Avâmın İnceleme ve Araştırması

ASHAB-I BEDR

Well-known member
422995_300527983334050_114926201894230_749215_714083522_n.jpg



Süâl: Avâm, araşdırma ve incelemeden men’ edilirse, delîli bilmez.
Delîli bilmeyen delâlet olunanı tanımada câhil kalır.

Hâlbuki Allahü teâlâ bütün kullarına:

1– Kendisini tanımalarını, Ona îmân edip, varlığını tasdîk etmeği,

2– Başkasına benzetme ve sonradan yaratılma alâmetlerinden
münezzeh kılmağı,

3– Vahdâniyyetini, bir olduğunu bilmeği,

4– İlm, kudret, istediğini yapmak gibi sıfatlarını bilmeği emr buyurmuşdur.
O hâlde delîlleri bilmek zarûrî değil, matlûbdur, ya’nî istenilir.


Her ilm matlûbdur.

İlm ancak delîllerin ağı ile delîlleri incelemekle, matlûba delâlet
etdiği vechi anlamakla ve netîcenin nasıl olacağını düşünmekle ele
geçirilir.

Bu da ancak, delîllerin şartlarını, mukaddimelerin nasıl tertîb edildiğini ve netîcelerin nasıl elde edildiğini bilmekle temâm olur.

Bu da yavaş yavaş insanı aklî ilmlerde dikkatli incelemeğe, kelâm ilmini öğrenmeğe ve araşdırmağı temâmlamağa götürür.

Avâm üzerine vâcib olan, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” getirdiklerini
tasdîk etmekdir. Bu tasdîki zarûrî değildir. Çünki Peygamber diğer insanlar gibi bir insandır.

Onu yalancı Peygamberlik iddiâsında bulunanlardan
ayıracak delîl lâzımdır. O da ancak mu’cizeyi çok dikkatli incelemekle,
mu’cizenin hakîkatini ve şartlarını bilmek ve diğer Peygamberlerin Peygamberlik
delîllerini incelemekle mümkindir.

Bu da kelâm ilminin özüdür.

Cevâb: Halk üzerine vâcib olan,yukarıda sayılan şeylere îmân etmekdir.

Îmân da onda hiç tereddüd olmayacak ve sâhibinin hatâya düşme
ihtimâlini akla getirmeyecek şeklde kat’î olarak tasdîk etmekden
ibâretdir.

Bu kat’î tasdîk, altı mertebede hâsıl olur.

1. Tasdîkin en yüksek mertebesidir:

Derece derece, kelime kelime usûlü ve mukaddimeleri yazılı olan en
sağlam ve şartlarına uygun delîller ile, şübhe ve tereddüde ve hiç bir ihtimâle
yer bırakmayacak şeklde elde edilir.

Bu da istenilenin en sonudur.

Tasdîkde bu mertebeye erişmiş her asrda ancak bir iki kişiye rastlanır.
Ba’zan de hiç bulunmaz. Eğer kurtuluş bu derece ma’rifetle sınırlandırılsaydı,
kurtulma imkânı azalır ve kurtulanlar az olurdu.

2. Vehme götüren, takdîrî delîlleri ile hâsıl olan tasdîk:

Büyük âlimler arasında meşhûr, inkârı çirkin, insanların onlar hakkında münâkaşa etmekden nefret etdikleri bir takım husûslara dayalı vehmî, takdîri delîllerle hâsıl olur.

Bu cins delîller, ba’zı kimselerde, ba’zı husûslarda,
hilâfına imkân verdirmeyen kat’î bir tasdîk hâsıl eder.

3. Hitâbet delîlleri ile hâsıl olan tasdîk:

Cem’iyyetde cereyân eden muhâvere, münâzara ve ilmî konuşmalarda
ileri sürülen delîller ve isbâtlardan hâsıl olur. Bu da açık fikrli ve anlayışlı insanların çoğunda tasdîki ifâde eder.

İçi teassub ile dolu olan, delîllerin
îcâb etdirdiği şeylerin aksine tam inanmış olanlar, delîl ve isbâtları
lâyıkı ile ta’kîb edemiyenler, aksi tezi savunanların sözlerine kapılarak
şübhe ve tereddüde düşenler, mücâdelecilerin sözlerinin te’sîri ile hayretde
kalanlar, bu konuşmalardan istifâde edemezler.

Kur’ân-ı kerîmin ekserî
delîlleri bu cinsdendir, ya’nî hitâbî delîllerdir.

Tasdîkini gerekdiren açık delîllerden biri, bir yerin iki idârecisi olursa,
düzen bozulur sözüdür. Nitekim Enbiyâ sûresi, yirmiikinci âyet-i kerîmesinde
meâlen, (Eğer yerde ve gökde Allahdan başka ilâhlar bulunsaydı, yer
ve gök [bunların nizâmı] kesinlikle bozulup gitmişdi)
buyurulmuşdur.

