Hikmetü’l-İstiâze Sekizinci İşaret

/, Sohbetlerimiz/Hikmetü’l-İstiâze Sekizinci İşaret

Bismillahirrahmanirrahim

Sual:
Sabık işaretlerde ispat ettiniz ki, dalâlet yolu kolay ve tahrip ve tecavüz olduğu için, çoklar o yola sülûk ediyorlar.
sabık işaretler demek önceki dersleri kasdediyor

Halbuki sair risalelerde kat’î delillerle ispat etmişsiniz ki, küfür ve dalâlet yolu o kadar müşkilâtlı ve suubetlidir ki, hiç kimse ona girmemek gerekti ve kabil-i sülûk değil
küçük sözler, gençlik rehberi, vs. risale-i nurun
birçok kısmında iman küfür muvazenesinin olduğu yerlerde
iman ve hidayet yolunun kolaylığı küfü ve inkar yolunun zorluğu anlatılmaktadır

Ve iman ve hidayet yolu o kadar kolay ve zâhirdir ki, herkes ona girmeliydi.
evet madem iman ve hidayet yolu kolay küfür ve inkar yolu zor herkesin iman yoluna girmesi lazımdı

Elcevap:
Küfür ve dalâlet iki kısımdır.
Bir kısmı, amelî ve fer’î olmakla beraber, iman hükümlerini nefyetmek ve inkâr etmektir ki,
bu tarz dalâlet kolaydır
Hakkı kabul etmemektir; bir terktir, bir ademdir, bir adem-i kabuldür. İşte bu kısımdır ki, risalelerde kolay gösterilmiş.

bu tarz küfürde olanlar küfürlerini dava etmezler
ameli ve fer’i
kendine mahsus
imana karışmaz hidayete hucuma uğraşmaz
küfrünü isbata çalışmaz
adeta hakka karşı gözünü kapatmış bana göre hakk yoktur diyor ben size karışmıyorum sizde bana karışmayın
bu tarz küfrde olanlar bizimle mucadele etmediklerinden bizde onlarla mücadele etmeyiz;
Ustad Bediüzzaman bazı yerlerde diyor ya ;
güneşe gözünü kapatan yalnızca kendisine karanlık yapar
işde ölede onlar bu hakikatlere karşı gözünü kapatmışlar..
ne diyelim Allah gözlerini açsın hidayeti nasib etsin..

İkinci kısım ise,
amelî ve fer’î olmayıp, belki itikadî ve fikrî bir hükümdür
Yalnız imanın nefyini değil, belki imanın zıddına gidip bir yol açmaktır.
Bu ise bâtılı kabuldür, hakkın aksini ispattır
Bu kısım, imanın yalnız nefyi ve nakîzi değil, imanın zıddıdır.
Adem-i kabul değil ki kolay olsun.
Belki kabul-ü ademdir. Ve o ademi ispat etmekle kabul edilebilir. El-ademü lâ yüsbetü kaidesiyle, ademin ispatı elbette kolay değildir.

Buradaki Küfr Güneşi balçıkla sıvamaya benzer..
bu ikinci kısım alem i islamı bir kasırga gibi perişan etmiştir
bu kısım yalan isbatlarıyla çokların imanlarını ellerinden almıştır
mesela darvin in hilekar bilimsel yalanlarıyla çoklar imanlarını kaybetmiştir
birçok bilim adamlarının bilimsel keşiflerinde kudreti göremeyip sebebleri görmeleriyle marifeti sebeblere vererek çok zihinleri allak bullak etmişlerdir
çok kalbleri ifsada uğratmışlardır
insanlara maddenin tesir ve hakimiyeti izahlarıyla maneviyatı gören gözü kör etmişlerdir
bu tahribat daha çok misallendirilebilir
işte bu ikinci kısım ademi kabul edicilerdir.
-Ademin yani yokluk manasını daha önceki derslerimizde geniş olarak anlatmış
hakikatini sölemey çalışmışdık tafsilat için oraya bakabilirsiniz.-
imanın zıddını isbata çalışan ve bu isbatı kendilerine meslek seçen tahribatcı küfür gürühudur
birinci kısım hakka karşı gözlerini yummuşlardı
bana göre imanın esasları yoktur diyorlardı
ama bu ikinci kısım
gözlerini açmışlar
ellerine fen ve felsefeyi almışlar
gözleri açık tum hakikati göre göre zıddını isbata çalışıyorlar
evet risale i nurun muhatabı bu ikinci kısımdır
risale i nur hikmeti eline alarak akıl ve mantık burhanlarını kullanarak
ayet ve hadislerin manalarından iman ve islamın esaslarını guneş gubi açık ve parlak bir şekilde kör gözlere bile göstermektedir
bu isbatları kabul etmemek için ancak şeytan yada şeytandan şiddetli şeytan olmak lazımdır

İşte, sair risalelerde imtinâ derecesinde suubetli ve müşkilâtlı gösterilen küfür ve dalâlet bu kısımdır ki,
zerre miktar şuuru bulunan, bu yola sâlik olmamak lâzımdır.
Hem bu yol, risalelerde kat’î ispat edildiği gibi, o kadar dehşetli elemleri var ve boğucu karanlıkları var ki, zerre miktar aklı bulunan, o yola talip olmaz.

evet risale i nur sair eserlerinde küfrün içinde manevi bir cehennem olduğunu isbat ediyor
cehennem azabının bir küçük numunesi küfrün içindedir
cennetin bir küçük numuneside imanın içindedir
bunu tafsilatıyla izah ve isbat etmektedir müracaat edilebilir

Eğer denilse:
Bu kadar elîm ve karanlıklı, müşkilâtlı yola nasıl ekser insanlar gidiyorlar?

Elcevap:
İçine düşmüş bulunuyorlar, çıkamıyorlar.
Hem insandaki nebâtî ve hayvânî kuvveleri, âkıbeti görmedikleri, düşünemedikleri ve o insandaki letâif-i insaniyeye galebe ettikleri için, çıkmak istemiyorlar ve hazır ve muvakkat bir lezzetle mütesellî oluyorlar.

insandaki yeme içme hayvanlarda bitkilerde vardır
bazı hissiyatlar bitkilerdede vardır
insandaki şehvet hayvanlardada vardır
işte insandaki bazı nebati ve hayvani kuvveler akibeti görmezler hazır lezzete mubtela yani bağımlı olabilir bırakmak istemeyebilirler

Sual:
Eğer denilse: Dalâlette öyle dehşetli bir elem ve bir korku var ki, kâfir, değil hayattan lezzet alması, hiç yaşamaması lâzım geliyor
Belki o elemden ezilmeli ve o korkudan ödü patlamalıydı.
Çünkü insaniyet itibarıyla hadsiz eşyaya müştak ve hayata âşık olduğu halde, küfür vasıtasıyla, mevtini bir idam-ı ebedî ve bir firâk-ı lâyezâlî ve zevâl-i mevcudatı ve ahbabının vefatlarını ve bütün sevdiklerini idam ve mufarakat-i ebediye suretinde, gözü önünde, daima küfür vasıtasıyla gören insan nasıl yaşayabilir? Nasıl hayattan lezzet alabilir?

ismini vermeyeceğim yıllar önce ölen meşhur bir kafir vardı
bir makalesinde sormuşlar
sizce evlilik nedir?
demişki
insanın önünde ejdarha gibi dehşetli bir düşman olan kabir vardır
bu ejderhaya karşı insan savaşmak zorundadır
bu savaş zamanında yanında birini görmek yardım almak ister
buda ekseriyetle bir kadın olur
böylece evlilik meydana gelir
adamın ruhunda küfrün yaptığı tahribata bakınız
kabri bir ejderha olarak görüyor ve devamlı onunla savaşıyor
yalnızlıkdan korkduğu için destek kuvvet olarak yanına kadın alıyor
butarz adamlara nikah lazım değil zaten

Elcevap: Acip bir mağlâta-i şeytaniye ile kendini aldatır, yaşar.
Sûrî bir lezzet alır zanneder. Meşhur bir temsille onun mahiyetine işaret edeceğiz.

Şöyle ki:
Deniliyor: Devekuşuna demişler, “Kanatların var, uç.” O da kanatlarını kısıp “Ben deveyim” demiş, uçmamış. Fakat avcının tuzağına düşmüş. Avcı beni görmesin diye başını kuma sokmuş.
Halbuki koca gövdesini dışarıda bırakmış, avcıya hedef etmiş.
Sonra ona demişler, “Madem deveyim diyorsun, yük götür.”
O zaman kanatlarını açıvermiş, “Ben kuşum” demiş, yükün zahmetinden kurtulmuş. Fakat hâmisiz ve yemsiz olarak avcıların hücumuna hedef olmuş.
Aynen onun gibi, kâfir Kur’ân’ın semâvî ilânâtına karşı küfr-ü mutlakı bırakıp meşkûk bir küfre inmiş.


Ona denilse: “Madem mevt ve zevâli bir idam-ı ebedî biliyorsun. Kendini asacak olan darağacı göz önünde Ona her vakit bakan nasıl yaşar, nasıl lezzet alır?”
O adam, Kur’ân’ın umumî vech-i rahmet ve şümullü nurundan aldığı bir hisse ile der: “Mevt idam değil; ihtimal-i beka var.”


Veyahut, devekuşu gibi başını gaflet kumuna sokar-tâ ki ecel onu görmesin ve kabir ona bakmasın ve zevâl-i eşya ona ok atmasın!

Elhasıl, o meşkûk küfür vasıtasıyla, devekuşu gibi mevt ve zevâli idam mânâsında gördüğü vakit, Kur’ân ve semâvî kitapların îmânün bi’l-âhiret’e dair kat’î ihbârâtı ona bir ihtimal verir; o kâfir o ihtimale yapışır, o dehşetli elemi üzerine almaz.
arkadaşlar islamiyet gelmeden önce
sair semavi dinlerde felsefeye mağlub idiler
tesirlerini yitirmişlerdi
Kuran-i Kerim gelince onların Allah tarafından gönderildiğini tasdik edince onlarda yeniden canlandılar
küfr-ü mutlakda  olanlarda
müşkük küfre girdiler
yani küfürlerinde şübheye düştüler
şübheli küfür imana birazdaha yakındır
işte dersimizdeki kafirin küfrüde şüpheli bir küfürdür
bekaya ihtimal veriyor
halbuki mutlak küfürde bekaya ihtimal verilmez
herşey mutlak yok olacaktır derler
üstadımız bu şüpheli küfürde olanların durumunu deve kuşu misaliyle anlatıyor

O vakit ona denilse, “Madem bâki bir âleme gidilecek; o âlemde güzel yaşamak için tekâlif-i diniye meşakkatini çekmek gerektir .”
O adam şekk-i küfrî cihetiyle der:
“Belki yoktur. Yok için neden çalışayım?”
Yani, vaktâ ki o hükm-ü Kur’ân’ın verdiği ihtimal-i beka cihetiyle idam-ı ebedî âlâmından kurtulur ve meşkûk küfrün verdiği ihtimal-i adem cihetiyle tekâlif-i diniye meşakkati ona müteveccih olur; ona karşı küfür ihtimaline yapışır, o zahmetten kurtulur.

evet beka ihtimaliyle küfrün eleminden bir derece kurtulur
beka yoktur ihtimaliylede iman ve ibadet külfetinden kurtulur
tabi bu onun kısıtl iradesinin bulmuş olduğu bir çözüm ve dünyada kurtulur
dünyadan sonra kurtulamaz.


Demek, bu nokta-i nazarda, mü’minden ziyade bu hayatta lezzet alır zannediyor.
Çünkü tekâlif-i diniyenin zahmetinden ihtimal-i küfrî ile kurtuluyor ve âlâm-ı ebediyeden, ihtimal-i imanî cihetiyle kendi üzerine almaz. Halbuki bu mağlâta-i şeytaniyenin hükmü gayet sathî ve faydasız ve muvakkattir.

bu şeytanın bir tuzağıdır çoklarda bu tuzakda kazıkdadırlar
geçici faydasız ve zarardadırlar

İşte, Kur’ân-ı Hakîmin küffarlar hakkında da bir nevi cihet-i rahmeti vardır ki, hayat-ı dünyeviyeyi onlara cehennem olmaktan bir derece kurtarıp bir nevi şek vererek, şek ile yaşıyorlar.
bu Kuran-i Kerimin kafirlerede rahmet olduğunun ifadesidir
onların mutlak küfrün dayanılmaz azabından şübheli küfrün hafif elemine çekmiştir
kısmende olsa manen bir derece rahatlatmıştır taki imanın kolay kazansınlar

Yoksa, âhiret cehennemini andıracak, bu dünyada dahi mânevî bir cehennem azâbı çekeceklerdi ve intihara mecbur olacaklardı.

İşte, ey ehl-i iman!
idam-ı ebedîden ve dünyevî ve uhrevî cehennemlerden kurtaran Kur’ân’ın himayeti altına mü’minâne ve mutemidâne giriniz
ve Sünnet-i Seniyyesinin dairesine teslimkârâne ve müstahsinâne dahil olunuz,
dünya şekavetinden ve âhirette azaptan kurtulunuz.

inşallah
el fatiha

Risale-i Nur Sohbetlerimiz
www.risaleforum.net/blog & irc.risaleforum.net/blog

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir