• Bu konu 0 yanıt içerir, 2 izleyen vardır ve en son Anonim tarafından güncellenmiştir.
2 yazı görüntüleniyor - 1 ile 2 arası (toplam 2)
  • Yazar
    Yazılar
  • #642086
    Anonim

      İNŞALLAH BU BÖLÜMDE PAYLAŞIMLARIMIZ DEVAM EDER ÜMİDİ İLE KONUYU ACTIM….İLK ÖRNEK TABLODA BİZDEN OLSUN
      SAID İBNU AMİR EL-CUMAHİ

      Said İbnu Amir el-Cumahî, dünya karşılığında Ahireîi satın almış, Allah ve 6nun Peygamberini her ikisine tercih etmiş kişidir».[1][1]

      Genç Said İbnu Amir, Hz. Evluhammed’in (s.a.v.) Kureyş tarafın­dan yakalanan sahâbisi Hubeyb İbnu Adiyy’in öldürüldüğünü görmek için Kureyş ileri gelenlerinin davetiyle Mekke’nin dışındaki Tenîm’e çıkan binlerce kişiden birisiydi.

      Genç oluşu ona; başkaların! kenara iterek Ebu Sufyan İbnu Harb, Safvan İbnu Umeyye ve merasimlerde ön sıralarda yeralması gereken başka kimseler gibi Kureyş büyükleriyle yanyana durma imkânını ver­di,

      Bu.Saİd’e Hubeyb’in şahsında Hz. Muhammed’den (s.a.v.) intikam almak ve onu öldürmekle Bedir’deki ölülerinin öcünü almak için, ka­dın, çocuk ve gençlerin zincire vurulu olarak ölüm alanına götürdükleri Kureyş’in esirini görme imkânını da vermişti..

      Bu insan yığını, öldürmek için hazırladıkları yere esiri getirdik­lerinde, genç Said İbnu Amir uzun boyuyla Hubeyb’e yaklaşıp darağa-cının önünde durdu. Kadın ve çocuk çığlıkları arasında onun şöyle de­diğini duydu:

      — N’olur, bırakın da ölmeden önce iki rek’ât namaz kılayım». Ve onlar isteğini yerine getirdiler…

      Sonra onun Kabe’ye yöneiip iki rek’ât namaz kılışını seyretti. Daha sonra onun Kureyş ileri gelenlerine yaklaşıp:

      — Vallahi, eğer ölümden korktuğum için namazı uzatmış oldu­ğumu düşünmeseydiniz, daha fazla namaz kılmak isterdim», dediğini duydu.

      Böylece o, kendi halkının Hubeyb’i diri diri fırçaladıklarını bizzat gözleriyle görmüştü. Kavmi, Hubeyb’in vücudunu parçalarken şöyle diyordu:

      — Kendin kurtulup Muhammed’In (s.a.v.) senin yerinde olması­nı ister misin?» O da kanlar içinde:

      —Vallahi, Muhammed’e [s.a.v.) bir diken batırılması karşılığın­da kurtulmayı ve çoluk çocuğumun arasında rahat olmayı istemem», diye cevap veriyordu.

      Onun bu cevabı üzerine, halkın elleri havaya kalkar:

      — Öldürün onu!.. Öldürün onu!..» sesleri yükselir.

      Saîd İbnu Amir- Hubeyb’in darağacından gözünü semâya dikerek şöyle dediğini de, duymuştu:

      — Allah’ım! Onları unutma, onları yok et ve hiçbirini sağ bı­rakma».

      Böylece o, yağdırılan mızrak ve savrulan kılıç darbeleri arasında son nefesini verdi.

      Kureyş Mekke’ye döndü. Günlük problemleri ve sıkıntıları arasın­da Hubeyb’i ve onun öldürülüşünü çabucak unuttu. Fakat Hubeyb, genç Saîd’in hatırından bir an bile çıkmadı. Uyuduğunda rüyasında, uyanık­ken hayalinde onu görüyordu. O, darağacının önünde iki rek’ât nama­zını kılıyordu. Onun Kureyş’e ettiği beddua kulaklarımda çınlıyordu. O yüzden, kendisine bir yıldırım çarpmasından veya üzerine gökten bir taş düşmesinden korkuyordu.

