Bismillâhirrahmânirrahîm,
Sual:
“Risale-i Nur’un erkan-ı imaniye hakkında bu derece kesretli tahşidatı ne içindir? Bir ami mü minin imanı büyük bir velinin imanı gibidir, diye eski hocalar bize ders vermişler?” diyor.
Elcevap:
Başta Ayetü’l-Kübrâ meratib-i imaniye bahislerinde; ve ahire yakın müceddid-i elf-i sani İmam-ı Rabbani beyanı ve hükmü ki, “Bütün tarikatlerin müntehası ve en büyük maksatları, hakaik-i imaniyenin inkişafıdır. Ve bir mesele-i imaniyenin kat iyetle vuzuhu, bin kerametlerden ve keşfiyatlardan daha iyidir”; ve Ayetü’l-Kübrâ nın en ahirdeki ve Lahikadan alınan o mektubun parçası ve tamamının beyanatı cevap olduğu gibi, Meyve Risalesi nin tekrarat-ı Kur’âniye hakkında Onuncu Meselesi, tevhid ve İmân rükünleri hakkında tekrarlı ve kesretli tahşidat-ı Kur’âniyenin hikmeti, aynen bitamamiha onun hakiki tefsiri olan Risale-i Nur da cereyan etmesi de cevaptır.
Evet, Kur’an-ı Kerim başdan sona imandan bahseder, heryerde tevhidi gösterir. Her ayettin sonunda ifade edilen isimler gibi ya da rahman suresinde kesretle tekrarlanan ayetler gibi. Bu tekrarat bir olmaması mukerrer olması, mana farklılığından olduğu gibi; muhatabların da farklılığındandır.
Bu üslub bi temamiha Risale-i Nur’da da vardır. Aynı neticeyi farklı farklı şekillerde; hem sadece bir eserde değil her eserde; tevhid hakikatleri, haşir hakikatleri gibi iman hakikkatleri gösterilmektedir.
Hem, iman-ı tahkiki ve taklidi ve icmali ve tafsili ve imanın bütün tehacümata ve vesveseler ve şüphelere karşı dayanıp sarsılmamasını beyan eden Risale-i Nur parçalarının izahatı, büyük ruhlu Küçük Ali nin mektubuna öyle bir cevaptır ki, bize hiçbir ihtiyaç bırakmıyor.
Evet Risale-i Nur yukarıda da isimleri verildiği gibi imanın mertebelerinin tam izahını vermektedir. Hadisde vardır ki; “sizde bir uzuv var ki; o bozulursa bütün beden bozulur, o duzelirse butun beden duzelir” O uzuv kalb dir der Efendimiz asv.
Bizdeki uzuv ve duzelirse herşeyimizi duzeltecek uzvumuz olan kalbimizin duzelmesi ise; iman hakikatlerini tafsilatlı bir şekilde o kalbe girmesi ve tasdik edilmesi ile mümkündür.
Dikkat ederseniz İslamiyet geldiğinde hemen ibadetlerle gelmedi; iman hakikatleriyle geldi, tevhidle geldi haşir ile geldi. Bu hakikatlerin tafsilli eğitimini Peygamberimiz asv.dan doğrudan ders adılar sahabeler. İbadet ağırlıklı emirler Medine’ye göçten sonra gelmiştir. İman kalbde tam ve layık yerini buldu ki, sahabeye içki haram emri gelir gelmez, hemen itaat ettiler ağızlarındaki bile yere tükürdüler. Bir zaman sokaklar içki aktı. Ama günümüzde değil bir içkiyi, bir sigarayı bile bırakamıyoruz. Bir ibadetin hakkını bile veremiyoruz. Ve malesef bundan rahtasızda olmuyoruz. Daha da malesefi seviyoruz zevk alıyoruz.
Bu perişan halimizin kaynağı imanımız hakiki değil taklididir ve bu illetten selametimizin tek çaresi de, iman hakikatlerinin kalbimizde çok tafsilatlı yer tutmasıdır.
İkinci Cihet:
İman, yalnız icmali ve taklidi bir tasdike münhasır değil; bir çekirdekten, ta büyük hurma ağacına kadar ve eldeki aynada görünen misali güneşten ta deniz yüzündeki aksine, ta güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi; imanın o derece kesretli hakikatleri var ki, bin bir esma-i İlahiye ve sair erkan-ı imaniyenin kainat hakikatleriyle alakadar çok hakikatleri var ki, “Bütün ilimlerin ve marifetlerin ve kemalat-ı insaniyenin en büyüğü imandır ve iman-ı tahkikiden gelen tafsilli ve bürhanlı marifet-i kudsiyedir” diye ehl-i hakikat ittifak etmişler.
İnsanın kemâlâtının merdivenleri; ilim, sanat ve marifetlerdir. Bunların çok nevleri ve mertebeleri vardır. Ancak en büyüğü ve üstünü imandır ve iman-ı tahkikiden gelen tafsilli ve bürhanlı, delilli, kudsi marifetilerdir.
Mesela tıp ilmi, ticaret ilmi, teknoloji ilmi, sanayı ilmi vs. gibi çok ilimler var. Bu ilimlerin içinde hedefi gösteren yol işaretleri gibi kanunlar var. Her bir ilim mutlaka bir esmaya istinad etmektedir. Mesela tıp ilmi şafi ismine istinad eder. İaşe ilmi ziraat ilmi rezzak ismine istinad eder. Teknoloji ilmi mucid ismine istinad eder .. gibi.
Şimdi insan ya cahil kalır, bu bitmez tukenmez ilimlerden mahrum kalır; yada ilim öğrenir, bir sanat sahabi olur, o sanatla Rabbini tanır. Mesela doktorlar tıp ilmi ile Rabblerinin Şafi ismini tanırlar. Ziraatçiler nimetleri temin ve tedarik ile Rezzak ismini tanırlar. Bunların herbiri bir meselektir ve kendi içinde bir sanattır ve bir çok nevleri ve dereceleri vardır ve bir ömür bununla meşgul olur.
Yada insan sahabeler gibi tüm latife ve istidadlarını hakaik-i imaniyeye muteveccih edip, tüm yaşantısıyla ve herşeyiyle, iman hakikatlerini doya doya almak ve doya doya neşr etmek vazifesini yapabilir. Bununla da bir ömür meşgul olur.
Hadis-i şerifde ilim ikidir; en üstünü marifetullahdır der efendimiz asv. Marifetullah ilmi ancak hakiki iman ile olur. Başka olamaz.
Evet, iman-ı taklidi, çabuk şüphelere mağlup olur. Ondan çok kuvvetli ve çok geniş olan iman-ı tahkikide pek çok meratip var. O meratiplerden ilmelyakin mertebesi, çok bürhanlarının kuvvetleriyle binler şüphelere karşı dayanır.
Taklidî îman sahibine, Allah’ın varlığını isbat eder misin dediğinde, cevab veremez. Biz böyle inandık derler. Belki de böyle sorumu olur kafir olacaksın diyerek tepki de gösterenler olabilir.
Ama hakiki iman mertebelerinden biri olan ilmelyakîn meretebesinde olan birine sorulsa Allah’ın varlığı isbat eder misin diye, İşte şu kainat O’nundur çünkü, bir harf katibsiz olmaz, bir iğne ustasız olmaz, bir köy muhtarsız olmaz olamaz der; cevab verir.
Halbuki taklidi İmân bir şüpheye karşı bazan mağlup olur. Hem iman-ı tahkikinin bir mertebesi de aynelyakin derecesidir ki, pek çok mertebeleri var. Belki esma-i İlahiye adedince tezahür dereceleri var. Bütün kainatı bir Kur’ân gibi okuyabilecek derecesine gelir.
Bu mertebede olan birisi, kâinat ayetlerini görür, herşeyde Allah’ın varlığını birliğini görür, her yerde esmâ-i ilâhî’nin cilvelerini görü. Bakar ki yavru süt emiyor, rezzakiyeti görür; bakar ki hastanelere hastalar gelmekte şifa bulub gitmekte, şafiyyeti görür; baharın gelmesiyle ölüler dirilir, muhyi ismini görür; bakar ki kış gelince canlılar çekildi, mumit ismini görür. Bu görme o dereceye gelir ki, adeta kâinatı bir Kur’an gibi okuma derecesine ulaşır.
Hem bir mertebesi de hakkalyakindir. Onun da çok mertebeleri var. Böyle imanlı zatlara şübehat orduları hücum da etse bir halt edemez.
Evet, işte kemâlâtın zirvesi… İşte hayatın hayatı, lezzeti, zevki, nuru … Evet, özellikle Arabcasının manasını bilerek Kur’an-ı Kerim’i okumak ne ise, kâinatı da Kur’an-ı Kerim gibi okumak odur.
Evet, bir harika hakikat şudur ki; kâinat, hayatıyla, tezahuruyle, Kur’an-ı Kerim’i baştan aşağıya okumaktadır. Ustadımız muhtelif yerlerde der ki; kâinat kitab olsa Kur’an-ı Kerim olur; Kur’an-ı Kerim tecessum etse, kâinat olur.
Demek iman-ı tahkikinin en zirve mertebesi hakkelyakin mertebedir ki, kâinat denilen canlı Kur’an-ı Kerim’i okumak mertebesidir. Nereye baksa Kur’an ayetlerini okuyan, kâinat ayetlerini görur, işitir, duyar, manevi dereceler teali eder, uçar. Böyle imanlı zatlara şübehat orduları hücum da etse bir halt edemez.
Ama hakkel yakînin de kendi içinde çok mertebeleri vardır ki bitmez.
Ve ulema-i ilm-i kelamın binler cild kitapları, akla ve mantığa istinaden telif edilip, yalnız o marifet-i imaniyenin bürhanlı ve akli bir yolunu göstermişler. Ve ehl-i hakikatin yüzer kitapları keşfe, zevke istinaden o marifet-i imaniyeyi daha başka bir cihette izhar etmişler. Fakat, Kur’ân ın mucizekar cadde-i kübrası, gösterdiği hakaik-i imaniye ve marifet-i kudsiye, o ulema ve evliyanın pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir. İşte, Risale-i Nur bu cami ve külli ve yüksek marifet caddesini tefsir edip, bin seneden beri Kur’ân aleyhine ve İslamiyet ve insaniyet zararına ve adem alemleri hesabına tahribatçı külli cereyanlara karşı Kur’ân ve İmân namına mukabele ediyor, müdafaa ediyor.
Elbette hadsiz tahşidata ihtiyacı vardır ki, o hadsiz düşmanlara karşı dayanıp ehl-i imanın imanını muhafazasına Kur’ân nuruyla vesile olsun. Hadis-i şerifte vardır ki: “Bir adam seninle imana gelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyunlardan daha hayırlıdır.” “Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlı olur.” Hatta Nakşilerin hafi zikre verdiği büyük ehemmiyet, bu nevi tefekküre yetişmek içindir. Umum kardeşlerime birer birer selam ve dua ediyoruz.
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
el Fatiha