Musibetler

Risale-i Nurdaki bazi mevzuların içeriğine ve Üstadımızın ağabeylerimize yazdigi bazi mektuplarin mevzusuna baktığımızda; sıklıkla musibetlerden bahsedildigine rastlarız. Ve gerek şahsi gerek umumi, her türlü musibete nasıl bakamamiz gerektiği, nasıl muhatap olmamiz gerektiği husunda dersler alırız okuduğumuz mevzularda. Bu noktadaki bakışımıza ışık tutabilmek için bir kaç bölümü paylaşalım. msbt

 

 

Bismillâhirrahmânirrahim

 

Risale-i Nurdaki bazi mevzuların içeriğine ve Üstadımızın ağabeylerimize yazdigi bazi mektuplarin mevzusuna baktığımızda; sıklıkla musibetlerden bahsedildigine rastlarız. Ve gerek şahsi gerek umumi, her türlü musibete nasıl bakamamiz gerektiği, nasıl muhatap olmamiz gerektiği husunda dersler alırız okuduğumuz mevzularda. Bu noktadaki bakışımıza ışık tutabilmek için bir kaç bölümü paylaşmak istiyorum.

 

Ehl-i dalâletin şerrinden kâinatın kızdıklarını ve anâsır-ı külliyenin hiddet ettiklerini ve umum mevcudatın galeyana geldiklerini, Kur’ân-ı Hakîm, mucizâne ifade ediyor.

 

Şimdi evvelen bu kısımdaki ehl-i dalalet kelimesine, gene Üstadın başka yerlerde değindiği bir parantezle açılım yapalım.

İfadelerden anladığımız gibi; ‘ehl-i dalalet’ camiasına, inkar edip o ahvalde gidenlerin yanı sıra, ahirete iman ettikleri halde gaflette ve sefahatte gidenler de dahil oluyorlar. Yani iman edildiği halde demek ki gaflet perdesi altında sefihane, imani değerlerden hak ve hakikatten uzak yaşanan yaşantı, bizi dalelet ehliyle aynı yerde buluşturabiliyor.

 

Bu ahvallerden Allah’a sığınıyoruz tabi ki, ama kendimizi bir kenara sıyırmamak namına aklımızda durması gereken bir parantez.

Evet.. Çünkü gaflet an be an bizimle. Allah irademizi kuvvetli ve bizi bilinçli kılsın. Amin. İşte hak ve hakitten uzak yapılan her bir sey, kainatı, içindeki unsurları, toprağı, ateşi, havayı, suyu, galeyena hiddete getiriyor. Hasılı kainat hiddetleniyor ve Cenab-ı Hakk bize bunu Kur’an’da bildiriyor.

 

 

Yani, kavm-i Nuh’un başına gelen tufan ile semâvat ve arzın hücumunu ve kavm-i Semud ve Âd’in inkârindan hava unsurunun hiddetini ve kavm-i Firavuna karsi su unsurunun ve denizin galeyanini ve Karun’a karşı toprak unsurunun gayzini ve ehl-i küfre karsi âhirette nerdeyse öfkesinden parçalanacak ayetinin sırrıyla Cehennemin gayzını ve öfkesini ve sair mevcudatin ehl-i küfür ve dalâlete karsi hiddetini gösterip ilân ederek gayet müthis bir tarzda ve i’câzkârâne ehl-i dalâlet ve isyani zecrediyor.

 

Nuh Aleyhisselam’ın, Firavun’un, Semud ve Ad kavimlerinin başlarına gelenler bize bildirilerek, kainat ve unsurlar hiddete gelince nasıl büyük musibetler helaketler meydana gelmis ihtar ediliyor. Mesela misalde, birde Karun’u örnek verdi. Karun; zenginliğiyle nam salmıştı ve bunu sadece kendinden biliyor ve bununla böbürlenip bencilane yaşıyordu. Sonuç ne oldu? Toprak Karun’u ve benim dediği hazinelerini yuttu.
Kendini yutan toprağa karşı koyamadı.

 

Bunun dışında bir de cehennem var öfkesiyle bekleyen; kainattaki unsurları hesaba katmayanlar için cehennemi de hatırlattı Üstad. İşte hepsi bizi hak ve hakikatten ayrılmamaya ihtar ve davet ediyor.

 

İste, envâ-ı dalâlet, derecâtına göre az çok kâinatın yaratılmasındakı hikmet-i Rabbâniyeye ve dünyanin bekasındaki makasıd- Sübhâniyeye
zarar verdiği için, ehl-i isyana ve ehl-i dalâlete karşı kâinat hiddete geliyor, mevcudat kızıyor, mahlûkat öfkeleniyor.

 

Gafletle dalalete sapmış, isyana sapmış güruh, ne yapmış oluyor demek ki; hikmetlerle dolu yaratılmış bu kainatı hiçe sayiyor, maksadını duymuyor, görmüyor, ilgilenmiyor. O zaman da iste kainat, içindeki unsurlarla hiddete geliyor. Mesela bazı yerlerde okuyoruz su unsuru galabe etti, yahut zelzele oldu ve bunlari hep maneviyata vurulan sektelerle bağdaştiriyor. Devamında da bakın Üstadın insana hitabina;

 

büyük ve ayıp ve zenbi azîm biçare insan! Kâinatin hiddetinden, mahlûkatin nefretinden, mevcudatin öfkesinden kurtulmak istersen, iste kurtulmanin çaresi:Kur’ân-i Hakîmin daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur’ân’in mübelligi olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmin sünnet-i seniyyesine ittibâdir. Gir ve tâbi ol.

 

Kainat karsisinda bedenen hacmen küçüğüz ama cürmümüze bakalım, zulmumuze bakalım, çok büyük. Bir ateş yakıyor, ormanı bitiriyor. Bir inkar ediyor, bütün yaratilmis ne varsa tüm kainatin hakkina tecavuz etmiş oluyor.
Ve ayb ve zenbi, günahları ve kusurları azim ve biçare .. Tablo böyle..

 

Yine sözlerdeki mevzulardan birine baktığımızda musibetle alakalı olarak Üstada suallerin sorulduğunu görüyoruz. Bir musibete tanık olduğumuzda hepimizin aklina gelebilecek, içinden geçirebileceği sulaller bunlar. Musibetler zaman zaman çesitlilik göstermiş, Şu anda konumuz umumi olanları. Kimi zaman kıtlık olmuş, kimi zaman sel tufan, kimi zaman zelzele olmuş.. Ve Üstad zaman zaman böyle umumi musibetler anında ona yönlendirilen sullare cevaplar vermis. Bunlardan biride zelzele zamanı, ki bu zelzele ramazan ayında oluyor ve teravih vahtinde. Hakikaten çok büyük bir musibet oluyor, tıpkı bizlerin bu ramazanda gerek sel gerek deprem haberleriyle irkilmemiz gibi.

 

Sual:

Bu zelzelenin maddî musîbetinden daha elîm, mânevî bir musîbeti olarak, su zelzelenin devamindan gelen korku ve me’yusiyet, ekser halkin ekser memlekette gece istirahatini selb ederek, dehsetli bir azab vermesi nedendir?

 

Evet, maddi kismi bir yana, manevi olarak sürekli tedirginlik ve korku ahvalinde olmak, ümitsiz olmak, çok daha izdirap veriyor. Acil bölge ilan ediliyor, halka uyarılar anonslar yapılıyor, her ağızdan sesler çıkıyor yorumlar yapılıyor ve kalp yoruluyor kaldıramiyor. 

 

El cevab:

Manevi canipten şöyle denildi ki: Ramazân-i Şerîfin terâvih vaktinde, kemâl-i nes’e ve sürur ile, sarhoşçasına, gayet heveskârâne şarkıları ve bâzan kızların sesleriyle, radyo ağzıyla bu mübârek merkez-i İslâmiyetin her köşesinde câzibedarâne isittirilmesi, bu korku azabini netice verdi.

 

Evet, ben bugün burada, ramazanın sonuna geldik nerdeyse, ramazanın hakikatinden uzak görduğüm yuzlerce kareyi tasvir etmek istemiyorum, ama biliyorum ki buna sizlerde sahittiniz. Ve bizler bir sekilde ihtar ediliyoruz. İçinden hakikattar dersler çıkarmak ve hayata aksettirmek lazım. Muvaffak oluruz insallah.

 

Bir başka sualde şu şekilde;

Bâzi eshâsin hatâsindan gelen bu musîbet, bir derece memlekette umumi sekle girmesinin sebebi nedir?

 

İnsan ben masumum neden bana geliyor bu sıkıntılar peki diyor.

 

Elcevap:

Umumi musîbet, ekseriyetin hatâsindan ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsin o zâlim eshâsin harekâtina fiilen veya iltizâmen veya iltihâken taraftar olmasiyla, mânen istirak eder, musîbet-i âmmeye sebebiyet verir.

 

Artık bazı kareler öyle normalleştirildi ki, insanlar rahatlıkla fiilen, işliyori nasılsa başkaları yapıyor diye fiilen isleyemeyen, bakıyorsun kalben taraftar ve gayet normal buluyor. ‘Ne olacak canım’ hesabına gelmis bir çok nokta. Açılım, bazı şeyler aşmak adı altında, ar yırtılıyor, haya öldürülüyor. Cesaret isvesi altında, kainata ve benliğimize kaharet ediyorua. Malesef ki o zaman iste bizlerde böylesi halleri meşrulaştırmış, normalleştirmiş gibi olduğumuzdan umumi musibetler geliyor. Veya vazifelerimizi tam yapmadığımızdan lisan-i halimizle örnek olmadığımızdan hakikati islamiyeti hakkıyla haykıramadığımız anlar oldugundan, böylesi haller umumi olarak geliyor.

 

Evet.. Bende de hata var deyip kendimize dönüp muhasebe zamanı gelmiş demektir, açık alenen oruç yiyene saymak zamani degil
değil mi?

