Abdullah Yeğin Ağabey ve Hatıraları

///Abdullah Yeğin Ağabey ve Hatıraları



Başka bir gün: “Muâllimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar, bize Hâlıkımızı tanıttır” diye bir soru sormuştum. Üstad uzun izahlarda bulunarak cevaplar verdi. Daha sonra “6. Mes’ele” olarak yazıldı.

 

Risale-i Nur’da Abdullah Yeğin


(Vasiyetnâmenin hâşiyesi)


Kardeşim Abdülmecid, Zübeyr, Mustafa Sungur, Ceylan, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüşdü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillo’lu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Sâlih. (Em. Lâh. 137)


***……. Bu vasiyetname benden sonra bâki kalan tayinat içinde de konulsun, tâ ki bazı insafsız insanlar “Bu Said günde beş-on kuruşla yaşadığı ve kimseden para almadığı halde şimdiki mirası yüzer lira görünüyor, nerede buldu?” dememek için bu hakikati izhar etmek münasib olur.


Şimdi manevî evlâdlarım, fedakâr hizmetkârlarım olan Zübeyr, Ceylan, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve hâlis Nur’un kahramanları olan Hüsrev ve Nazif, Tahirî, Mustafa Gül gibi zâtların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum. Said Nursî (Em.Lâh.2-217)


***Ankara dârülfünununda Nur’a ehemmiyetli hizmet eden ve Kastamonu’da mekteb gençlerinden en evvel Nurlara giren ve Ankara’daki Abdurrahman’ın oğlu Vahdet’i himaye ve muhafazaya çalışan Araç’lı Abdullah’ın mektubunda tam imanlı ve dindarane ve müjdekârane yazması……… (Em.Lâh.271)


01.02.1973 ANKARA


Ankara’da Üniversite talebesiyiz, Emek Mahallesinde bir dershanede kalıyoruz. Sene 1972. Bir gün Abdullah Yeğin, Mustafa Türkmenoğlu, Mehmet Armutçuoğlu ağabeyler beraberce âniden dershanemize geldiler. Abdullah Yeğin ağabey’i ilk defa görüyordum. 6.Mes’elede geçen : “Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. “Bize Hâlıkımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar” dediler. Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.” sualini Abdullah ağabeyin sorduğunu duymuştum ve kendisini hep merak ediyordum. Sûret’inin ve sîret’inin güzelliğine hayran kalmıştım, içim ısındı, huzur bulmuştum yanlarında. Bir ders okunduktan sonra Abdullah ağabey merak ettiğimiz hâtıralarından biraz bahsetti. Aldığım notlar:


Buraya bir hoca gelmiş, ziyaretine gidelim


1940 da Kastamonu Lisesinde talebe iken benim gibi “Rıfat” adında dindar bir arkadaşım vardı. Bir gün bana “Buraya bir hoca gelmiş, ziyaretine gidelim” dedi. Ben de: “Peki gidelim” dedim. Vardığımızda Üstad yatağa yarı uzanmış, yâni bir yere dayanmış belinden yukarısı dik. Saçları kulaklarına kadar uzun, gözündeki gözlük hafif öne düşmüş hâlde elinde bir kitap vardı.


Biz selâm verip elini öptük. Bize gözlüğün üzerinden hafif bakarak “maşallah, maşallah” diyerek bir iki iltifat etti ve îman–âhiret dersleri verdi….


Ben eski Abdullah’ımı kaybetmişim


Başka bir gün: “Muâllimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar, bize Hâlıkımızı tanıttır” diye bir soru sormuştum. Üstad uzun izahlarda bulunarak cevaplar verdi. Daha sonra “6. Mes’ele” olarak yazıldı.


Biz gittiğimizde ekseriyetle “Mehmed Feyzi Efendi bize Risalelerden okur, biz de yeni yazıyla kendi defterimize yazardık.