      Hubeyb, Saîd’e daha önce bilmediği birçok şeyi öğretmişti : Gerçek hayatın bir inanç ve ölünceye kadar bu inanç uğrunda bir mücâdele olduğunu öğretmişti.

      Yine ona köklü bir imanın olmazları olur hale getirdiğini öğretmişti.

      Ona başka birşeyi daha öğretmişti: Arkadaşlarının tam desteği­ne sahip tek kişi kendisine yücelerden vahiy eden Hz. Peygamber (s.a.v.) dir.

      İşte böylece, Allah, Saîd Ibnu Amir’in göğsünü İslâm’a açtı. Her­kesin içinde kalkıp Kureyş’in işlediği günahlardan uzak kaldığını, onların putlarını kaldırıp attığını ve Allah’ın dinine girdiğini açıkladı.

      Saîd İbnu Amir Medine’ye hicret etti. Hayber ve ondan sonralJ savaşlarda Rasûlüllah’la (s.a.v.) beraber oldu.

      Rasûlüllah’ın (s.a.v.) vefatından sonra Saîd, Halife Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in ellerinde, kınından sıyrılmış bir kılıç oldu ve dünya karşılığında ahireti satın alan, Allah’ın rızasını, onun vereceği sevabı nefsin diğer isteklerine ve bedenin arzularına tercih eden mü’minlş-rin biricik ve tek örneği olarak yaşadı.

      Rasûlüllah’ın (a.s.v.) bu iki halifesi, Saîd İbnu Amir’in doğrulu­ğunu ve dindarlığını bilirler, onun nasihat ve sözlerini dikkate alırlardı. Halife olduğunda Ömer İbnu’l-Hatîab’m yanına girip şöyle demişti^:

      — Ey Ömer! Halkın işlerini yaparken Allah’tan korkmanı, Allah’ın emirlerini yerine getirirken insanlardan korkmamanı ve sözünün fiiline aykırı olmamasını tavsiye ederim. Sözün en hayırlısı, fiilin doğruladı­ğıdır.

      Ey Ömer! Uzak yakın işlerini üzerine aldığın müslümanfarla îlçi-len. Kendin ve ailen için istediğini onlar için de iste. Kendin ve ailen için istemediğini onlar için de İsteme. Hakkı elde edinceye kadar zor­luklara göğüs ger. Allah’ın emirlerini yaparken hiçbir dedikodudan ve kınamadan korkma».

      Ömer :

      — Buna kimin gücü yeter- ya Saîd?» dedi. Saîd :

      —. Allah’ın, Muhammed (s.a.v.) ümmetinin başına getirdiği

      kendisiyle Allah arasında hiç kimse olmayan senin gibi birinin buıjıa gücü yeter».

      Bir ara, Hz. Ömer, Saîd’i kendisine yardımcı olmaya çağırarak dedi ki :

      — Saîd! Biz seni Humus’a vali tayin etmek istiyoruz». Saîd :

      — Ömer! Allah rızası için, bunu benim başıma belâ etmemeni istiyorum» dedi. Hz. Ömer’in canı sıkıldı ve :

      — Yazıklar olsun size! Bu işi (hilâfeti) benim boynuma geçili­yorsunuz, sonra da beni yalnız bırakıyorsunuz. Vallahi seni bırakmarh» dedi. Ve onu Humus’a vali olarak tayin etti. Hz. Ömer :

      — Sana biraz aylık bağlayayrm mı?» dedi. Saîd:

      —. Ben onu ne yapacağım! Bana gelenler zaten İhtiyacımdan fazladır» deyip Humus’a gitti.

