Bahtiyar O’dur ki ..

/, Sohbetlerimiz/Bahtiyar O’dur ki ..

 

Bahtiyar odur ki, dünyaya askeri bir misafirhane olarak baksın. Yani kendine baksın ve desin ki; ben misafir bir askerim ve burasıda benim için geçici bir askeri misafirhanedir. Eğer dünyaya misafirhane nazarıyla baksa, akla şu gelir; benim misafirperverim kim?

 

hzr

 

 

 

Bismillâhirrahmânirrahîm,

 

[Sâlisen]

 

Görüyorum ki: Şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki: Dünyayı bir misafirhane-i askerî telakki etsin ve öyle de iz’an etsin ve ona göre hareket etsin.

 

Biz genelde dünyayı günlük; sabah kalkıp işe gidilip akşam eve dönülen, arada bir eğlenmeye gidilen bir yer, yada kariyer sahibi olma, imkanlarını ve yaşam standartlarını yükseltme yeri olarak görüyoruz. Yada buna benzer manalarda görüyoruz.

 

Bahtiyar odur ki, dünyaya askeri bir misafirhane olarak baksın. Yani kendine baksın ve desin ki; ben misafir bir askerim ve burasıda benim için geçici bir askeri misafirhanedir. Eğer dünyaya misafirhane nazarıyla baksa, akla şu gelir; benim misafirperverim kim?

 

Eğer dünyaya askeri mekan olarak ve kendini asker nazarıyla görse akla şu gelir; benim komutanım bana emir veren amirim kim? Bu nazar ve hakikatleri akla ve kalbe yerleştirmek, ben neyim ve bu dünya nedir diye sorulduğunda lafları dağıtmadan yukarıdaki cevabı inanarak vermek iz’andır.

 

 

Şimdi gelelim bu iz’ana göre hareket nasıl olacak. Eğer insan ben burada misafirim dese ebede yerleşecekler gibi hareket etmeyecek bir süre sonra gideceğim der ve gideceği yere hazırlık yapar ve bu hazırlığın tarzını şeklini adabını Peygamberimiz asv.dan ders alır ona göre hareket eder.

 

İz’anın iktizası budur. Kur’an-ı Kerime ve Peygamber Efendimize (avs) itaat ve oradan gelen dairede hareket. En bahtiyar bunu yapan olsa gerek.

 

Ve o telakki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rızayı çabuk elde edebilir. Kırılacak şişe pahasına, daimî bir elmasın fiatını vermez; istikamet ve lezzetle hayatını geçirir.

 

Evet dünyaya ait işler, kırılmağa mahkûm şişeler hükmündedir; bâki umûr-ı uhreviye ise, gâyet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inadlı taleb ve hâkeza şedid hissiyatlar, umûr-ı uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı, şiddetli bir surette fâni umûr-ı dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere, bâki elmas fiatlarını vermek demektir.

 

Bunun diğer bir ifadesi şudur; dünyaya dünya nazarıyla bakıp, dünyevi hedefler koyup ve tüm kaabliyetini o hedefler harcamaktır.

 

Şu münasebetle bir nokta hatıra gelmiş, söyleyeceğim. Şöyle ki:

 

 Aşk, şiddetli bir muhabbettir; fâni mahbublara müteveccih olduğu vakit ya o aşk kendi sahibini daimî bir azab ve elemde bırakır veyahut o mecazî mahbub, o şiddetli muhabbetin fiatına değmediği için bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılab eder.

 

Muhabbet dediğimiz şey insandaki sevgidir. Aşk ise bu sevginin şiddetli mertebesidir. Az çok herkes kendinde bu aşkı tecrübe etmiştir. Kızlar erkeklerde , erkekler kızlarda bu duyguyu tecrübe etmişlerdir. Bu tecrübeyi yaşayanlar bilirler ki, tecrübeye başladıkların andan itibaren kendi kendini daimi bir azab ve eleme sokmuşlardır. Kızı seven genç sevmeye başladığı andan itibaren sevdiğini başkalardan kıskanmaya başlar ve kıskançlık elemine düşer ve bu elem daimidir.