 

Bir de olayın baska bir boyutu var. Şimdi tv karelerinde çok yürek yakan hadiseler gösterilmis bu sel musibetinde. Hani seyrettiğinde insanın yüreği daglanıyor sızlıyor,duaya sarılıyor. Peki bu kareleri seyrediyoruz hemhal oluyoruz, nasıl bakmak gerekir? nasıl düşünmek gerekir bakarken? Ona ışk tutacak bir sual var;

 

Mâdem bu zelzele musîbeti hatâlarin neticesi ve keffâretü’z-zünubdur. Mâsumlarin ve hatâsizlarin o musîbet içinde yanmasi nedendir? Adâletullah nasil müsaade eder?

 

Geçen biri veryansın ediyordu bir buçuk yaşındaki çocuğun suçu neydi diye. İnsan hadiseye musibete nasil bakacağını bilmeyince,
kalp böyle söyler. Ama bakın cevabına;

 

Yine mânevî cânibden elcevap: Bu mesele sirr-i kadere taallûk ettigi için, Risâle-i Kadere havale edip, yalniz, burada bu kadar denildi: “Bir belâ, bir musîbetten çekininiz ki, geldigi vakit yalniz zâlimlere mahsus kalmayip, mâsumlari da yakar.” enfal suresi 25. ayet-i kerime. Şu âyetin sirri şudur ki:

 

Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dâr-ı teklif ve mücâhededir. İmtihan ve teklif, iktizâ ederler ki, hakikatler perdeli kalıp, tâ müsâbaka ve mücâhede ile, Ebû Bekir’ler âlâ-yı illiyyîne çiksinlar ve Ebû Cehil’ler esfel-i sâfilîne girsinler.

 

Eğer mâsumlar böyle musîbetlerde sağlam kalsaydılar, Ebû Cehil’ler, aynen Ebû Bekir’ler gibi teslim olup, mücâhede ile mânevî terakkî kapısı kapanacaktı ve sirr-i teklif bozulacaktı.

 

Aşikare musibetler hep inkar edenlerin hep yanliş yapanların başına gelse, iman etmis safilerin kılına zarar gelmese, kimsenin basşı secdeden kalkmaz. Ama o zaman, imtihan ve manevi terakki kapısı kapanırdı. Bu da dünyanın yaratılış, bizim gönderiliş maslahatımıza zıd olurdu.

 

Sual:

Mâdem, mazlum zâlim ile beraber musîbete düşmek, hikmet-i İlâhiyece lâzim geliyor; acaba o bîçare mazlumlarin rahmet ve adâletten hisseleri nedir?

 

Elcevap:

Bu suâle karsi cevaben denildi ki, o musîbetteki gazab ve hiddet içinde, onlara bir rahmet cilvesi var. Çünkü, o mâsumlarin fânî mallari, onlarin hakkinda sadaka olup, bâkî bir mal hükmüne geçtigi gibi, fânî hayatlari dahi bir bâkî hayati kazandiracak derecede, bir nevi sehâdet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir mesakkat ve azabdan büyük ve dâimî bir kazanci kazandiran bu zelzele, onlar hakkinda, ayni gazab içinde bir rahmettir.

 

Bu pencereden bakmazsak, o zaman gerek seyredilen kareler, gerek işitilen hadiseler, bizi isyandan uzak tutamaz itirazdan geri bırakamzdı. Çünkü haikaten yürek dayanmıyor. Evet, ama bakıyoruz içindeki rahmeti gözler önune getirdi Üstad.

 

Evet, ne güzel anlattı Üstad; zaten mal fani ama kâri sadaka hükmüne geçiyor olması. Zaten ömur fani ama kâri şehadet makamında olması ve çekilen sıkıntıya mukabil daimi bir kazanç söz konusu. Yani rahmet söz konusu. O Rahim olan zata hamdolsun.

 

Evet, şimdi yaşayışa gelince… bu satırları da böyle idrak ettikten sonra, aklımıza hemen Sözler’deki bir başka mevzunun ilk satırları geliyor.

 

Herseyde, hattâ en çirkin görünen seylerde, hakiki bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki hersey, her hâdise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kisim hâdiseler var ki, zâhiri çirkin, müsevvestir. Fakat o zahirî perde altinda gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.

 

Bazı musibetler bize ne kadar çirkin ve müsevveşte gelse, altında nice hikmetler yaratan, guzellikler yaratan bir Rabbimiz var. 

Bu ramazanin ve kadir gecesinin hurmetine Rabbim bizleri umumi afetlerden muhafaza eylesin ve bizi hak gönderdigi dine en guzel sekilde tabi olupta hakkıyla yaşayanlardan eylesin. Böylesi musibetlerde zarar görmüş masum kardeslerimize de yardim eyleyip ferahlık versin.

 

Amin

 

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

el Fatiha

Risale-i Nur Sohbetleri

Muhabbet-i Bakiye

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir