- Bu konu 1 yanıt içerir, 1 izleyen vardır ve en son Anonim tarafından güncellenmiştir.
-
YazarYazılar
-
26 Haziran 2014: 22:56 #682096Anonim
Baslikta yazdigim gibi Eş’arilere göre insanin hür iradesi yoktur. Onlara göre Allah insani kafir veya mümin olmaya zorluyor. Yani tam bir cebir görüsü hakim bu ekolde. Baslangicta ben bazi kaynaklarda böyle oldugunu okumustum ama inanamadim, cünkü Ehl-i Sünnet’in iki büyük ekollerinden’dir Es’ariyye mezhebi. Ama ne var ki uzun arastirmalardan sonra hakikaten Es’ariyyenin irade anlayisinin Cebriyyeninkiyle esit oldugunu gördüm. Es’arilerin böyle görüslere sahip olmalarina hala saskinim.
Belirtmem gerekir ki Ebu Ishak El Isferayini ve Bakillani gibi Es’ari alimleri, insanin hür cüz-i iradeye sahip oldugunu kabul ediyorlar. Bu yazdiklarim çoklari icin gecerli ise de bütün Es’ariler icin gecerli degildir.
SORU: Eger dedigin gibi Es’arilere göre hür irade yoksa, peki ozaman insan nasil sorumlu olabilir?CEVAP: Es’arilere göre Teklifi mala yutak, yani Allah’in kuluna kaldiramiyacagi yükü yüklemesi caiz’dir ve vaki’dir, cünkü
“O, yaptığından dolayı sorgulanamaz fakat onlar sorgulanırlar” (Enbiya: 23) ayetine göre Allah sorgulanamaz ve diledigini yapar. Bundan dolayi Allah dilerse kulunu kafir yapar ve onu mümin olmadigi icin de sorumlu tutar.
Bu aynen su misale benzer: Farzimuhal Allah hasa bir insani yaratsa ve onu havada ucmakla sorumlu tutsa, ama insan yaratilisi geregi kanatlari olmadigi icin ucamazsa, Allah da ucamadigi icin ona sonsuz bir iskenceyle cezalandirsa, iste bu teklifi mala yutak olur. Iste Es’arilere göre bu caiz’dir ve vaki’dir.Herzaman biz Bediüzzamanin dedigi gibi Allah “Hakim’dir, abes is yapmaz” diye ögrendik. Zaten bundan dolayi Maturidi mezhebi böyle görüsleri reddetti. Maturidilere göre Allah hikmetsizlikten, abes birsey yapmaktan, zulümden münezzeh’tir.
Gelelim delillere. Maalesef Es’arilerle Maturidiler arasindaki farklar sanki sadece lafzi imis gibi kücültülüyor. Bu dogru degil. Maturidiler ile Es’ariler arasindaki fark, en az Maturidiler ile Mutezile veya Cebriyye arasindaki fark kadar’dir. Böyle olmasaydi iki farkli mezhepten söz edilemezdi bile.
DELILLER:Fahreddin Razi, Tefsiri Kebir Mefatihul Gayb
Araf 179 Anlamayan Kalpler, Görmeyen Gözler, İşitmeyen Kulaklar
“Bunun böyle olduğu sabit olunca, deriz ki: “Kalbte meydana gelen bu nefret ve düşmanlığın yer etmesi ile insanın bu şiddetli nefret ve düşmanlığın, kulun ihtiyarı ile (iradesi ile) olmadığı sabittir. Yine kalbte böyle şiddetli nefret ve düşmanlığına rağmen, o şeyi anlamasının ve bilmesinin imkansız olduğu sabittir. Bunun da böyle olduğu sabit olunca, o zaman kendisinden kurtuluş olmayan bir “CEBRiN” SÖZ KONUSU OLDUGUNU SÖYLEMEK GEREKIR…
…Ben derim ki, Bu, son derece kıymetli ve güzel bir izahtır. Bu parça, insanı, kaza ve kader meselesinin sırrına muttalî eder. Çünkü uzuvların işleri, kalbin hallerine bağlıdır. Kalbin her hali de, kendinden önce mevcud olan bir başka hale dayanmaktadır. İnsan bunu anlayınca, ister istemez, bir mecburiyet altında olduğunu itiraf eder. Alim GAZZALI (r.h), “İHYA”sinda, “Cebr inancını” anlatmak için bir bölüm açmıştır. Orada şöyle der: “Eğer, birşey yapmak istediğim zaman bakıyorum ki onu yapabiliyorum. Yapmamak istediğimde de, bakıyorum ki onu yapmıyorum. Öyleyse fiillerim, başkası tarafından değil, kendi tarafımdan oluyor” diye soran olursa şöyle cevap verilir: Farzet ki sen kendini böyte buluyorsun. Fakat biz diyoruz ki: Sen kendini, birşeyi dilemek istediğinde, onu dileyebiliyor; dilememek istediğinde de dilemeyebiliyor bir kişi olarak bulabiliyor musun Senin bunun böyle olduğunu söyleyebileceğini sanmıyorum. Aksi takdirde bu husustaki iş, sonsuza uzanır. Aksine -istesen de istemesen de- neticede o şeyi dilersin. O şeyi dileyince de -istesen de istemesen de- yaparsın. Şu halde senin onu dilemen, dilemenden sonra da onu gerçekleştirmen senin elinde olan bir şey değildir. DEMEK KI INSAN, MUHTAR SURETINDE OLAN BIR MUZTARDIR (yani özerk görünümünde olduğu halde aslında küllî iradeye tâbidir).”Neml 4, 5
“Yine fiillerin başlangıcının da bir takım ilimler olduğu anlaşılır. O halde kulların fiillerinin tamamı zarurîdir. Binâenaleyh bu demektir ki, insan aslında mecbur olduğu halde muhtar (irade sahibi) görünmektedir. Böylece, her iş yapanın, o işini ona güzel gösterenin Allah Teâlâ olduğu sabit olmuş olur. Binâenaleyh ayetteki “tezyin” (süslü gösterme) ile, Cenâb-ı Hakk´ın o insanın kalbinde, yapacağı o işte, bir takım lezzet ve menfaatlerin olacağı bilgisini yaratması kastedilmiştir. Cenâb-ı Hakk insanın kalbinde, zararlı ve kötü şeylerin bilgisini yaratmaz. Binâenaleyh bu aklî ve kesin deliller ile, bu ayeti zahirî manasına almanın gerekliliği sabit olmuş olur.”Bakara 286 Takat Getirilemeyecek Yük Hakkında
“Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez, (Herkesin) kazandığı (hayır) kendi faydasına, yaptığı (şer) kendi aleyhinedir. “Ey Rabb´imiz, eğer unutursak veya yanıhrsak, bizi tutup azarlama” (Bakara, 286).
Bil ki bu âyetle ilgili birkaç mesele bulunmaktadır:
…
Âlimlerimiz, “Aklî deliller bu şekildeki tekliflerin vaki olabileceğine delâlet etmektedir. Binâenaleyh bu âyetin muhtemel olan başka mânâsına başvurmak gerekir” demişlerdir. (“Alimlerimiz” ile kastettigi büyük ihtimalle Es’ari mezhebine mensub Ehl-i Sünnet alimleridir.)Birinci hüccet: Küfür üzere ölen kimsenin bu şekilde ölmesi, Allahu Teâlâ´nın ezelde o kimsenin kesinlikle imân etmeyeceğini ve küfür üzere öleceğini bildirir. Böylece, Allahu Teâlâ´nın o kimsenin imân etmeyeceğinin mevcut olmasını ve imansızlığını bilmesi, çeşitli yerlerde izah ettiğimiz üzere, imanın bulunmasına münafidir, aykırıdır. Bu da, bizzat apaçık bir mukaddimedir. O halde, o kimsenin imân etmeyeceğini bile bile onu imân etmekle mükellef tutmak, zit olan iki şeyi telif etmekle sorumlu tutmak gibi olur. Bu delil, “ilim” mevzuunda câri olduğu gibi, “cebr” hususunda da câridir.
İkinci hüccet: Kuldan bir fiilin sudûru, sebeplere dayanmaktadır. O sebepleri ise, Allahu Teâlâ yaratmıştır. Durum böyle olunca, “teklîf-i mâla yutak” kaçınılmaz olur. Biz, kuldan bir fiilin sudur etmesinin sebeplere İstinâd ettiğini söyledik. Çünkü kulun kudreti bir fiili yapmaya veya yapmamaya elverişli olunca, bu durumda iki taraftan birisinin, bir müreccih olmadan, diğerine ağır basması hâlinde, mümkün olan bir şeyin müreccihsiz meydana gelmesi gerekir ki, bu da bir yaratıcının yokluğu demektir. Yine biz, o sebeplerin Allah´tan olduğunu söyledik. Çünkü eğer o sebepler kuldan olsaydı, o sebebi meydana getirme işi, başka bir sebebe dayanırdı ki, bu durumda da teselsül îcâb ederdi.Biz, “durum böyle olunca cebr lâzım gelir” dedik; çünkü iki taraftan birini tercih eden bir sebep bulunduğunda, diğer taraf “mercûh” durumuna düşmüş olur (tercih edilmez). Mercûh olanın racih olması ise imkânsızdır, meydana gelemez. Mercûh imkânsız olunca, bu iki zıt şeyin dışına çıkılamıyacağı zaruretine binaen, râcih olan şey vâcib olmuş olur, (mutlaka meydana gelir). Öyleyse mükellef olduğu halde kâfirden imânın sudur etmesi imkânsız olur. Böylece de teklif, “teklîf-i mâla yutak” olur.
Üçüncü hüccet: Teklif, ya, iki sebebin müsavi olması durumunda kula teveccüh eder veyahut da, iki sebepten birisinin rüçhâniyyeti söz konusu olduğu halde teveccüh eder. Buna göre, eğer birincisi olursa bu “teklîf-i mâla yutak” olmuş olur. Çünkü eşitlik, rüçhaniyyete zıddır. Kul, sebepler eşit olduğu halde mükellef tutulduğu zaman, o vakit de kul iki zıddın arasını cem etmekle mükellef tutulmuş olur. Eğer ikincisi olursa, “râcih” olanın (meydana gelmesi) vâcib, “mercûh” olanın ise (meydana gelmesi) imkânsız olur. Eğer râcih olanın teklif edilmesi söz konusu olursa, muhakkak ki vâcib olan tahakkuk etmiş olur. Eğer, teklif mercûh olan ile ilgili olursa, bu durumda da, imkânsız olan teklif edilmiş olur.(Razi hür irade’nin ihtimalini kendince bu delille reddetmis oluyor.)Dördüncü hüccet: Allahu Teâlâ, Ebu Leheb´i imân etmekle mükellef tutmuştur. İmân ise, Allah´ı, haber verdiği her şeyde tasdik etmektir. Allahu Teâlâ, Ebu Leheb´in imân etmeyeceğini haber vermiştir. Bu durumda da Ebu Leheb, imân etmeyeceğine imân etmekle mükellef olmuş olur ki, bu da “teklîf-i mâla yutak” olur.
Beşinci hüccet: Kul, fiilinin tafsilâtını bilemez. Çünkü, parmağını hareket ettiren bir kimse, içinde parmağını hareket ettirmiş olduğu anların sayısını bilemez. Zira, kelâmcılara göre yavaş hareket, duraklamalarla karışık birtakım hareketlerden ibarettir. Kulun ise, bazı vakitlerde hareket edeceği, bazı vakitlerde hareket etmeyeceği ve yine nerede hareket edip nerede hareket etmeyeceği hatırına gelmez. Dolayısıyla kul fiilinin tafsilâtını bilemeyince, onun mucidi, yaratıcısı da olamaz. Çünkü o, bir takım fiillerden meydana gelmekte olan bu hususi sayıyı îcâd etmeyi, meydana getirmeyi kastetmem iştir. Eğer o, daha fazlasını ve daha azını değil de bu sayıyı yapmış olsaydı, o zaman da muhakkak ki mümkin, müreccihsiz ağır basmış olurdu ki, bu da imkânsızdır. Böylece kulun mûcid olmadığı, fiillerini yaratmadığı ortaya çıkmış olur. Kul, fiillerinin yaratıcısı olmayınca da, zikrettiğimiz şekilde, “teklîf-i mâla yutak” kaçınılmaz olur. İşte bu konuda söylenebilecek olan aklî, kat´î ve yakın ifâde eden açıklamalar bunlardır.
Böylece biz, âyetin mutlaka tevil edilmesi gerektiğini anlamış olduk…..”
(Görüldügü gibi Fahreddin Razi Teklif-i mala yutaki aciklarken kafirlerin iman etme kudretinin bulundugunu veya daha dogrusu her türlü hür iradeyi reddetti. Halbuki bir fiili yapmak ile yaratmak’la ne alakasi var. Es’ari mezhebinin tanimina göre bir fiili yapmak onu yaratmakla esittir. Bundan dolayi kuldan yapmayi da nefyederler. Kulun kesbetmesi, sadece irade ile hadis kudretin fiile taallukudur. Hepsini Allah yaratir ve yaptirir. Burada kulun hürriyetine yer yoktur. Öyle oldugu halde Es’ariler fiili hakikatte kul yapti derler, Kuran’da acik nasslarin bulunmasindan dolayi. Bundan maksatlari kulun kesbidir ve bu da tamamen Allah’tan yaratilir, yani Allah kula kesbettirmek istedigini kesbettiriyor. Kul böylece fiilini kesbettigi icin, mes’ul oluyor. Ama ne var ki bundan tam cebir cikiyor. Kulun iradede hürriyeti kalmiyor. Es’ariye göre kulun iradesinde hür olmadigini bircok alim bildiriyor, Imam-i Rabbani de Es’arinin cebr-i mutevassit oldugunu bildiriyor. Mektubatinda 289. Mektubuna bakilirsa görülecektir. Ayrica Imam-i Rabbaniye göre kulun fiilini gercekten yapabilmesi icin ayrica kulun kudretinin tesiri olmasi lazim, ama bunun zarari yok cünkü bu tesiri de yaratan Allah’tir. Bunun disinda asagida yazili olan kaynlaklara bakilirsa kolayca görülecektir. Ibn Hazm’in ve Ibn Teymiyenin de Es’arin görüsünün “mükemmel bir cebir” olarak gördüklerini de okumustum. Bu konuda kaynaklar cok.)
