Yirmi Yedinci Söz - Sayfa 666
Amma, hadiste varid olan ki, “Âhirzamanda beni görmeyen ve iman getiren, daha ziyade makbuldür”
1 meâlindeki rivâyet, hususî fazilete dairdir, has bazı eşhas hakkındadır. Bahsimiz ise, fazilet-i külliye ve ekseriyet itibarıyladır.
İkinci sual: Diyorlar ki: Ehl-i velâyet ve ashâb-ı kemâlât, dünyayı terk etmişler. Hattâ hadiste var ki, “Dünya muhabbeti bütün hataların başıdır.”
2 Halbuki Sahâbeler dünyaya pek çok girmişler. Terk-i dünya değil, belki bir kısım Sahâbe, o zamanın ehl-i medeniyetinden daha ileri gitmişler. Nasıl oluyor ki, böyle Sahâbelerin en ednâsına, en büyük bir velî kadar kıymeti var diyorsunuz?
Elcevap: Otuz İkinci Sözün İkinci ve Üçüncü Mevkıflarında gayet kat’î ispat edilmiştir ki, dünyanın âhirete bakan yüzüyle, esmâ-i İlâhiyeye mukabil olan yüzünü sevmek sebeb-i noksaniyet değil, belki medar-ı kemâldir. Ve o iki yüzde ne kadar ileri gitse, daha ziyade ibadet ve marifetullahta ileri gider. Sahâbelerin dünyası ise, işte o iki yüzdedir. Dünyayı âhiret mezraası görüp, ekip biçmişler. Mevcudatı, esmâ-i İlâhiyenin âyinesi görüp, müştakane temâşâ edip bakmışlar. Fenâ-i dünya ise, fâni yüzüdür ki, insanın hevesâtına bakar.
Üçüncü sual: Tarikatler hakikatlerin yollarıdır. Tarikatlerin içerisinde en meşhur ve en yüksek ve cadde-i kübrâ iddia olunan tarik-i Nakşibendî hakkında, o tarikatin kahramanlarından ve imamlarından bazıları, esasını böyle tarif etmişler, demişler ki:
Yani, “Tarik-i Nakşîde dört şeyi bırakmak lâzım: Hem dünyayı, hem nefis hesabına âhireti dahi maksud-u hakikî yapmamak, hem vücudunu unutmak, hem
[NOT]Dipnot-1
bk. Müsned, 5:248, 257, 264; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:41, 4:89.
Dipnot-2
bk. el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:368, Hadis No: 3662.[/NOT]
<tbody>
</tbody>
Amma, hadiste varid olan ki, “Âhirzamanda beni görmeyen ve iman getiren, daha ziyade makbuldür”
İkinci sual: Diyorlar ki: Ehl-i velâyet ve ashâb-ı kemâlât, dünyayı terk etmişler. Hattâ hadiste var ki, “Dünya muhabbeti bütün hataların başıdır.”
Elcevap: Otuz İkinci Sözün İkinci ve Üçüncü Mevkıflarında gayet kat’î ispat edilmiştir ki, dünyanın âhirete bakan yüzüyle, esmâ-i İlâhiyeye mukabil olan yüzünü sevmek sebeb-i noksaniyet değil, belki medar-ı kemâldir. Ve o iki yüzde ne kadar ileri gitse, daha ziyade ibadet ve marifetullahta ileri gider. Sahâbelerin dünyası ise, işte o iki yüzdedir. Dünyayı âhiret mezraası görüp, ekip biçmişler. Mevcudatı, esmâ-i İlâhiyenin âyinesi görüp, müştakane temâşâ edip bakmışlar. Fenâ-i dünya ise, fâni yüzüdür ki, insanın hevesâtına bakar.
Üçüncü sual: Tarikatler hakikatlerin yollarıdır. Tarikatlerin içerisinde en meşhur ve en yüksek ve cadde-i kübrâ iddia olunan tarik-i Nakşibendî hakkında, o tarikatin kahramanlarından ve imamlarından bazıları, esasını böyle tarif etmişler, demişler ki:
دَرْ طَرِيقِ نَقْشِبَنْدِى لاَزِمْ اٰمَدْ چَارِ تَرْك: تَرْكِ دُنْيَا،تَرْكِ عُقْبىٰ، تَرْكِ هَسْتِى، تَرْكِ تَركْ.
Yani, “Tarik-i Nakşîde dört şeyi bırakmak lâzım: Hem dünyayı, hem nefis hesabına âhireti dahi maksud-u hakikî yapmamak, hem vücudunu unutmak, hem
[NOT]Dipnot-1
bk. Müsned, 5:248, 257, 264; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:41, 4:89.
Dipnot-2
bk. el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:368, Hadis No: 3662.[/NOT]
Sahâbe: Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan giden Müslümanlar | ashâb-ı kemâlât: kemâl ve olgunluk sahibi insanlar (bk. k-m-l) |
bahis: konu | cadde-i kübrâ: en büyük cadde (bk. k-b-r) |
ednâ: en aşağı | ehl-i medeniyet: medenî insanlar |
ehl-i velâyet: veliler (bk. v-l-y) | ekseriyet: çoğunluk (bk. k-s̱-r) |
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h) | eşhas: şahıslar, kişiler |
fazilet: manevi değer ve üstünlük, erdem (bk. f-ḍ-l) | fazilet-i külliye: genel üstünlük, erdem (bk. f-ḍ-l; k-l-l) |
fenâ-i dünya: dünyanın gelip geçiciliği (bk. f-n-y) | fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y) |
hadis: Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱) | hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) |
has: özel | hevesât: nefsin hoşuna giden gelip geçici arzu ve istekler |
itibar: özellik | kat’î: kesin |
makbul: kabul gören, geçerli | maksud-u hakikî: gerçek maksat, asıl gaye (bk. ḳ-ṣ-d; ḥ-ḳ-ḳ) |
marifetullah: Allah’ı bilme ve tanıma (bk. a-r-f) | medar-ı kemâl: olgunluk sebebi (bk. k-m-l) |
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) | mevkıf: kısım, bölüm |
mezra: tarla | muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b) |
mukabil: karşılık | müştakane: çok arzulu ve istekli bir şekilde |
nefis: kişinin kendisi, canı, hayatı (bk. n-f-s) | rivâyet: Peygamberimizden duyulan ve görülen şeylerin nakledilmesi |
sebeb-i noksaniyet: eksiklik sebebi | tarif etmek: anlatmak, tanımlamak, tanıtmak (bk. a-r-f) |
tarik-i Nakşibendî: Buharalı Muhammed Bahaüddin Nakşibendi Hazretleri tarafından kurulan tarikat (bk. ṭ-r-ḳ; şahıs) | tarikat: mânevî ilerlemeye götüren yol (bk. ṭ-r-ḳ) |
temâşâ etmek: seyretmek, hoşlanarak bakmak | terk-i dünya: dünyayı terk etme |
varid: ulaşan, gelen | ziyade: fazla, çok |
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r) | âhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresi (bk. e-ḫ-r) |
âyine: ayna |
<tbody>
</tbody>