Beşinci Mektup
ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻻَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِHertürlü noksan sıfattan uzak Allah'ın adıyla. - "Hiçbir şey yoktur ki, O'nu hamd ile beraber tesbih (tenzih) ediyor olmasın." (İsrâ sûresi, 17/44)
Silsile-i Nakşî'nin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbanî (R.A) Mektubat'ında demiş ki:"Hakaik-i imaniyeden bir mes'elenin inkişafını, binler ezvak ve mevacid ve keramata tercih ederim."
Silsile-i Nakşî: Nakşi silsilesi, Nakşi tarikatı yolu.
Hakaik-i imaniye: İmana ait hakikatlar, inançla ilgili gerçekler.
İnkişaf: Açılma, meydana çıkma.
Ezvak: Zevkler
Mevacid: Kalbe zevk veren haller.
Keramat: Allah’ın(cc) veli(ermiş) kullarında görünen Allah vergisi olan harika ve
Olağanüstü durumlar ve hareketler.
Hem demiş ki: "Bütün tarîklerin nokta-i müntehası, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."
Tarîk: yol.
Nokta-i münteha: Son nokta, en son nokta.
Hakaik-i imaniye: İmana ait hakikatlar, inançla ilgili gerçekler.
Vuzuh: Açıklık, anlaşılırlık, netlik.
İnkişaf: Açılma, meydana çıkma.
Hem demiş ki: "Velayet üç kısımdır: Biri velayet-i suğra ki, meşhur velayettir. Biri velayet-i vustâ, biri velayet-i kübradır. Velayet-i kübra ise; veraset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikata yol açmaktır."
Velayet: Velilik, ermişlik, dinde üstün derecede manevi olgunluk.
Velayet-i suğra: En küçük velilik(ermişlik) derecesi.
Velayet-i vustâ: Orta velilik(ermişlik) derecesi.
Velayet-i Kübra: En büyük ve yüksek velilik.
Veraset-i nübüvvet: Peygamberlik varisliği(peygamberin gaye edindiği anlayış yaşayış biçimini benimseyip gaye edinme.
Tasavvuf: Kalbi dünyanın geçici işlerinden ayırıp Allah’a(cc) döndürmek, kötü ahlaklardan temizlenip güzel ahlakları kazanma ve din duygularını geliştirme yolu.
Hem demiş ki: "Tarîk-i Nakşî'de iki kanat ile sülûk edilir." Yani: Hakaik-i imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve feraiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa, o yolda gidilmez. Öyle ise tarîk-ı Nakşî'nin üç perdesi var:
Tarîk-i Nakşî: Nakşi tariki, nakşibendi denilen tarikat yolu.
Birisi ve en birincisi ve en büyüğü:
Doğrudan doğruya hakaik-i imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbanî de (R.A.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir.
Hakaik-i imaniye: İmana ait hakikatlar, inançla ilgili gerçekler.
Sülûk: Girip izleme.* Manevi olarak ilerleyip yükselme.
İkincisi:
Feraiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyeye tarîkat perdesi altında hizmettir.
Feraiz-i diniye: Dinin farzları, İslam dinindeki farz(kesin) emirler.
Sünnet-i Seniye: Peygamberimizin(asm) yüksek ve değerli sünneti
Tarîkat: Yol, manevi terbiye yolu.
Üçüncüsü:
Tasavvuf yoluyla emraz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyla sülûk etmektir. Birincisi farz, ikincisi vâcib, bu üçüncüsü ise sünnet hükmündedir.
Tasavvuf: Kalbi dünyanın geçici işlerinden ayırıp Allah’a(cc) döndürmek, kötü ahlaklardan temizlenip güzel ahlakları kazanma ve din duygularını geliştirme yolu.
Emraz-ı kalb: Kalb hastalıkları.
İzale: Giderme, ortadan kaldırma.
Sülûk: Girip izleme.* Manevi olarak ilerleyip yükselme.
Madem hakikat böyledir; ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylanî (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi zâtlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarfedeceklerdi. Çünki saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennet'e gidemez, fakat tasavvufsuz Cennet'e giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise Cenab-ı Hakk'ın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaika çıkılacak bir yol bulunsa; o yola karşı lâkayd kalmak, elbette kâr-ı akıl değil...
Himmet: Gayret, çalışma, çaba.* Yardım.
Hakaik-i imaniye: İmana ait hakikatlar, inançla ilgili gerçekler.
Akaid-i İslâmiye: İslam dinindeki iman esasları.
Saadet-i ebediye: Bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
Medar: Sebep, vesile.* Yörünge
İşte otuzüç aded Sözler, böyle Kur'anî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar. Madem hakikat budur; esrar-ı Kur'aniyeye ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasib bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi' bir nur ve dalalet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu itikadındayım. Bilirsiniz ki: Eğer dalalet cehaletten gelse izalesi kolaydır. Fakat dalalet, fenden ve ilimden gelse, izalesi müşkildir. Eski zamanda ikinci kısım, binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri irşad ile yola gelebilirdi. Çünki öyleler kendilerini beğeniyorlar; hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenab-ı Hak şu zamanda, i'caz-ı Kur'anın manevî lemaatından olan malûm Sözler'i, şu dalalet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım(düşüncesindeyim).
Hakikat: Gerçek.
Esrar-ı Kur'aniye: Kur’ana ait sırlar, Kuranın derin ve gizli gerçekleri.
Zulümat: Karanlıklar.
Tehacümat: Hücum etmeler, saldırmalar.
Maruz: Uğrayan, uğramış, hedef.
Heyet-i İslâmiye: Müslümanlar topluluğu.
Nâfi': Menfaatli, faydalı, yararlı.
İtikad: inanmak, inanç, gönülden iman.
Dalalet: Sapıtma,doğru yoldan ayrılma, iman ve İslam yolundan sapmak.
Cehalet: Cahillik.
İzale: Giderme, ortadan kaldırma.
Müşkil: Zor, güç.
İrşad: doğru yolu gösterme.
i'caz-ı Kur'an: Kur’anın mucizeliği.
Lemaat: Parıltılar.
Malum: Bilinen, belli olan.
Dalalet: Sapıtma,doğru yoldan ayrılma, iman ve İslam yolundan sapmak.
Zındıka: Dinsizlik, kafirlik.
Tiryak: Panzehir, hemen şifa verici kuvvetli ilaç.
Hâsiyet: Özellik, etkileyicilik, fayda, kuvvet.
ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Said Nursî
Said Nursî