Ramazan-ı Şerif, bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta, bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır. Evet, birtek Ramazan, seksen sene bir ömür semerâtını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur’ân ile, bin aydan daha hayırlı olduğu, bu sırra bir hüccet-i kâtıadır. |
Bismillâhirrahmânirrahîm
[Üçüncü Nükte]
Oruç, hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye baktığı cihetle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
İnsanlar maişet cihetinde muhtelif bir surette hâlk edilmişler. Cenâb-ı Hak, o ihtilâfa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor. Halbuki, zenginler fukaranın acınacak acı hâllerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikînin bir esasıdır. Hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir; ona karşı şefkate mükelleftir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Çünkü, hakikî o hâleti kendi nefsinde hissetmiyor.
Evet, sanırım bu hal empatiden daha öte daha muhteşem bir haldir. Karşmızdaki kişinin sadece neler düşündüğünü değil, aynı zamanda neler hissettiğini hissetmek.. Belki onun nasıl elemler çektiğini, sadece düşünmek değil aynı zamanda o elemi çekerek yaşamak. İnsan böylece fakirin acınacak acı halini anlar, hisseder ve kendisine ihsan edilen zengiliğin zekatını, sadakasını, hayır ve hasenatını bol bir şekilde fakirlere verir yardım eder.
Zenginlere fakirlerin hallerini anlatacak, zenginleri fakirlerin yardımına koşturacak, onların ellerinden şefkatle tutturacak, “zenginim, sizden üstünüm” dedirtmeyecek zenginlere acizliği hissettirecek baska hangi düstur var?
Zenginlere fakirlerin duasını kazandıraracak baska hangi düstur veya kanun veya yaptırım var?
Tüm dünyanın sosyologları gelsinler, aralarında uçurumlar olan zenginlerle fakirlerin arasındaki mesafeyi kapatıp, kalbî bir bağ kursunlar, acaba orucun yaptığının binde birini yapabilirler mi?
[Dördüncü Nükte]
Ramazan-ı Şerifteki oruç, nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder. Hattâ, mevhum bir rububiyet ve keyfemâyeşâ hareketi, fıtrî olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Hususan, dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmişse, bütün bütün gasıbâne, hırsızcasına, nimet-i İlâhiyeyi hayvan gibi yutar.
Nefs-i emmarenin hali budur, mahluk olduğunu ve terbiye edildiğini vücudu ve bekasının Allah’tan olduğunu kabul etmek istemiyor. Kabul etse itaat etmek zorunda kalacak. Başta iman ve namaz olmak üzere dinin emir ve yasaklarina riayet etmeye mecbur olacak.
Halbuki nefs; ben hürüm hür kalmak istiyorum diyor, itaat etmek istemiyor, tamamen keyfi yaşamak istiyor. Hep genç kalmak ve daimi yaşamak istiyor. Eğer imkanı varsa ve gaflet ve cehaletin yardımlarıyla Allah’ın nimetlerine hayvan gibi saldırıp hırsız gibi sahip olmak istiyor. Biri ikaz etse kabul etmiyor, biri tebliğ etse imana ve ibadete gel diye yolunu değiştiriyor, yada yüz tevil ile kendini savunarak emirden kaçıyor. Vehm-i hürriyetini kabul ediyor, mahz-a rahmet olan dinin emirlerini kabul etmek istemiyor.
Evet, insanın vücudu, bedeni, kusursuz şekilde terbiye edildiği gibi, insanın nefsinin terbiyesinin kemale sevkide insanın eline bırakılmıştır. Tâki insan, hilkaten ve fıtraten, ahseni takvimi daha parlak gösterebilsin. Bunun için nefsin de terbiye edilmesi elzemdir.
Hazır zaman buna şahittir ki; beşer buna bir çare bulamamışlar, aksine nefsin hürriyetini daha da genişletmişler, dünyayı fesada vermişler, şimdi boğuluyorlar, kurtulmak istyorlar.
İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emrolunmazsa, en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rububiyeti kırılır, ubudiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.
Kul, memluktür; hür değil, abddir. Emir olunmazsa en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz. Mevhum rububiyeti kırılır, ubudiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer. İşte bu muhteşem bir terbiyedir.
Evvela kişinin iç alemenin temizlenmesidir ve toplumun temizlenmesidir, dünyayı perişan eden fesadların kaldırılmasıdır. Rabbim şuurlu oruç tutmak nasib etsin.
amin
Rabbim ahlaksızlık içinde, inim inim inleyen insanliğa iman ve islam ve namaz ve oruç nasib etsin,cümlemizi Kur’an ahlakı ile ahlaklandırsın
amin
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
el Fatiha
Bismillâhirrahmânirrahîm
[Beşinci Nükte]
Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin tehzib-i ahlâkına ve serkeşane muamelelerinden vazgeçmesi cihetine baktığı noktasındaki çok hikmetlerinden birisi şudur ki:
Kardeşler nefsin emmare olması hasebiyle, ilim ve amel gibi güzel ahlakların layık olduğu mevkide olması ve menbaının doğru bilinmesi için, kulun bu noktadan şuurlu olması lazımdır.
Mesela hayrları haseneleri ibadetleri kalb ve ruh ister, akıl iltizam eder, nefs ise istemez. Demek bu güzelliklerin nefse verilmemesi lazımdır.
Amel yerleştikten sonra nefis sahip çıkmak ister, kalbin ve ruhun elinden almak ister, işte bu noktada bir tehzib yapılması lazımdır.
Ayrıca nefs-i emmare serkeşliği sever ve bunu bir hürriyet olarak kabul eder. Halbuki nefsin hürriyeti ruhun esaretidir. Nefsin esareti yani itaati, ruhun hürriyyetidir. İkisi birden hür veya ikisi bir esir olmazlar. Nefs ıslah olur, ruha tabi olursa, durum değişir, yoksa değişmez.
Eğer kul nefse tabi olursa, ruhunu, haram arzuların parmaklıkları içinde mahkum eder. İmanlı ve itikadlı bir müslüman nefsin dizginlerini eline alırsa ruhunu hür eder.
Normal şartlarda, akılla, ilimle, musibetle, bela ile nefs kolay kolay serkeşlikden vazgeçmez. Öyle ise bu nefsin dizginini nasıl elimize alacağız?
Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihâyetsiz fakrı, gâyet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zaîf ve zevale maruz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Âdeta polattan bir vücudu var gibi, lâyemûtane kendini ebedî tahayyül eder gibi dünyaya saldırır. Şedid bir hırs ve tama’ ile ve şiddetli alâka ve muhabbet ile dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemal-i şefkatle terbiye eden Hâlıkını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmez; ahlâk-ı seyyie içinde yuvarlanır.
İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç; en gafillere ve mütemerridlere, za’fını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Evet insan oruçdaki açlık hissi ile, aczini ve zaafını hissediyor, sadece bir açlık hissetmiyor. Fakrını hissediyor sadece bir açlık hissetmiyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor. Midesindeki ihtiyacını anlar. Zaîf vücudu, ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtac olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemal-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlahiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-i manevî eliyle rahmet kapısını çalmağa hazırlanır. Eğer gaflet kalbini bozmamış ise!
Gaflet, cehaletten, dünya sevgisinden, helal haram çizgisinin kaybolmasından, ve nur-u kalbsiz zekavetten yoğrulmuş bir acib ve garib ve kalın ve karanlık bir perdedir. Haramlar nefse lezzet verirken, kalbe elim elemler verir, kalbe elim elemler verir ve siyah lekeler gibi kalbi lekelendirir. Kalb bu şekilde bozulur ve bozuldukça yüzünü ahiretten dünyaya çevirir.
[Altıncı Nükte]
Ramazan-ı Şerifin sıyamı, Kur’ân-ı Hakîm’in nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur’ân-ı Hakîm’in en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki:
Kur’ân-ı Hakîm, madem Şehr-i Ramazan’da nüzul etmiş; o Kur’ânın zaman-ı nüzulünü istihzar ile o semavî hitabı hüsn-i istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hacat-ı süfliyesinden ve malayaniyat-ı hâlattan tecerrüd ve ekl ve şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’ânı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’ânı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlahiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü vesselam’dan işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrail’den, belki Mütekellim-i Ezelî’den dinliyor gibi bir kudsî halete mazhar olur. Ve kendisi tercümanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur’ânın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir.
Evet madem Kur’an-ı Kerim bu mübarek ayda nazil oldu, sanki bu sene ilk defa nazil olmuş gibi hissetmek ve Kur’an-ı Kerimi bizim okumamız ama okurken efendimizden dinliyoruz sonra bizde okuyor, efendimiz de hz.cebrail as.dan dinliyor bize söylüyor bizde okuyoruz Cebrail as.da mutekellim i ezeli olan Allah dan k.kerimi öğreniyor geliyor efendimize öğretiyor efendimizde bize kıraat ediyor, biz de elimizdeki Kur’anı okuyoruz
Adeta biz sadece bir tercümanız. Her okuyuşumuzda bu halet ile okumak bu aya yakışır ve bu ayda bizden istenen guzel bir halettir.
Evet Ramazan-ı Şerifte güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor; öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin kûşelerinde o Kur’ânı, o hitab-ı semavîyi Arzlılara işittiriyorlar. Her Ramazan [şehru ramazanellezi ünzile fihilkur’an) âyetini, nuranî parlak bir tarzda gösteriyor.
Evet Elhamdulillah her mahallede her sokakda komşular arasında her ramazanda olan mukabeleler ramazan ayından başka ayda varmıdır? demek ramazan ayı kur’an ayıdır ve kur’anın ayıdır
Ramazan, Kur’ân ayı olduğunu isbat ediyor. O cemaat-ı uzmanın sâir efradları, bazıları huşu’ ile o hâfızları dinlerler. Diğerleri, kendi kendine okurlar.
Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i süflînin hevesatına tabi olup, yemek içmek ile o vaziyet-i nuranîden çıkmak ne kadar çirkin yemek ise ve o mesciddeki cemaatın manevî nefretine ne kadar hedef ise; demek bir oruç tutmasa hayvan gibi yese içse, hayvanlara benzeyecek. onun bu çirkin hali dunyanın öteki tarafındaki muslumanın aklının haberi olmasada maneviyatının haberi ile nefretini çekecek. sadece ailesi deği. belki tum muslumanların manevi nefretini uzerine celb edecek.
Böyle büyük bir caminin her tarafında herkes oruçlu bir şekilde kur’an okuyorlarken biri bu nurani meclisin içinde hapur hopur şapur şupur yese içse, o nurani cemaatten çıkar.
öyle de Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyama muhalefet edenler de, o derece umum o âlem-i İslâmın manevî nefretine ve tahkirine hedeftir.
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
el Fatiha