﺗَﺤْﻘِﻴﻘَﺎﺗِﻬِﻢْ ﻓِﻰ ﺗَﺼْﺪِﻳﻘِﻪِ ﺑِﺪَﺭَﺟَﺔِ ﻋِﻠْﻢِ ﺍﻟْﻴَﻘِﻴﻦِ ﻭَ ﺍﻟْﺎَﻗْﻄَﺎﺏِ ﺑِﺘَﻄَﺎﺑُﻘِﻬِﻢْ ﻋَﻠَﻰ ﺭِﺳَﺎﻟَﺘِﻪِ ﺑِﺎﻟْﻜَﺸْﻒِ ﻭَ ﺍﻟْﻤُﺸَﺎﻫَﺪَﺍﺕِ ﺑِﺎﻟْﻴَﻘِﻴﻦِ
Yani: Muhammed'in (A.S.M.) sadıkıyetine ve hakkaniyetine küllî şehadetlerden,
Dokuzuncusu:
ﻋُﻠَﻤَٓﺎﺀُ ﺍُﻣَّﺘِﻰ ﻛَﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀِ ﺑَﻨِٓﻰ ﺍِﺳْﺮَٓﺍﺋِﻴﻞَ sırrına mazhar ve salavatlarda âl-i İbrahim Aleyhisselâm'a mukabil olan âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın içindeki büyük evliya ve Ali (R.A.), Hasan (R.A.), Hüseyin (R.A.) ve ehl-i beytin oniki imamı ve Gavs-ı A'zam, Ahmed-i Rüfaî, Ahmed-i Bedevi, İbrahim-i Desukî, Ebu-l Hasan-ı Şazelî gibi aktablar imamlar ittifakla, hakkalyakîn bir itikadla ve keşfiyat ve müşahedatla ve ümmette gösterdikleri hârika irşadatla ve kerametlerle, risalet ve hakkaniyet ve sadıkıyet-i Muhammediyeye (A.S.M.) imanları ve şehadetleriyle imza basıyorlar.
Onuncusu:
Enbiyadan sonra en muhterem ve yüksek taife ve ümmi ve bedevi oldukları halde az bir zamanda nur-u Muhammedî (A.S.M.) ile şarktan garba kadar âdilane idare edip, cihangir devletleri mağlub ederek müterakki, fenli, medenî, siyasî milletlere üstad, muallim, diplomat, hâkim-i âdil olarak o asrı bir asr-ı saadet hükmüne getiren sahabeler; Muhammed'in (A.S.M.) her halini tedkik ve taharriden sonra gözleriyle gördükleri çok mu'cizatın kuvvetiyle eski düşmanlıklarını ve ecdadlarının mesleklerini ve çokları -Hâlid İbn-i Velid ve İkrime İbn-i Ebu Cehil gibi- pederlerinin tarafdarlıklarını, kavim ve kabîlelerini tamamıyla bırakıp bütün ruh u canlarıyla, gayet fedakârane bir surette İslâmiyete girerek aynelyakîn derecesinde Muhammed'in (A.S.M.) sadıkıyetine ve risaletine imanları; sarsılmaz, küllî bir şehadettir.
Onbirincisi:
Asfiya ve sıddıkîn denilen müçtehidler, imamlar, allâmeler; İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi dâhî feylesoflar misillü binler ehl-i tahkik, aklî ve mantıkî bir tarzda, her biri ayrı bir meslekte, şübhesiz binler hüccetlere ve kat'î bürhanlara istinaden, ilmelyakîn derecesinde Muhammed'in (A.S.M.) risaletine ve hakkaniyetine imanları, öyle küllî bir şehadettir ki; onların umumu kadar bir zekâsı bulunmayan karşılarına çıkamaz.
İşte o hadsiz şahidlerden birisi, bu zamanda Risale-i Nur'dur ki; münkirler ona karşı hiçbir çare bulamadıklarından, zabıta ve adliyeyi aldatıp mahkeme eliyle susturmasına çalışıyorlar.
Onikincisi:
Âlem-i İslâmda herbiri ümmetin ehemmiyetli bir kısmını daire-i dersine alıp hârika irşad ve kerametlerle manevî terakki ettiren ve hüccetler yerinde müşahedata, keşfiyata dayanan ve aktab denilen en derin ehl-i tahkik ve hakikat, ruhanî terakkilerinde Muhammed'in (A.S.M.) risaletini ve sadıkıyetini ve en yüksek mertebe-i hakkaniyette bulunduğunu keşfen ve şuhuden görüp müttefikan ve mütetabıkan nübüvvetine şehadetleri öyle bir imzadır ki; onların umumu kadar bir yüksek mertebe-i kemalâtı kazanmayan, o imzayı bozamaz.
Onüçüncü Şehadet:
Dört küllî ve çok geniş ve kat'î hüccetlerden ibarettir:
ﻭَ ﺑِﺸَﻬَﺎﺩَﺓِ ﺍﻟْﺎَﺯْﻣِﻨَﺔِ ﺍﻟْﻤَﺎﺿِﻴَّﺔِ ﺑِﺘَﻮَﺍﺗُﺮِ ﺑَﺸَﺎﺭَﺍﺕِ ﺍﻟْﻜَﻮَﺍﻫِﻦِ ﻭَ ﺍﻟْﻬَﻮَﺍﺗِﻒِ ﻭَ ﺍﻟْﻌُﺮَﻓَٓﺎﺀِ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺎَﺩْﻭَﺍﺭِ ﺍﻟﺴَّﺎﻟِﻔِﻴﻦَ ﻭَ ﺑِﻤُﺸَﺎﻫَﺪَﺓِ ﺑَﺸَﺎﺭَﺍﺕِ ﺍﻟﺮُّﺳُﻞِ ﻭَ ﺍﻟْﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀِ ﻭَ ﺑِﺸَﻬَﺎﺩَﺗِﻬِﻢْ ﻭَ ﺑَﺸَﺎﺭَﺗِﻬِﻢْ ﻋَﻠَﻴْﻬِﻢُ ﺍﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﺑِﺮِﺳَﺎﻟَﺔِ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﺍﻟﺼَّﻠﺎَﺓُ ﻭَ ﺍﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻜُﺘُﺐِ ﺍﻟْﻤُﻘَﺪَّﺳَﺔِ
Bu fıkranın kısaca bir meali burada beyan edilecek ve izahatı ve senedleri Zülfikar'ın Mu'cizat-ı Ahmediye kısmının âhirinde mükemmel var.
Yani: Geçmiş zamanlarda nev'-i beşerin meşahir ve namdarlarından başta enbiya olarak ârifler, kâhinler, hâtifler müttefikan Muhammed'in (A.S.M.) risaletine ve geleceğine irhasat nev'inden gayet sarih ve mükerrer haber verdiklerini nakl-i sahih ve bir kısmını tevatürle tarih ve siyer ve hadîs kitablarında kayıd ve kabul edilmesine ve Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesinde o binler ihbaratın en kuvvetli ve kat'î kısmını tafsilen beyanına binaen ona havale edip gayet kısa bir işaretle deriz ki:
Enbiyalar, mukaddes semavî kitablarda Muhammed'in (A.S.M.) nübüvvetine dair Tevrat, İncil, Zebur'un yüzer âyetlerinde sarahata yakın kısmından yirmi âyetleri Ondokuzuncu Mektub'da yazılmış. Hristiyan ve Yahudiler tarafından çok tahrifatıyla beraber, yine nübüvvet-i Ahmediyeyi haber veren yüz âyeti Hüseyn-i Cisrî kitabında yazmış.