Kehf 29 İman ve Küfrün Yaratılması
“Mutezile şöyle der: Allah Teâlâ´nın “Arttk dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun” ifadesi, iman-küfür, itaat-masiyet vb. şeylerdeki işin, kula ve onun iradesine bırakıldığına, dair sarih bir ifâdedir. Binâenaleyh, kim bunu kabul etmezse, Kur´ân´ın açık nassına muhalefet etmiş olur.” Andolsun ki, bazı kimseler bana bu ayeti sordular da, ben de, bu ayetin bizim görüşümüzün doğruluğuna delâlet eden delillerin en güçlüsü olduğunu söyledim. Bu böyledir, zira bu ayet, iman ve küfrün tahakkuk etmesinin, imanı ve küfrü dilemenin tahakkuk etmesine bağlı olduğu hususunda sarîh bir ifadedir. Akıl da, açıkça bunu gösterir. Çünkü, seçim yapabilen aklın, o şeye yönelmeksizin ve onu tercih etmeksizin tahakkuk etmesi imkânsızdır. Bunun iyice kavradığında şimdi biz diyoruz ki: O kasıt ve ihtiyarın, (seçmenin) gerçekleşmesi, eğer kendisinden Önce bulunan bir kasıt ve ihtiyar ile olmuşsa, o zaman sonsuza kadar her kasıt ve ihtiyardan önce bir kasıt ve ihtiyarın bulunması gerekir. Halbuki bu, imkânsızdır. Binâenaleyh, o kasıt ve tercihlerin, o zorunlu kasıt bulunduğu zaman, Cenâb-ı Hakk´ın kulda zarurî olarak yarattığı kasıt ve tercihe varıp dayanması gerekir. Zarurî olan tercih ise, fiili gerektirir. O halde insan, ister dilesin, isterse dilemesin, eğer onun kalbinde, muarızı bulunmayan o kafi irade bulunmazsa, fiil meydana gelmez. Ama o kesin irâde bulunursa, kul ister dilesin, isterse dilemesin, fiil o irâdeye varıp dayanır, Meşîetin bulunması, fiilin bulunmasına; fiilin bulunması da, meşîetin bulunmasına dayanmaz.- Binâenaleyh insan, görünüşte muhtar, ama aslında muztar ve mecbur olan bir varlıktır. Ebu Hamid el-Gazali bu hususu, İhyatu Ulûmi´d-dîn adlı eserinin Tevekkül bölümünde ele alarak şöyle der: “Eğer sen, “Ben kendimde, bir şeyi yapmak istediğimde onu yapabilme; yapmamak istediğimde de onu yapmamaya dair zarurî bir şey buluyorum. Binâenaleyh, yapıp yapmamak başkasında değil, benim elimdedir” dersen, ben buna şöyle cevâp verebilirim: Farzedelim ki sen kendinde böyle bir şey hissediyorsun. Ama sen kendinde, bir fiili dilediğinde, o meşîetin olduğunu; dilemediğinde de onun meydana gelmediğini hissedebiliyor musun? Tam aksine akıl, o kimse fiili istediğinde, o istekten önce bulunan bir meşîete göre bunu istediğine şehâdet eder. O, fiili istediğinde, o fiil, bu noktada hemencecik ve bir seçme olmaksızın meydana gelir. Binâenaleyh, kalbde istemenin bulunması, zorunlu birşeydir. Fiilin o meşîete (istemeye) dayanması da zorunlu birşeydir. Binâenaleyh bu her şeyin Allah´tan olduğuna delâlet eder.”Enbiya 23: Sorumsuz Olan Yalnız Allah´dır
(Razi Teklifi mala yutak’in caiz olmadigi görüsünü burada Mutezileye nispet ediyor, halbuki Maturidiler de ayni görüstedirler. Burada teklifi mala yutaki mümkün görmeyenlere cevap veriyor.)“Bu delillere (Teklifi mala yutakin mümkün olmadiginin delillerine) şu iki açıdan cevab verilir:
1) Sizin, mükellefiyetin olmadığını isbata yönelik bu şüpheleri ortaya atmaktan maksadınız, bizim de mükellefiyetin bulunmadığını söylememizi ve kabul etmemizi wnn etmek ise, o zaman siz bizi, mükellefiyetin olmadığını kabul etmekle mükellef kilmiş olursunuz ki bu bir çelişkidir.