 

Yada kendince bir samimiyetle kızı sever ama kız onu sevmez, bu da mukabele görmeme elemidir bu elemde daimidir sahibini dailmi elem ve azabda bırakır. Geçenlerde böyle biri karşılık görmediği kızı evinin kapısı önünde öldürdü..

 

Yada fiziki guzelliğinden meftun olduğu kızı elde etsede bir süre, sonra kızın güzelliği yerini çirkinliğe bıraktığından ve çirkinlik daimi olduğundan elemide daimi olur. Evet bir kızın güzelliği 15-29 yaş ortasıdır. Sonrası daimi bir ihtiyarlığa geçiş ve ihtiyarlıktır. Kendindeki aşk duygusunu bu şekilde sarf eden adam hiçbir zaman aradağını bulamaz.

 

Ya aklını başına alır bu aşk gibi ulvi latifenin yuzunu Allaha çevirir, ya da aklını iyice kaybeder. Geçiçi güzelliklere sarf eder harcar, bitirir. Bir zaman sonra Allah’a muteveccih aşk dahi onda kalmaz. Helak olur gider.

 

Evet, aklı başına gelen insanlarda bu aşk-ı mecazi yerini aşk-ı hakikiye bırakır. Bu aşk insandan insana farklılık gösterir. Kimi kariyere aşıktır, kimi zenginliğe aşıktır vs vs. Hepsi akş-ı mecazidir. Eğer bunlara Allah namına muhabbet edilmiyorsa aşk-ı mecazidir. Ve elemler ve azablar yeridir.

 

İşte insanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin aşk gibi iki mertebesi var. Biri mecazî, biri hakikî. Meselâ: Endişe-i istikbal hissi herkeste var; şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde sened yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüd altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüd altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder.

 

Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir.. bakar ki: Muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî câh olan meratib-i maneviyeye ve derecat-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakikî mal olan a’mal-i sâlihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âlî bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılab eder.

 

Hem meselâ: Şiddetli bir inad ile; ehemmiyetsiz, zâil, fâni umûrlara karşı hissiyatını sarfeder. Bakar ki, bir dakika inada değmeyen birşey’e, bir sene inad ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şey’e inad namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarfetmek, hikmet ve hakikata münafîdir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umûr-ı zâileye vermeyip, âlî ve bâki olan hakaik-i imâni’yeye ve esasat-ı İslâmiyeye ve hidemat-ı uhreviyeye sarfeder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakikî inada, -yani hakta şiddetli sebata- inkılab eder.

 

İşte şu üç misal gibi; insanlar, insana verilen cihazat-ı maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla isti’mal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilane davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umûruna ve şiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve maneviyeye sarfetse, ahlâk-ı hamîdeye menşe’, hikmet ve hakikata muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.

 

İşte tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatları şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: Hased etme! Hırs gösterme! Adavet etme! İnad etme! Dünyayı sevme! Yani, fıtratını değiştir gibi zahiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki: Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz. Hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.

 

Evet, bizler harama girmemekde inad etmeliyiz. Salih amellerde inad etmeliyiz. Mukellef olduğumuz tekemmüle çıkmada inad etmeliyiz. Bir hayrlı işe başladıysak onu devam ettirmekde inad etmeliyiz.

 

Mesela ilim gibi hizmet gibi hayrlı işlere başladıysa onda sebat etmeliyiz. Yoksa biri gözünün uzerinde kaş var dedi, niye dedi, canımı sıktı adam değilmiş bir daha konuşmam onunla gibi, basit meselelerde inadmığımızı kullanmamalıyız.

 

Yada sair tüm latifelerimize bu şekilde hayrlı bir şekilde kullanmanın hassasiyeti içinde olmalıyız.

 

 

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

 

el Fatiha

 

 

Risale-i Nur Sohbetleri

Muhabbet-i Bakiye

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir