Denis
Well-known member
Himmet, insanın sahip olduğu vücudunu, güç ve kuvvetini, duygu ve latifelerini, dikkatini, idrak ve iştiyaklarını… kısacası bütün mevcudiyetini bir veya birden çok amaca ve hedefe yöneltmesi ve sarfetmesidir.
İnsanın hayata bakış açısı, hayatı algılama ve yorumlama şekli, hayattan beklentileri, bu dünyada yaşamakla neyi elde etmeyi, kazanmayı amaçladığı gibi hususlar, o kişinin hayat tarzını, karakter ve seciyelerini, söz ve davranışlarını belirleyen temel faktörlerdir.
Bir insanın hayattan beklentileri ve bu dünyada yaşamakla elde etmeyi düşündüğü kazanç veya ulaşmayı murat ettiği hedefler o kişinin davasıdır. Dava, kişinin bu dünyadaki varlık nedeni ve hayattan beklentilerinin bütünüdür.
Bediüzzaman Said Nursi “Bir kimsenin kıymeti himmeti nisbetindedir.” Derken insanların büyüklüğünün veya küçüklüğünün “davasının büyük” olmasına bağlı olduğunu vurgulamaktadır. Davası büyük olan insan, “büyük adam”dır. Hayattan beklentileri küçük olan, küçük menfaatler peşinde, basit amaçlar uğrunda, değersiz küçük meselelerle ömrünü tüketen insanlar küçük adamdır… Daha doğrusu adam değildir.
Bediüzzaman, kainattaki en yüksek makamın “Rıza Makamı” olduğunu ifade eder. Öyle ise insanlığın en yüce davası “Rıza Makamına” kavuşabilmektir. Yani “İnsanın, kul olarak Yaratıcısını tanıması, Yaradanını sevmesi, Ona itaat ve ibadet etmesi, yaşadığı dünya hayatı ile Yaratıcısını memnun etmesi” dir.
En büyük dava. Huzur-u İlahi de Rabbimizin “Kulum ben senden razı oldum.” demesidir makamların, saadetlerin en yücesi. Rıza makamına kavuşmayı kendine dert ve dava edinen iman ve gönül erleri, dünyayı Allah’ın rızasının kazanılabileceği bir hizmet ve ubudiyet meydanı olarak telakki edip; Allah’ın istediği şekilde bir hayat yaşamak, Allah’ın muhabbetini kazanacak güzel işler yaparak,kendilerini Allah’a sevdirebilmek uğrunda harcarlar ömür sermayesini.
Davası büyük olan bu büyük insanlar “Eğer O (Allah) razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok; eğer O (Allah) razı olmasa bütün dünya dost olsa yine ehemmiyeti yok…” anlayışı içerisinde yaşarlar ve bu anlayış yön verir söz ve davranışlarına.
Said Nursi, her insanın başına açılan büyük bir davaya dikkat çekmektedir. Bu büyük dava istisnasız her insanın başına açılmıştır. Bu öyle büyük bir davadır ki, her insan dünya dolusu malı olsa ve aklıda varsa, başına açılan o müthiş davayı kazanabilmek için hiç tereddütsüz sarfedecektir bütün servetini.
O müthiş, büyük dava her insanın sonsuz, sınırsız bir cennet saadetini kazanma veya kaybetme davasıdır. Ebedi cennet saadetini kazanamamanın alternatifi, sonsuz bir cehennem azabı ile cezalandırılmaktır. İşte akıl ve şuur sahibi her insanın en büyük meselesidir başına açılan bu müthiş davayı kazanmak.
Çünkü bir insan, kulluk imtihanını kaybetse, sonsuz cennet saadetinden mahrum kalsa ve sonsuz bir cehennem azabına maruz kalsa, acaba bu kaybettiği şeylerin yerini ne doldurabilir.
Dünyanın sultanlığı o bedbaht insana verilse kaybettiği şeyin yerini doldurabilir mi? İnsanların, başlarına açılan büyük davayı kazanabilmeleri; imanlarının selametine, Allah’ın rızasına uygun bir hayat yaşamalarına, Kur’an hakikatlarını akıl ve kalplerine nakşetmelerine, Allah Resulünün Sünnet-i Seniyyesine uygun yaşamalarına bağlıdır.
Öyle ise; akıl, şuur ve vicdan sahibi her insanın bu dünyadaki en önemli meselesi; Allahın rızasına uygun bir hayat yaşamak, cehennem azabından kurtulmak, cennet saadetine mahzar olmak; ve başkalarının da Allah’ın rızasına uygun yaşamalarına, cehennem azabından kurtulup, cennet saadetine mahzar olmalarına gayret etmek, çalışmaktır.
Yani, en büyük dava hem kendisinin, hem de başka insanların imanlarının selametine çalışmaktır. En büyük dava; hem kendisinin hem de başka insanların sonsuz cennet saadetine kavuşmalarına çalışmaktır.
En büyük dava; Allah’ın rızasını kazanmak ve başka insanların da Allah’ın rızasını kazanabilmelerine yardımcı olmaktır.
* * *
A.Faruk NİZAMOĞLU
İnsanın hayata bakış açısı, hayatı algılama ve yorumlama şekli, hayattan beklentileri, bu dünyada yaşamakla neyi elde etmeyi, kazanmayı amaçladığı gibi hususlar, o kişinin hayat tarzını, karakter ve seciyelerini, söz ve davranışlarını belirleyen temel faktörlerdir.
Bir insanın hayattan beklentileri ve bu dünyada yaşamakla elde etmeyi düşündüğü kazanç veya ulaşmayı murat ettiği hedefler o kişinin davasıdır. Dava, kişinin bu dünyadaki varlık nedeni ve hayattan beklentilerinin bütünüdür.
Bediüzzaman Said Nursi “Bir kimsenin kıymeti himmeti nisbetindedir.” Derken insanların büyüklüğünün veya küçüklüğünün “davasının büyük” olmasına bağlı olduğunu vurgulamaktadır. Davası büyük olan insan, “büyük adam”dır. Hayattan beklentileri küçük olan, küçük menfaatler peşinde, basit amaçlar uğrunda, değersiz küçük meselelerle ömrünü tüketen insanlar küçük adamdır… Daha doğrusu adam değildir.
Bediüzzaman, kainattaki en yüksek makamın “Rıza Makamı” olduğunu ifade eder. Öyle ise insanlığın en yüce davası “Rıza Makamına” kavuşabilmektir. Yani “İnsanın, kul olarak Yaratıcısını tanıması, Yaradanını sevmesi, Ona itaat ve ibadet etmesi, yaşadığı dünya hayatı ile Yaratıcısını memnun etmesi” dir.
En büyük dava. Huzur-u İlahi de Rabbimizin “Kulum ben senden razı oldum.” demesidir makamların, saadetlerin en yücesi. Rıza makamına kavuşmayı kendine dert ve dava edinen iman ve gönül erleri, dünyayı Allah’ın rızasının kazanılabileceği bir hizmet ve ubudiyet meydanı olarak telakki edip; Allah’ın istediği şekilde bir hayat yaşamak, Allah’ın muhabbetini kazanacak güzel işler yaparak,kendilerini Allah’a sevdirebilmek uğrunda harcarlar ömür sermayesini.
Davası büyük olan bu büyük insanlar “Eğer O (Allah) razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok; eğer O (Allah) razı olmasa bütün dünya dost olsa yine ehemmiyeti yok…” anlayışı içerisinde yaşarlar ve bu anlayış yön verir söz ve davranışlarına.
Said Nursi, her insanın başına açılan büyük bir davaya dikkat çekmektedir. Bu büyük dava istisnasız her insanın başına açılmıştır. Bu öyle büyük bir davadır ki, her insan dünya dolusu malı olsa ve aklıda varsa, başına açılan o müthiş davayı kazanabilmek için hiç tereddütsüz sarfedecektir bütün servetini.
O müthiş, büyük dava her insanın sonsuz, sınırsız bir cennet saadetini kazanma veya kaybetme davasıdır. Ebedi cennet saadetini kazanamamanın alternatifi, sonsuz bir cehennem azabı ile cezalandırılmaktır. İşte akıl ve şuur sahibi her insanın en büyük meselesidir başına açılan bu müthiş davayı kazanmak.
Çünkü bir insan, kulluk imtihanını kaybetse, sonsuz cennet saadetinden mahrum kalsa ve sonsuz bir cehennem azabına maruz kalsa, acaba bu kaybettiği şeylerin yerini ne doldurabilir.
Dünyanın sultanlığı o bedbaht insana verilse kaybettiği şeyin yerini doldurabilir mi? İnsanların, başlarına açılan büyük davayı kazanabilmeleri; imanlarının selametine, Allah’ın rızasına uygun bir hayat yaşamalarına, Kur’an hakikatlarını akıl ve kalplerine nakşetmelerine, Allah Resulünün Sünnet-i Seniyyesine uygun yaşamalarına bağlıdır.
Öyle ise; akıl, şuur ve vicdan sahibi her insanın bu dünyadaki en önemli meselesi; Allahın rızasına uygun bir hayat yaşamak, cehennem azabından kurtulmak, cennet saadetine mahzar olmak; ve başkalarının da Allah’ın rızasına uygun yaşamalarına, cehennem azabından kurtulup, cennet saadetine mahzar olmalarına gayret etmek, çalışmaktır.
Yani, en büyük dava hem kendisinin, hem de başka insanların imanlarının selametine çalışmaktır. En büyük dava; hem kendisinin hem de başka insanların sonsuz cennet saadetine kavuşmalarına çalışmaktır.
En büyük dava; Allah’ın rızasını kazanmak ve başka insanların da Allah’ın rızasını kazanabilmelerine yardımcı olmaktır.
* * *
A.Faruk NİZAMOĞLU