2) Sizin, bu şüphelerdeki ifadeleriniz, “Mükellefiyetlerin tamamı, “teklif-i mâla yutak”dır. Binâenaleyh hakim olanın, kullarına bunu yüklemesi caiz değildir” seklindeki tek düşüncenize dayanır. Dolayısıyla da bu şüphelerinizin neticesi, Cenâb-ı Hakk´a, “Kullarını niçin mükellef tuttun ” denilmesini gerektirir. Fakat biz Hak Sübhânehû ve Teâlâ´nın, “O yapacağından mes’ul olmaz. Fakat onlar (insanlar), mes’ul olurlar” olduğunu beyân ettik. Binâenaleyh bununla, Cenâb-ı Hakk´ın, “O yapacağından mes´ul olmaz” ayetinin, “Fakat onlar mes´ul olurlar” ifadesinin bir aslı ve temeli gibi olduğu ortaya çıkar. Bu sebeble, Kur´ân ilminin sırlarından bir nebzesine vâkıf olmak için, bu enteresan incelik üzerinde iyi düşün.”Nahl 35-37 Müşriklerin Bazı Bahaneleri
“Allah’a ortak koşanlar dediler ki: “Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık, O’nun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Kendilerinden öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere düşen sadece apaçık bir tebliğdir.” (Nahl, 35)“…Böylece Allah Teâlâ´nın, onların rezillik ve lanete müstehak olmalarına hükmetmesinin, onların “Eğer Allah dileseydi, ne biz, ne atalarımız O´ndan başka hiçbirşeye tapmazdık” şeklindeki sözlerinde yalancı olduklarından değil, aksine onların durumunun böyle olmasının, peygamberler gönderilmesine mâni olacağına inanmalarından ötürü olduğu, bu inanca ise yanlış olduğu, işte bundan dolayı onların alabildiğine zemme ve lanete müstehak oldukları sabit olmuş oldu. Bu konuda, güvenilecek doğru cevap budur.”
Imam Gazali, el-iktisad fil-itikad (Itikat’ta ölcülü olmak) adli eserinde:
“Allahın kullarını hiçbir teklif ile yükümlü kılmaması, onları güçlerinin dışında olan şeylerle sorumlu kılması veya herhangi bir karşılık vermeksizin onlara eziyet etmesi ve sıkıntı vermesi de caizdir. Yine kulları için aslah (en iyi) olana riayet etmesi, günahi cezalandırıp itaati mükafatlandırması da Allah için vacip değildir. Aksine Yüce Allah dilerse onları mükâfatlandırır, dilerse cezalandırır. O bütün kâfirleri affedebilir, bütün müminleri cezalandırabileceği gibi, bu onun hiçbir sıfatına da aykırı düşmez”
Kitap: el-Mesailül-hilâfiyye beynel-Eşariyye vel-Mâtürîdiyye, Yazari: Osmanli Seyhü’l-Islami Imam Semseddin bin Süleyman ibn Kemal Pasa (Kemal Pasazade)-Maturidiye göre kulu kaldiramiyacagi yükle sorumlu tutmak caiz degildir. Esariye göre kulu kaldiramiyacagi yükle sorumlu tutmak caizdir.
-Maturidiye göre mantiken ve şer’an müminlerin ebedi cehennemde ve kafirlerin cennette kalmalari caiz degildir. Eşariye göre ise aklen caiz, ama şer’an caiz degildir.
-Maturidiye göre kulun fiili halk degil kesb’dir. Allah’in fiili kesb degil halk’dir. Ikisi de kulun fiilinde dahil’dir. Eş’ariye göre fiil halk ile yani yok’tan yaratmayla esittir ve kulun kesbine sadece mecazen fiil deniyor.
Kitap: Osmanli Şeyhülislami Mehmed Esad Efendi ve Eşarîlik-Maturidîlik İhtilafına İlişkin Risalesi
“-On altıncı mesele teklîf-i mâ-lâ-yutâkda ihtilâflarıdur. Mâturîdî Allah Teâlâ’den bizlere teklîf-i mâ-lâ-yutâk itmek câiz degildür didi. Tafsîli İmâm Nesefî ‘Umde’de beyân itmişdür. Lâkin Eş’arî tecvîz idüp “küffâra îmân ile teklîf bu kabîldendür” dimişdür. Tafsîli Mevâkıf’da ve Müsâyere’de beyân olunmışdur…..”
“-Yirminci mes’ele fiil-i Bârî’nin kabîh ile ittisâfında ihtilâflarıdur. Ehl-i îmânı cehennemde muhalled ve Ehl-i küfri cennetde (muhalled) kılmak gibi. Mâturîdî aklen kabîhdür, Bârî Teâlâ kabîh olanı işlemez didi. Lâkin Eşarî Bârî Teâlanın fiili kabîh ile (ittisâf) itmez diyüp fiil-i mezbûr kendiden sâdır olaydı kabîh olmazdı didi. Tafsîli Tadîl-i Ulûmâ’da, Umde’de ve Müsâyere’de beyân olunmışdur….”
“-Otuz yedinci mes’ele tesîr-i kudretde ihtilâflarıdur. Mâturîdî “asl-ı fiil Bârî Teâla’nın kudreti iledür ve fiilin tâ’at ya masıyet olması kudret-i abd iledür diyüp kudreti abde tesîr-i isbât itdi. Lâkin Eş’arî “efâl-i ibâd ancak kudretullah iledür diyüp” kudretin abdde tesîri yokdur didi. Tafsîli Şerh-i Mevâkıf’da beyân olunmışdur……”
Kitap: Irâde-i Cüziyye Risâlesi, Yazari: Muhammed b. Mustafa el-Akkirmânî
“….Es’arî Mezhebinin Beyanı Cebir-i Mutavassıta kâildir. Bu mezhep taraftarları der ki, kulların fiilleri kendi ihtiyârları iledir, ıztırar ile degildir. Ancak kulun ihtiyarı Allah teâlâdan cebir iledir; yani kullar fiilerinde muhtar/özgürdürler. Ancak ihtiyar ve irâdelerinde muztarlardır derler. Bu mezhebe göre sâlih ameller ve ona sa’y (çaba) ve kasd mukadder ise elbette hâsıl olur. Mukadder degil ise, amellerin var olması/ ortaya çıkması imkânsızdır. Acaba insan amelde ve terkte mecbûrdur; kilu kâl’ faide etmez diye ortaya çıkan vesveseye bu mezhep erbâbı nasıl cevap verir? Eger vesveseyi defetmede, derlerse ki, irâde-i cüz’iyyede mecbûruz ama irâdeyi amel cânibine sarf etmede muhtarız/serbestiz, yine faide vermez. Zira ihtiyar ve irâdede, fiillerin ve amellerin ıztırarında, ıztırarîlik iktizâ eder. Zirâ irâde-i cüziyye demeleri, ancak ol ameli cüz’iyyeye müteallik oldugundandır. Bu yönüyle irâdede ıztırar, elbette amelde ıztırârı gerektirir. Zikredilen vesveye cevâp kolayca mümkin olmaz. Bu mezhep sahabe, tabiin ve selef-i sâlihin kavillerine de muhaliftir. Bunlar cebir ve tefviz yoktur deyip ancak emir (bu is) iki durum arasındadır derler. Yani fiil, ancak Allah’ın yaratmasıyladır, kulun kesb ve ihtiyarda sun’u yoktur desek, cebir lazım gelir ve eger fiil, kulun kendisinin ihtiyârîyledir, Allah teâlânın yaratmada dahli yoktur desek, tefviz ve kader lazım gelir. Mezhep, Mu’tezilî mezhebi olur derler. Imdi hak ve dogru, hidayet imâmı Ebû Mansûr Mâtürîdî mezhebidir ki irâdede ve amelde özgürüz, cebir yoktur söylemiyle problem çözümlenmistir…..”Kitap: Kelam İlmi ve İslam Akaidi, Serhul Akaid Taftazani, Hazirlayan Süleyman Uludağ:
“3- MATURİDÎLİKLE EŞ’ARÎLİK ARASINDAKİ FARKLAR bölümünde:“16. Maturidî: İnsanların güç yetiremediği bir şeye Allah’ın teklif etmesi mümkün değildir. Eş’arî: Caiz ve mümkündür. (Yunus, 44:”Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler.“)
17. Maturidî: Allah’ın fiillerinde, zaruret yolu ile değil, lüzum ve lütuf yolu ile hikmet ve illetler vardır. Eş’arî: Allah’ın fiillerinde lüzum yolu ile değil, cevaz yolu ile hikmetler olabilir, fakat olmayabilir de.
18. Maturidî: Hikmet,Allah’ın ezelî bir sıfatıdır. Eş’arî: Ezelî bir sıfat değildir.
20. Maturidî: Allah çirkin bir şey yapmaz, zira çirkin bir şeyi yapması çirkin olur. Bu da aklen imkânsızdır. Allah mü’mini ebedi olarak cehennemde yakmaz, kâfiri cennete göndermez. Eş’arî: Allah’ın fiillerinde çirkinlik diye bir şey yoktur. Allah bir peygamberi ebedi olarak cehennemde yaksa, buna karşılık bir kâfiri cennete gönderse dahi çirkin bir iş yapmış olmaz. (Elbette Allah diledigini yapar ve mülkünde diledigi gibi tasarruf eder, ama Allah Hakim’dir. Kalem, 35:”Öyle ya, (Allah’a) teslimiyet gösterenleri, (o) günahkârlar gibi tutar mıyız hiç? Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?“)
22. Maturidî: Akıl bazı şeylerin güzelliğini ve çirkinliğini (hüsnünü ve kubhunu) idrâk edebilir. Eş’arî: Akıl hiç bir şeyin güzelliğini ve çirkinliğini kavrayamaz. (Madem ki kavrayamaz Islam’in hak din oldugunu nasil bilsin? Nasil sorumlu olsun? Araf, 28: “De ki: “Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?” Hem Kuranda Allah’in iyilik yapmayi emrettigini. Demek insan güzelligi ve cirkinligi kavramak fitratinda yaratilmistir.)
37. Maturidî: İnsan fiili esas olarak Allah’ın kudreti ve tekvini iledir, günah ve sevap, kötü ve iyi vasfını kazanması insanın kudreti iledir. Eş’arî: İnsan fiili tek başına Allah’ın kudreti tarafından meydana getirilir. İnsan kudretinin fiilin meydana gelmesinde herhangi bir dahli ve tesiri yoktur.”
