Abdülkâdir Geylânî (ra) Hakkında

Ahmet.1

Well-known member
Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin insanları gafletten uyaran, kendilerine gelmesine vesîle olan pekçok sözü vardır. Bunlardan bâzıları şunlardır:

"İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz. Kusurları örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak olması, doğru sözlü ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip, kötülüklerden men edici olması, misâfirperver ve geceleri insanlar uyurken ibâdet edici olması, âlim ve cesûr olması."

"Şükrün esası, nîmetin sâhibini bilmek, bunu kalb ile îtirâf etmek ve dille söylemektir."

"Büyük âlimlere tâbi olunuz; bid'at yoluna, dinde olmayıp, sonradan çıkarılan şeylere sapmayınız. İtâat ediniz, muhâlefet etmeyiniz. Sabrediniz, sızlanmayınız. Sâbit kalınız, ayrılıp dağılmayınız. Bekleyiniz, ümit kesmeyiniz. Özünüzü günahdan temizleyiniz, kirletmeyiniz. Hele Rabbinizin kapısından hiç ayrılmayınız."

"Kalb dünyâ arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkânı yok, âhireti sevmiş olamaz."

"Mümin, insanlara karşı yüzünden sevinçli olduğunu gösterir. Fakat kendi mahzûndur. Peygamber efendimiz; "Müminin sevinci yüzündedir. Halbuki kalbi mahzûndur." buyurmaktadır. Müminin tefekkürü, düşünmesi, ağlaması çok, gülmesi azdır. Tebessümü ile kalbindeki hüznü gizler. Dışarıda geçimini temin etmekle uğraşıyor görünür, kalbi Rabbini anmakla meşgûldür. Çoluk çocuğu ile uğraşıyor görünür, kalbi Rabbi iledir."

"İnsanlara gösteriş için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabûl etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyâya düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Peygamber efendimiz başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı."

İlk önce yapılması lâzım olan şeyler husûsunda:

"Mü'minin, en önce farzları yapması lâzımdır. Farzları bitirdikten sonra, vâcib ve sünnetleri yapar. Ondan sonra, nâfilelerle meşgûl olur. Farz borcu varken sünnet ile meşgûl olmak, ahmaklıktır. Farz borcu olanın, sünnetleri kabûl olmaz. Ali bin Ebî Tâlib'in rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz buyuruyor ki: "Üzerinde farz borcu olan kimse, kazâsını kılmadan nâfile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazâsını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nâfile namazlarını kabûl etmez." Mümin, bir tüccara benzer. Farzlar onun sermâyesi, nâfileler de kazancıdır. Sermâye kurtarılmadıkça, kazancı olamaz." buyurdu.

Kötü arkadaşlardan uzak olmayı tavsiye eder, şöyle buyururdu:

"Kötü arkadaşları terket. Onlara sevgi duyma, sâlihleri sev. Yakının bile olsa, kötü arkadaştan uzak dur. Uzak bile olsa, iyi arkadaşlarla berâber ol. Kimi seversen, seninle onun arasında bir yakınlık hâsıl olur. Bu bakımdan, sevgi beslediğin kimsenin kim olduğuna iyi bak.

Ey oğul! Kötü kimselerle düşüp kalkman, seni, iyi kimseler hakkında kötü zanna düşürür. Allahü teâlânın kitabının ve Resûlünün sünnet-i seniyyesinin gölgeleri altında yürü, felâh, bulur kurtuluşa erersin."

Ey oğul! Senin düşüncen, yiyecek, içecek, giyecek ve dünyâ lezzetleri olmasın. Bütün bunlar, nefsin ve insan tabiatının istediği şeylerdir. Kalbin düşüncesi nerede, nefsin ve tabiatın istekleri nerede? Kalbin düşüncesi Allahü teâlâdır. Senin düşüncen, Rabbin ve O'nun katında bulunan nîmetler olmalıdır. Dünyâdan (haram ve şüphelilerden) ne terkedersen, mutlaka bunun karşılığında âhirette ondan daha hayırlısı vardır. Ömründe sâdece şu içerisinde bulunduğun günün kaldığını farz et de âhiret için hazırlık yap."
 

Ahmet.1

Well-known member
Faydasız şeyleri bırakmak husûsunda:

"Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak. Dünyâ ve âhirette sana fayda verecek işlerle uğraş. Boş işlerle uğraşmayı bırak. Kalbinden dünyâ düşüncelerini çıkar. Çünkü yakında dünyâdan alınacak, âhirete götürüleceksin. Dünyâda rahat ve hoş bir hayat arama. Resûl-i ekrem; "Hayat, âhiret hayâtıdır" buyurdu."