      Bir müddet sonra, Emîr-ül Mü’minîn’e, Humus halkından güven­diği bazı kişiler geldi. Hz. Ömer onlara ;

      «Bana fakirlerinizin isimlerini yazın da ihtiyâçlarını karşılayayım» dedi. Bir mektup gönderdiler. İçin­de : Falanca, falanca ve Saîd İbni Amir» yazılıydı. Ömer:

      «Saîd İbni Amir kimdir?» dedi. Onlar:

      «Vaîimizdir» dediler. Hz. Ömer:

      «Valiniz fakir mi? » dedi. Onlar:

      «Evet, vallahi o, uzun günlerini evinde hiç ateş yakmadan geçirir. «Hz. Ömer, gözyaşları sakalını islatincaya kadar ağ­ladı. Sonra, ona bin dinar göndermeye karar verdi. Dinarları bir tor­baya koydu ve onlara şöyle dedi :

      «— Ona, benden selâm söyleyiniz. Emir-ül Mü’minin. şenin İhtij yâçların için şu parayı gönderdi deyiniz».

      Saîd’e para torbasını getirdiler. Torbanın içine baktı. Bir de ne göı sün dinarlar! Paralan kendisinden uzaklaştırmaya ve :

      «— İnnâ lillâhî ve innâ ileyhi râcı’ûn (Biz Allah’a aidiz ve elbet­te ona döneceğiz», demeye başladı. Sanki başına bîr felâket gelmiş veya önemli bir mes’eleyle karşılaşmıştı. Çünkü bu âyet, başa gelen bir musibet anında söylenir. Karısı merakla koşup geldi :

      «— Ne oluyor sana, Saîd! Yoksa Emîr-ül-Mü’minin mi öldü?

      _Tam tersi, ondan daha büyüğü!

      — Müslümanların başına bir iş mi geldi?»

      — Yoo, ondan daha büyüğü».

      — Neymiş ondan büyüğü?»

      — Dünya, âhiretimi bozmak için, benim evime girdi. Fitne be-evime yerleşti».

      – Öyleyse ondan kurtulmaya bak». — Dinarlardan haberi yoktu —

      «— Bana bu konuda yardım eder misin?»

      – Evet».

      Saîd dinarları alıp torbalara koydu ve müslümanların fakirlerine ti.

      Kısa bir müddet sonra, Hz. Ömer incelemelerde bulunmak üzere Şam diyarına gitti. Humus’a geldiğinde, halk — valileri şikâyetleri se­bebiyle Humus’a “Küçük Küfe” denilird

      — Ona «hoş geldin» demeye gitti. Ömer dedi ki : «Valinizi nasıl buluyorsunuz?» Ömer’e valiyi şi­kâyet edip, birbirinden büyük dört hareketini söylediler.

      Hz. Ömer bizzat kendisi anlatmaktadır:

      «Saîd’le şikâyetçileri bir araya getirdim ve Allah’a onun hakkında düşüncelerimde yanılmadığımı göstermesi için duâ ettim. Günkü ona büyük güvenim vardı. Hepsi bir aradayken dedim ki :

      «— Valinizden şikâyetiniz nedir?» Onlar:

      «— Gün yükselinceye kadar bizim yanımıza çıkmaz» dediler.. ta

      «—Bu konuda ne diyorsun Saîd» dedim. Biraz sustuktan sot şöyle konuştu :

      «— Vallahi, bunu söylemek istemiyordum. Fakat şimdi mutlaka söylemem gerekiyor. Benim ailemin hizmetçisi yok. Her sabah ben kalkıp, onlara hamur yoğuruyorum. Mayalanmcaya kadar biraz oyala­nıyorum. Sonra ekmek yapıyorum. Sonra da abdest alıp halkın arasına çıkıyorum».

      Ömer anlatmaya devam etmektedir:

      Onlara sordum :

      «— Bundan başka şikâyetiniz nedir?» Dediler ki :

      «— Geceleyin hiç birimizin işini görmez».

      «— Bu konuda ne dersin Saîd?» dedim.

      — Vallahi, bunu da açıklamak istemiyordum. Ben, gündüzü on­ların işlerine, geceyi de Aziz ve Celîl olan Allah’a ibadete ayırdım» dedi.

      «—- Başka şikâyetiniz nedir?» dedim.

      «— Ayda bir gün bizim aramıza çıkmaz» dediler.

      «— Bu nedir Saîd?» dedim.

      «— Ey Mü’minlerin Emîri! Benim hizmetçim yok, üzerimdekînden başka elbisem de yok. Ayda bîr defa, elbisemi yıkarım ve kuruyuncaya kadar beklerim. Akşama doğru onların arasına çıkarım». Sonra yine sordum :

      «—Daha başka şikâyetiniz nedir?» dedim. Dediler k! :

      «— Bazan şuurunu kaybeder ve yanındaki kimselerden haberi ol­maz».

      «— Bu nedir Saîd?» dedim. O da şöyle cevap verdi:

      «— Ben müşrikken, Hubeyb İbnu Adiyy’in şehîd edilişine şâhid

      oldum. Kureyşiilerin, onun vücûdunu paramparça ettiklerini gördüm.

      Şehîd edilmeden önce. ona şöyle sormuşlardı :

      <— Muhammed'in (s.a.v.) senin yerinde olmasını İster misin?» O da şöyle cevap vermişti : «— Vallahi, Muhammed’e [s.a.v.) bir diken batması karşılığında, ailem ve çocuğumla birlikte rahat olmayı istemem…» O güne ait hatırladığım şeyler, Allah’a inanmayan bir müşrik olarak Hubeyb’e o du­rumda yardım edememem sebepleriyle Allah’ın beni hiç bir zaman af-fetmiyeceği düşüncesine kapıldım. İşte ben bu yüzden ara sıra şuuru­mu kaybediyorum», dedi. Bunun üzerine, Hz. Ömer şöyle dedi : «— Onun hakkındaki görüşlerimde beni yanıltmayan Allah’a hamd olsun». Sonra ona ihtiyâçlarına harcaması için bin dinar gönderdi. Karısı bin dinarı görünce ona dedi ki : «—Yaptığın hizmetten dolayı, bizi zenginleştiren Allah’a hamdoi-. Kendimize biraz yiyecek satın al. Bir de hizmetçi tut». Kocası da ona : «— Sana bundan daha iyisini söyleyeyim mî?» dedi. Karısı : «— O nedir?» dedi, O : «— Biz bunları, en çok muhtaç olacağımız anda (Kıyamette) bize verilmek üzere, şimdi bizden daha muhtaç olanlara verelim», dedi. Karısı : «— O nasıl oluyor?» dedi. O da : «— Onları Allah’a güzel bir ödünç olarak veririz», dedi. Karısı : «— Tamam, Allah sana bunun mükâfatını versin», dedi. Oturduk­ları yerden kalkınca hemen, dinarları keselere koydu. Ailesinden biri­ne şöyle dedi : Bunları falancanın dullarına, falancanın yetimlerine, falancanın yoksullarına ve falanca ailenin muhtaçlarına götür.» Allah, Saîd İbnu Amir’den razı olsun. O, kendileri fakir olsalar bi­le başkalarını nefislerine tercih eden kimselerdendi.[2][2] [1][1] Tarihçiler [2][2] Saîd İbn Amir el-Cumahî hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız 1- Tehzîbu’t-tehzîb, İV/51. 2- İbn Asakir, VI/145-147. 3- Sıfetu’s-safve, 1/273. 4- Hılyetu’l-evliya, 1/244. 5- Tarihu’l-İslâm, 11/35. 6- El-İsabe, IH/326. 7- Nesebu Kureyş, s. 399. Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/9-15.

      #703128
      Anonim

        devamı gelmiş maşallah

      2 yazı görüntüleniyor - 1 ile 2 arası (toplam 2)
      • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.