şimdi, kafası mücâdelecilerin tartışmaları ile karışmamış, fıtratı
aynen kalmış her kalb sâhibi, bu delîl ile hemen Allahü teâlânın birliğini
kat’î şeklde tasdîk eder. Fakat bir mücâdelecinin ona, “âlemi, iki ilâhın uyuşarak,
aralarında ihtilâf olmadan idâre etmeleri mümkindir” diyerek, karşı
sındakine bu kadarını işitdirmesi, onun tasdîkini bulandırır.

Sonra bu
mes’elenin çözülmesi ve zihninden çıkarıp atması zorlaşır. şek ve şübhe
onu kaplar, bunu üzerinden atmak zor olur.

Çok açık bilinmekdedir ki, yaratmağa kâdir olan, iâdeye, ya’nî öldükden
sonra diriltmeğe dahâ da kâdirdir.

Nitekim Yasîn sûresi, yetmişdokuzuncu
âyet-i kerîmesinde meâlen, (De ki, onları ilk def’a yaratmış
olan diriltir)
buyurulmuşdur.

Bunu işiten her zekî veyâ gabî olan avâm,
hemen tasdîke koşar ve der ki:

Evet, diriltmek, yaratmakdan dahâ zor değildir, hattâ dahâ kolaydır.

[Böylece Allahü teâlânın, öldürdükden sonra dirilteceğini tasdîk etmiş olur.]

Fakat onun, cevâb vermekde zorluk çekeceği bir süâl karşısında zihni karışıp tasdîki sarsılabilir.

Tasdîki ifâde eden, her şeyi içine alan tam ve kat’î delîl, artık süâle
mahal kalmayıncaya kadar bu mevzu’ ile alâkalı bütün süâl ve cevâbların temâmlandığı zemândaki delîldir.

Tasdîk bundan önce hâsıl olur.

4. İşitmekle hâsıl olan tasdîk:

Halkın çok medh etmesi sebebi ile doğruluğuna inandığı, hüsn-i i’tikâd
edilen kimseden işitmekle hâsıl olan tasdîkdir.

Çünki herkes, doğruluğuna inandığı babasına, üstâdına veyâ fazîleti ile şöhret bulmuş bir zâta tam inanır, i’timâd eder.

Bunlardan birinin, bir kimsenin ölmesi, bir gâib
kimsenin gelmesi gibi, verdiği habere hiç araşdırmadan inanıp tasdîk
eder. Kalbinde tasdîkden başka hiç bir şeye yer yokdur.

Bu tasdîkde dayanağı,
haberi verene hüsn-i i’tikâdıdır. Doğruluk, vera’ ve takvâ ile tecribe
edilmiş birisi, Ebû Bekr “radıyallahü anh” gibidir.

Ebû Bekr “radıyallahü
anh”, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve selle” şöyle buyurdu dediğin-
de, ona niceleri kat’î şeklde inanır, dediğini mutlaka kabûl eder. Bunda,
hüsn-i i’tikâdından başka dayanağı yokdur.

Bunun gibi sıdk, takvâ ve vera’
ile meşhûr olan zât, bir âmîye, ya’nî avâmdan birisine,

“Bil ki, âlemin
yaratıcısı birdir. O âlim ve kâdirdir.
Muhammed aleyhisselâmı Peygamber
olarak göndermişdir”


dediğinde, hemen o âmî, hiç şübhe etmeden
inanır. Çocukların, babalarına ve hocalarına i’tikâdları da böyledir.

Onlardan
i’tikâd edilecek şeyleri işitdiklerinde, hiç bir huccet ve delîle lüzûm
kalmadan tasdîk edip, bu inançlarını devâm etdirirler.

5. İhtimâl ve karînelere dayanan tasdîk:

İnsan bir şeyi, karîne ve işâreti ile birlikde duyduğunda, o haberin
doğruluğuna kalbin inanmasından hâsıl olan tasdîkdir.

Bu haber muhakkık, araşdırıcı âlimlerce kat’î bir kanâ’at hâsıl etmez.

Ama avâmın kalbinde
sağlam bir i’tikâd bırakır. Meselâ avâmdan biri vâlînin hastalığını tevâtür
ile ya’nî bir çok kimseden duydukdan birkaç gün sonra vâlînin konağı
ndan bağırma ve ağlaşmalar duysa, o sırada vâlînin hizmetcilerinden
biri, vâlînin öldüğünü haber verse, avâmdan olan buna hemen kat’î sûretde
inanır ve tedbîrini ona göre alır.

Hizmetcinin yanlış işitmiş olacağını veyâ feryâd ve figânın hastanın bayılmasından veyâ hastalığının şiddetinden
veyâ başka sebeblerden olabileceğini aslâ hâtırına getirmez.

Vâlînin
öldüğüne kalbinde sağlam bir inanç hâsıl olur.

Nice a’râbî, kaba tabî’atlı bedevîler, Resûlullahın “sallallahü aleyhi
ve sellem” güler yüzüne, tatlı sözüne, latîf şemâiline ve güzel ahlâkına bakıp, derhâl îmân etmişlerdir.

Hiç şübhe karışdırmadan kesin olarak
tasdîk etmişlerdir. Peygamberliğini isbât eden bir mu’cize ve mu’cizeye
delâlet eden bir delîl istememişlerdir.

6. Arzû ve tabî’atine uyan haberlere dayanan tasdîk:

Bir kimse tabî’atine ve ahlâkına uyan bir söz duyduğunda, hemen
onu tasdîk etmesidir.

Bu tasdîki, sâdece haberin tabî’atine muvâfık geldiği içindir.

Sözü söyleyene hüsn-i i’tikâdı olduğundan veyâ haberin
doğruluğuna şâhid olacak bir karîne ve işâret bulunduğundan değildir.
Sırf tabî’atine, arzûsuna uygun olmasındandır.

Meselâ, düşmanı olduğu
birisinin ölmesini, öldürülmesini ve işinden çıkarılmasını şiddetle arzû eden
bir kimse, bunlardan birisine âid bir haber duyduğunda, çok az da olsa
hiç bir tepki göstermeden hemen tasdîk eder ve git gide bu, o kimsede
kat’î bir inanç hâlini alır.

Eğer böyle bir haber, bir dostu hakkında olsa veyâ
arzû ve isteğine muhâlif olsaydı, duraklar, inanmak istemez, temâmiyle
red ve inkâr ederdi.

Bu tasdîk, tasdîklerin en za’îfi, en aşağı derecesidir.
Çünki öncekiler bir delîle dayanmakda, za’îf de olsa, bir karîneye veyâ
haber veren hakkında hüsn-i i’tikâda, iyi inanca veyâ buna benzer delîllere
istinâd etmekdedirler.

Bunlar sâdece avâmın, haklarında delîl
mu’âmelesi yapdıkları, delîl zan etdikleri emâreler, belirti ve işâretlerdir.
Tasdîkin mertebeleri böylece anlaşıldıkdan sonra bilinmelidir ki, avâmı
n îmânı bu sayılan sebeblere dayanmakdadır.

Onlar hakkında bu sebeblerin
en yüksek derecelisi, Kur’ân-ı kerîmin delîlleri ve kalbi tasdîk etmeğe
götüren benzeri delîllerdir.

Bir âmînin [avâmdan birinin] Kur’ân-ı kerîmin delîllerinden
ileriye geçirilmemesi ve içindeki, kalbleri teskîn eden, avâmı
tasdîk ve itmi’nâna çeken açık ma’nâlı âyet-i kerîmelerden uzaklaşdırılmaması
lâzımdır. Bunların ötesindekiler, avâmın anlayamayacağı delîllerdir.

İnsanların çoğu çocuk iken îmân etmekdedirler.

Bunların tasdîklerinin sebebi, babalarını ve hocalarını taklîd etmekdir.

Bunlara iyi zanda bulundukları,
onları dahâ çok medh-ü senâ etdikleri ve başkalarının da onları
övdükleri içindir. Bunlara muhâlif olanları şiddetle red ederler.

Onlara
kendileri gibi inanmıyanların çeşidli belâ ve musîbetlere uğradıklarını bildiren
hikâyeler nakl ederler. Meselâ filan yehûdî kabrinde köpek şekline
çevrilmiş ve falan râfizî domuz şekline girmiş gibi sözler nakl ederler.

Bu gibi hikâyeler, rü’yâlar ve hâller, çocukların rûhlarında, bunlardan
nefret, zıddına da meyl hâsıl eder. Hattâ kalblerinden bütün şübheleri
söküp çıkarır.

Çocuklukda öğrenilen, taş üstüne kazılan yazı gibidir.

Çocuk bu inançla büyür.

Rûhunda kuvvet bulur. Bülûğa erişdiği zemân bu kat’î inanç
onda devâm eder ve içinde hiç bir şübhe karışmamış sağlam bir tasdîke
varır.

Hıristiyan, yehûdî, mecûsî ve müslimân çocuklarının hepsi, hak
olsun, bâtıl olsun, kat’î olarak babalarının inanç ve i’tikâdları üzere yetişirler.
Onları parça parça etseler de aslâ i’tikâdlarından dönmezler.

Hakîkî olsun, şeklî olsun, inançlarının aleyhine hiç bir delîli kabûl etmezler.


İslâmiyyeti bilmeyen müşrik köle ve câriyeler müslimânların esâretine
düşdüklerinde, müslimânlarla bir müddet berâber kalınca, müslimânların
islâmiyyete sıkı bağlılıklarını gördüklerinde, onlarla berâber islâmiyyete
meyl edip, onların i’tikâdı gibi inanıp ve onların ahlâkı ile ahlâklanırlar.

Bunların hepsi sâdece taklîd ve tâbi’ oldukları kimselere benzemenin
netîcesidir. Zîrâ teşbîh, insan tabî’atinin yaratılışında vardır.

Bilhâssa

çocuklarda ve gençlerde dahâ fazladır.


Böylece anlaşılmakdadır ki, kesin tasdîk araşdırmağa ve delîller aramağa bağlı değildir.


İlcamlul Avam An İlm'il Kelam
 
Üst