İyi zan sâhibi olmak hakkında:

"Müslümanlar hakkında iyi zan sâhibi ol. Onlar hakkında niyetini düzelt. Her türlü hayır işi yapmaya koş. Bilmediğin hususlarda âhireti düşünen âlimlere sor."

Duâ hakkında:

"Allahü teâlâdan dünyâ ve âhiretin hayırlarını iste. Sakın; "Ben istiyorum. Fakat Allahü teâlâ vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim." deme. Duâya devâm et. Eğer istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allahü teâlâdan istedikten sonra, Allahü teâlâ onu sana gönderir. Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allahü teâlâ seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rızâ gösterme nîmetini ihsân eder. Eğer Allahü teâla senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allahü teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın. O zaman Allahü teâlâ sana râzı ve memnûn olacağın bir hâl verir. Eğer, ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için duâ edersen, Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muâmele etme hâlinden vaz geçirir. Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama hâline çevirir. Eğer dünyâda borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir.

Âhiret işlerini önce yapmak husûsunda:

"Âhireti sermâyen, dünyâyı bu sermâyenin kazancı yap. Zamânını, önce âhireti elde etmek için sarf et. Geri kalan vaktini, geçimini temin için harca. Sakın dünyânı sermâye, âhiretini onun kârı şeklinde yapma. Böyle yaparsan, dünyâdan artan zamânını, âhiretin için sarf edersin. Bu zaman zarfında namazlarını kılmaya çalışırsın. Fakat çabucak kılayım diye, rükünlerine riâyet etmezsin. Sonra dünyâ işlerinden dolayı yorulur ve bitkin düşersin. Geceleri kazâ namazı kılmaya fırsat bulamazsın. Yorgunluktan ölü gibi yatar, gündüz de faydasız olursun. Nefsine, hevâ ve isteğine hattâ şeytâna tâbi olursun. Âhiretini dünyâya karşılık satarsın. Nefsinin kölesi ve onun bineği olursun. Hâlbuki sen, nefsine binmek, onu yalanlayıp tekzib etmek ve selâmet yoluna sokmakla emrolunmuşsun. Bunlar âhiret yolu, Rabbine tâat yoludur. Sen, nefsinden gelen istekleri kabûl etmekle, kendine zulmettin. İpini onun eline verdin. İsteklerinde, lezzetlerinde, hevâsında ona uydun. Sonunda dünyâ ve âhiretin hayırlısını kaçırdın. Dünyâ ve âhiretini zarara soktun. Böyle olursa, Kıyamet günü din ve dünyâ bakımından insanların en müflisi ve en zararlısı olursun. Nefsine uymakla, dünyâdan fazla bir şeye ulaşamadın. Eğer nefsini âhiret yoluna çekseydin, âhiretini esas ve sermâye kabûl etseydin, dünyâ ve âhiretini kazanırdın. Nefsin kötülüklerinden korunur, iyilerden olurdun. Eğer dünyâya rağbet etmeyerek, kötülüklerden uzak kalarak Allahü teâlâya itâat edersen, Allahü teâlânın has kullarından olursun."

Yapılan nasîhatı kabul etmek hakkında:

"Kardeşinin sana yaptığı nasîhatı kabul et. Ona muhâlefet etme. Çünkü o, senin kendinde göremediğin şeyleri görür. Bunun için Resûl-i ekrem; "Mümin, müminin aynasıdır." buyurmuştur. Mümin, din kardeşine yapmış olduğu nasîhatlerde samîmîdir. Onun göremediği şeyleri bildirir. Ona, iyilikler ve kötülükler arasındaki farkı gösterir. Ona, lehinde veya aleyhinde olan şeyleri anlatır."

Acele etmemek husûsunda:

"Acele etme. Acele eden, ya hatâ yapar veya hatâlı duruma yakın olur. Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isâbet kaydeder veya isâbet etmeye yaklaşır. Acele şeytandandır. Ağır ve temkinli hareket etmek. Allahü teâlâdandır. Umûmiyetle aceleye sebep, dünyâlık toplama hırsıdır. Kanâat sâhibi ol. Kanâat bitmeyen bir hazînedir."

Gaflet hakkında:

"Allahü teâlâdan hakkıyla hayâ ediniz. Gaflette olmayınız. Zamânınız, zâyi olup gidiyor. Hâlbuki siz, yiyemeyeceğiniz şeyleri toplamak, ulaşamayacağınız şeylerin peşinde koşmak, oturamayacağınız binâları kurmakla meşgûl oluyorsunuz. Bütün bunlar size, Rabbinizin huzûrunda hesap vermek için duracağınızı unutturuyor. Hâlbuki Allahü teâlâyı anmak, âriflerin kalblerinde yerleşir. Onların kalblerini kuşatır. Onlara, Allahü teâlâyı hatırlamaya mâni olan her şeyi unutturur."

Allah için yapılmayan işler hakkında:

"Senin dilin güzel ve tatlı; yüzün ise kötülüklerden kurtulmuş gibi gülüyor, ya kalbinin hâli nasıl? Cemâat içinde iyi görünüyorsun, ya yalnız iken, yanında kimse yok iken nasılsın? Göründüğün gibi değilsin. Sen namaz kıldığın, oruç tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer bunları sırf Allahü teâlânın rızâsını gözeterek yapmazsan, nifak üzere ve Allahü teâlâdan uzak olacağını bilmiyor musun? Şimdi Allah için yapmadığın bütün işlerin, bütün sözlerin, âdî ve bayağı niyetlerin için tövbe et.

İnsanlara gösteriş için, onların rızâlarını almak için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabûl etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyâya düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Çünkü sen, hüzün evinde ve dünyâ hapishânesindesin. Resûl-i ekrem dâimâ tefekkür ederdi. Sevinçleri az, hüzünleri çoktu. Az gülerdi. Sâdece başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı."

Allahü teâlânın sevgisinde samîmiyetin nasıl belli olduğu hususunda:

"Kulun Allahü teâlâyı sevmesinde samîmi olup olmadığı, başına belâ ve musîbet geldiği zaman ortaya çıkar. Bela ve musîbet geldiğinde sabır ve sükûn hâlini muhâfaza edebiliyorsa, o gerçekten Allahü teâlâyı seviyor demektir. Musîbet ve fakirlik zamânında sebat gösterebilmek bu sevgiye delil ve alâmet yapıldı. Birisi Peygamber efendimize; "Ben seni seviyorum." deyince; "Fakirlik için bir elbise hazırla." buyurdu. Bir başkası gelip Peygamber efendimize; "Ben Allahü teâlâyı seviyorum." deyince; "Belâ için elbise hazırla." buyurdu."

Sabır ve tahammüllerin karşılıksız kalmayacağına dâir:

"Halinizden şikâyette bulunmayın. Sabredin, feryad etmeyin. Doğruluk üzere devâm edin. İsteyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin. İçinde bulunduğunuz istenmeyen hâllerden dolayı ümitsizliğe düşmeyin. Dâimâ ümitli olun. Birbirinize düşman değil, kardeş olun. Birbirinize buğz etmeyin.

Allahü teâlâya, rızâsı için yapılan sabırlar ve tahammüller, aslâ karşılıksız kalmaz. Onun için bir ân olsun sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın mükâfâtını görürsünüz. Ömrü boyunca kahraman lakabıyla meşhûr olan, bu lakabı, bir ânlık cesâreti netîcesinde kazanmıştır. Allahü tealâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle berâberdir." buyuruyor (Bekara sûresi: 153)

Hayâtı fırsat bilmeye dâir:

"Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz. Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dünyâdan ayrılacaksınız. Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yapmayı ganîmet biliniz. Tövbe kapısı açıkken ve elinizde bu imkân varken bunu fırsat biliniz. Tövbe ediniz. Duâ etmeye imkânınız varken, duâ ediniz. Sâlih kimselerle berâber olmayı fırsat biliniz."

Kabir ziyâretine dâir:

"Kabirleri ziyâret ediniz. Sâlih kimseleri de ziyâret ediniz. Hayırlı işler yapınız. Böyle yaparsanız, her şeyiniz düzelir."

Günahlardan sakınmak husûsunda:

"Mümin kimse küçük günahları da büyük görür. Peygamber efendimiz; "Mümin kimse, günahını dağ gibi görüp, kendi üzerine düşeceğinden korkar. Münafık ise, günâhını burnu üzerine konan ve hemen uçan sinek gibi görür." buyurdu."
 

Ahmet.1

Well-known member
Vefâtı: Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri vefât edeceği sırada, oğullarına buyurdu ki: "Yanımdan ayrılın! Çünkü zâhirde, görünüşte sizinle, bâtında sizden başkasıyla yâni Allahü teâla ile berâberim." Yine o esnâda buyurdular: "Yanımda sizden başkaları da vardır. Onlara yer açın. Onlara edebi gözetin. Burada büyük rahmet vardır. Onları sıkıştırmayın! " Yine; "Aleyküm-üs-selam ve rahmetullahi ve berekâtühü. Allahü teâlâ beni ve sizi magfiret etsin! Allahü teâlâ benim ve sizin tövbelerimizi kabûl etsin! " Bir gün bir gece hep böyle buyurdular.

