Yirmi İkinci Söz - Sayfa 395
vücudunu bil’asâle kabul etmek gibi gayet derece bir divanelikle, nihayetsiz bir belâhete düşmekliğin lâzım gelir.
Öyle de, Şems-i Ezelînin tecelliyât-ı nuraniyesinden ihyâ, yani “hayat vermek” cihetinde, herbir zîhayat üstünde öyle bir turrası vardır ki, faraza bütün esbab toplansa ve birer fâil-i muhtar kesilseler, yine o turrayı taklit edemezler. Zira, herbiri birer mu’cize-i kudret olan zîhayatlar, herbiri o Şems-i Ezelînin şuaları hükmünde olan esmâsının nokta-i mihrakiyesi suretindedir.
Eğer zîhayat üstünde görünen o nakş-ı acib-i san’atı, o nazm-ı garib-i hikmeti ve o tecellî-i sırr-ı ehadiyeti, Zât-ı Ehad-i Samede verilmediği vakit, herbir zîhayatta, hattâ bir sinekte, bir çiçekte nihayetsiz bir kudret-i fâtıra, içinde saklandığını ve herşeyi muhit bir ilim bulunduğunu ve kâinatı idare edecek bir irade-i mutlaka onda mevcut olduğunu, belki Vâcibü’l-Vücuda mahsus bâki sıfatları dahi onların içinde bulunduğunu kabul etmek; adeta o çiçeğin, o sineğin herbir zerresine bir ulûhiyet vermek gibi, dalâletin en eblehçesine, hurâfâtın en ahmakçasına bir derekesine düşmek lâzım gelir. Zira, o şeyin zerrelerine, hususan tohum olsalar, öyle bir vaziyet verilmiş ki, o zerre, cüz’ü olduğu zîhayata bakar, onun nizamına göre vaziyet alır. Belki o zîhayatın bütün nev’ine bakar gibi, o nev’in devamına yarayacak her yerde zer’ etmek ve nev’inin bayrağını dikmek için kanatçıklarla kanatlanmak gibi bir keyfiyet alır. Belki o zîhayat, alâkadar ve muhtaç olduğu bütün mevcudata karşı muamelâtını ve münasebât-ı rızkıyesini devam ettirecek bir vaziyet tutuyor. İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır.
Elhasıl: Nasıl şu katrelerde ve camın zerreciklerinde olan güneşçikler ve çeşit çeşit renkler, güneşin cilve-i aksine ve in’ikâsının tecellîsine verilmezse, birtek
<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)</td><td>Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)</td></tr><tr><td>Zât-ı Ehad-i Samed: herşey Kendisine muhtaç olduğu fakat Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve tek olan Zât, Allah (bk. v-ḥ-d; ṣ-m-d)</td><td>belâhet: aptallık</td></tr><tr><td>bil’asâle: bizzat, doğrudan</td><td>bâki: kalıcı ve devamlı (bk. b-ḳ-y)</td></tr><tr><td>cihet: yön</td><td>cilve-i akis: yansımanın görüntüsü (bk. c-l-y)</td></tr><tr><td>cüz’: parça (bk. c-z-e)</td><td>dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)</td></tr><tr><td>dereke: en aşağı derece</td><td>divanelik: akılsızlık </td></tr><tr><td>eblehçe: son derece aptalca</td><td>elhasıl: özetle, sonuç olarak</td></tr><tr><td>esbab: sebepler (bk. s-b-b)</td><td>esmâ: isimler (bk. s-m-v)</td></tr><tr><td>faraza: varsayalım ki</td><td>fâil-i muhtar: kendi istek ve iradesi ile iş gören (bk. f-a-l; ḫ-y-r)</td></tr><tr><td>hurafât: hurafeler, batıl inanışlar</td><td>hususan: özellikle </td></tr><tr><td>ihyâ: hayat verme, diriltme (bk. ḥ-y-y)</td><td>in’ikâs: yansıma</td></tr><tr><td>irade-i mutlaka: sınırsız irade (bk. r-v-d; ṭ-l-ḳ)</td><td>katre: damla</td></tr><tr><td>keyfiyet: hal, özellik, nitelik</td><td>kudret-i fâtıra: yaratıcı kudret (bk. ḳ-d-r; f-ṭ-r) </td></tr><tr><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td><td>mahsus: özgü</td></tr><tr><td>mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)</td><td>muamelât: davranışlar</td></tr><tr><td>muhit: kuşatan</td><td>mu’cize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>münasebât-ı rızkıye: rızıkla ilgili münasebetler (bk. n-s-b; r-z-ḳ)</td><td>nakş-ı acib-i san’at: san’atın şaşırtıcı nakşı (bk. n-ḳ-ş; ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>nazm-ı garib-i hikmet: hikmetin hayret verici düzeni (bk. n-ẓ-m; ḥ-k-m)</td><td>nev’: çeşit, tür</td></tr><tr><td>nihayetsiz: sonsuz</td><td>nisbet: bağ (bk. n-s-b)</td></tr><tr><td>nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)</td><td>nokta-i mihrakiye: odak noktası</td></tr><tr><td>suret: şekil (bk. ṣ-v-r)</td><td>tecelliyât-ı nuraniye: parlak, nuranî görüntüler (bk. c-l-y; n-v-r)</td></tr><tr><td>tecellî: görünüm (bk. c-l-y)</td><td>tecellî-i sırr-ı ehadiyet: Allah’ın birlik sırrının herbir varlıkta görünmesi (bk. c-l-y; v-ḥ-d)</td></tr><tr><td>turra: padişahın mührü ve imzası</td><td>ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)</td></tr><tr><td>vücud: varlık (bk. v-c-d)</td><td>zerre: atom</td></tr><tr><td>zerrecik: atom</td><td>zer’ etmek: ekmek, dikmek</td></tr><tr><td>zira: çünkü</td><td>zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir, herşeyi nurlandıran Allah için benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l)</td><td>şua: parıltı</td></tr><tr><td>şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)</td></tr></tbody></table>
vücudunu bil’asâle kabul etmek gibi gayet derece bir divanelikle, nihayetsiz bir belâhete düşmekliğin lâzım gelir.
Öyle de, Şems-i Ezelînin tecelliyât-ı nuraniyesinden ihyâ, yani “hayat vermek” cihetinde, herbir zîhayat üstünde öyle bir turrası vardır ki, faraza bütün esbab toplansa ve birer fâil-i muhtar kesilseler, yine o turrayı taklit edemezler. Zira, herbiri birer mu’cize-i kudret olan zîhayatlar, herbiri o Şems-i Ezelînin şuaları hükmünde olan esmâsının nokta-i mihrakiyesi suretindedir.
Eğer zîhayat üstünde görünen o nakş-ı acib-i san’atı, o nazm-ı garib-i hikmeti ve o tecellî-i sırr-ı ehadiyeti, Zât-ı Ehad-i Samede verilmediği vakit, herbir zîhayatta, hattâ bir sinekte, bir çiçekte nihayetsiz bir kudret-i fâtıra, içinde saklandığını ve herşeyi muhit bir ilim bulunduğunu ve kâinatı idare edecek bir irade-i mutlaka onda mevcut olduğunu, belki Vâcibü’l-Vücuda mahsus bâki sıfatları dahi onların içinde bulunduğunu kabul etmek; adeta o çiçeğin, o sineğin herbir zerresine bir ulûhiyet vermek gibi, dalâletin en eblehçesine, hurâfâtın en ahmakçasına bir derekesine düşmek lâzım gelir. Zira, o şeyin zerrelerine, hususan tohum olsalar, öyle bir vaziyet verilmiş ki, o zerre, cüz’ü olduğu zîhayata bakar, onun nizamına göre vaziyet alır. Belki o zîhayatın bütün nev’ine bakar gibi, o nev’in devamına yarayacak her yerde zer’ etmek ve nev’inin bayrağını dikmek için kanatçıklarla kanatlanmak gibi bir keyfiyet alır. Belki o zîhayat, alâkadar ve muhtaç olduğu bütün mevcudata karşı muamelâtını ve münasebât-ı rızkıyesini devam ettirecek bir vaziyet tutuyor. İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır.