Ben o zamanlarda Üstadı tam tanıyamamıştım. Bir zaman sonra Üstad’ı İstanbul’da ziyaret ettiğimde, daha saygılı ve daha hürmetkar idim. Üstad o zaman bana: “Ben eski Abdullahımı kaybetmişim” demişti.


Üstad selâm vermek için Halk Partililerin dükkanlarının önünden geçerdi



Üstadımız hem çok tevâzu sahibidir, hem de kimseyi gücendirmezdi. Kim olursa olsun Üstadımızı bir defa ziyaret eden, bir defa görüşen hemen dost olurdu. Emirdağ’da Bulunduğumuz yerin yanı başında “Halk Partisi”ne mensup kimselerin dükkanları vardı. Üstadımızın yolu oraya düşmezken husûsi arabayı o tarafa çevirttirir, onlara selâm verirdi, onlar da “Üstad bizi seviyor” derler sevinirlerdi.


KEMÂLPAŞA 30.06.2001


Sılâ-i rahim mektupla da olur


-Üstad Hazretleri hasta annenizi ziyaret için bile olsa dersaneden ayrılmanıza izin vermemiş, bu nasıl oldu?


-Urfa’da dersanede kalıyordum, dört sene kadar olmuş ayrılamamıştım. Üstad’a bir mektûp gelmiş, yâ benim ağabeyim yazmış o mektûbu veya annem birine yazdırmış. Annem mektûpta demiş ki: “Ben hastayım, eğer bir iki ay izin alıp gelmezse ben hakkımı helâl etmiyorum.” Üstad’a böyle bir mektûp gelmiş benim haberim yok. Mektûbu Üstad’a okumuşlar, gûya üstad demiş: “Bir iki ay izin yok, bir iki gün var” demiş. Bunu da söyleyen “Zekeriya Kitapçı” şimdi Konya’da profesör. O bana iki satır mektûp yazmış: “Üstadımıza böyle bir mektup geldi, annen hastaymış, Üstad bir iki gün izin verdi” diye.


Ben Zekeriya’nın mektubunu alınca, “epeydir Üstad’a gidememiştim, bir iki gün izinle Üstad’a da uğrarım” diye doğru Isparta’ya gittim, Üstad Emirdağ’a gitmiş, ben de Emirdağ’a geçtim. Trenle giderken Nûri isminde Haymanalı birine rastladım O da üstad’a gidiyormuş, tanıştık, Üstada beraber gittik. İkimiz odaya aynı anda beraber girdik, Üstad benimle hiç konuşmuyor, Nûri ile konuşuyordu hep. Neyse, onu gönderdi bana: “Sen niye geldin?” dedi. Ben de dedim: “Annemden böyle bir mektup gelmiş, siz demişsiniz ki: Bir iki ay izin yok, bir iki gün var.” Üstad: “Benim haberim yok” dedi. Orada Ceylan ağabey vardı: “Efendim, bu Zekeriya’nın dolmuşuna binmiş” dedi. (A.Yeğin ağabey bunları anlatırken bir taraftan kendisi gülüyor, bizi de güldürüyordu. Ö.Özcan) “Peki, bugün burada kal” dedi


Üstad. Ertesi gün: “Orası yalnız olmaz, geriye dön. Sen mektup yazmıyorsun, sılâ-i rahim mektupla da olur, sılâ-i rahim yapmıyorsun. Senin orayı terk etmen olmaz, eğer seni görmek isteyen varsa onlar gelsin.” dedi. Müsaade etmedi yâni beni tekrar Urfa’ya gönderdi.


O zaman dersanede Abdülkadir Badıllı yalnız kalmıştı.


Ben Urfa’ya geri döndüm, fakat “Üstadımız tarikatçı değildir” diye daha evvel bir mektup gelmişti. Üstadımız yazdırmış o mektubu yanındakiler de imza etmişler. Biz de o mektubu teksir edip dağıtmıştık. İşte o sebeple varır varmaz bizi tevkif ettiler. Biz gelen bütün mektupları teksir eder, ne kadar adres varsa posta ile oralara gönderirdik.


Hukukullah; hukuk-u Peygamberî; hukuk-u Üstad;


hukuk-u Vâlide; hukuk-u Peder


Az evvel anlattığım hâdiseden başka bir zaman da Üstadla şöyle bir hâtıramız geçti, târihini tam hatırlayamıyorum. (Abdullah ağabey bu hâtırayı Üstadımızdan aynen gördüğü gibi elini açarak, târif ederek tek tek parmaklarını kapatarak anlattı Ö.Özcan)


Üstad elini açtı. Baş parmağı göstererek: “Şu Hukullah’ı gösterir (başparmağı kapadı); şu hukuk-u Resûlullah (işâret parmağını kapadı); şu hukuk-u Üstad (orta parmağı kapadı); şu hukuk-u vâlide (yüzük parmağını kapadı); şu hukuk-u peder (serçe parmağını kapadı). Sonra elini tam kapatarak, yâni yumruk yaparak: “Bak bu başparmak hepsini karşılıyor mu? İşte bunlar hukukullah’a aykırı hiç bir şey emredemezler, (küçük parmaklar) emretseler de dinlenmez” dedi Üstadımız.


Me’muriyet


Bir gün Üstad dedi: “Memuriyete müsaadem yok, sadece üç şartla müsaadem var”


1. Memuriyeti; Risale-i Nura, dine, imâna hizmet’e vesile yapacak.


2. Memuriyeti dürüst yapacak aldığı maaşı helâl ettirecek, doğruluktan ayrılmayacak.


3. Aldığı maaşı iktisatla sarfedecek, zaruri masraflarına sarf edecek.


Bu üç şartı yerine getirenlere memuriyeti müsaade ediyorum dedi. Daha çok öğretmenliğe teşvik ederdi.


Urfa’ya davet


Ceylan bana telgraf çekmişti, “Üstad yalnız” diye. Urfa’dan Isparta’ya gittim, yanında “Vahşi Şâban, Küçük Ali efendi” vardı. Bana: “Beni yalnız diye seni çağırmışlar, ben yalnız değilim, sen orayı yalnız bırakma, tekrar Urfa’ya git” dedi. Gitmişken Üstad’ı Urfa’ya davet ettim.


Bana dedi: “Orada Risale-i Nur yok mu? Risale-i Nur varsa bana ihtiyaç yoktur, Risale-i Nur olan yerde Risale-i Nur benim vazifemi yapar.” Tekrar sordum: “Üstadım gelmeyecek misiniz?” Hiç ses çıkarmadı, ne “geleceğim” dedi, ne de “gelmeyeceğim” dedi, sûkut etti. Üstad “geleceğim” dedi mi gelir, çünkü Üstad yalan söylemez. Ayrıldık, bir ay sonra hasta olarak geldi Urfa’ya…


Kastamonu’daki Üstadımızın evi


-Şimdi yeniden yapılan üstadımızın Kastamonu’daki evi, orijinalinin aynısı mıdır?


-Bu ev Kastamonu Belediyesi tarafından yeşil saha olarak tamamen yıkılmıştı. Biz müracaatta bulunarak hususî bir kararla izin aldık ve evi yeniden yaptık. Yalnız biraz küçüldü. Ocaklı bir oda daha vardı, o şimdi yok. İçi ise aynı şekle uygun olarak Üstad’a aid eşyalarla tezyin edildi. Orada bulunan divan benim Üstad’ı ilk gördüğüm divanın kopyasıdır. Ama yeri orasıdır. Karşısındaki karakol ise bugün yoktur.


***


29.06.2003 İZMİR (ÇAMLIK ve BASMANE)


Bu sene de Çamlık dersi çok kalabalık oldu. Sungur ağabey, Abdullah Yeğin ve Said Özdemir ağabeyler de vardı. Ağabeyler bir çok hâtıralar anlattılar. En son Sungur ağabey “Abdullah ağabey sen de bir hâtıra anlat” deyince Abdullah ağabey biraz yüksek sesle aynen şu konuşmayı yaptı:



“Muhterem kardeşlerimiz! Koskocaman külliyat var hepinizin evinde, cebinde, hâtıra istiyorsunuz, hatıra bâzı husûsî ahvâldir.


Risale-i Nur yüzlerce mahkemenin tetkikinden geçmiş, Üstadımız müteaddit defalar okumuş, kimse bunlarda noksan ve kusur bulamamış. En çok itimat edeceğiniz kitaplar Üstadımızın tashihinden geçen kitaplardır. Herkes kitap basıyor, herkes bir şeyler konuşuyor, biz delil ve burhana tabiyiz, şahıslara tâbi değiliz, biz hepimiz kardeşiz. Birbirimizin imanını kuvvet verecek şekilde çalışmakla mükellefiz. Risale-i Nurlarda her şey yazılıdır, fazla konuşmaya lüzum yoktur. Cenab-ı Hak kusurumuzu affetsin, nefsimiz namına konuşturmasın bizi, hak namına hakikat hesabına “intak-ı bilhak nev’inden” kim konuşursa herkese tesiri olur. Böyle kalabalığı görünce herkes birşeyler söylemek istiyor, bunlar Risale-i Nur’da yazılıdır zaten. Hemen hazıra konmak yok, okuyacağız, araştıracağız, Allah isteyene verir. “men talebe vecedde vecede” çalışırsanız kazanırsınız, çalışmazsanız aleyhinize olur. Allah cümlemizi Risale-i Nurlarda istihdam eylesin. Üstadımız demişti ki: “Kimde Risale-i Nur’a bir muhabbet hasıl olsa o istihdam altındadır.” İşte buna göre kendinizi bir hesaba çekin, siz hakikaten Risale-i Nur’u seviyorsanız Allah size ihsan eylesin. Cümlemizi Cenab-ı Hak îman-ı kâmil sahibi etsin. Her hareketimizi nefis namına değil, hak ve hakikat hesabına Allah rızası dairesinde kabul buyursun.. lillahi tealâ fâtiha.


Üstad niçin “hüngür hüngür ağlamaya başladı


Gündüz Çamlıkta bulunan Yeğin ağabey akşam da Basmane dersanesinde bulundu. Ve bâzı hâtıralar anlattı:


Üstadımızla beraber Sarıyer’e gitmiştik. Otomobilde Üstad, ben ve şoför vardı. Denize baka baka geliyorduk. Üstadımız bir kadınla erkeğin birbirine sarılmış vaziyetlerini görünce birden hızla başını öteki tarafa çevirdi ve başladı hüngür hüngür ağlamaya, kim bilir bugünleri mi görmüştü? Ben bu sefer buraya İzmir’e gelmeden evvel; Antalya, Muğla ve İzmir’in ilçelerini gezerek geldim, sanki Avrupa buraya gelmiş, bu durum benim gözümü korkuttu doğrusu.


Sadece çarşıda pazarda bir-kaç dersane ile olmaz. Her ev Dersane-i Nûriye olmalı. Siz hemen yarım saat ders yapayım diye başlamayın evinizde. İlkin 2 dakika.. 3dk… 5dk.. derken yarım saata varacaksınız.. alıştıra alıştıra olmalı. Emirdağ 2 Lâhikasında Üstadımızın ev derslerine tavsiyesi var. (Abdullah ağabey bu kısmı okudu) Çocukları sadece Kur’an Kursuna göndermekle olmaz tahkikî îman dersleri için Risale-i Nurları okumalılar..


Evet Üstadımız “onlar aramalı, onlar yalvarmalı” diyor ama ben kaç kere gözümle gördüm Üstad vesile olmak için çalışıyordu.. gözüne kestirdiğini hemen yanına çağırırdı.. Türkmenoğlu bu şekilde talebe olmuştur.


Ömer Özcan

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir