Beşinci Mektup

Ahmet.1

Well-known member
Beşinci Mektup
ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻻَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
Hertürlü noksan sıfattan uzak Allah'ın adıyla. - "Hiçbir şey yoktur ki, O'nu hamd ile beraber tesbih (tenzih) ediyor olmasın." (İsrâ sûresi, 17/44)

Silsile-i Nakşî'nin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbanî (R.A) Mektubat'ında demiş ki:"Hakaik-i imaniyeden bir mes'elenin inkişafını, binler ezvak ve mevacid ve keramata tercih ederim."
Silsile-i Nakşî: Nakşi silsilesi, Nakşi tarikatı yolu.
Hakaik-i imaniye: İmana ait hakikatlar, inançla ilgili gerçekler.
İnkişaf: Açılma, meydana çıkma.
Ezvak: Zevkler
Mevacid: Kalbe zevk veren haller.
Keramat: Allah’ın(cc) veli(ermiş) kullarında görünen Allah vergisi olan harika ve
Olağanüstü durumlar ve hareketler.


Hem demiş ki: "Bütün tarîklerin nokta-i müntehası, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."
Tarîk: yol.
Nokta-i münteha: Son nokta, en son nokta.
Hakaik-i imaniye: İmana ait hakikatlar, inançla ilgili gerçekler.
Vuzuh: Açıklık, anlaşılırlık, netlik.
İnkişaf: Açılma, meydana çıkma.


Hem demiş ki: "Velayet üç kısımdır: Biri velayet-i suğra ki, meşhur velayettir. Biri velayet-i vustâ, biri velayet-i kübradır. Velayet-i kübra ise; veraset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikata yol açmaktır."
Velayet: Velilik, ermişlik, dinde üstün derecede manevi olgunluk.
Velayet-i suğra: En küçük velilik(ermişlik) derecesi.
Velayet-i vustâ: Orta velilik(ermişlik) derecesi.
Velayet-i Kübra: En büyük ve yüksek velilik.
Veraset-i nübüvvet: Peygamberlik varisliği(peygamberin gaye edindiği anlayış yaşayış biçimini benimseyip gaye edinme.
Tasavvuf: Kalbi dünyanın geçici işlerinden ayırıp Allah’a(cc) döndürmek, kötü ahlaklardan temizlenip güzel ahlakları kazanma ve din duygularını geliştirme yolu.


Hem demiş ki: "Tarîk-i Nakşî'de iki kanat ile sülûk edilir." Yani: Hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve feraiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa, o yolda gidilmez. Öyle ise tarîk-ı Nakşî'nin üç perdesi var:
Tarîk-i Nakşî: Nakşi tariki, nakşibendi denilen tarikat yolu.

Birisi ve en birincisi ve en büyüğü:
Doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbanî de (R.A.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.

Hakaik-i imaniye: İmana ait hakikatlar, inançla ilgili gerçekler.
Sülûk: Girip izleme.* Manevi olarak ilerleyip yükselme.


İkincisi:
Feraiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyeye tarîkat perdesi altında hizmettir.

Feraiz-i diniye: Dinin farzları, İslam dinindeki farz(kesin) emirler.
Sünnet-i Seniye: Peygamberimizin(asm) yüksek ve değerli sünneti
Tarîkat: Yol, manevi terbiye yolu.


Üçüncüsü:
Tasavvuf yoluyla emraz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyla sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vâcib, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.

Tasavvuf: Kalbi dünyanın geçici işlerinden ayırıp Allah’a(cc) döndürmek, kötü ahlaklardan temizlenip güzel ahlakları kazanma ve din duygularını geliştirme yolu.
Emraz-ı kalb: Kalb hastalıkları.
İzale: Giderme, ortadan kaldırma.
Sülûk: Girip izleme.* Manevi olarak ilerleyip yükselme.


Madem hakikat böyledir; ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylanî (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi zâtlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarfedeceklerdi. Çünki saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennet'e gidemez, fakat tasavvufsuz Cennet'e giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise Cenab-ı Hakk'ın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaika çıkılacak bir yol bulunsa; o yola karşı lâkayd kalmak, elbette kâr-ı akıl değil...
Himmet: Gayret, çalışma, çaba.* Yardım.
Hakaik-i imaniye: İmana ait hakikatlar, inançla ilgili gerçekler.
Akaid-i İslâmiye: İslam dinindeki iman esasları.
Saadet-i ebediye: Bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
Medar: Sebep, vesile.* Yörünge


İşte otuzüç aded Sözler, böyle Kur'anî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar. Madem hakikat budur; esrar-ı Kur'aniyeye ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasib bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi' bir nur ve dalalet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu itikadındayım. Bilirsiniz ki: Eğer dalalet cehaletten gelse izalesi kolaydır. Fakat dalalet, fenden ve ilimden gelse, izalesi müşkildir. Eski zamanda ikinci kısım, binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri irşad ile yola gelebilirdi. Çünki öyleler kendilerini beğeniyorlar; hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenab-ı Hak şu zamanda, i'caz-ı Kur'anın manevî lemaatından olan malûm Sözler'i, şu dalalet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım(düşüncesindeyim).
Hakikat: Gerçek.
Esrar-ı Kur'aniye: Kur’ana ait sırlar, Kuranın derin ve gizli gerçekleri.
Zulümat: Karanlıklar.
Tehacümat: Hücum etmeler, saldırmalar.
Maruz: Uğrayan, uğramış, hedef.
Heyet-i İslâmiye: Müslümanlar topluluğu.
Nâfi': Menfaatli, faydalı, yararlı.
İtikad: inanmak, inanç, gönülden iman.
Dalalet: Sapıtma,doğru yoldan ayrılma, iman ve İslam yolundan sapmak.
Cehalet: Cahillik.
İzale: Giderme, ortadan kaldırma.
Müşkil: Zor, güç.
İrşad: doğru yolu gösterme.
i'caz-ı Kur'an: Kur’anın mucizeliği.
Lemaat: Parıltılar.
Malum: Bilinen, belli olan.
Dalalet: Sapıtma,doğru yoldan ayrılma, iman ve İslam yolundan sapmak.
Zındıka: Dinsizlik, kafirlik.
Tiryak: Panzehir, hemen şifa verici kuvvetli ilaç.
Hâsiyet: Özellik, etkileyicilik, fayda, kuvvet.


ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
Bkz. İmâm Rabbânî, el-Mektûbât 1/182 (210. Mektup),
1/240 (260, 272, 302. Mektuplar), 1/87 (75. Mektup), 1/98 (91. Mektup),
1/99 (94. Mektup).
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻻَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
Hertürlü noksan sıfattan uzak Allah'ın adıyla. - "Hiçbir şey yoktur ki, O'nu hamd ile beraber tesbih (tenzih) ediyor olmasın." (İsrâ sûresi, 17/44)

Nakşibendi silsilesinin kahramanı ve bir güneşi olan İmam Rabbanî (radiyallâhu anh) Mektubat'ında demiş ki:

"İman hakikatlerinden bir meselenin açığa çıkmasını, binlerce zevke, vecd haline ve keramete tercih ederim."

Hem demiş ki:
"Bütün tarikatların varacağı son nokta, iman hakikatlerinin açığa çıkması, inkişafıdır."

Hem şöyle demiş: "Velâyet üç kısımdır: Biri küçük velâyettir, meşhur olandır. Biri orta derecedeki velâyettir. Biri de büyük velâyettir. O büyük velâyet, peygamber varisliği ile, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır."

Ve buyurmuş ki:
"Nakşî tarikatında manevî mertebelerde iki kanatla yolculuk edilir: İman hakikatlerine sağlam bir şekilde inanmak ve farzları yerine getirmek. Bu ikisinde kusur varsa o yolda gidilmez."

Öyleyse Nakşî tarikatının üç perdesi var:

Birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya iman hakikatlerine hizmettir ki, İmam Rabbanî de (radiyallâhu anh) ömrünün sonlarında o yola yönelmiştir.

İkincisi: Tarikat perdesi altında farz ibadetlere ve sünnet-i seniyyeye hizmettir.

Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla kalbdeki hastalıkları iyileştirmeye çalışmak, kalb ayağıyla yol almaktır.

Birincisi farz, ikincisi vacip, üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.

Madem hakikat böyledir; tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkadir Geylanî (radiyallâhu anh), Şah-ı Nakşibend (radiyallâhu anh) ve İmam Rabbanî (radiyallâhu anh) gibi zâtlar bu zamanda yaşasaydı, bütün gayretlerini iman hakikatlerinin ve İslam esaslarının kuvvetlendirilmesine harcarlardı. Çünkü ebedî saadetin vesilesi bunlardır. Bunlarda kusur edilirse ebedî hüsrana düşülür. İmansız cennete gidilmez, fakat tasavvufsuz cennete giden pek çoktur. İnsan ekmeksiz yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, İslam esasları gıdadır. Eskiden kırk günden tut, ta kırk seneye kadar bir seyr u sülûk ile bazı iman hakikatlerine ancak erişilebilirdi. Şimdi ise Cenâb-ı Hakk'ın rahmetiyle, o hakikatlere kırk dakikada ulaştıracak bir yol varsa, o yola kayıtsız kalmak elbette ekıl kârı değildir.

İşte, dikkatle okuyanlar, otuz üç adet Söz'ün böyle Kur'anî bir yolu açtığına hükmediyorlar. Madem hakikat budur; Kur'an'ın sırlarına dair yazılan Sözler'in, şu zamanın yaralarına en uygun bir ilaç ve merhem.. karanlığın hücumlarına maruz İslam âlemine en faydalı bir nur.. ve dalâlet vadilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu inancındayım.

Bilirsiniz ki, eğer dalâlet cehaletten gelirse yok edilmesi kolay, fenden ve ilimden gelirse yok edilmesi zordur. Eski zamanlarda ikinci kısım, binde bir bulunuyordu. Onlardan da ancak binde biri irşad ile yola gelebilirdi. Çünkü öyleleri kendini beğenir; hem bilmez hem de kendilerini bilir zannederler. Cenâb-ı Hak, bu zamanda Kur'an'ın i'cazının manevî parıltılarından olan Sözler'e şu dalâlet ve dinsizliğe karşı bir panzehir tesiri vermiş, düşüncesindeyim.


Kaynak: Kısmen kelimelerin tercüme edildiği Mektubat kitabından alınmıştır.
 

Ahmet.1

Well-known member
Kur’an’dan gelen o Sözler ve o Nurlar, yalnız aklî mesail-i ilmiye değil; belki kalbî, ruhî, halî mesail-i imaniyedir ve pek yüksek ve kıymettar maarif-i İlahiye hükmündedirler. Mesnevi-î Nuriye
 
Üst