Şükür Risalesi – Yirmi Sekizinci Mektup

/, Sohbetlerimiz, yirmisekizincimektupmakale/Şükür Risalesi – Yirmi Sekizinci Mektup

Demek kâinat bütün heyetiyle insana hizmet ediyor denilse doğrudur.Bu resmin manası olması lazım gelmez mi? Seni onlara hakim yapan, neden yaptı? Senden bir murad yok mudur? Olmaması abes olmaz mı? Bu kadar ihtiram hurmet ve itaat ve hizmet edilen insan başı boş bırakılabilir mi? mlk_rh 

 

 

 

Bismillâhirrahmânirrahîm,

 

ŞÜKÜR RİSALESİ

 

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanda, tekrar ile

 

اَفَلاَ يَشْكُرُونَ.. اَفَلاَ يَشْكُرُونَ.. وَسَنَجْزِى الشَّاكِرِينَ لَئِنْ شَكَرْتُمْ َلاَزِيدَنَّكُمْ بَلِ اللهَ فَاعْبُدْ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِرِينَ

 

  

gibi âyetlerle gösteriyor ki: Hâlık-ı Rahman ibadından istediği en mühim iş, şükürdür.

 

Furkan-ı Hakîm’de gâyet ehemmiyetle şükre davet eder. Ve şükür etmemekliği, nimetleri tekzib ve inkâr suretinde gösterip

 

 فَبِاَىِّ آلاَءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

fermanıyla, Sure-i Rahman’da şiddetli ve dehşetli bir surette otuz bir defa şu âyetle tehdid ediyor. Şükürsüzlüğü, bir tekzib ve inkâr olduğunu gösteriyor. Evet Kur’ân-ı Hakîm nasılki şükrü netice-i hılkat gösteriyor; öyle de Kur’ân-ı Kebir olan şu kâinat dahi gösteriyor ki: Netice-i hılkat-i âlemin en mühimmi, şükürdür.

Çünki kâinata dikkat edilse görünüyor ki: Kâinatın teşkilâtı şükrü intac edecek bir surette herbir şey, bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor. Güya şu şecere-i hılkatin en mühim meyvesi, şükürdür. Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulâtın en a’lâsı, şükürdür. Çünki hılkat-i âlemde görüyoruz ki; mevcudat-ı âlem bir daire tarzında teşkil edilip, içinde nokta-i merkeziye olarak hayat halkedilmiş.

 

 

Buradaki hayat Hayy isminin cilvesi ve mahluk olub bir vucuda girdiği zaman o vucudda canlanmaya sebebdir. O vucuda kabilyetlerini ve istidadlarını göstermesine sebebdir. Bir nevi ölü gibi olan çekirdekler içerine hayatın girmesi ile istidadlarını gösterirler. Tum bitkileri canlandıran hayattır, tum hayanları canlandıran hayattır, tum insanları canlandıran hayattır, tum ruhları ve ruhanileri ve melekleri canlandıran hayattır. Demek nerede ruhaniyat varsa nerede melek varsa orada hayat vardırki onun içine girer onu canlandırır madem melekler ve ruhaniler kainatın her yerindedir. Demek hayat kainatın her yerindedir.

 

Çünki hılkat-i âlemde görüyoruz ki; mevcudat-ı âlem bir daire tarzında teşkil edilip, içinde nokta-i merkeziye olarak hayat halkedilmiş.

 

Tum mevcudat hayatın etrafında dönmektedirler. Hayatın dairesine girmek için koşturmaktadadırlar.

 

Bütün mevcudat hayata bakar, hayata hizmet eder, hayatın levazımatını yetiştirir.

 

Buradan anlıyoruzki-kâinatı halkeden zât, ondan o hayatı intihab ediyor.

 

Sonra görüyoruz ki; zîhayat âlemlerini bir daire suretinde îcad edip, insanı nokta-i merkeziyede bırakıyor.

