El-mümît

Sergerdan

Well-known member

“Ölümü yaratan.”

“Canlılara ölümü tattıran.”

O, diriltir ve öldürür. Ve O’na döndürüleceksiniz.” (Yunus sûresi, 56)


mümît ismi, ‘imâte’ yani ‘öldürme’ fiilinden gelmektedir. Nur Külliyatında geçen ölüm tariflerinden birinde, ‘vazife-i hayattan paydos, haps-i bedenden azat etmek’ tabirleri kullanılır.

İnsanın hayat vazifesine başlaması ‘ihya’ fiiliyle gerçekleştiği gibi, bu vazifeden terhis edilmesi de ‘imâte’ fiiliyle tahakkuk eder.

Ruhun beden hapsine sokulması gibi, bu hapisten azat edilmesi de ayrı ve müstakil bir fiildir. Zaten, ölüm ‘bu dünyadan kabir âlemine doğuş’ demektir. Bu doğuş, rastgele ve tesadüfen olmuş bir olay değildir.

Ruh bu ilâhî fiil ile bir ülkeden bir başka diyara göç ettirilmiştir. Eğer bu göç tesadüfe verilirse, insanın dünyaya gelişinin de kendi kendine olması gerekir.

Nur Müellifi, “(Allah, o zâttır ki,) hayatı ve ölümü yarattı” (Mülk sûresi, 2) âyet-i kerîmesini tefsir ederken, şöyle buyurur:

Mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuddur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebde’dir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir. Nasılki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir.” ( Mektubat)


Kulun bu isimden alacağı en büyük ders, ölümü unutmamak ve bütün işlerini ölüm ötesi ebedî hayata göre tanzim etmektir.

Kur’ân-ı Kerîm’de, bütün nefislerin ölümü tadacakları haber veriliyor. Âyette geçen ‘tatma’ kelimesinde büyük bir teselli ve müjde saklıdır. Zira, tatma fiili, insana ölümden önce tattığı, ‘ana rahmi, doğum ve dünya’ safhalarını hatırlatır ve ölümden sonra da başka şeyler tadacağını haber verir.
Ölüm ötesinde, ‘kabir hayatı, diriliş, mahşer ve hesap safhaları’ da tadılacak ve bu tatma silsilesi, Cennet yahut Cehennemle neticelenecektir.

Birinde zevklerin en güzeli, diğerinde ise azapların en acısı tadılacaktır.
 

Sergerdan

Well-known member

Furkan-ı Hakîmde, 1
اَلَّذِى خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً gibi ayetlerde,

“Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi imtihan etmek için ölümü de, hayatı da yaratan Odur.” Mülk Sûresi, 67:2.

“Mevt dahi hayat gibi mahlûktur; hem bir nimettir” diye ifham ediliyor. Halbuki, zâhiren mevt inhilâldir, ademdir, tefessühtür, hayatın sönmesidir, hâdimü’l-lezzâttır. Nasıl mahlûk ve nimet olabilir?

Elcevap: Birinci sualin cevabının âhirinde denildiği gibi, mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuttur, hayat-ı bâkiyeye bir davettir, bir mebde’dir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddimesidir. Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdirledir. Öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdirle, bir hikmet ve tedbirledir.

Çünkü, en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i san’at olduğunu gösteriyor. Zira, meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessühle, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcât-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sümbülün hayatıyla tezahür ediyor.

Demek çekirdeğin mevti, sümbülün mebde-i hayatıdır; belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi hayat kadar mahlûk ve muntazamdır.

Hem zîhayat meyvelerin yahut hayvanların mide-i insaniyede ölümleri, hayat ı insaniyeye çıkmalarına menşe olduğundan, o mevt onların hayatından daha muntazam ve mahlûk denilir.

İşte, en ednâ tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti böyle mahlûk, hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvîsi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette, yeraltına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yeraltına giren bir insan da âlem-i berzahta elbette bir hayat-ı bâkiye sünbülü verecektir.
 
Üst