48. Maturidî: Hüsnü ve kubhu zatî olan iman ve küfür gibi şeylerin neshi caiz değildir. Eş’arî: Caizdir.
49. Maturidi:Peygamber gönderilmeden önce bazı hükümlerin bilinmesi mümkündür. Eş’ari: Mümkün değildir.”Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi ((Şerhul Akaid, Taftazani, Hazırlayan Süleyman Uludağ), Dergâh Yayınları: 227-247):
“Es’arilerin delilleri…
İnsan fiili ihtiyarî ve iradî değil, ızdırarî ve cebrîdir. Zira İnsanların cüz’î irâdeleri de küllî irâdeleri de Allah tarafından yaratılmıştır. îrâdei cüziyenin mahlûk olduğu kabul edilmeyecek olursa deriz ki: însan fiil ve harekete sevkeden, irâde-i cüziyenin fiillere taalluk etmesini sağlayan bâis, dâiye ve âmil (istek ve arzular) dediğimiz şeyler mahlûktur. Bunların mahlûk olmadıkları söylenemez. Zira bu takdirde devr ve teselsül lazım gelir. Netice itibariyle insan fiili ızdırarî ve cebrî olmaktan kurtulamaz. Izdırarî ve cebrî fiillerde ise güzellik ve çirkinlik düşünülemez. Bununla beraber biz Eş’arîler güzellik ve çirkinliğin esasta ve gerçekte var olmayıp izafi bir şey olduğunu söylemekle beraber, âdetlerin cereyan tarzına göre halk arasında güzellik ve çirkinlik şeklinde ortaya çıkan ve söylenen kavramları aklın idrâk edeceğini inkâr etmeyiz. Biz ancak Allah’a nisbetle medh ve sevabı veya zemm ve cezayı hak etmek mânasına gelen güzelliği akıl idrâk edemez, diyor ve bunu inkâr ediyoruz.”EŞARÎ’NİN TEOLOJİK GÖRÜŞLERİ, Doç.Dr.Erkan YAR
“Edinim (Yani Kesb) teorisi nedeniyle Eşarî’nin insan fiilleri hakkındaki anlayışını cebri bir anlayış olarak değerlendirmek gerekir. Bunun da ötesinde Cebriyye isminin Eşari’nin insan fiilleri konusundaki görüşünden ötürü onu tanımlamak için kullanılması mümkündür. Nitekim İbn Nedim, kendisi ifade etmese de muhtemelen onun insan fiilleri hakkındaki görüşünden ötürü onu Cebriyye kelamcıları arasında saymaktadır. Aynı şekilde Şerîf Murtezâ da Eşarî kelamcılarını Mücbire kelamcıları olarak kabul etmektedir. Bu tanımlamalar, Eşarî’nin insan fiillerini açıklarken insanın irade özgürlüğünü kabul etmemesi ve onun fiillerinin belirleyicisi olarak kendisi dışında bir varlığı yani Allahı kabul etmesi nedeniyle, son tahlilde cebri anlayış olarak değerlendirildiğinden doğru kabul edilebilir.”Bunun disinda bu kaynaklara da müracaat edilebilir, irade, kaza ve kader konularinda genis malumat veriliyor:
– IMAMI RABBANI EL MÜCEDDIDI ELFI SANI, Mektubat-i Rabbani, 289. Mektup (Kaza ve kaderin ince bilgilerini anlatmakdadır)
– MEVLANA HALID-I ZIYAUDDIN BAGDADI ZÜLCENAHEYN, Mektubat, 9. Mektup (Bu mektup, irade-i cüziye meselesinin tahkiki hakkında olup buna “el-ikdu’l-Cevheri fi’l-Fark Beyne Kesbeyi’l-Maturidi ve’l-Eşari” adı verilmiştir.)
– SEYH MUHAMMED ZIYAUDDIN, Mektubat-i Seyh Hazret, 1. Mektup, 71. Mektup (Kullarda cüzi ihtiyari olduğu meselenin en mükemmel bir şekilde tahkiki ve beyanı, Eşariye ile Matüridiye’ye göre, kesb ile irade-i cüziyyenin arasındaki farkı hakkında)
– Es’ari alimlerinden olan Imam Kurtubi’nin tefsirine de bakilabilir. Burada gördügüm kadariyla insanin iradesinin hür olmadigi yazar.
– INSANIN FIILLERI KONUSUNDA MATÜRIDl VE EŞ’ARi ARASINDAKi IHTILAF, Doç. Dr. Süleyman TOPRAK
– ES’ARILER ILE MATÜRIDILER ARASlNDAKI GÖRÜŞ AYRILIKLARI, Prof. Dr. Emrullah Yüksel– “FAHREDDİN RÂZÎ’NİN MÂTURÎDÎLERLE OLAN TARTIŞMALARI VE ELEŞTİRİSİ” Yüksek Lisans Tezinde Razi’nin Tekvin ve Teklifi malayutakin caiz ve vaki olduguna dair görüslerine yer veriliyor ve Razi’nin eserlerinden kaynak’lar veriliyor.
