Yirminci Söz - Sayfa 353
İkincisi: Ateşin bir derecesi var ki, burûdetiyle ihrak eder, yani ihrak gibi bir tesir yapar. Cenâb-ı Hak, HAŞİYE-1 سَلاَ ماً lâfzıyla, burûdete diyor ki: “Sen de hararet gibi burûdetinle ihrak etme.” Demek o mertebedeki ateş, soğukluğuyla yandırır gibi tesir gösteriyor. Hem ateştir, hem berddir. Evet, hikmet-i tabiiyede nâr-ı beyzâ halinde ateşin bir derecesi var ki, harareti etrafına neşretmiyor; ve etrafındaki harareti kendine celb ettiği için, şu tarz burûdetle, etrafındaki su gibi mâyi şeyleri incimad ettirip, mânen burûdetiyle ihrak eder. İşte Zemherir, burûdetiyle ihrak eden bir sınıf ateştir. Öyle ise, ateşin bütün derecâtına ve umum envâına cami’ olan Cehennem içinde, elbette Zemheririn bulunması zarurîdir.
Üçüncüsü: Cehennem ateşinin tesirini men edecek ve eman verecek iman gibi bir madde-i mâneviye, İslâmiyet gibi bir zırh olduğu misillü, dünyevî ateşinin dahi tesirini men edecek bir madde-i maddiye vardır. Çünkü, Cenâb-ı Hak, ism‑i Hakîm iktizasıyla, bu dünya dârü’l-hikmet olmak hasebiyle, esbab perdesi altında icraat yapıyor. Öyle ise, Hazret-i İbrahim’in cismi gibi, gömleğini de ateş yakmadı ve ateşe karşı mukavemet haletini vermiştir. İbrahim’i yakmadığı gibi, gömleğini de yakmıyor.
İşte bu işaretin remziyle, mânen şu âyet diyor ki: “Ey millet-i İbrahim! İbrahimvâri olunuz, tâ maddî ve mânevî gömlekleriniz, en büyük düşmanınız olan ateşe hem burada, hem orada bir zırh olsun. Ruhunuza imanı giydirip Cehennem ateşine karşı zırhınız olduğu gibi, Cenâb-ı Hakkın zeminde sizin için sakladığı ve ihzar ettiği bazı maddeler var; onlar sizi ateşin şerrinden muhafaza eder. Arayınız, çıkarınız, giyiniz.”
İşte, beşerin mühim terakkiyâtından ve keşfiyâtındandır ki, bir maddeyi bulmuş, ateş yakmayacak ve ateşe dayanır bir gömlek giymiş. Şu âyet ise, ona mukabil, bak, ne kadar ulvî, lâtif ve güzel ve ebede kadar yırtılmayacak, Hanîfen Müslimen
1 destgâhında dokunacak bir hulleyi gösteriyor.
[NOT]
Haşiye-1 Bir tefsir diyor: سَلاَمًا demeseydi, burûdetiyle ihrak edecekti.
Dipnot-1 bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:67, 95; Nisâ Sûresi, 4:125; En’âm Sûresi, 6:161; Nahl Sûresi, 16:120.[/NOT]
<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)</td><td>Hanîfen Müslimen: Allah’ı bir olarak tanıyan dosdoğru bir Müslüman (Kur’ân-ı Kerimde Hz. İbrahim için söylenen bir ibare) (bk. s-l-m)</td></tr><tr><td>Hazret-i İbrahim: (bk. bilgiler)</td><td>berd: soğuk</td></tr><tr><td>beşer: insan</td><td>burûdet: soğukluk</td></tr><tr><td>cami’ olan: içine alan, kapsayan (bk. c-m-a)</td><td>celb etmek: çekmek</td></tr><tr><td>derecât: dereceler</td><td>dârü’l-hikmet: hikmet yeri; işlerin bir sebep ve zamana bağlı olarak yapıldığı yer olan dünya (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d)</td><td>eman: eminlik, korkusuzluk (bk. e-m-n)</td></tr><tr><td>envâ: çeşitler, türler</td><td>esbab: sebepler (bk. s-b-b)</td></tr><tr><td>halet: hal, vaziyet</td><td>hararet: sıcaklık</td></tr><tr><td>haşiye: dipnot; açıklayıcı not</td><td>hikmet-i tabiiye: tabiat bilgisi (bk. ḥ-k-m; ṭ-b-a)</td></tr><tr><td>hulle: elbise</td><td>ihrak etmek: yakmak</td></tr><tr><td>ihzar etmek: hazırlamak</td><td>iktiza: gerektirme</td></tr><tr><td>incimad ettirmek: dondurmak</td><td>keşfiyât: keşifler (bk. k-ş-f)</td></tr><tr><td>lâfz: söz</td><td>lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)</td></tr><tr><td>madde-i maddiye: maddî madde</td><td>madde-i mâneviye: mânevî madde (bk. a-n-y)</td></tr><tr><td>men etmek: yasaklamak</td><td>millet-i İbrahim: İbrahim milleti, tevhid inancını benimseyenler</td></tr><tr><td>misillü: gibi (bk. m-s̱-l)</td><td>mukabil: karşılık</td></tr><tr><td>mukavemet: karşı gelme, direnç</td><td>mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)</td></tr><tr><td>mâyi: sıvı</td><td>neşretmek: yaymak</td></tr><tr><td>nâr-ı beyzâ: akkor, beyaz ateş</td><td>remz: işaret</td></tr><tr><td>selâmen: “selâmetli ol” (bk. s-l-m)</td><td>tefsir: Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından izah eden, yorumlayan kitap (bk. f-s-r)</td></tr><tr><td>terakkiyât: terakkiler, ilerlemeler</td><td>ulvî: yüce</td></tr><tr><td>umum: bütün</td><td>zarurî: zorunlu, gerekli</td></tr><tr><td>zemherir: şiddetli, yakıcı soğuk</td><td>zemin: yeryüzü</td></tr><tr><td>İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi</td><td>şer: kötülük</td></tr></tbody></table>
İkincisi: Ateşin bir derecesi var ki, burûdetiyle ihrak eder, yani ihrak gibi bir tesir yapar. Cenâb-ı Hak, HAŞİYE-1 سَلاَ ماً lâfzıyla, burûdete diyor ki: “Sen de hararet gibi burûdetinle ihrak etme.” Demek o mertebedeki ateş, soğukluğuyla yandırır gibi tesir gösteriyor. Hem ateştir, hem berddir. Evet, hikmet-i tabiiyede nâr-ı beyzâ halinde ateşin bir derecesi var ki, harareti etrafına neşretmiyor; ve etrafındaki harareti kendine celb ettiği için, şu tarz burûdetle, etrafındaki su gibi mâyi şeyleri incimad ettirip, mânen burûdetiyle ihrak eder. İşte Zemherir, burûdetiyle ihrak eden bir sınıf ateştir. Öyle ise, ateşin bütün derecâtına ve umum envâına cami’ olan Cehennem içinde, elbette Zemheririn bulunması zarurîdir.
Üçüncüsü: Cehennem ateşinin tesirini men edecek ve eman verecek iman gibi bir madde-i mâneviye, İslâmiyet gibi bir zırh olduğu misillü, dünyevî ateşinin dahi tesirini men edecek bir madde-i maddiye vardır. Çünkü, Cenâb-ı Hak, ism‑i Hakîm iktizasıyla, bu dünya dârü’l-hikmet olmak hasebiyle, esbab perdesi altında icraat yapıyor. Öyle ise, Hazret-i İbrahim’in cismi gibi, gömleğini de ateş yakmadı ve ateşe karşı mukavemet haletini vermiştir. İbrahim’i yakmadığı gibi, gömleğini de yakmıyor.
İşte bu işaretin remziyle, mânen şu âyet diyor ki: “Ey millet-i İbrahim! İbrahimvâri olunuz, tâ maddî ve mânevî gömlekleriniz, en büyük düşmanınız olan ateşe hem burada, hem orada bir zırh olsun. Ruhunuza imanı giydirip Cehennem ateşine karşı zırhınız olduğu gibi, Cenâb-ı Hakkın zeminde sizin için sakladığı ve ihzar ettiği bazı maddeler var; onlar sizi ateşin şerrinden muhafaza eder. Arayınız, çıkarınız, giyiniz.”
İşte, beşerin mühim terakkiyâtından ve keşfiyâtındandır ki, bir maddeyi bulmuş, ateş yakmayacak ve ateşe dayanır bir gömlek giymiş. Şu âyet ise, ona mukabil, bak, ne kadar ulvî, lâtif ve güzel ve ebede kadar yırtılmayacak, Hanîfen Müslimen
[NOT]
Haşiye-1 Bir tefsir diyor: سَلاَمًا demeseydi, burûdetiyle ihrak edecekti.
Dipnot-1 bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:67, 95; Nisâ Sûresi, 4:125; En’âm Sûresi, 6:161; Nahl Sûresi, 16:120.[/NOT]
<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)</td><td>Hanîfen Müslimen: Allah’ı bir olarak tanıyan dosdoğru bir Müslüman (Kur’ân-ı Kerimde Hz. İbrahim için söylenen bir ibare) (bk. s-l-m)</td></tr><tr><td>Hazret-i İbrahim: (bk. bilgiler)</td><td>berd: soğuk</td></tr><tr><td>beşer: insan</td><td>burûdet: soğukluk</td></tr><tr><td>cami’ olan: içine alan, kapsayan (bk. c-m-a)</td><td>celb etmek: çekmek</td></tr><tr><td>derecât: dereceler</td><td>dârü’l-hikmet: hikmet yeri; işlerin bir sebep ve zamana bağlı olarak yapıldığı yer olan dünya (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d)</td><td>eman: eminlik, korkusuzluk (bk. e-m-n)</td></tr><tr><td>envâ: çeşitler, türler</td><td>esbab: sebepler (bk. s-b-b)</td></tr><tr><td>halet: hal, vaziyet</td><td>hararet: sıcaklık</td></tr><tr><td>haşiye: dipnot; açıklayıcı not</td><td>hikmet-i tabiiye: tabiat bilgisi (bk. ḥ-k-m; ṭ-b-a)</td></tr><tr><td>hulle: elbise</td><td>ihrak etmek: yakmak</td></tr><tr><td>ihzar etmek: hazırlamak</td><td>iktiza: gerektirme</td></tr><tr><td>incimad ettirmek: dondurmak</td><td>keşfiyât: keşifler (bk. k-ş-f)</td></tr><tr><td>lâfz: söz</td><td>lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)</td></tr><tr><td>madde-i maddiye: maddî madde</td><td>madde-i mâneviye: mânevî madde (bk. a-n-y)</td></tr><tr><td>men etmek: yasaklamak</td><td>millet-i İbrahim: İbrahim milleti, tevhid inancını benimseyenler</td></tr><tr><td>misillü: gibi (bk. m-s̱-l)</td><td>mukabil: karşılık</td></tr><tr><td>mukavemet: karşı gelme, direnç</td><td>mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)</td></tr><tr><td>mâyi: sıvı</td><td>neşretmek: yaymak</td></tr><tr><td>nâr-ı beyzâ: akkor, beyaz ateş</td><td>remz: işaret</td></tr><tr><td>selâmen: “selâmetli ol” (bk. s-l-m)</td><td>tefsir: Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından izah eden, yorumlayan kitap (bk. f-s-r)</td></tr><tr><td>terakkiyât: terakkiler, ilerlemeler</td><td>ulvî: yüce</td></tr><tr><td>umum: bütün</td><td>zarurî: zorunlu, gerekli</td></tr><tr><td>zemherir: şiddetli, yakıcı soğuk</td><td>zemin: yeryüzü</td></tr><tr><td>İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi</td><td>şer: kötülük</td></tr></tbody></table>