Elhasıl: Nasıl şu katrelerde ve camın zerreciklerinde olan güneşçikler ve çeşit çeşit renkler, güneşin cilve-i aksine ve in’ikâsının tecellîsine verilmezse, birtek
<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)</td><td>Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)</td></tr><tr><td>Zât-ı Ehad-i Samed: herşey Kendisine muhtaç olduğu fakat Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve tek olan Zât, Allah (bk. v-ḥ-d; ṣ-m-d)</td><td>belâhet: aptallık</td></tr><tr><td>bil’asâle: bizzat, doğrudan</td><td>bâki: kalıcı ve devamlı (bk. b-ḳ-y)</td></tr><tr><td>cihet: yön</td><td>cilve-i akis: yansımanın görüntüsü (bk. c-l-y)</td></tr><tr><td>cüz’: parça (bk. c-z-e)</td><td>dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)</td></tr><tr><td>dereke: en aşağı derece</td><td>divanelik: akılsızlık </td></tr><tr><td>eblehçe: son derece aptalca</td><td>elhasıl: özetle, sonuç olarak</td></tr><tr><td>esbab: sebepler (bk. s-b-b)</td><td>esmâ: isimler (bk. s-m-v)</td></tr><tr><td>faraza: varsayalım ki</td><td>fâil-i muhtar: kendi istek ve iradesi ile iş gören (bk. f-a-l; ḫ-y-r)</td></tr><tr><td>hurafât: hurafeler, batıl inanışlar</td><td>hususan: özellikle </td></tr><tr><td>ihyâ: hayat verme, diriltme (bk. ḥ-y-y)</td><td>in’ikâs: yansıma</td></tr><tr><td>irade-i mutlaka: sınırsız irade (bk. r-v-d; ṭ-l-ḳ)</td><td>katre: damla</td></tr><tr><td>keyfiyet: hal, özellik, nitelik</td><td>kudret-i fâtıra: yaratıcı kudret (bk. ḳ-d-r; f-ṭ-r) </td></tr><tr><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td><td>mahsus: özgü</td></tr><tr><td>mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)</td><td>muamelât: davranışlar</td></tr><tr><td>muhit: kuşatan</td><td>mu’cize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)</td></tr><tr><td>münasebât-ı rızkıye: rızıkla ilgili münasebetler (bk. n-s-b; r-z-ḳ)</td><td>nakş-ı acib-i san’at: san’atın şaşırtıcı nakşı (bk. n-ḳ-ş; ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>nazm-ı garib-i hikmet: hikmetin hayret verici düzeni (bk. n-ẓ-m; ḥ-k-m)</td><td>nev’: çeşit, tür</td></tr><tr><td>nihayetsiz: sonsuz</td><td>nisbet: bağ (bk. n-s-b)</td></tr><tr><td>nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)</td><td>nokta-i mihrakiye: odak noktası</td></tr><tr><td>suret: şekil (bk. ṣ-v-r)</td><td>tecelliyât-ı nuraniye: parlak, nuranî görüntüler (bk. c-l-y; n-v-r)</td></tr><tr><td>tecellî: görünüm (bk. c-l-y)</td><td>tecellî-i sırr-ı ehadiyet: Allah’ın birlik sırrının herbir varlıkta görünmesi (bk. c-l-y; v-ḥ-d)</td></tr><tr><td>turra: padişahın mührü ve imzası</td><td>ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)</td></tr><tr><td>vücud: varlık (bk. v-c-d)</td><td>zerre: atom</td></tr><tr><td>zerrecik: atom</td><td>zer’ etmek: ekmek, dikmek</td></tr><tr><td>zira: çünkü</td><td>zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)</td></tr><tr><td>Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir, herşeyi nurlandıran Allah için benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l)</td><td>şua: parıltı</td></tr><tr><td>şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)</td></tr></tbody></table>