– Esari kelaminda insanin sorumlulugu – Mahmut Ay (Islami Arastitmalar Dergisi, Cilt 17, sayi:2, 2004, sayfa 91 – 107)
– Karsli davud efendinin irade-i cüziyye anlayisi – Dr. Arif Yildirim
– AHLAKI GÖNÜLLÜLÜK iLK CEBRiLER VE EŞ’ARiLER – Majid FAKHRY (ONDOKUZ MAYIS ÜNiVERSiTESi iLAHiYAT FAKÜLTESi DERGiSi Sayı : 9 Samsun 1997)
– EŞARÎ’NİN TEOLOJİK GÖRÜŞLERİ, Doç.Dr.Erkan YAR
– MÂTÜRİDİYYE İLE EŞ’ARÎYYE MEZHEPLERİ ARASINDA İHTİLAF MI ? SUNİ DALGALANMA MI? – Halil TAŞPINAR (cumhuriyet üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi, cilt X/1, s. 213-250, haziran 2006)
– MEFÂTÎHUL-GAYB’DA KULLARIN FLLERI ILE ILGLI TARTISMALAR – Ali TEMEL (YÜKSEK LISANS TEZI)
-….. Daha fazla kaynak verebilirim ama bukadari yeter. Bütün bunlar ayni zamanda Internetten de indirilebilir. Google’de arayan bulur. Dileyene Link’lerini yollarim veya topluca burada yazarim.Üstad Hz’lerinin 26. Söz olan Kader Risalesindeki gürüsüne gelince
Sanirim ki Üstad Hz’lerinin, kulun meyelandaki tasarrufu Es’ariyece bir emr-i itibari oldugunu beyan etmesi, baska türlü Es’ari mezhebini cebriyeden kurtarmanin mümkün olmadigindan’dir, dolayisiyla meyelandaki tasarruf bir emr-i itibari olarak görülmezse Es’ari mezhebi tam cebriye olur. Zannimca bu görüs Üstad’in Es’ariye karsi bir hüsn-ü zannin’dan dolayi yaptigi bir yorum’dur… Es’ari mezhebinde oldugu gibi, meyelanin mahluk oldugu farz edilse, mantiken bu mezheb ancak meyelan’daki tasarrufun kula verilmesiyle cebr’den kurtulmasi ve böylece Ehl-i Sünnete uydurulmasi mümkün olur.
Yoksa ben simdiye kadar Es’ari mezhebine göre meyelandaki tasarrufun bir emr-i tibari oldugunu, yani meyelanin kulun tasarrufu ve onun itibari altinda oldugunu hic bir kitap’ta görmedim veburada gösterdigim kaynaklar da bunu destekleyecek bir mahiyette degil’dir.
Ikinci ihtimal olarak da belki Üstad’in hakikaten bir kaynak eser’de Es’ariye göre meyelandaki tasarrufun bir emr-i itibari oldugunu gördügüdür. Eger böyleyse bu kaynak eser hangisidir?
Es’ari tabiat kanunlarini ve olaylar arasinda’ki nedenselligi bile kabul etmiyor, cünkü tabiat’ta bir tesir ve nedenselligin bulunmasini Allah’in kudretini sinirlandirmak olarak algiliyor. Böyle bir bakiş acisindan bakilirsa, insana az da olsa bir tesir vermek mümkün degil. Aşagidaki Ayetlerin zahir anlamlari Eş’arilerin ileri sürdügü cebriyeci kader anlayişini reddediyor, Maturidilerin “ilim maluma tabi’dir” şeklinde formüle edilen kader anlayişini destekliyor Allahu A’lem. (Imam-i Razi tefsirinde tevillerle buna benzer ayetlere de cebriyeci kader görüsünü uydurabliyor. Bu Tevil’de büyük ihtimalle merkezde cebriyeci kader anlayişi yatiyor veya Eş’ariyye mezhebine aşiri bagliligindan dolayi Mutezileye karsi bir anti-tezi sergileme istegi yatiyor…)
[FONT=&]Zuhruf Suresi, [/FONT]([FONT=&]20[/FONT]): [FONT=&]””Eğer Rahman dileseydi, biz onlara (meleklere) kulluk etmezdik” dediler. Bu konuda hiçbir bilgileri[/FONT][FONT=&]yoktur.[/FONT][FONT=&]Onlar sadece yalan söylüyorlar[/FONT]“Fatir Suresi, (37): “Onlar cehennemde, “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim” diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir: ) “Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”
Ilmi bir yaklasimla bu meseleyi konusalim. Kimse kendi hevasindan konusmasin, delili varsa getirsin. Eger hata yaptiysam, bazi seyleri yanlis anladiysam, beni düzeltin. -
YazarYazılar
- Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.