Oğlu Şeyh Abdürrezzâk anlatır:

Gavs-ül âzam, o esnâda, ellerini kaldırıp, uzattı ve; "Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berekâtühü! Tövbe ediniz! " buyurdu.

Vefât ederken iki defâ; "Allahümme refîk al a'lâ." deyip; "Size geliyorum, size geliyorum." buyurdu. Tekrar buyurdu ki: "Durun! " Bunun ardından, ona ölüm ve sekerât hâli geldi. Bu hâlde iken; "Bana kimse bir şey sormasın. Ben, Allahü teâlânın ilminde bir hâlden başka bir hâle geçmekteyim." buyurdu.

Son anlarında, oğlu Abdülcebbâr; "Babacığım, bedenin acı duyuyor mu? " diye arz edince; "Bütün uzuvlarım acı içindedir. Yalnız kalbimde hiç acı ve elem yok. O, Allahü teâlâ iledir." buyurdu.

Oğlu Şeyh Abdülazîz; "Hastalığınız nasıldır? " diye sorunca; "Benim hastalığımı, insan, cin ve meleklerden hiçbiri bilmez ve anlayamaz. Allahü teâlânın ilmi, hükmü ile nâkıs olmaz. Hüküm değişir, ilim ise değişmez. Allahü teâlâ, dilediğini siler, dilediğini yazar. Ümm-ül-kitab O'ndadır, O'na yaptığından suâl olunmaz. Kullara ise, yaptıkları sorulur." buyurdu.

Daha sonra; "Kudret ile hâkim, kullarına ölüm ile gâlib olan Allahü teâlâ, her ayıp ve kusurdan münezzehdir. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah! " Sonra da; "Allah Allah Allah..." deyip sonra sesini kesti, dilini damağına yapıştırıp, mübarek rûhunu teslim eyledi.

Vefâtı büyük bir üzüntüyle karşılandı. Cenâze namazını kılmak üzere, görülmemiş bir kalabalık toplandı. Cenâze namazını oğlu Abdülvehhâb kıldırdı. O kadar insan toplanmıştı ki, kalabalık sebebiyle ancak gece defn edilebildi. İnsanlar, büyük kalabalıklar hâlinde ziyâretine geldiler. Bu ziyâretler günlerce devâm etti.

Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin kız ve erkek pek çok çocuğu vardı. Nesli onlar vâsıtasıyla dünyânın çeşitli yerlerine Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs (İspanya), Irak, Suriye ve Anadolu'da yayılmıştır. Oğullarından Ebû Abdurrahmân Şerefeddîn Îsâ Mısır'a hicret etmiş olup şimdi Mısır'daki Kâdirî şeriflerin dedesi odur. Torunları, Kuzey Afrika'da daha çok Şerif ve Şurefa gibi isimlerle, Irak, Suriye ve Anadolu'da ise Seyyid ve Geylânî diye anılmaktadır.
 

Ahmet.1

Well-known member
Eserlerinden bâzıları şunlardır:

1) El-Gunye li-Tâlibî Tarîk-ıl Hak: Îmân, ibâdet ve ahlâkî konuları ihtivâ eder. 2) El-Fethurrabbânî vel-Feyz-ur-Rahmânî: Vâzlarından meydana gelir. 3) Fütûh-ul-Gayb: Bu eser vâzlarından ve oğlu Abdurrezzak'a vasiyetinden meydana gelir. 4) El-Fuyûzâtu'r-Rabbâniyye fî Evrâd-il-Kâdiriyye: Duâ ve virdlerden meydana gelir. 5) Mektûbat: On beş mektuptan meydana gelir.
 

Ahmet.1

Well-known member
Altının Var Mı?

Bir gün Abdülkâdir Geylânî'ye; "Bu işe başladığınızda, bu yola adım attığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız? " diye sordular. Buyurdu ki:

"Temeli sıdk ve doğruluk üzerine attım. Aslâ yalan söylemedim. Yalanı kâğıda bile yazmadım ve hiç yalan düşünmedim. İçim ile dışımı bir yaptım. Bunun için işlerim hep rast gitti. Çocuk iken maksadım, niyetim, ilim öğrenmek, onunla amel etmek, öğrendiklerime göre yaşamaktı. Küçüklüğümde Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim bir öküzün kuyruğundan tutunup, arkasından gidiyordum. Hayvan dile geldi ve dönüp bana; "Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın." dedi. Korktum, geri döndüm. Evimizin damına çıktım. Gözüme, hacılar gözüktü. Arafat'ta vakfeye durmuşlardı. Anneme gidip; "Beniallahü teâlânın yolunda bulundur. İzin ver, Bağdad'a gidip ilim öğreneyim. Sâlih zâtları ve evliyâyı bulup ziyâret edeyim." dedim. Annem sebebini sordu, gördüklerimi anlattım. Ağladı, kalkıp babamdan mîrâs kalan seksen altının yarısını kardeşime ayırdı. Kalanını bana verip, altınları elbisemin koltuğunun altına dikti. Gitmeme izin verip, her ne olursa olsun doğruluk üzere olmamı söyleyip, benden söz aldı. "Haydi Allah selâmet versin oğlum. Allahü teâlâ için ayrıldım. Artık kıyâmete kadar bir daha yüzünü göremem." dedi. Küçük bir kâfile ile Bağdad'a gitmek üzere yola çıktım. Hemedan'ı geçince, altmış atlı eşkıyâ çıka geldi. Kâfilemizi bastılar. Kervanı soydular. İçlerinden biri benim yanıma geldi. "Ey derviş! Senin de bir şeyin var mı? " diye sordu. "Kırk altınım var." dedim. "Nerededir? " dedi. "Koltuğumun altında dikili." dedim. Alay ediyorum zannetti. Beni bırakıp gitti. Bir başkası geldi, o da sordu. Fakat, o da bırakıp gitti. İkisi birden reislerine gidip, bu durumu söylediler. Reisleri beni çağırttı. Bir yerde, kâfileden aldıkları malları taksim ediyorlardı. Yanına gittim. "Altının var mı? " dedi. "Kırk altınım var." dedim. Elbisemin koltuk altını sökmelerini söyledi. Söküp, altınları çıkardılar. "Neden bunu söyledin? " dediler. "Annem, ne olursa olsun yalan söylemememi tembih etti. Doğruluktan ayrılmayacağıma söz verdim. Verdiğim sözde durmam lazım." dedim. Eşkıyâ reisi, ağlamaya başladı ve; "Bu kadar senedir ben, beni yaratıp, yetiştiren Rabbime verdiğim sözü bozuyorum." dedi. Bu pişmanlığından sonra tövbe edip, haydutluğu bıraktığını söyledi. Yanındakiler de, "İnsanları soymakta, yol kesmede sen bizim reisimiz idin, şimdi tövbe etmekte de reisimiz ol" dediler. Sonra, hepsi tövbe ettiler. Kâfileden aldıkları malları sâhiplerine geri verdiler. İlk defâ benim vesîlemle tövbe edenler, bu altmış kişidir."
 

Ahmet.1

Well-known member
Ateşin Odunu Yiyip Bitirdiği Gibi

Abdülkâdir Geylânî'nin sohbetleri ile hasta gönüller şifa bulur, katı kalpler yumuşardı. İnsanların mânevî hastalıklarını tek tek bildirir, onları tedâvî ederdi. Hasedin, kıskançlığın Allahü teâlânın gazâbına sebeb olacağını şöyle anlatır:

Ey mümin! Ne oluyor ki, seni, komşunu; yemede, içmede, giymede ve başka şeylerde kıskanır görüyorum. Bu nasıl iş? Bilmiyor musun ki, bu senin îmânını zayıflatır. Mevlânın yanında kıymetin kalmaz. Seni, Allahü teâlânın gazabına uğratır. Peygamber efendimiz; "Allahü teâlâ, hasetçi kimse nîmetimin düşmanıdır, " buyurdu." diye bildirmiştir. Resûl-i ekrem bir hadîs-i şerîfte; "Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer." buyurdu. Sen, haset ettiğin kimseyi, hangi ve ne hususta haset ediyorsun. Onun kısmeti için mi, yoksa kendi kısmetin husûsunda mı haset ediyorsun? Eğer onu, Allahü teâlânın ona kısmet olarak verdiği şeyde haset ediyorsan, ona haksızlık etmiş olursun. Haset ettiğin kimse, Allahü teâlânın kendisi için takdir ve taksim ettiği nîmetin içerisinde bulunmaktadır. Sen onu, Allahü teâlânın bu ihsânından dolayı haset etmekle, ne kadar haksızlık ve cimrilik yaptığını, ne kadar akılsızlık ettiğini biliyor musun? Eğer onu, sana takdir edilenin onun eline geçeceğinden endişe ederek kıskanıyorsan, bu senin çok câhil olduğunu gösterir. Çünkü senin kısmetini başkası yiyemez. Muhakkak ki Allahü teâlâ sana zulmetmez. Allahü teâlâ senin için takdir ettiğini, sana nasîb olarak verdiğini, senden alıp başkasına vermez.