Kâhinler ise, başta meşhur Şıkk ve Satih olarak, ruhanî ve cinn vasıtasıyla gaybdan haber veren ve şimdi medyum denilen tevatür bir nakl-i sahih ile Peygamber'in geleceğine ve Fars Devleti'ni kaldıracağına sarih bir surette haber verdikleri ve şübhe kaldırmaz bir tarzda yakında bir Peygamber Hicaz'da zuhurunu mükerrer söyledikleri gibi; ârif-i billah kısmından Peygamber'in cedlerinden Kâ'b İbn-i Lüeyy ve Yemen ve Habeş padişahlarından Seyf İbn-i Zîyezen ve Tübba' gibi çok ârifler, o zaman evliyaları pek sarih bir surette Muhammed'in (A.S.M.) risaletinden haber verip şiirlerle ilân etmişler. Ondokuzuncu Mektub'da, ehemmiyetli ve kat'î bir kısmı yazılmış.
Hattâ o padişahlardan birisi demiş: "Ben, Muhammed'e (A.S.M.) hizmetkâr olmasını bu saltanata tercih ederim." Birisi de demiş: "Ah ben ona yetişse idim, onun ammizadesi olurdum." Yani: Hazret-i Ali gibi fedai bir hizmetkârı ve veziri olurdum. Her ne ise, -tarih ve siyer kitabları bu haberleri tamamen neşr ile- bu ârifler, risalet-i Ahmediyeye (A.S.M.) kuvvetli ve küllî bir şehadetle sadıkıyetine imza basıyorlar.
Hem o ârifler ve kâhinler gibi risalet-i Muhammediyeyi (A.S.M.) gaybî haber veren ve sözleri işitilen ve şahısları görünmeyen hâtif denilen ruhanîler, pek sarih bir surette Muhammed'in (A.S.M.) nübüvvetinden haber verdikleri gibi; çok muhbirler, hattâ saneme kesilen kurbanlar ve sanemler ve mezar taşları nübüvvetinden haber vermeleriyle onun risaletine ve hakkaniyetine imza basıp tarih lisanıyla şehadet etmişler.
Ondördüncü Şehadet:
Kâinatın kuvvetli şehadetine işaret eden bu Arabî fıkra:
ﻭَ ﺑِﺸَﻬَﺎﺩَﺓِ ﺍﻟْﻜَٓﺎﺋِﻨَﺎﺕِ ﺑِﻐَﺎﻳَﺎﺗِﻬَﺎ ﻭَ ﺑِﺎﻟْﻤَﻘَﺎﺻِﺪِ ﺍﻟْﺎِﻟَﻬِﻴَّﺔِ ﻓِﻴﻬَﺎ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﺮِّﺳَﺎﻟَﺔِ ﺍﻟْﻤُﺤَﻤَّﺪِﻳَّﺔِ ﺍﻟْﺠَﺎﻣِﻌَﺔِ ﺑِﺴَﺒَﺐِ ﺗَﻮَﻗُّﻒِ ﺣُﺼُﻮﻝِ ﻏَﺎﻳَﺎﺕِ ﺍﻟْﻜَٓﺎﺋِﻨَﺎﺕِ ﻭَ ﺍﻟْﻤَﻘَﺎﺻِﺪِ ﺍﻟْﺎِﻟَﻬِﻴَّﺔِ ﻣِﻨْﻬَﺎ ﻭَ ﺗَﻘَﺮُّﺭِ ﻗِﻴْﻤَﺘِﻬَﺎ ﻭَ ﻭَﻇَٓﺎﺋِﻔِﻬَﺎ ﻭَ ﺗَﺒَﺎﺭُﺯِ ﺣُﺴْﻨِﻬَﺎ ﻭَ ﻛَﻤَﺎﻟِﻬَﺎ ﻭَ ﺗَﺤَﻘُّﻖِ ﺣِﻜَﻢِ ﺣَﻘَٓﺎﺋِﻘِﻬَﺎ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﺮِّﺳَﺎﻟَﺔِ ﺍﻟْﺎِﻧْﺴَﺎﻧِﻴَّﺔِ ﻟﺎَﺳِﻴَّﻤَﺎ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﺮِّﺳَﺎﻟَﺔِ ﺍﻟْﻤُﺤَﻤَّﺪِﻳَّﺔِ ﺍِﺫْ ﻫِﻰَ ﺍﻟْﻤُﻈْﻬِﺮَﺓُ ﻭَ ﺍﻟْﻤَﺪَﺍﺭُ ﺍﻟْﺎَﺗَﻢُّ ﻟَﻬَﺎ ﻭَ ﻟَﻮْﻟﺎَﻫَﺎ ﻟَﺼَﺎﺭَﺕْ ﻫَﺬِﻩِ ﺍﻟْﻜَٓﺎﺋِﻨَﺎﺕُ ﺍﻟْﻤُﻜَﻤَّﻠَﺔُ ﻭَ ﺍﻟْﻜِﺘَﺎﺏُ ﺍﻟْﻜَﺒِﻴﺮُ ﺫُﻭ ﺍﻟْﻤَﻌَﺎﻧِﻰ ﺍﻟﺴَّﺮْﻣَﺪِﻳَّﺔِ ﻫَﺒَٓﺎﺀً ﻣَﻨْﺜُﻮﺭًﺍ ﻣُﺘَﻄَﺎﻳِﺮَﺓَ ﺍﻟْﻤَﻌَﺎﻧِﻰ ﻣُﺘَﺴَﺎﻗِﻄَﺔَ ﺍﻟْﻜَﻤَﺎﻟﺎَﺕِ ﻭَ ﻫُﻮَ ﻣُﺤَﺎﻝٌ ﻣِﻦْ ﻭُﺟُﻮﻩٍ ﻭَ ﺟِﻬَﺎﺕٍ
Âyet-ül Kübra, bu Arabî fıkranın mealine dair demiş: Bu kâinat, nasılki kendini icad ve idare ve tertib eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray, bir kitab gibi, bir sergi, bir temaşagâh gibi tasarruf eden sâni'ine ve kâtibine ve nakkaşına delalet eder; öyle de: Kâinatın hilkatindeki makasıd-ı İlahiyeyi bilecek, bildirecek ve tahavvülâtındaki Rabbanî hikmetlerini talim edecek ve vazifedarane harekâtındaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcudatın kemalâtını ilân edecek ve "Nereden geliyorlar? Ve nereye gidecekler? Ve ne için buraya geliyorlar? Ve çok durmuyorlar, gidiyorlar?" diye dehşetli suallere cevab verecek ve o kitab-ı kebirin manalarını ve âyât-ı tekviniyesinin hikmetlerini tefsir edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir muhakkik üstad, bir sadık muallim istediği ve iktiza ettiği ve herhalde bulunmasına delalet ettiği cihetle; elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın hakkaniyetine ve bu kâinat hâlıkının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna kuvvetli ve küllî şehadet edip "Eşhedü enne Muhammederresulullah" der.
Evet Muhammed'in (A.S.M.) getirdiği nur ile kâinatın mahiyeti, kıymeti, kemalâtı ve içindeki mevcudatın vazifeleri ve neticeleri ve memuriyetleri ve kıymetleri bilinir, tahakkuk eder. Ve kâinat baştan başa gayet manidar mektubat-ı İlahiye ve mücessem bir Kur'an-ı Rabbanî ve muhteşem bir meşher-i âsâr-ı Sübhaniye olur. Yoksa adem ve hiçlik ve zeval ve fena karanlıklarında yuvarlanan karmakarışık vahşetli bir virane ve dehşetli bir matemhane mahiyetine düşer. Bu hakikata binaen, kâinatın kemalâtı ve hikmetli tahavvülâtı ve sermedî manaları, kuvvetli bir tarzda "Neşhedü Enne Muhammederresulullah" der.
Onbeşinci Şehadet:
Pekçok kudsî şehadetleri ihtiva eden, bu kâinatta tasarruf ederek zerrattan seyyarata kadar bütün tahavvülât ve harekât ve sekenat ve hayat ve memat gibi bütün tasarrufat emriyle, iradesiyle, kuvvetiyle bulunan Zât-ı Vâcib-ül Vücud'un icraat-ı rububiyeti ve ef'al-i Rahmaniyeti cihetinde risalet-i Muhammediyeye (A.S.M.) mukaddes şehadetine işaret eden, bu gelen Arabî fıkradır:
ﻭَ ﺑِﺸَﻬَﺎﺩَﺓِ ﺻَﺎﺣِﺐِ ﺍﻟْﻜَٓﺎﺋِﻨَﺎﺕِ ﻭَ ﺧَﻠﺎَّﻗِﻬَﺎ ﻭَ ﻣُﺘَﺼَﺮِّﻓِﻬَﺎ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﺮِّﺳَﺎﻟَﺔِ ﺍﻟْﻤُﺤَﻤَّﺪِﻳَّﺔِ ﺑِﺎَﻓْﻌَﺎﻝِ ﺭَﺣْﻤَﺎﻧِﻴَّﺘِﻪِ ﻭَ ﺑِﺎِﺟْﺮَٓﺍﺍَﺕِ ﺭُﺑُﻮﺑِﻴَّﺘِﻪِ ﻛَﻔِﻌْﻞِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﺎﻧِﻴَّﺔِ ﺑِﺎِﻧْﺰَﺍﻝِ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥِ ﺍﻟْﻤُﻌْﺠِﺰِ ﺍﻟْﺒَﻴَﺎﻥِ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَ ﺑِﺎِﻇْﻬَﺎﺭِ ﺍَﻧْﻮَﺍﻉِ ﺍﻟْﻤُﻌْﺠِﺰَﺍﺕِ ﻋَﻠَﻰ ﻳَﺪَﻳْﻪِ ﻭَ ﺑِﺘَﻮْﻓِﻴﻘِﻪِ ﻭَ ﺣِﻤَﺎﻳَﺘِﻪِ ﻓِﻰ ﻛُﻞِّ ﺣَﺎﻟﺎَﺗِﻪِ ﻭَ ﺑِﺎِﺩَﺍﻣَﺔِ ﺩِﻳﻨِﻪِ ﺑِﻜُﻞِّ ﺣَﻘَٓﺎﺋِﻘِﻪِ ﻭَ ﺑِﺎِﻋْﻠﺎَٓﺀِ ﻣَﻘَﺎﻡِ ﺣُﺮْﻣَﺘِﻪِ ﻭَ ﺷَﺮَﻓِﻪِ ﻭَ ﺍِﻛْﺮَﺍﻣِﻪِ ﻋَﻠَﻰ ﺟَﻤِﻴﻊِ ﺍﻟْﻤَﺨْﻠُﻮﻗَﺎﺕِ ﺑِﺎﻟْﻤُﺸَﺎﻫَﺪَﺓِ ﻭَ ﺍﻟْﻌَﻴﺎَﻥِ ﻭَ ﻛَﻔِﻌْﻞِ ﺭُﺑُﻮﺑِﻴَّﺘِﻪِ ﺑِﺠَﻌْﻞِ ﺭِﺳَﺎﻟَﺘِﻪِ ﺷَﻤْﺴًﺎ ﻣَﻌْﻨَﻮِﻳَّﺔً ﻟِﻜَٓﺎﺋِﻨَﺎﺗِﻪِ ﻭَ ﺑِﺠَﻌْﻞِ ﺩِﻳﻨِﻪِ ﻓِﻬْﺮِﺳْﺘَﺔَ ﻛَﻤَﺎﻟﺎَﺕِ ﻋِﺒَﺎﺩِﻩِ ﻭَ ﺑِﺠَﻌْﻞِ ﺣَﻘِﻴﻘَﺘِﻪِ ﻣِﺮْﺍَﺓً ﺟَﺎﻣِﻌَﺔً ﻟِﺘَﺠَﻠِّﻴَﺎﺕِ ﺍُﻟُﻮﻫِﻴَّﺘِﻪِ ﻭَ ﺑِﺘَﻮْﻇِﻴﻔِﻪِ ﺑِﻮَﻇَٓﺎﺋِﻒَ ﺿَﺮُﻭﺭِﻳَّﺔٍ ﻟﺎَﺯِﻣَﺔٍ ﻟِﻮُﺟُﻮﺩِ ﺍﻟْﻤَﺨْﻠُﻮﻗَﺎﺕِ ﻓِﻰ ﻫَﺬِﻩِ ﺍﻟْﻜَٓﺎﺋِﻨَﺎﺕِ ﻛَﻠُﺰُﻭﻡِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﺔِ ﻭَ ﺍﻟْﺤِﻜْﻤَﺔِ ﻭَ ﺍﻟْﻌَﺪَﺍﻟَﺔِ ﻭَ ﻛَﻀَﺮُﻭﺭَﺓِ ﻟُﺰُﻭﻡِ ﺍﻟْﻐِﺬَٓﺍﺀِ ﻭَ ﺍﻟْﻤَٓﺎﺀِ ﻭَ ﺍﻟْﻬَﻮَٓﺍﺀِ ﻭَ ﺍﻟﻀِّﻴَٓﺎﺀِ
Bu pek kat'î ve çok geniş ve kudsî şehadetin tafsilâtını Risale-i Nur'a havale edip gayet kısacık bir işaretle meal-i icmalîsine bakacağız:
Evet bu kâinatta, gözümüz önünde bu muntazam tasarrufatı içinde adalet ve hikmet ile ve rahmet ve inayet ve himayet ile her zaman iyileri himaye ve fenaları ve yalancıları tokatlamak, rububiyetinin bir âdeti olmasından, ef'al-i Rahmaniyet muktezasıyla bir Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ı Muhammed'in (A.S.M.) eline vermesi ve bine yakın mu'cizelerin pekçok enva'ını ona vermesi ve bütün hâlâtında ve en tehlikeli vaziyetlerinde şefkatkârane himaye ve hattâ güvercin ve örümcekle muhafaza etmesi ve büyük vazifelerinde onu tam muvaffak etmesi ve dinini bütün hakikatlarıyla idamesi ve İslâmiyetini zeminin ve nev'-i beşerin başına geçirmesi ve bütün mahlukat üstünde bir makam-ı şeref ve meşahir-i insaniyenin fevkinde daimî bir rütbe-i makbuliyet ve dost ve düşmanının ittifakıyla en yüksek hasletleri taşıyan bir şahsiyeti vermekle, beşerin beşten birisini ona ümmet etmesi gayet kat'î bir tarzda sadıkıyetine ve risaletine şehadet ettiği gibi, ef'al-i rububiyet cihetinde dahi görüyoruz ki; bu âlemin mutasarrıfı ve müdebbiri, Muhammed'in (A.S.M.) risaletini bu kâinata bir manevî güneş yapıp, -Nur Risalelerinde isbat edildiği gibi- onun ile bütün karanlıkları izale ve nurani hakikatlarını gösterip ve bütün zîşuuru, belki kâinatı hayat-ı bâkiye müjdesiyle sevindirdiği gibi; dinini dahi bütün makbul