 

Evet; kainat hayatın etrafında pervane oldu, levazımat oluştu kudret zihayatları icad etti, zihayatla bitkiler, hayvanlar, melekler, ruhaniler, cinler ve insanlar, kâinat dairesinin içindeki seçilmişler dairesidir. Bu ikinci daire.

 

Bu seçilmişler dairesinin merkezine Rabbimiz, insanı koymuştur. Dikkat edilse bu zihayatlardan insan gibi sanatca ustun olanı ve kabilyetce küllli olanı yok. Demek insan zihayatlar dairesnin merkezidir.

 

Âdeta zîhayatlardan maksud olan gâyeler onda temerküz ediyor; madem insan zihayatların merkezidir bu işaret ederki zihayatlardan maksud olanlar gayelerinde merkezi insandır. Bütün zîhayatı onun etrafına toplayıp, ona hizmetkâr ve müsahhar ediyor, kainat zihayatlar hizmet ediyordu zihayatlarda insanın etrafında pervanedirler insana hizmet etmektedirler itaat etmektedirler.

 

Demek kâinat bütün heyetiyle insana hizmet ediyor denilse doğrudur. Bitkileri nabatatları hayatları olduğu halde alır yeriz. Elmayı dalından koparır yerir; elma bizi yemez, bize itiraz etmez, beni yiyemezsin demez. Koyun, keçi, inek gibi hayvanları keser, ruhlarını ve hayatlarını ellerinden alırız. Etlerini kebab yapar, kuzu kızartması yapar lezzetlede yeriz, ama biz onların ruhlarını ellerininden aldık, hayatlarını ellerinden aldık, etlerini istediğimiz gibi tukettik; itiraz etmediler. Bir kerede ben sizi yiyeyim demediler, kesilmeye yatırıldılar firar etmediler. Hatta bazı koyunlar biliyorum; sanki kes beni, ye beni der gibi itaat ediyorlar; adeta kendileri bıçağa yatıyorlar. İnsana bu kadar mı güzel hizmet edilir ve itaat ettirilir …

 

İnsanı onlara hâkim ediyor.

 

Bu resmin manası olması lazım gelmez mi? Seni onlara hakim yapan, neden yaptı? Senden bir murad yok mudur? Olmaması abes olmaz mı? Bu kadar ihtiram hurmet ve itaat ve hizmet edilen insan başı boş bırakılabilir mi?

 

Demek Hâlık-ı Zülcelal, zîhayatlar içinde insanı intihab ediyor, âlemde onu irade ve ihtiyar ediyor.

 

–Yeri gelmişken konu dışı bir şey aklıma geldi paylaşayım; alemde uzayda insan ustu varlık araştıranlar veya var diye iddia edenlere olmadığına dair burası delildir. Eğer insan ustu varlık olsaydı, alemin merkezine o konudur ve herşey ona hizmet ederdi ama yok; demek insan ustu varlık yok.–

 

Sonra görüyoruz ki; âlem-i insaniyet de, belki hayvan âlemi de bir daire hükmünde teşkil olunuyor ve nokta-i merkeziyede rızık vaz’edilmiş.

 

Üçüncü dairemiz insan ve hayvan gibi rızıkla geçinenler dairesi. Bu dairenin merkezinede rızık konmuş ve insan ve hayvan rızkın etrafında dönmektedirler.

 

Bütün nev’-i insanı ve hattâ hayvanatı rızka âdeta taaşşuk ettirip, onları umumen rızka hâdim ve müsahhar etmiş. Onlara hükmeden rızıktır. Rızkı da o kadar geniş ve zengin bir hazine yapmış ki, hadsiz nimetleri câmi’dir.

 

Her bahar bir vagon gibi rızık dolu olarak gelir, rızka muhtac olanara rızıklarını yetiştirir.

 

Demek kâinat içinde en acib, en zengin, en garib, en şirin, en câmi’, en bedi’ hakikat rızıktadır.