Bu İhtiyarı Himâye Etsin! ..

Gavs-ül-a'zam bir gün, İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'in kabrini ziyâret etti. Yanında evliyâdan bir cemâat da vardı. Kabrin başında okudular. İmâm-ı Ahmed bin Hanbel kabirden çıktı, elinde gömlek vardı. Gömleği verdi ve birbirlerinin boynuna sarıldılar. Sonra İmâm-ı Ahmed; "Ey Seyyid Abdülkâdir! Fıkıh, tasavvuf ile helâlin, haramın ilmi sana muhtaçtır." buyurdu.

Bir gece Resûlullah efendimizi rüyâda gördü. Bu arada İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'i de gördü. Bir eliyle sakalını tutmuş, Resûlullah efendimizden ricâ ediyor ve; "Ey Allah Resûlü! Oğlun Muhyiddîn Seyyid Abdülkâdir'e buyur da, bu zayıf ihtiyârı himâye etsin." diyordu. Resûlullah efendimiz tebessüm buyurarak: "Ey Seyyid Abdülkâdir! Bu şeyhin ricâsını kabûl et." buyurdu. Resûlullah'ın emri ile, onun ricâsını kabûl etti ve sabah namazını Hanbelîlerin namazgâhında kıldı. Hâlbuki Hanbelî namazgâhında imâmdan başka kimse olmazdı. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri oraya gelince, pek çok kimse de ardından gelip, mescidi doldurdu ve boş yer kalmadı. "Eğer Gavs-ül-a'zam hazretleri o gün, Hanbelî namazgâhında hazır olmasaydı, Hanbelî mezhebi unutulacaktı." denilmiştir. Bundan sonra Hanbelî mezhebine göre ibâdet etti.
 

Ahmet.1

Well-known member
Hırsızın Hidâyeti

Abdülkâdir Geylânî, küçükken yaşı bir gün,
Tarlaya, çift sürmeye, gitmiş idi gündüzün.

Öküzün kuyruğundan, tutunmuş gider iken,
Hayvan dile gelerek, konuştu ona birden.

Dedi: "Ey Abdülkâdir, şunu bil ki şüphesiz,
Seni, bu işler için, yaratmadı Rabbimiz."

Korktu ve eve geldi, dedi ki: "Anneciğim,
Bana izin verirsen, Bağdat'a gideceğim.

İlim tahsîl etmektir, gitmekte asıl gâyem,
Ayrıca evliyâyı, ziyâret ederim hem."

Annesi memnun olup, dedi ki: "Ey evlâdım,
İlim öğrenmen idi, benim dahi murâdım."

Koltuğunun altına, dikerek kırk altını,
Dedi ki: "Doğruluktan, ayırma lisânını.

Git, yolun açık olsun, emânet ol Allah'a,
Belki de görüşmemiz, nasîb olmaz bir daha."

Abdülkâdir böylece, annesinden ayrılıp,
Bağdat'a yola çıktı, bir kervana katılıp.

Bir müddet yol gidip de, geçince Hemedan'ı,
Âniden eşkıyâlar, bastılar bu kervanı.

Kervanda mal ve eşya, var ise her ne kadar,
Teker teker sorarak, gasbeyleyip aldılar.

Abdülkâdir'e dahi, sordu bir eşkıyâ;
"Ey çocuk, üzerinde, neyin var, mal ve eşyâ? " "

Dedi: "Benim sâdece, kırk altınım var ki hem,
Onları koltuğumun, altına dikti annem."

İnanmadı eşkıyâ, onun bu sözlerine,
Gitti ve ikincisi, geldi onun yerine

O da alay ederek, sordu: "Ey fakir çocuk,
Yanında mal ve para, neyin var, söyle çabuk."

Ona dahi dedi ki: "Kırk altın var yanımda,
Onlar da dikilidir, koltuğumun altında."

İnanmadı ise de, o dahi buna yine,
Gidince haber verdi, bunu reislerine.

Reisleri çağırtıp, sordu ki o da tekrar:
"Ey çocuk doğru mudur, yanında altın mı var? " "

Dedi: "Evet efendim, kırk altınım var ki hem.
Koltuğumun altına, dikmişti tek tek annem."

Söylediği o yeri, sökerek eşkıyâlar,
Altınları görünce, şaşıp dona kaldılar.

Reisleri dedi ki: "Pekâlâ ey evlâdım,
Ne için doğrusunu, söyledin anlamadım.

Eğer söylemeseydin, bulamazdık biz bunu,
Niçin sen bile bile, söyledin doğrusunu."

Dedi ki: "Ben anneme, sözverdim ki efendim,
Her ne olursa olsun, yalan söylemeyeyim.

Doğrudan sapmamaya, söz vermiştim anneme,
Değer mi altın için, bu ahdimden dönmeme."

Reis bunu duyunca, başladı ağlamaya,
Dedi: "Eyvâh benim de ahdim vardı Allah'a.

Lâkin bunca senedir, yaparım eşkıyâlık,
Şu andan îtibâren, tövbe ettim ben artık."

Diğer eşkıyâlar da, bakarak bu reise,
Dediler: "Bizler dahi, vazgeçtik öyle ise."

Hâlisen tövbe edip, o gün bunca eşkıyâ,
Aldıkları ne kadar, var ise, mal ve eşyâ,

Tekar sâhiplerine, vererek teker, teker,
O günden îtibâren, o işi terk ettiler.

Sen Nasıl Müslümansın

Bir gence buyurdu ki: "Oğlum, senin maksadın,
Sâdece yemek içmek, olmasın aman sakın!

Buna düşkün olanın, kıymeti çünkü evlat,
Çıkardıkları ile ölçülür, aman dikkat!

Dünyâda bir günâhı, terk ederse bir insan,
Cennet'te onun aslı, edilir ona ihsân.

Oğlum, şöyle düşün ki, ölürsün bu gün artık,
Bu düşünce içinde, yap ölüme hazırlık.

Allah'ı sevdiğini, söylüyorsun ey insan,
Niçin bir musîbette, edersin peki isyân?

Sabredebiliyorsan, bir belâ geldiğinde,
Hakîkat payı olur, senin bu dediğinde.

Eğer isyân edersen, musîbet geldiği an,
O zaman bilmiş ol ki, yalandır o iddiân.

Bir gün Resûlullah'a, bir müslüman gelerek,
Dedi: "Yâ Resûlallah, seviyorum seni pek."

Resûl, ona cevâben, buyurdu ki: "Ey kimse,
Peki, fakirlik için, hazırlan öyle ise! " "

Birisi de gelerek arz etti ki: "Efendim,
Allahü teâlâya, pekçoktur muhabbetim."

Resûlullah ona da, buyurdu ki: "Ey insan,
Öyleyse belâ ile, musîbete hazırlan! " "

Gavs-ı a'zam, bir gün de, buyurdu ki: "Aman hâ,
Gafletle yaşayıp da, isyân etme Allah'a.

Zîrâ yeri gelince, "Müslümanım" diyorsun,
Ne garip iddiâ ki, dînini bilmiyorsun.

Hâlbuki sen dînini, bilmeyince mükemmel,
Hangi esâsa göre, yaparsın peki amel?

Yalnız dîni bilmek de, yetişmez yine sana,
Zîrâ amelsiz ilim, vebâldir bir insana.

"Lâ ilâhe illallah", söylemek kâfi değil.,
Bunun icâbını da, yapmalısın bil-fiil.

Öyleyse ilk evvelâ, güzel öğren dînini,
Sonra da buna göre, yap bütün amelini.

Sırf amel yapmakla da, bitmiyor yine işin,
Zîrâ yapmak gerekir, her işi Allah için.

Buna "İhlâs" denir ki, mühimdir bu da gâyet,
İhlâssız amellerin, faydası olmaz elbet.

Kalp gözlerin açılsın, istiyorsan sen eğer,
Bir mânevî tabip bul, ona teslim ol, yeter.

Başını, o tabibin, koyuver eşiğine,
Îtirâzda bulunma, onun hiç bir işine.

O Allah adamının, bir şefkatli nazarı,
Süpürür kalbindeki, bütün kir ve pasları.

Ve onun bir kelâmı, şifâdır kalp derdine,
O her ne emrederse, hemen getir yerine.

Kalp derdiyle ilgili, olan ihtiyâcını,
Ona arz et, o bilir, bu derdin ilâcını.

Her hangi musîbetle, karşılaşırsan şâyet,
Günâhını düşünüp, istiğfâra devâm et!

Hep günah işlemekle, gelir çünkü her belâ,
Ve aslâ bir kuluna, zulmetmez Hak teâlâ.

Ölüm ve âhireti, düşün ki ey evlâdım,
Ecelin yaklaşıyor, ardından adım adım.

Bu gaflet pamuğunu, çıkar at kulağından,
Zîrâ ölüm yakındır, sana belki yarından.

Henüz ecel gelmeden, kendine gel ki artık,
Zîrâ öldükten sonra fayda vermez pişmanlık."
 

Ahmet.1

Well-known member
Oğlu Abdurrezzâk'a şöyle vasiyet eyledi:

Ey oğlum! Allahü tealâ bize ve sana ve bütün müslümanlara tevfîk, başarı ve muvaffakiyet ihsân eylesin! Sana Allah'tan korkmanı ve O'na tâat üzere olmanı, dînimizin emir ve yasaklarına riâyet etmeni ve hudûdunu gözetmeni vasiyet ederim.

Ey oğlum! Allahü teâlâ bize, sana ve müslümanlara tevfîk versin! Bizim bu yolumuz, Kitap ve Sünnet üzere bina edilmiştir. Kalbin selâmeti, el açıklığı, cömertlik, cefâ ve ezâya katlanmak ve din kardeşlerinin kusurlarını affetmek üzere kurulmuştur.

Ey oğlum! Sana vasiyet ederim! Derviş yâni Allah adamlarıyla berâber ol. Meşâyıha, tasavvuf büyüklerine hürmeti gözet! Din kardeşlerinle iyi geçin! Küçük ve büyüklere nasîhat üzere ol. Dinden başka şey için kimseye düşmanlık etme!

Ey oğlum! Allahü teâlâ bize ve sana tevfîk versin! Fakirliğin hakîkati, senin gibi olana muhtaç olmaman, zenginliğin hakîkati ise, senin gibi olandan bir şey istememendir. Tasavvuf hâldir, söz değildir, söz ile de ele geçmez. Dervişlerden, Allah'tan başkasına ihtiyaç duymayan birisini görürsen, ona ilim ile değil, rıfk, yumuşaklık, güler yüz ve tatlı söz ile muâmele eyle! Zîrâ ilim onu ürkütür, rıfk, yumuşaklık ise çeker ve yaklaştırır.

Ey oğlum! Zenginlerle sohbetin, görüşmen izzet ile, onlara değer vermeyerek, fakirlerle görüşmen ise, kendine değer vermiyerek olsun.

İhlâs üzere ol! İhlâs, insanların görmesini hâtıra getirmeyip, yaradanın dâimâ gördüğünü unutmamaktır. Sebeplerde Allahü teâlâya dil uzatma. Her hâlde Allahü teâlâdan gelene râzı ve sükûn üzere ol. Allah adamlarının huzûrunda şu üç sıfat üzere bulun: Alcak gönüllülük, iyi geçinmek ve kötülüklerden arınmış bir kalb. Hakîkî yaşamak, nefsini öldürmenle, nefsinin arzularını, haram ve zararlı isteklerini yerine getirmemenle olur.
 

Ahmet.1

Well-known member
...

1) Menâkıb-i Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî (Mûsâ bin Yünûnî)
2) Behcet-ül-Esrâr (Ali bin Yûsuf)
3) Kalâid-ül-Cevâhir fî Menâkıb-i Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî
4) Tefric-ül-Hâtır fî Menâkıb-i Şeyh Abdülkâdir
5) Tenşîtül-Hâtır fî Menâkıb-i Gavs-ül-âzam
6) Câmiu Kerâmât il-Evliyâ; c.2, s.89
7) Tabakât-ül-Kübrâ (Şa'rânî); c.1, s.126
8) Zeyl-i Tabakât-ı Hanâbile; c.1, s.290
9) Nefehât-ül-Üns; s.587
10) Şezerât-üz-Zeheb; c.1, s.198
11) Hadîkat-ül-Evliyâ; 2'nci kısım, s.32
12) El-A'lâm; c.1, s.17
13) Mir'ât-ül-Haremeyn; c.3, s.139
14) Nûr-ül-Ebsâr; s.224
15) El-Bidâye ven-Nihâye; c.12, s.52
16) Fevât-ül-Vefeyât; c.2, s.2
17) Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî; c.3, 123. Mektup
18) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.974
19) Redd-i Vehhâbî; s.40
20) Tabakât-ül-Evliyâ; s.246
21) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.59
22) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.5, s.307
23) Rehber Ansiklopedisi; c.1, s.36
24) Ahbâr-ül-Ahyâr; s.15
25) Sefînet-ül-Evliyâ; c.1, s.58
26) İslâm Âlimleriansiklopedisi; c.7, s.196
 
Üst