Onun içindir ki, kâmil insanlar, fakr ile fahretmişler. Sakın yanlış anlama, Allah’a karşı fakrını hissedip yalvarmak demektir. Yoksa fakrını halka gösterip dilencilik vaziyetini almak demek değildir. |
Bismillahîrrahmânirrahim
ŞU KÂİNATIN tılsım-ı muğlâkını açan “Âmentü billâhi ve bi’l-yevmi’l-âhir” ruh-u beşer için saadet kapısını fetheden ne kadar kıymettar iki tılsım-ı müşkülküşâ olduğunu; ve sabır ile Hâlıkına tevekkül ve iltica ve şükür ile Rezzâkından sual ve dua ne kadar nâfi ve tiryak gibi iki ilâç olduğunu; ve Kur’ân’ı dinlemek, hükmüne inkıyad etmek, namazı kılmak, kebâiri terk etmek ebedü’l-âbâd yolculuğunda ne kadar mühim, değerli, revnaktar bir bilet, bir zâd-ı âhiret, bir nur-u kabir olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle:
Allah’ın varlığına ve birliğine ve âhiret gününe îmân etmek, kainatın açılması en zor sırlarını, anlaşılması en zor şeyleri açan bir sırdır. İnsan ruhu için mutluluk kapılarını açıyor.
En faydalı ve her yarayı hemen tedavi edebilecek kuvvetli bir merhemimiz; Sabırla herşeyin yaratıcısı olan Cenab-ı Allah’a dayanmak ve güvenmek, O na yalvarmak, O’na sığınmak ve şükür ile bütün canlıların rızıklarını veren Allah’tan istemektir.
Ve ahiret yolculuğunda azığımız, gözalıcı güzellikte bir biletimiz, kabrimizin nuru da; Kur’an ın sözünü dinleyip ona boyun eğmek, namazı kılmak ve büyük günahları terk etmektir.
Bu hakikatleri anlamak için bir temsîlî hikayecik anlatılır. Anlatımı Risale de ilgili bölüme havale ederek özetini alalım.
İnsan sonsuz ihtiyaçları ve acizliği ile, sonsuz istekleri ve fakirliği ile biçaredir. Ecelimiz karşımızda, ölüm, ayrılık ve bunların düşücelerinden gelen üzüntüler arkamızda, her gün dost, tanıdık tanımadık insanlar veda edip gidiyorlar .. Sağımızda ve solumuzda iki derin yara; biri hadsiz, rahatsız edeci insanın güçsüzlüğü, diğeri üzücü, acı veren insanın fakirliği ..
Bu durumda insana merhem olan, onu bu sıkıntılardan kurtaran, ölümü geniş bir ahiret meydanına, sonsuz güzelliklere kapı yapan, kaybettiğimizi düşündüğümüz dostlarımızla sonsuz buluşma yeri haline getiren tılsım; Cenab-ı Hakk’a ve ahirete imandır. İman ile bütün bu olup biten; Sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah’ın taze taze, renk renk, çeşit çeşiz nakışlarındaki mucizeleri, kudret harikaları, rahmet yansımaları temaşaya ve muazzam lezzet alarak izlemelere vesile halini alır.
Evet, güneşin nurundaki renkleri gösteren âyinelerin tebeddül edip tazelenmesi ve sinema perdelerinin değişmesi, daha hoş, daha güzel manzaralar teşkil eder.
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
el Fatiha
Bismillahîrrahmânirrahim
Ve o iki ilâç ise, biri sabır ile tevekküldür; Hâlıkının kudretine istinad, hikmetine itimaddır. Öyle mi? Evet, emr-i
كُنْ فَيَكُونُ
’a mâlik bir Sultan-ı Cihana acz tezkeresiyle istinad eden bir adamın ne pervası olabilir? Zira en müthiş bir musibet karşısında
اِنَّا ِللهِ وَاِنَّاۤ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ
deyip itminân-ı kalble Rabb-i Rahîmine itimad eder. Evet, ârif-i billâh aczden, mehâfetullahtan telezzüz eder. Evet, havfta lezzet vardır. Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sual edilse, “En leziz ve en tatlı haletin nedir?” Belki diyecek: “Aczimi, zaafımı anlayıp validemin tatlı tokatından korkarak yine validemin şefkatli sinesine sığındığım halettir.” Halbuki, bütün validelerin şefkatleri, ancak bir lem’a-i tecellî-i rahmettir. Onun içindir ki, kâmil insanlar, aczde ve havfullahta öyle bir lezzet bulmuşlar ki, kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle teberrî edip Allah’a acz ile sığınmışlar; aczi ve havfı kendilerine şefaatçi yapmışlar.
Diğer ilâç ise, şükür ve kanaat ile talep ve dua ve Rezzâk-ı Rahîmin rahmetine itimaddır. Öyle mi? Evet, bütün yeryüzünü bir sofra-i nimet eden ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan ve o sofranın yanına koyan ve üstüne serpen bir Cevâd-ı Kerîmin misafirine fakr ve ihtiyaç nasıl elîm ve ağır olabilir? Belki, fakr ve ihtiyacı, hoş bir iştiha suretini alır; iştiha gibi, fakrın tezyidine çalışır. Onun içindir ki, kâmil insanlar, fakr ile fahretmişler. Sakın yanlış anlama, Allah’a karşı fakrını hissedip yalvarmak demektir. Yoksa fakrını halka gösterip dilencilik vaziyetini almak demek değildir.
Ve o bilet, senet ise, başta namaz olarak, edâ-i ferâiz ve terk-i kebâirdir. Öyle mi? Evet, bütün ehl-i ihtisas ve müşahedenin ve bütün ehl-i zevk ve keşfin ittifakıyla, o uzun ve karanlıklı ebedü’l-âbâd yolunda zad ve zahîre, ışık ve burâk, ancak Kur’ân’ın evâmirini imtisal ve nevâhîsinden içtinab ile elde edilebilir. Yoksa, fen ve felsefe, san’at ve hikmet, o yolda beş para etmez. Onların ışıkları kabrin kapısına kadardır.
İşte, ey tembel nefsim! Beş vakit namazı kılmak, yedi kebâiri terk etmek, ne kadar az ve rahat ve hafiftir. Neticesi, meyvesi, faidesi ne kadar çok mühim ve büyük olduğunu, aklın varsa, bozulmamışsa anlarsın. Ve fısk ve sefahete seni teşvik eden şeytana ve o adama dersin: Eğer ölümü öldürüp zevâli dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı beşerden kaldırıp kabir kapısını kapamak çaresi varsa, söyle, dinleyelim. Yoksa, sus! Kâinat mescid-i kebirinde Kur’ân kâinatı okuyor, onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zeban edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup Haktan gelip hak diyen ve hakikati gösteren ve nuranî hikmeti neşreden odur.
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
el Fatiha