Denis
Well-known member
Kur’ân’da çeşitli âyette1 yer alan “Allâh’ın lâneti”, suâl şeklinde dile gelmekte.2
Herşeyi yaratan, bilen, gücü yeten Rabbimiz, kendi yarattıklarına niçin lânet etsin veya ediyor? Allâh, yemin eder mi? Kulunu aşağılar mı?
“Kahrolası, elleri kuruyası, canı çıkasıca...” vb. gibi lânetler, Arapların yapmış olduğu en kötü bedduâlardır.
Zira ölüm, dünyadaki belâların en zirvesidir. Bahsedilen âyetlerdeki bedduâ ihtiva eden cümleler, muhatap olanların o bedduâya ve cezaya ne kadar müstehak olduklarını gösterir. Dolayısıyla yaptıkları ve işledikleri küfrün, ne kadar çirkin, yanlış ve hakka hürmetsizlik olduğunun kesin dille ifadesidir.
Ayrıca âyetteki bu üslûplar, Arapların hitap üslûplarına göre getirilmiştir.3 Evet, Allâh, bu İlâhî kelâmı ile; onların çirkin olan şeylerin en büyüğünü işlemeleri sebebiyle ceza çeşitlerinin en büyüğüne müstehak olduklarını beyan buyurmuştur, vesselâm.4
Kaldı ki Kur’ân, insanlara gelmiştir. Hitap ve ifadelerinde elbette insanların kullandığı, aşina olduğu şeyler ile hitap etmesi münasip düşer. Ortada, dünyada yapılan en büyük bir hata var, yani küfür. Bu hataya karşı verilecek ceza, söylenecek söz, insanların anladığı, kullandığı şeyler ile olmalı ki hem anlaşılsın ve hem de tesirini göstersin. Bedduâya da, hakaret etmeye de, yemin etmeye de, aşağılamaya da bu zaviyeden bakmak gerekir.
Elbette Allâh; lânet etmekten, yemin etmekten, aşağılamaktan da müstağnîdir. Bu mânâlarda, Kendisine ve ibadına yapılan hakarete, küfre karşı, izzet ve hukukunu muhafaza etmekle beraber, yapanları ikaz ve te’dip vardır.
Belli bir kişiye hitaben inen tek sûre olan Tebbet Sûresi’yla, Resûl-i Ekrem’in (asm) son derece kibar bir şahsiyet olmasına rağmen bu derece ağır bir üslûp kullanması dikkat çekicidir. Müfessirler, Hâşimî reisi olan Ebu Leheb’e müteveccihen yapılan bu lânet ile din konusunda hiç kimseye boyun eğmemesi esasını gösterir, derler.
Tabiat Risâlesi’nin İhtar’ında, Risâlenin metninde geçen galiz tabirlerin gerekçeli izahı yapılır. Bazılarının haddini aşarak, iman hakikatlerini alaya alarak hücum etmesi; şiddetli galiz tabirlerin söylenilmesine sebep teşkil eder. Esasında kavl-i leyyini, yani yumuşak üslûp ile hareket etmeyi meslekî esas kabul eden Risâle-i Nur’daki böylesine galiz tabirlere, küfrün şiddetine karşı imanın izzetinin müdafaası olarak bakmak gerekir.
Küfür, mana ve mahiyeti itibari ile hukukullah ve hukuk-u ibâda hakarettir. Kâinatın yaratıcısız olduğunu iddia etmek, büyük bir hakarettir. Masivanın Rabbi olmak haysiyeti ile hem kendi, hem de mahlûkunun hukukunu muhafaza ve müdafaa etmek elbette Hâlık-ı Küllişey’e şayestedir.
Yaratılan bütün mevcudatın ve tecellisine vesile oldukları esmâ-i İlâhîye hakikatının, izzet ve celâl sahibi Hâlık’ın bütünüyle hukukuna hakaret olan küfür ve hiçe sayan inkâra karşı Kur’ân, üslûbuna en uygun bir tarzı seçerek beyan buyurmuştur.
Kaldı ki Cenâb-ı Hakk’a; lânet etmeyi, yemin etmeyi, aşağılamayı, hakaret etmeyi yakıştıramayanların çoğunluğu Allah’ı tenzih etmekten ziyade tenkit etmek için bu suâllerle yaklaşıyorlar. Bunun farkındayız. “Acaba Rabbimiz bu tarzı niçin istimâl ediyor, sebep ve hikmeti ne ola, bundan benim çıkaracağım ne gibi derslerim olmalı?” gibi kendinde kusuru aramak yerine karşı tarafa suçu atıyorlar. Karşı tarafa suçu atanlar kendindeki kusurun farkında olmayanlardır.
Zira haklı ve doğru olan kişi, kimseyi suçlamaz, işini yapar. Hatta karşı tarafın suçundan kendinde mesuliyet aramalıdır.
Hadisenin olmasına sebep olan, hükmün verilmesine vesile olan niçin suçu kendinde aramaz da hüküm vereni suçlar? Asıl hayret edilecek budur. Cinayeti işleyene hakim kısas cezasını verir. Cani, kısas cezasını veren hakimi, hükmünden dolayı suçlamaya ne kadar hakkı vardır? Hem kel, hem de fodul (!)
Hem insanın günlük hayatında bedduânın yeri vardır. Nerede ve nasıl bedduâ edileceğini Rabbimiz bu âyetlerle bizi talim ettirmekte.5
Allah ne söylerse doğruyu söyler. Resul-i Ekrem (asm) da O’ndan aldığı vahyi bize intikal ettirir. İmanımıza göre Allah’a ve Peygambere kesin iman ve itikadımızın olması lâzım. Tereddüde mahal yok. Bahsedilen âyetler, Kur’ân’da geçtiğine göre biz de ondan almamız gereken dersimizi öğreneceğiz.
Dipnotlar: 1- Misâl için bakınız: Tevbe 30, Münafikun 4, Müddesir 19, Abese 17, Maide 64, Tebbet 1. 2- Bu suâli sorarak bu çalışmanın kaleme alınmasına vesile olan okuyucum Abdullah Demir kardeşime teşekkür ediyorum.
3- Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, c.11, sh.484
4- Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, c.22, sh.508
5- Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, c.9, sh.144
Mehmet ÇETİN
Herşeyi yaratan, bilen, gücü yeten Rabbimiz, kendi yarattıklarına niçin lânet etsin veya ediyor? Allâh, yemin eder mi? Kulunu aşağılar mı?
“Kahrolası, elleri kuruyası, canı çıkasıca...” vb. gibi lânetler, Arapların yapmış olduğu en kötü bedduâlardır.
Zira ölüm, dünyadaki belâların en zirvesidir. Bahsedilen âyetlerdeki bedduâ ihtiva eden cümleler, muhatap olanların o bedduâya ve cezaya ne kadar müstehak olduklarını gösterir. Dolayısıyla yaptıkları ve işledikleri küfrün, ne kadar çirkin, yanlış ve hakka hürmetsizlik olduğunun kesin dille ifadesidir.
Ayrıca âyetteki bu üslûplar, Arapların hitap üslûplarına göre getirilmiştir.3 Evet, Allâh, bu İlâhî kelâmı ile; onların çirkin olan şeylerin en büyüğünü işlemeleri sebebiyle ceza çeşitlerinin en büyüğüne müstehak olduklarını beyan buyurmuştur, vesselâm.4
Kaldı ki Kur’ân, insanlara gelmiştir. Hitap ve ifadelerinde elbette insanların kullandığı, aşina olduğu şeyler ile hitap etmesi münasip düşer. Ortada, dünyada yapılan en büyük bir hata var, yani küfür. Bu hataya karşı verilecek ceza, söylenecek söz, insanların anladığı, kullandığı şeyler ile olmalı ki hem anlaşılsın ve hem de tesirini göstersin. Bedduâya da, hakaret etmeye de, yemin etmeye de, aşağılamaya da bu zaviyeden bakmak gerekir.
Elbette Allâh; lânet etmekten, yemin etmekten, aşağılamaktan da müstağnîdir. Bu mânâlarda, Kendisine ve ibadına yapılan hakarete, küfre karşı, izzet ve hukukunu muhafaza etmekle beraber, yapanları ikaz ve te’dip vardır.
Belli bir kişiye hitaben inen tek sûre olan Tebbet Sûresi’yla, Resûl-i Ekrem’in (asm) son derece kibar bir şahsiyet olmasına rağmen bu derece ağır bir üslûp kullanması dikkat çekicidir. Müfessirler, Hâşimî reisi olan Ebu Leheb’e müteveccihen yapılan bu lânet ile din konusunda hiç kimseye boyun eğmemesi esasını gösterir, derler.
Tabiat Risâlesi’nin İhtar’ında, Risâlenin metninde geçen galiz tabirlerin gerekçeli izahı yapılır. Bazılarının haddini aşarak, iman hakikatlerini alaya alarak hücum etmesi; şiddetli galiz tabirlerin söylenilmesine sebep teşkil eder. Esasında kavl-i leyyini, yani yumuşak üslûp ile hareket etmeyi meslekî esas kabul eden Risâle-i Nur’daki böylesine galiz tabirlere, küfrün şiddetine karşı imanın izzetinin müdafaası olarak bakmak gerekir.
Küfür, mana ve mahiyeti itibari ile hukukullah ve hukuk-u ibâda hakarettir. Kâinatın yaratıcısız olduğunu iddia etmek, büyük bir hakarettir. Masivanın Rabbi olmak haysiyeti ile hem kendi, hem de mahlûkunun hukukunu muhafaza ve müdafaa etmek elbette Hâlık-ı Küllişey’e şayestedir.
Yaratılan bütün mevcudatın ve tecellisine vesile oldukları esmâ-i İlâhîye hakikatının, izzet ve celâl sahibi Hâlık’ın bütünüyle hukukuna hakaret olan küfür ve hiçe sayan inkâra karşı Kur’ân, üslûbuna en uygun bir tarzı seçerek beyan buyurmuştur.
Kaldı ki Cenâb-ı Hakk’a; lânet etmeyi, yemin etmeyi, aşağılamayı, hakaret etmeyi yakıştıramayanların çoğunluğu Allah’ı tenzih etmekten ziyade tenkit etmek için bu suâllerle yaklaşıyorlar. Bunun farkındayız. “Acaba Rabbimiz bu tarzı niçin istimâl ediyor, sebep ve hikmeti ne ola, bundan benim çıkaracağım ne gibi derslerim olmalı?” gibi kendinde kusuru aramak yerine karşı tarafa suçu atıyorlar. Karşı tarafa suçu atanlar kendindeki kusurun farkında olmayanlardır.
Zira haklı ve doğru olan kişi, kimseyi suçlamaz, işini yapar. Hatta karşı tarafın suçundan kendinde mesuliyet aramalıdır.
Hadisenin olmasına sebep olan, hükmün verilmesine vesile olan niçin suçu kendinde aramaz da hüküm vereni suçlar? Asıl hayret edilecek budur. Cinayeti işleyene hakim kısas cezasını verir. Cani, kısas cezasını veren hakimi, hükmünden dolayı suçlamaya ne kadar hakkı vardır? Hem kel, hem de fodul (!)
Hem insanın günlük hayatında bedduânın yeri vardır. Nerede ve nasıl bedduâ edileceğini Rabbimiz bu âyetlerle bizi talim ettirmekte.5
Allah ne söylerse doğruyu söyler. Resul-i Ekrem (asm) da O’ndan aldığı vahyi bize intikal ettirir. İmanımıza göre Allah’a ve Peygambere kesin iman ve itikadımızın olması lâzım. Tereddüde mahal yok. Bahsedilen âyetler, Kur’ân’da geçtiğine göre biz de ondan almamız gereken dersimizi öğreneceğiz.
Dipnotlar: 1- Misâl için bakınız: Tevbe 30, Münafikun 4, Müddesir 19, Abese 17, Maide 64, Tebbet 1. 2- Bu suâli sorarak bu çalışmanın kaleme alınmasına vesile olan okuyucum Abdullah Demir kardeşime teşekkür ediyorum.
3- Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, c.11, sh.484
4- Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, c.22, sh.508
5- Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, c.9, sh.144
Mehmet ÇETİN