 

Evet; bizlerin her gun işe gelmesi, hergün yemek yemesi, su içmesi, havayı teneffus etmesi, bizim rıza olan aşk derecesindeki bağlılığımızdır. Demek bizlerde rızkın etrafında dönüyoruz. Rabbim helalinden versin ve helaline harcatsın inşallah

 

 

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

 

el Fatiha

 


 

 

 

 

 

 

Bismillâhirrahmânirrahîm,

 

Şimdi görüyoruz ki: Herşey nasılki rızkın etrafında toplanmış, ona bakıyor; evveli dersimizde burası izah edilmişti. Kâinat dairesinin merkezinde hayat konulmuştu, hayatın merkezinde insan ve hayvan konulmuştu, insan ve hayvan dairesinin merkezinede rızık konulmuştu. Demek tüm bu daireler rızkın etrafında toplanmış ona bakıyorlar.

 

Öle de rızık dahi bütün enva’ıyla manen ve maddeten, halen ve kalen şükür ile kaimdir, şükür ile oluyor, şükrü yetiştiriyor, şükrü gösteriyor. Çünki rızka iştiha ve iştiyak, bir nev’-i şükr-i fıtrîdir. Ve telezzüz ve zevk dahi gayr-ı şuurî bir şükürdür ki, bütün hayvanatta bu şükür vardır. Yalnız insan, dalalet ve küfür ile o fıtrî şükrün mahiyetini değiştiriyor; şükürden, şirke gidiyor.

 

Hayvanlar bile fıtrı şükrü yaparken küfre giren insan bir hayvan kadar bile olamıyor.. Küfür ve şirk sebebiyle insan havandan daha aşağı bir hayvan derekesine düşer..

 

Hem rızık olan nimetlerde gâyet güzel süslü suretler, gâyet güzel kokular, gâyet güzel tatmaklar; şükrün davetçileridir,

 

Demek meyvenin tadı kokusu ziyneti güzelliği; meyveyi yememize bir davet değildir. Belki o meyveyi böyle guzelleştiren zata şükür etmemize bir davettir. Tüm o guzellikler bizim şükür etmemiz için bize bir ihtar bir haberdir. Yoksa hayvan gibi yutmamız için değiller.

 

zîhayatı şevke davet eder ve şevk ile bir nevi istihsan ve ihtirama sevkeder, bir şükr-i manevî ettirir. Ve zîşuurun nazarını dikkate celbeder, istihsana tergib eder. Nimetleri onu ihtirama teşvik eder; onun ile kalen ve fiilen şükre irşad eder ve şükür ettirir ve şükür içinde en âlî ve tatlı lezzeti ve zevki ona tattırır.onun ile kalen ve fiilen şükre irşad eder ve şükür ettirir ve şükür içinde en âlî ve tatlı lezzeti ve zevki ona tattırır.

 

Yani gösterir ki: Şu lezzetli rızık ve nimet, kısa ve muvakkat bir lezzet-i zâhiriyesiyle beraber daimî, hakikî, hadsiz bir lezzeti ve zevki taşıyan iltifat-ı Rahmanîyi şükür ile kazandırır. 

 

Yani: Rahmet hazinelerinin Mâlik-i Keriminin hadsiz lezzetli olan iltifatını düşündürüp, şu dünyada dahi Cennet’in bâki bir zevkini manen tattırır.

 

Bunu yakalamanın en kolay yaklaşımı kanaatimce; elimize aldığımız bir meyveyi Rabbimizin bize özel gönderdiği bir hediyesi olarak görmek; ambalajlanmış, suslenmiş, guzel kokular surulmuş; hem elimizdeki meyvenin bir eşi aynı aynına biri daha yok; misli var aynısı yok. Demek benim elimdeki elma, bana özel bir elma demek doğru olur.