ehl-i ibadetin fihriste-i kemalâtı ve harekât-ı ubudiyette sağlam bir proğram yapması gibi Muhammed'in (A.S.M.) şahsiyet-i maneviyesi olan hakikatını, Kur'anın ve Cevşen'in delaletiyle tecelliyat-ı uluhiyetine bir âyine-i câmia yapması ve sâbıkan işaret ettiğimiz hakikatların ve ondört asırda her gün ümmetinin bütün hasenatlarının bir mislini kazanmasının ve hayat-ı içtimaiye ve maneviye ve beşeriyedeki âsârının delaletiyle, nev'-i beşere en yüksek reis ve mukteda ve üstad yapması; ve onu büyük ve kudsî vazifelerle beşerin imdadına gönderip rahmet, hikmet, adalet, gıda, hava, mâ, ziya derecesinde insanları onun dinine, şeriatına, İslâmiyetteki hakikatlarına muhtaç
{(Haşiye): Ben bu ihtiyarlığım ve perişaniyetim içinde, Zât-ı Muhammediye'nin (A.S.M.) getirdiği erzak-ı maneviyenin milyondan birisini hissettim. Elimden gelse idi, milyonlar lisanla salavatlarla ona teşekkür edecektim. Şöyle ki: Ben firaktan, zevalden çok inciniyorum. Halbuki sevdiğim dünya ve dünyeviyeler, müfarakatla beni bırakıp gidiyorlar. Ben de gideceğimi biliyorum. Bu pek elîm ve canhıraş me'yusiyete karşı, birden saadet-i ebediye ve hayat-ı bâkiye müjdesini Zât-ı Ahmediye'den (A.S.M.) işitmekle kurtuluyorum ve tam teselli buluyorum. Hattâ teşehhüdde ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻚَ ﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟﻨَّﺒِﻰُّ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ dediğimde ona hem biat, hem memuriyetine teslim ve itaat, hem vazifesini tebrik, hem bir nevi teşekkür ve saadet-i ebediye müjdesine bir mukabeledir ki; Müslümanlar her gün beş defa bu selâmı yaparlar.}
yapması ile oniki küllî ve kat'î hüccetlerle risalet-i Muhammediyeye (A.S.M.) kudsî şehadet ettiği halde, acaba hiç mümkün müdür ki; sinek kanadının ve bir çiçeğin tanziminden lâkayd kalmayan bu kâinat sahibinin bu derece küllî ve geniş şehadetlerine mazhar olan risalet-i Muhammediye (A.S.M.), kâinatın manevî bir güneşi olmasın ?
İşte bu onbeş küllî şehadetler, herbiri pekçok şehadetleri, hattâ "Üçüncü Şehadet" mu'cizat lisanıyla bin şehadeti ihtiva edip öyle bir kat'iyyetle ve kuvvetle "Eşhedü Enne Muhammederresulullah" olan davayı isbat ve tahakkukunu ve kıymetini ve ehemmiyetini ilân etmiş ki; her gün beş defa âlem-i İslâm, yüzer milyon lisanlar ile teşehhüdde o davayı kâinata ilân ettiği gibi; o davanın esası olan hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.), kâinatın çekirdek-i aslîsi, bir sebeb-i hilkati ve en mükemmel meyvesi olduğunu milyarlar ehl-i iman tereddüdsüz tasdik ederek kabul etmişler. Ve bu kâinatın sahibi (Celle Celalühü) o şahsiyet-i maneviye-i Muhammediyeyi (A.S.M.) saltanat-ı rububiyetine bir yüksek dellâlı ve kâinat tılsımının ve hilkat muammasının bir doğru keşşafı ve lütf u rahmetinin bir parlak misali ve şefkat ve muhabbetinin bir belig lisanı ve âlem-i bâkideki hayat-ı daime ve saadet-i ebediyenin en kuvvetli müjdecisi ve elçilerinin en son ve büyüğü bir resul eylemiş.
Acaba bu mahiyetteki bir hakikata kanaat etmeyen veya ehemmiyet vermeyen, ne derece hasaret ve hata ve belâhet ve cinayet ettiği kıyas edilsin!..
İşte namazdaki Fatiha, nasıl İkinci Kısım'da işaratıyla, teşehhüdde "Eşhedü en lâ ilahe illallah"taki hakikat-ı tevhid davasına kat'î hüccetleri gösterir, hadsiz imzalar basar. Bu Üçüncü Kısım'da dahi yine teşehhüdde "Ve eşhedü enne Muhammederresulullah"ta hakikat-ı risalet davasına kuvvetli şahidleri getirip nihayetsiz tasdik imzalarını bastırır.
Yâ Erhamerrâhimîn! Bu Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) hürmetine, bizi onun şefaatine mazhar ve sünnetinin ittibaına muvaffak ve dâr-ı saadette onun âl ü ashabına komşu eyle! Âmîn.. âmîn.. âmîn..
ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻭَ ﺳَﻠِّﻢْ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻭَ ﺻَﺤْﺒِﻪِ ﺑِﻌَﺪَﺩِ ﺣُﺮُﻭﻑِ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥِ ﺍﻟْﻤَﻘْﺮُﻭﺋَﺔِ ﻭَ ﺍﻟْﻤَﻜْﺘُﻮﺑَﺔِ ﺍَﻣِﻴﻦَ
ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻚَ ﻟﺎَ ﻋِﻠْﻢَ ﻟَﻨَٓﺎ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﻋَﻠَّﻤْﺘَﻨَٓﺎ ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻌَﻠِﻴﻢُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ
ﻭَ ﺑِﺸَﻬَﺎﺩَﺓِ ﺍﻟْﺎَﻝِ ﺑِﻘُﻮَّﺓِ ﻳَﻘِﻴﻨِﻴَّﺎﺗِﻬِﻢْ ﻓِﻰ ﺗَﺼْﺪِﻳﻘِﻪِ ﺑِﺪَﺭَﺟَﺔِ ﺣَﻖِّ ﺍﻟْﻴَﻘِﻴﻦِ ﻭَ ﺍﻟْﺎَﺻْﺤَﺎﺏِ ﺑِﻜَﻤَﺎﻝِ ﺍِﻳﻤَﺎﻧِﻬِﻢْ ﻓِﻰ ﺗَﺼْﺪِﻳﻘِﻪِ ﺑِﺪَﺭَﺟَﺔِ ﻋَﻴْﻦِ ﺍﻟْﻴَﻘِﻴﻦِ ﻭَ ﺍﻟْﺎَﺻْﻔِﻴَٓﺎﺀِ ﺑِﻘُﻮَّﺓِ ﺗَﺤْﻘِﻴﻘَﺎﺗِﻬِﻢْ ﻓِﻰ ﺗَﺼْﺪِﻳﻘِﻪِ ﺑِﺪَﺭَﺟَﺔِ ﻋِﻠْﻢِ ﺍﻟْﻴَﻘِﻴﻦِ ﻭَ ﺍﻟْﺎَﻗْﻄَﺎﺏِ ﺑِﺘَﻄَﺎﺑُﻘِﻬِﻢْ ﻋَﻠَﻰ ﺭِﺳَﺎﻟَﺘِﻪِ ﺑِﺎﻟْﻜَﺸْﻒِ ﻭَ ﺍﻟْﻤُﺸَﺎﻫَﺪَﺍﺕِ ﺑِﺎﻟْﻴَﻘِﻴﻦِ
Yani: Muhammed'in (A.S.M.) sadıkıyetine ve hakkaniyetine küllî şehadetlerden,
Dokuzuncusu:
ﻋُﻠَﻤَٓﺎﺀُ ﺍُﻣَّﺘِﻰ ﻛَﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀِ ﺑَﻨِٓﻰ ﺍِﺳْﺮَٓﺍﺋِﻴﻞَ sırrına mazhar ve salavatlarda âl-i İbrahim Aleyhisselâm'a mukabil olan âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın içindeki büyük evliya ve Ali (R.A.), Hasan (R.A.), Hüseyin (R.A.) ve ehl-i beytin oniki imamı ve Gavs-ı A'zam, Ahmed-i Rüfaî, Ahmed-i Bedevi, İbrahim-i Desukî, Ebu-l Hasan-ı Şazelî gibi aktablar imamlar ittifakla, hakkalyakîn bir itikadla ve keşfiyat ve müşahedatla ve ümmette gösterdikleri hârika irşadatla ve kerametlerle, risalet ve hakkaniyet ve sadıkıyet-i Muhammediyeye (A.S.M.) imanları ve şehadetleriyle imza basıyorlar.
Onuncusu:
Enbiyadan sonra en muhterem ve yüksek taife ve ümmi ve bedevi oldukları halde az bir zamanda nur-u Muhammedî (A.S.M.) ile şarktan garba kadar âdilane idare edip, cihangir devletleri mağlub ederek müterakki, fenli, medenî, siyasî milletlere üstad, muallim, diplomat, hâkim-i âdil olarak o asrı bir asr-ı saadet hükmüne getiren sahabeler; Muhammed'in (A.S.M.) her halini tedkik ve taharriden sonra gözleriyle gördükleri çok mu'cizatın kuvvetiyle eski düşmanlıklarını ve ecdadlarının mesleklerini ve çokları -Hâlid İbn-i Velid ve İkrime İbn-i Ebu Cehil gibi- pederlerinin tarafdarlıklarını, kavim ve kabîlelerini tamamıyla bırakıp bütün ruh u canlarıyla, gayet fedakârane bir surette İslâmiyete girerek aynelyakîn derecesinde Muhammed'in (A.S.M.) sadıkıyetine ve risaletine imanları; sarsılmaz, küllî bir şehadettir.
Onbirincisi:
Asfiya ve sıddıkîn denilen müçtehidler, imamlar, allâmeler; İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi dâhî feylesoflar misillü binler ehl-i tahkik, aklî ve mantıkî bir tarzda, her biri ayrı bir meslekte, şübhesiz binler hüccetlere ve kat'î bürhanlara istinaden, ilmelyakîn derecesinde Muhammed'in (A.S.M.) risaletine ve hakkaniyetine imanları, öyle küllî bir şehadettir ki; onların umumu kadar bir zekâsı bulunmayan karşılarına çıkamaz.
İşte o hadsiz şahidlerden birisi, bu zamanda Risale-i Nur'dur ki; münkirler ona karşı hiçbir çare bulamadıklarından, zabıta ve adliyeyi aldatıp mahkeme eliyle susturmasına çalışıyorlar.
Onikincisi:
Âlem-i İslâmda herbiri ümmetin ehemmiyetli bir kısmını daire-i dersine alıp hârika irşad ve kerametlerle manevî terakki ettiren ve hüccetler yerinde müşahedata, keşfiyata dayanan ve aktab denilen en derin ehl-i tahkik ve hakikat, ruhanî terakkilerinde Muhammed'in (A.S.M.) risaletini ve sadıkıyetini ve en yüksek mertebe-i hakkaniyette bulunduğunu keşfen ve şuhuden görüp müttefikan ve mütetabıkan nübüvvetine şehadetleri öyle bir imzadır ki; onların umumu kadar bir yüksek mertebe-i kemalâtı kazanmayan, o imzayı bozamaz.
Onüçüncü Şehadet:
Dört küllî ve çok geniş ve kat'î hüccetlerden ibarettir:
ﻭَ ﺑِﺸَﻬَﺎﺩَﺓِ ﺍﻟْﺎَﺯْﻣِﻨَﺔِ ﺍﻟْﻤَﺎﺿِﻴَّﺔِ ﺑِﺘَﻮَﺍﺗُﺮِ ﺑَﺸَﺎﺭَﺍﺕِ ﺍﻟْﻜَﻮَﺍﻫِﻦِ ﻭَ ﺍﻟْﻬَﻮَﺍﺗِﻒِ ﻭَ ﺍﻟْﻌُﺮَﻓَٓﺎﺀِ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺎَﺩْﻭَﺍﺭِ ﺍﻟﺴَّﺎﻟِﻔِﻴﻦَ ﻭَ ﺑِﻤُﺸَﺎﻫَﺪَﺓِ ﺑَﺸَﺎﺭَﺍﺕِ ﺍﻟﺮُّﺳُﻞِ ﻭَ ﺍﻟْﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀِ ﻭَ ﺑِﺸَﻬَﺎﺩَﺗِﻬِﻢْ ﻭَ ﺑَﺸَﺎﺭَﺗِﻬِﻢْ ﻋَﻠَﻴْﻬِﻢُ ﺍﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﺑِﺮِﺳَﺎﻟَﺔِ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﺍﻟﺼَّﻠﺎَﺓُ ﻭَ ﺍﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻜُﺘُﺐِ ﺍﻟْﻤُﻘَﺪَّﺳَﺔِ
Bu fıkranın kısaca bir meali burada beyan edilecek ve izahatı ve senedleri Zülfikar'ın Mu'cizat-ı Ahmediye kısmının âhirinde mükemmel var.
Yani: Geçmiş zamanlarda nev'-i beşerin meşahir ve namdarlarından başta enbiya olarak ârifler, kâhinler, hâtifler müttefikan Muhammed'in (A.S.M.) risaletine ve geleceğine irhasat nev'inden gayet sarih ve mükerrer haber verdiklerini nakl-i sahih ve bir kısmını tevatürle tarih ve siyer ve hadîs kitablarında kayıd ve kabul edilmesine ve Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesinde o binler ihbaratın en kuvvetli ve kat'î kısmını tafsilen beyanına binaen ona havale edip gayet kısa bir işaretle deriz ki:
Enbiyalar, mukaddes semavî kitablarda Muhammed'in (A.S.M.) nübüvvetine dair Tevrat, İncil, Zebur'un yüzer âyetlerinde sarahata yakın kısmından yirmi âyetleri Ondokuzuncu Mektub'da yazılmış. Hristiyan ve Yahudiler tarafından çok tahrifatıyla beraber, yine nübüvvet-i Ahmediyeyi haber veren yüz âyeti Hüseyn-i Cisrî kitabında yazmış.
Kâhinler ise, başta meşhur Şıkk ve Satih olarak, ruhanî ve cinn vasıtasıyla gaybdan haber veren ve şimdi medyum denilen tevatür bir nakl-i sahih ile Peygamber'in geleceğine ve Fars Devleti'ni kaldıracağına sarih bir surette haber verdikleri ve şübhe kaldırmaz bir tarzda yakında bir Peygamber Hicaz'da zuhurunu mükerrer söyledikleri gibi; ârif-i billah kısmından Peygamber'in cedlerinden Kâ'b İbn-i Lüeyy ve Yemen ve Habeş padişahlarından Seyf İbn-i Zîyezen ve Tübba' gibi çok ârifler, o zaman evliyaları pek sarih bir surette Muhammed'in (A.S.M.) risaletinden haber verip şiirlerle ilân etmişler. Ondokuzuncu Mektub'da, ehemmiyetli ve kat'î bir kısmı yazılmış.
Hattâ o padişahlardan birisi demiş: "Ben, Muhammed'e (A.S.M.) hizmetkâr olmasını bu saltanata tercih ederim." Birisi de demiş: "Ah ben ona yetişse idim, onun ammizadesi olurdum." Yani: Hazret-i Ali gibi fedai bir hizmetkârı ve veziri olurdum. Her ne ise, -tarih ve siyer kitabları bu haberleri tamamen neşr ile- bu ârifler, risalet-i Ahmediyeye (A.S.M.) kuvvetli ve küllî bir şehadetle sadıkıyetine imza basıyorlar.
Hem o ârifler ve kâhinler gibi risalet-i Muhammediyeyi (A.S.M.) gaybî haber veren ve sözleri işitilen ve şahısları görünmeyen hâtif denilen ruhanîler, pek sarih bir surette Muhammed'in (A.S.M.) nübüvvetinden haber verdikleri gibi; çok muhbirler, hattâ saneme kesilen kurbanlar ve sanemler ve mezar taşları nübüvvetinden haber vermeleriyle onun risaletine ve hakkaniyetine imza basıp tarih lisanıyla şehadet etmişler.
Ondördüncü Şehadet:
Kâinatın kuvvetli şehadetine işaret eden bu Arabî fıkra:
ﻭَ ﺑِﺸَﻬَﺎﺩَﺓِ ﺍﻟْﻜَٓﺎﺋِﻨَﺎﺕِ ﺑِﻐَﺎﻳَﺎﺗِﻬَﺎ ﻭَ ﺑِﺎﻟْﻤَﻘَﺎﺻِﺪِ ﺍﻟْﺎِﻟَﻬِﻴَّﺔِ ﻓِﻴﻬَﺎ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﺮِّﺳَﺎﻟَﺔِ ﺍﻟْﻤُﺤَﻤَّﺪِﻳَّﺔِ ﺍﻟْﺠَﺎﻣِﻌَﺔِ ﺑِﺴَﺒَﺐِ ﺗَﻮَﻗُّﻒِ ﺣُﺼُﻮﻝِ ﻏَﺎﻳَﺎﺕِ ﺍﻟْﻜَٓﺎﺋِﻨَﺎﺕِ ﻭَ ﺍﻟْﻤَﻘَﺎﺻِﺪِ ﺍﻟْﺎِﻟَﻬِﻴَّﺔِ ﻣِﻨْﻬَﺎ ﻭَ ﺗَﻘَﺮُّﺭِ ﻗِﻴْﻤَﺘِﻬَﺎ ﻭَ ﻭَﻇَٓﺎﺋِﻔِﻬَﺎ ﻭَ ﺗَﺒَﺎﺭُﺯِ ﺣُﺴْﻨِﻬَﺎ ﻭَ ﻛَﻤَﺎﻟِﻬَﺎ ﻭَ ﺗَﺤَﻘُّﻖِ ﺣِﻜَﻢِ ﺣَﻘَٓﺎﺋِﻘِﻬَﺎ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﺮِّﺳَﺎﻟَﺔِ ﺍﻟْﺎِﻧْﺴَﺎﻧِﻴَّﺔِ ﻟﺎَﺳِﻴَّﻤَﺎ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﺮِّﺳَﺎﻟَﺔِ ﺍﻟْﻤُﺤَﻤَّﺪِﻳَّﺔِ ﺍِﺫْ ﻫِﻰَ ﺍﻟْﻤُﻈْﻬِﺮَﺓُ ﻭَ ﺍﻟْﻤَﺪَﺍﺭُ ﺍﻟْﺎَﺗَﻢُّ ﻟَﻬَﺎ ﻭَ ﻟَﻮْﻟﺎَﻫَﺎ ﻟَﺼَﺎﺭَﺕْ ﻫَﺬِﻩِ ﺍﻟْﻜَٓﺎﺋِﻨَﺎﺕُ ﺍﻟْﻤُﻜَﻤَّﻠَﺔُ ﻭَ ﺍﻟْﻜِﺘَﺎﺏُ ﺍﻟْﻜَﺒِﻴﺮُ ﺫُﻭ ﺍﻟْﻤَﻌَﺎﻧِﻰ ﺍﻟﺴَّﺮْﻣَﺪِﻳَّﺔِ ﻫَﺒَٓﺎﺀً ﻣَﻨْﺜُﻮﺭًﺍ ﻣُﺘَﻄَﺎﻳِﺮَﺓَ ﺍﻟْﻤَﻌَﺎﻧِﻰ ﻣُﺘَﺴَﺎﻗِﻄَﺔَ ﺍﻟْﻜَﻤَﺎﻟﺎَﺕِ ﻭَ ﻫُﻮَ ﻣُﺤَﺎﻝٌ ﻣِﻦْ ﻭُﺟُﻮﻩٍ ﻭَ ﺟِﻬَﺎﺕٍ
Âyet-ül Kübra, bu Arabî fıkranın mealine dair demiş: Bu kâinat, nasılki kendini icad ve idare ve tertib eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray, bir kitab gibi, bir sergi, bir temaşagâh gibi tasarruf eden sâni'ine ve kâtibine ve nakkaşına delalet eder; öyle de: Kâinatın hilkatindeki makasıd-ı İlahiyeyi bilecek, bildirecek ve tahavvülâtındaki Rabbanî hikmetlerini talim edecek ve vazifedarane harekâtındaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcudatın kemalâtını ilân edecek ve "Nereden geliyorlar? Ve nereye gidecekler? Ve ne için buraya geliyorlar? Ve çok durmuyorlar, gidiyorlar?" diye dehşetli suallere cevab verecek ve o kitab-ı kebirin manalarını ve âyât-ı tekviniyesinin hikmetlerini tefsir edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir muhakkik üstad, bir sadık muallim istediği ve iktiza ettiği ve herhalde bulunmasına delalet ettiği cihetle; elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın hakkaniyetine ve bu kâinat hâlıkının en yüksek ve sadık bir memuru olduğuna kuvvetli ve küllî şehadet edip "Eşhedü enne Muhammederresulullah" der.
Evet Muhammed'in (A.S.M.) getirdiği nur ile kâinatın mahiyeti, kıymeti, kemalâtı ve içindeki mevcudatın vazifeleri ve neticeleri ve memuriyetleri ve kıymetleri bilinir, tahakkuk eder. Ve kâinat baştan başa gayet manidar mektubat-ı İlahiye ve mücessem bir Kur'an-ı Rabbanî ve muhteşem bir meşher-i âsâr-ı Sübhaniye olur. Yoksa adem ve hiçlik ve zeval ve fena karanlıklarında yuvarlanan karmakarışık vahşetli bir virane ve dehşetli bir matemhane mahiyetine düşer. Bu hakikata binaen, kâinatın kemalâtı ve hikmetli tahavvülâtı ve sermedî manaları, kuvvetli bir tarzda "Neşhedü Enne Muhammederresulullah" der.
Onbeşinci Şehadet:
Pekçok kudsî şehadetleri ihtiva eden, bu kâinatta tasarruf ederek zerrattan seyyarata kadar bütün tahavvülât ve harekât ve sekenat ve hayat ve memat gibi bütün tasarrufat emriyle, iradesiyle, kuvvetiyle bulunan Zât-ı Vâcib-ül Vücud'un icraat-ı rububiyeti ve ef'al-i Rahmaniyeti cihetinde risalet-i Muhammediyeye (A.S.M.) mukaddes şehadetine işaret eden, bu gelen Arabî fıkradır:
ﻭَ ﺑِﺸَﻬَﺎﺩَﺓِ ﺻَﺎﺣِﺐِ ﺍﻟْﻜَٓﺎﺋِﻨَﺎﺕِ ﻭَ ﺧَﻠﺎَّﻗِﻬَﺎ ﻭَ ﻣُﺘَﺼَﺮِّﻓِﻬَﺎ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﺮِّﺳَﺎﻟَﺔِ ﺍﻟْﻤُﺤَﻤَّﺪِﻳَّﺔِ ﺑِﺎَﻓْﻌَﺎﻝِ ﺭَﺣْﻤَﺎﻧِﻴَّﺘِﻪِ ﻭَ ﺑِﺎِﺟْﺮَٓﺍﺍَﺕِ ﺭُﺑُﻮﺑِﻴَّﺘِﻪِ ﻛَﻔِﻌْﻞِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﺎﻧِﻴَّﺔِ ﺑِﺎِﻧْﺰَﺍﻝِ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥِ ﺍﻟْﻤُﻌْﺠِﺰِ ﺍﻟْﺒَﻴَﺎﻥِ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَ ﺑِﺎِﻇْﻬَﺎﺭِ ﺍَﻧْﻮَﺍﻉِ ﺍﻟْﻤُﻌْﺠِﺰَﺍﺕِ ﻋَﻠَﻰ ﻳَﺪَﻳْﻪِ ﻭَ ﺑِﺘَﻮْﻓِﻴﻘِﻪِ ﻭَ ﺣِﻤَﺎﻳَﺘِﻪِ ﻓِﻰ ﻛُﻞِّ ﺣَﺎﻟﺎَﺗِﻪِ ﻭَ ﺑِﺎِﺩَﺍﻣَﺔِ ﺩِﻳﻨِﻪِ ﺑِﻜُﻞِّ ﺣَﻘَٓﺎﺋِﻘِﻪِ ﻭَ ﺑِﺎِﻋْﻠﺎَٓﺀِ ﻣَﻘَﺎﻡِ ﺣُﺮْﻣَﺘِﻪِ ﻭَ ﺷَﺮَﻓِﻪِ ﻭَ ﺍِﻛْﺮَﺍﻣِﻪِ ﻋَﻠَﻰ ﺟَﻤِﻴﻊِ ﺍﻟْﻤَﺨْﻠُﻮﻗَﺎﺕِ ﺑِﺎﻟْﻤُﺸَﺎﻫَﺪَﺓِ ﻭَ ﺍﻟْﻌَﻴﺎَﻥِ ﻭَ ﻛَﻔِﻌْﻞِ ﺭُﺑُﻮﺑِﻴَّﺘِﻪِ ﺑِﺠَﻌْﻞِ ﺭِﺳَﺎﻟَﺘِﻪِ ﺷَﻤْﺴًﺎ ﻣَﻌْﻨَﻮِﻳَّﺔً ﻟِﻜَٓﺎﺋِﻨَﺎﺗِﻪِ ﻭَ ﺑِﺠَﻌْﻞِ ﺩِﻳﻨِﻪِ ﻓِﻬْﺮِﺳْﺘَﺔَ ﻛَﻤَﺎﻟﺎَﺕِ ﻋِﺒَﺎﺩِﻩِ ﻭَ ﺑِﺠَﻌْﻞِ ﺣَﻘِﻴﻘَﺘِﻪِ ﻣِﺮْﺍَﺓً ﺟَﺎﻣِﻌَﺔً ﻟِﺘَﺠَﻠِّﻴَﺎﺕِ ﺍُﻟُﻮﻫِﻴَّﺘِﻪِ ﻭَ ﺑِﺘَﻮْﻇِﻴﻔِﻪِ ﺑِﻮَﻇَٓﺎﺋِﻒَ ﺿَﺮُﻭﺭِﻳَّﺔٍ ﻟﺎَﺯِﻣَﺔٍ ﻟِﻮُﺟُﻮﺩِ ﺍﻟْﻤَﺨْﻠُﻮﻗَﺎﺕِ ﻓِﻰ ﻫَﺬِﻩِ ﺍﻟْﻜَٓﺎﺋِﻨَﺎﺕِ ﻛَﻠُﺰُﻭﻡِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﺔِ ﻭَ ﺍﻟْﺤِﻜْﻤَﺔِ ﻭَ ﺍﻟْﻌَﺪَﺍﻟَﺔِ ﻭَ ﻛَﻀَﺮُﻭﺭَﺓِ ﻟُﺰُﻭﻡِ ﺍﻟْﻐِﺬَٓﺍﺀِ ﻭَ ﺍﻟْﻤَٓﺎﺀِ ﻭَ ﺍﻟْﻬَﻮَٓﺍﺀِ ﻭَ ﺍﻟﻀِّﻴَٓﺎﺀِ
Bu pek kat'î ve çok geniş ve kudsî şehadetin tafsilâtını Risale-i Nur'a havale edip gayet kısacık bir işaretle meal-i icmalîsine bakacağız:
Evet bu kâinatta, gözümüz önünde bu muntazam tasarrufatı içinde adalet ve hikmet ile ve rahmet ve inayet ve himayet ile her zaman iyileri himaye ve fenaları ve yalancıları tokatlamak, rububiyetinin bir âdeti olmasından, ef'al-i Rahmaniyet muktezasıyla bir Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ı Muhammed'in (A.S.M.) eline vermesi ve bine yakın mu'cizelerin pekçok enva'ını ona vermesi ve bütün hâlâtında ve en tehlikeli vaziyetlerinde şefkatkârane himaye ve hattâ güvercin ve örümcekle muhafaza etmesi ve büyük vazifelerinde onu tam muvaffak etmesi ve dinini bütün hakikatlarıyla idamesi ve İslâmiyetini zeminin ve nev'-i beşerin başına geçirmesi ve bütün mahlukat üstünde bir makam-ı şeref ve meşahir-i insaniyenin fevkinde daimî bir rütbe-i makbuliyet ve dost ve düşmanının ittifakıyla en yüksek hasletleri taşıyan bir şahsiyeti vermekle, beşerin beşten birisini ona ümmet etmesi gayet kat'î bir tarzda sadıkıyetine ve risaletine şehadet ettiği gibi, ef'al-i rububiyet cihetinde dahi görüyoruz ki; bu âlemin mutasarrıfı ve müdebbiri, Muhammed'in (A.S.M.) risaletini bu kâinata bir manevî güneş yapıp, -Nur Risalelerinde isbat edildiği gibi- onun ile bütün karanlıkları izale ve nurani hakikatlarını gösterip ve bütün zîşuuru, belki kâinatı hayat-ı bâkiye müjdesiyle sevindirdiği gibi; dinini dahi bütün makbul ehl-i ibadetin fihriste-i kemalâtı ve harekât-ı ubudiyette sağlam bir proğram yapması gibi Muhammed'in (A.S.M.) şahsiyet-i maneviyesi olan hakikatını, Kur'anın ve Cevşen'in delaletiyle tecelliyat-ı uluhiyetine bir âyine-i câmia yapması ve sâbıkan işaret ettiğimiz hakikatların ve ondört asırda her gün ümmetinin bütün hasenatlarının bir mislini kazanmasının ve hayat-ı içtimaiye ve maneviye ve beşeriyedeki âsârının delaletiyle, nev'-i beşere en yüksek reis ve mukteda ve üstad yapması; ve onu büyük ve kudsî vazifelerle beşerin imdadına gönderip rahmet, hikmet, adalet, gıda, hava, mâ, ziya derecesinde insanları onun dinine, şeriatına, İslâmiyetteki hakikatlarına muhtaç
{(Haşiye): Ben bu ihtiyarlığım ve perişaniyetim içinde, Zât-ı Muhammediye'nin (A.S.M.) getirdiği erzak-ı maneviyenin milyondan birisini hissettim. Elimden gelse idi, milyonlar lisanla salavatlarla ona teşekkür edecektim. Şöyle ki: Ben firaktan, zevalden çok inciniyorum. Halbuki sevdiğim dünya ve dünyeviyeler, müfarakatla beni bırakıp gidiyorlar. Ben de gideceğimi biliyorum. Bu pek elîm ve canhıraş me'yusiyete karşı, birden saadet-i ebediye ve hayat-ı bâkiye müjdesini Zât-ı Ahmediye'den (A.S.M.) işitmekle kurtuluyorum ve tam teselli buluyorum. Hattâ teşehhüdde ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻚَ ﺍَﻳُّﻬَﺎ ﺍﻟﻨَّﺒِﻰُّ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ dediğimde ona hem biat, hem memuriyetine teslim ve itaat, hem vazifesini tebrik, hem bir nevi teşekkür ve saadet-i ebediye müjdesine bir mukabeledir ki; Müslümanlar her gün beş defa bu selâmı yaparlar.}
yapması ile oniki küllî ve kat'î hüccetlerle risalet-i Muhammediyeye (A.S.M.) kudsî şehadet ettiği halde, acaba hiç mümkün müdür ki; sinek kanadının ve bir çiçeğin tanziminden lâkayd kalmayan bu kâinat sahibinin bu derece küllî ve geniş şehadetlerine mazhar olan risalet-i Muhammediye (A.S.M.), kâinatın manevî bir güneşi olmasın ?
İşte bu onbeş küllî şehadetler, herbiri pekçok şehadetleri, hattâ "Üçüncü Şehadet" mu'cizat lisanıyla bin şehadeti ihtiva edip öyle bir kat'iyyetle ve kuvvetle "Eşhedü Enne Muhammederresulullah" olan davayı isbat ve tahakkukunu ve kıymetini ve ehemmiyetini ilân etmiş ki; her gün beş defa âlem-i İslâm, yüzer milyon lisanlar ile teşehhüdde o davayı kâinata ilân ettiği gibi; o davanın esası olan hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.), kâinatın çekirdek-i aslîsi, bir sebeb-i hilkati ve en mükemmel meyvesi olduğunu milyarlar ehl-i iman tereddüdsüz tasdik ederek kabul etmişler. Ve bu kâinatın sahibi (Celle Celalühü) o şahsiyet-i maneviye-i Muhammediyeyi (A.S.M.) saltanat-ı rububiyetine bir yüksek dellâlı ve kâinat tılsımının ve hilkat muammasının bir doğru keşşafı ve lütf u rahmetinin bir parlak misali ve şefkat ve muhabbetinin bir belig lisanı ve âlem-i bâkideki hayat-ı daime ve saadet-i ebediyenin en kuvvetli müjdecisi ve elçilerinin en son ve büyüğü bir resul eylemiş.
Acaba bu mahiyetteki bir hakikata kanaat etmeyen veya ehemmiyet vermeyen, ne derece hasaret ve hata ve belâhet ve cinayet ettiği kıyas edilsin!..
İşte namazdaki Fatiha, nasıl İkinci Kısım'da işaratıyla, teşehhüdde "Eşhedü en lâ ilahe illallah"taki hakikat-ı tevhid davasına kat'î hüccetleri gösterir, hadsiz imzalar basar. Bu Üçüncü Kısım'da dahi yine teşehhüdde "Ve eşhedü enne Muhammederresulullah"ta hakikat-ı risalet davasına kuvvetli şahidleri getirip nihayetsiz tasdik imzalarını bastırır.
Yâ Erhamerrâhimîn! Bu Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) hürmetine, bizi onun şefaatine mazhar ve sünnetinin ittibaına muvaffak ve dâr-ı saadette onun âl ü ashabına komşu eyle! Âmîn.. âmîn.. âmîn..
ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺻَﻞِّ ﻭَ ﺳَﻠِّﻢْ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﻭَ ﺻَﺤْﺒِﻪِ ﺑِﻌَﺪَﺩِ ﺣُﺮُﻭﻑِ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥِ ﺍﻟْﻤَﻘْﺮُﻭﺋَﺔِ ﻭَ ﺍﻟْﻤَﻜْﺘُﻮﺑَﺔِ ﺍَﻣِﻴﻦَ
ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻚَ ﻟﺎَ ﻋِﻠْﻢَ ﻟَﻨَٓﺎ ﺍِﻟﺎَّ ﻣَﺎ ﻋَﻠَّﻤْﺘَﻨَٓﺎ ﺍِﻧَّﻚَ ﺍَﻧْﺖَ ﺍﻟْﻌَﻠِﻴﻢُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