 

Eğer ben elimdeki elmayı Halık-ı Rahimimin rahmet hazinesinden bana özel bir iltifatı olarak görsem, o meyveden 100 katı daha fazla lezzet alırım. Evet bir dostumuz bir mektub yazsa nasıl mesrur olur seviniriz. Peygamber Efendimiz asv. bize bir mektub yazsa neler hissederiz? Peki kainat halikı bize çeşit çeşit mektublar yazsa hususi manalar içine koyub gönderse ondan hadsiz derece daha fazla feyz almaz mıyız? İşte en buyuk mektub Kur’an-ı Kerim olduğu gibi, bir elma dahi bin satırlı bir kaside gibi bir mektubdur. Rabbimiz bize en guzel manaları en guzel lezzetlerle beraber gönderiyor. Bizim halimiz ortada; mektubun dilimize bakan lezzetini alıyoruz, ama aklımıza bakan ruhumuza bakan kalbimize bakan lezzetlerini almıyoruz.

 

İşte rızık, şükür vasıtasıyla o kadar kıymetdar ve zengin bir hazine-i câmia olduğu halde, şükürsüzlük ile nihâyet derecede sukut eder. Altıncı Söz’de beyan edildiği gibi: Lisandaki kuvve-i zaika Cenab-ı Hak hesabına, yani manevî vazife-i şükraniye ile rızka müteveccih olduğu vakit, o dildeki kuvve-i zaika, rahmet-i bînihaye-i İlahiyenin hadsiz matbahlarına şâkir bir müfettiş, hâmid bir nâzır-ı âlîkadr hükmündedir. Eğer nefis hesabına olsa, yani rızkı in’am edenin şükrünü düşünmeyerek müteveccih olsa;o dildeki kuvve-i zaika, bir nâzır-ı âlîkadr makamından, batn fabrikasının yasakçısı ve mide tavlasının bir kapıcısı derecesine sukut eder. Nasıl rızkın şu hizmetkârı şükürsüzlük ile bu dereceye sukut eder, öyle de rızkın mahiyeti ve sâir hademeleri dahi sukut ediyorlar.

 

Az önce dairelerden bahsetmiştik ve tum daireler rızkın etrafında toplanmış ona bakıyor denmişti. O zaman rızk neye bakıyor ve neye hizmet ediyor denilirse; cevabı şükürdur. Demek tum kainat şükür için çalışıyor. Hayvanlar zaten fıtrı şükürlerini yapıyorlar, insanların uzerine haml olan şükür vazifesinin tahakkuku için tum kainat ve mevcudat hareket etmekte çalışmaktadırlar. İşte onun ucu insanın elindedir; insan elindeki elmaya yaratıcının ihsanı olarak baksa, kalben tasdik etse hikmetini duşunse besmele ile yese ve Elhamdulillah dese, kainat tamam Elhamdulillah bunca vazifemiz heba olmadı maksadımız tahakkuk etti diyecek memnun olacak.

 

Eğer o insan elindeki elmayı midesini düşünerek yese, Besmeleyi ve Elhamdulillah ı unutsa, o zaman kainatın tum mahlukatın emeği zayi olacak ve kainat kızacak nankörluğün dairesi kainat kadar olacak. Çünkü kainat o insan Besmele çeksin, hikmetine baksın, Elhamdulillah desin diye pervane olmuş dönuyordu.

 

En yüksek makamdan, en edna makama inerler. Kâinat Hâlıkının hikmetine zıd ve muhalif bir vaziyete düşerler. Şükrün mikyası; kanaattır ve iktisaddır ve rızadır ve memnuniyettir.

 

Evet bunlar varsa, şükür vardır. Arkadaşlar elimize geçen miktara rıza; kanaattir. Elimizedekine göre harcamak ise; iktisaddır. Eğer insan ihtiyacına bile harcamazsa; cimriliktir. Elindekinden fazla fazla harcarsa; israftır.

 

Şükürsüzlüğün mizanı; hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram helâl demeyip rastgeleni yemektir. Evet hırs; şükürsüzlük olduğu gibi, hem sebeb-i mahrumiyettir, hem vasıta-i zillettir. Hattâ hayat-ı ictimaiyeye sahib olan mübarek karınca dahi, güya hırs vasıtasıyla ayaklar altında kalmış ezilir. Çünki kanaat etmeyip, senede birkaç tane buğday kâfi gelirken, elinden gelse binler taneyi toplar. Güya mübarek arı, kanaatından dolayı başlar üstünde uçar. Kanaat ettiğinden, balı insanlara emr-i İlahî ile ihsan eder, yedirir.

 

 

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

 

el Fatiha


 

 

 

 

 

Bismillâhirrahmânirrahîm,

 

Şükür risalesinden kaldlğımız yerden devam ediyoruz inşallah.

 

Evet Zât-ı Akdes’in alem-i zâtîsi ve en a’zamî ismi olan Lafzullah’tan sonra en a’zam ismi olan Rahman rızka bakar ve rızıktaki şükür ile ona yetişilir.

 

Buradaki alem bizlerde malum olan alem manasında değildir; zata has hususi işaret yani o işaret onundun ondan başkası kullanamaz manasındadır. Bu şey ona alem oldu derler. Lafza yı celal olan Allah lafzı, Cenab-ı Hakk’ın zatına alemdir. O lafzı ondan başkası kullanamaz ona hasdır. Rahman ismi bu lafza yı celal den sonra en azami ismidir ve bu azami isim rızka bakar ve rızıktaki şükür ile ona yetiştirir.

 

İsm-i rahman umimi nimetlere bakar; zerreler rızka muhaçtır, hucreler rızka muhtaçtır, bitkiler rızka muhtaçtır, hayvanlar rızka muhtaçtır, insanlar rızka muhtaçtır. Toprak dahi bir nev-i rızkı olan havaya suya muhtaçtır. daha burada belirtmediğimiz çok muhtaç merzuklar var ki umumunun ayrı ayrı rızıkları ayrı ayrı miktarlarda, ayrı ayrı ayrı zamanlarda, ve tam zamanında hiçbiri unutulmayarak rızıklandırılmaktadır. Kainatı dolduran nurani mahkluklar ruhaniler melekler onlarında kendilerine bakan nevden rızka ihtiyaçları vardır ki, Rahman ismi tum kainatı bu manata kuşatmış nerede ne nev rızka muhtaç olan varsa rızıklandırmaktadır.

 

Hem Rahman’ın en zâhir manası Rezzak’tır.

 

Rızkın nev-i şükründe nevine işarettir.

 

Hem şükrün enva’ı var. O nevilerin en câmii ve fihriste-i umumiyesi, namazdır.

 

Her nev rızka ayrı ayrı şükre gucumuz yetmeyebilir, bilgimizde yetmeyebilir ki zaten öyledir. Namaz kılarak her nev rızka mukabil ayrı ayrı şükür vazifemizi toplu halde yapmış oluyoruz.

 

Hem şükür içinde, safi bir iman var, hâlis bir tevhid bulunur. Çünki bir elmayı yiyen ve Elhamdülillah diyen âdem, o şükür ile ilân eder ki: O elma doğrudan doğruya dest-i kudretin yadigârı ve doğrudan doğruya hazine-i rahmetin hediyesidir demesiyle ve itikad etmesiyle, her şey’i cüz’î olsun, küllî olsun onun dest-i kudretine teslim ediyor.

 

Evet elinde elma yiyen, birine teşekkür edecek; bir elmaya bakar harika bir nimet, bir de ağaca bakar. Bu elmayı bu ağaç mı yarattı? zerre kadar aklı olan ağactan bunu beklemez. O zaman şükrünü bunu yapan ağacı yapan herşeyi yapan zata vericek muteselsil irtibat ifade ederki elmanın sahibi kainatında sahibidir. Biz bir elma yiyerek bir elma kadar iltifat görmuyoruz. Bir kainat kadar iltifat göruyoruz. Çünkü o elmanın sana gelmesi için bir kainat fabrikası çalıştırılıyor. O zaman elinde yediğin elmanın küçüklüğüne bakarak şükrü küçük tutmamak lazım. Belki fabrikanın buyukluğunu görmek bize hususi uretimin görmek öyle şükr etmek lazımdır.

 

Ve her şeyde rahmetin cilvesini bilir. Hakikî bir imanı ve hâlis bir tevhidi, şükür ile beyan ediyor. İnsan-ı gafil, küfran-ı nimet ile ne derece hasarete düştüğünü, çok cihetlerinden yalnız bir vechini söyleyeceğiz. Şyle ki: Lezzetli bir nimeti insan yese, eğer şükür etse; o yediği nimet o şükür vasıtasıyla bir nur olur, uhrevî bir meyve-i Cennet olur. Verdiği lezzet ile, Cenab-ı Hakk’ın iltifat-ı rahmetinin eseri olduğunu düşünmekle, büyük ve daimî bir lezzet ve zevk veriyor. Bu gibi manevî lübleri ve hulâsaları ve manevî maddeleri ulvî makamlara gönderip, maddî ve tüflî [yani posa] ve kışırî, yani vazifesini bitiren ve lüzumsuz kalan maddeleri füzulât olup aslına, yani anasıra inkılab etmeğe gidiyor.

 

Evet, dunyada yediği elmayı bismillah diyerek yiyen cennette o çektiği bismillahı elma olarak yer dunyada çektiğin besmele ne kadar tatlı ise cennette yiyeceğin elma da o derecede tatlı olucağı tefsirlerde ifade ediliyor.

 

Eğer şükür etmezse; o muvakkat lezzet, zeval ile bir elem ve teessüf bırakır ve kendisi dahi kazurat olur.

 

Yani şükür etmezse insan, ağzından gecici bir lezzet girer ve ihtiyaçhanede posa olarak kazurat olarak atılır o kadar. Halbuki o elma ona gelene kadar tum kainat seferber olmuştu ..

 

Elmas mahiyetindeki nimet, kömüre kalbolur. Şükür ile, zâil rızıklar; daimî lezzetler, bâki meyveler verir. Şükürsüz nimet, en güzel bir suretten, çirkin bir surete döner. Çünki o gafile göre rızkın akibeti, muvakkat bir lezzetten sonra füzulâttır. Evet rızkın aşka lâyık bir sureti var; o da, şükür ile o suret görünür. Yoksa ehl-i gaflet ve dalaletin rızka aşkları bir hayvanlıktır. Daha buna göre kıyas et ki, ehl-i dalalet ve gaflet ne derece hasaret ediyorlar. Enva’-ı zîhayat içinde en ziyade rızkın enva’ına muhtac, insandır. Cenab-ı Hak insanı bütün esmasına câmi’ bir ayine ve bütün rahmetinin hazinelerinin müddeharatını tartacak, tanıyacak cihazata mâlik bir mu’cize-i kudret ve bütün esmasının cilvelerinin ve san’atlarının inceliklerini mizana çekecek âletleri hâvi bir halife-i Arz suretinde halk etmiştir. Onun için hadsiz ihtiyaç verip, maddî ve manevî rızkın hadsiz enva’ına muhtac etmiştir. İnsanı, bu câmiiyete göre en a’lâ bir mevki olan ahsen-i takvime çıkarmak vasıtası, şükürdür.

 

Şükür olmazsa, esfel-i safilîne düşer; bir zulm-i azîmi irtikâb eder.

 

Çünkü kainatın emeği zayi olur kendini tanıttırmak bildirmek isteyen tum esmaların hukuna tecavuz olur. Bu tecavuz hududsuz olduğundan zulumde hududsuzdur.

 

 

 

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

 

el Fatiha

 

Risale-i Nur Sohbetleri

Muhabbet-i Bakiye

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir