Her şeyin hikmet-i vücudu ve gaye-i fıtratı ve faide-i hilkati ve netice-i hayatı?
Her gün bir günümüzü yaşarız.Ve insanın herbir gününe ayrı bir alem diyebiliriz.Yaşarızda etrafımızdaki eşyaya acaba nasıl bakarız?Veya böyle bakabilir miyiz?Mesela sahil kenarında yürürken denize,havada buluta,yahut gökteki kuşlara veya önünde yey yer çöpler atılmış bir agaca va dallarına...
İlk önce insanın eşyayı merak etmesi nasıl olur?Nasıl bir düşünce ; insanın eşyanın fıtratının gayesini,hilkatinin faydasını ..anlamaya götürür?
Bir zaman, tılsım-ı kâinat ve muammâ-yı hilkat cilvesiyle mevcudatın hikmetlerine ve faydalarına baktım, dedim: "Acaba bu eşya neden böyle kendini gösteriyorlar, çabuk kaybolup gidiyorlar? Onların şahsına bakıyorum: Muntazam, hikmetli giyinmiş, giydirilmiş, süslendirilmiş, sergiye, temâşâgâha gönderilmiş. Halbuki bir iki günde, belki bir kısmı birkaç dakikada kaybolup faydasız, boşu boşuna gidiyorlar. Bu kısa zamanda bize görünmelerinden maksat nedir?" diye çok merak ediyordum. O zaman, mevcudatın, hususan zîhayatın dünya dershanesine gelmelerinin mühim bir hikmetini lûtf-u İlâhî ile buldum. O da şudur:
Eşyanın birinci görevi:
1-Herşey, hususan zîhayat, gayet mânidar bir kelime, bir mektup, bir kaside-i Rabbânîdir, bir ilânnâme-i İlâhîdir. Umum zîşuurun mütalâasına mazhar olduktan ve hadsiz mütalâacılara mânâsını ifade ettikten sonra, lâfzı ve hurufu hükmündeki suret-i cismâniyesi kaybolur.
Üstad hazretleri diyor:Bir sene kadar bu hikmet bana kâfi geldi.
demek yeterli gelmemiş
Anladım ki, bu çok ince ve çok harika olan dekaik-i san'at, yalnız zîşuurların nazarlarına ifade-i mânâ için değildir.(birinci görev)
Gerçi herbir mevcudu hadsiz zîşuurlar mütalâa edebilir. Fakat hem onların mütalâası mahduttur, hem de herkes o zîhayatın bütün dekaik-i san'atına nüfuz edemezler.
Yani zişuurlar ve onların içinden biz insanlar bu birinci görevi hakkıyla yapmıyor veya yapamıyoruz.Öyle ise bu kadar eşya yaratmaktaki bu kadar Allah ın masraf etmesi sırf bununla kayıtlı olmaması gerek.
Eşyanın ikinci görevi:
2-Ve ondan anladım ki, her mevcutta, hususan zîhayatlarda hadsiz dekaik-i san'at bulunması, Zât-ı Kayyûm-u Ezelînin nazarına arz etmek, yani, Zât-ı Kayyûm-u Ezelî kendi san'atını kendisi temâşâ etmek olan hikmet-i hilkat, o büyük masarife kâfi geliyordu.
Bu gaye ise, çok zaman bana kanaat verdi.(demek yine yeterli gelmemiş denebilir.)
Acaba yetmeyen kısım ne?Merakı çeken son husus ne?
Bir zaman sonra gördüm ki, mevcudatın şahıslarında ve suretlerindeki dekaik-i san'at devam etmiyor; gayet sür'atle tazeleniyor, tebeddül ediyor, nihayetsiz bir faaliyet ve bir hallâkıyet içinde tahavvül ediyorlar. Bu hallâkıyet ve bu faaliyetin hikmeti, elbette o faaliyet derecesinde büyük olmak lâzım geliyor, diye tefekküre başladım. Bu defa mezkûr iki hikmet kâfi gelmemeye başladılar, noksan kaldılar. Gayet merakla ayrı bir hikmeti aramaya ve taharrîye başladım.
Anlayışıma göre bu seferde aynı büyük masrafın devamla yenilenmesi,her gün ve her bahar hallakiyetin devamı nedendir diye akla gelmiş.
Bir zaman sonra, lillâhilhamd, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın feyziyle, sırr-ı kayyûmiyet noktasında azîm, hadsiz bir hikmet, bir gaye göründü. Ve onunla, "tılsım-ı kâinat" ve "muammâ-yı hilkat" tabir edilen bir sırr-ı İlâhî anlaşıldı.
Bu üçüncü soruyu pekiştirelim:
Şu kâinata baktığımız vakit görüyoruz ki, zaman seylinde mütemadiyen çalkalanan ve kafile kafile arkasından gelip geçen mahlûkatın bir kısmı bir saniyede gelir, derakap kaybolur. Bir taifesi bir dakikada gelir, geçer. Bir nevi, bir saat âlem-i şehadete uğrar, âlem-i gayba girer. Bir kısmı bir günde, bir kısmı bir senede, bir kısmı bir asırda, bir kısmı da asırlarda bu âlem-i şehadete gelip, konup, vazife görüp gidiyorlar.
Mesela sinekler birgün ömrü var diye biliyorum,cenab-ı Allah o kadar sinegi halkedip,bir gün bırakıp sonra alıyor?Yahut her mevsim kendine göre nebatatı gösterip,gidiyor?(Allah için şu alem bir yazar-bozar tahta gibi olmuş oluyor)
Bu sureten aynı şeylere faaliyet-i Rabbaniye ve hallakıyet-i ilahiye diyebiliriz.
Aslında daha uzar bu kısım ama bu faaliyetlerin sırrı,ve eşyanın üçüncü görevi şurdan geliyor:
3-
tabirinde âciz olduğumuz ve mezun olmadığımız şuûnât-ı İlâhiyeyi "memnuniyet-i mukaddese," "iftihar-ı kudsî" ve "lezzet-i mukaddese" gibi isimlerle işaret edilen maânî-i rububiyettir ki, bu daimî faaliyeti ve mütemâdi hallâkıyeti iktiza eder.
ve de Allah ın isimlerinin şunu gerektirmesi:
Elbette o daimî ve bâki esmâ, hadsiz cilvelerini ve nihayetsiz mânidar nakışlarını ve kitaplarını, hem müsemmâları olan Zât-ı Kayyûm-u Zülcelâlin nazar-ı müşahedesine, hem had ve hesaba gelmeyen zîruh ve zîşuur mahlûkatın nazar-ı mütalâasına göstermek ve nihayetli, mahdut birşeyden nihayetsiz levhaları ve birtek şahıstan pek çok şahısları ve bir hakikatten pek kesretli hakikatleri göstermek için, o aşk-ı mukaddes-i İlâhîye istinaden ve o sırr-ı kayyûmiyete binaen, kâinatı umumen ve mütemadiyen cilveleriyle tazelendiriyorlar, değiştiriyorlar.
Her gün bir günümüzü yaşarız.Ve insanın herbir gününe ayrı bir alem diyebiliriz.Yaşarızda etrafımızdaki eşyaya acaba nasıl bakarız?Veya böyle bakabilir miyiz?Mesela sahil kenarında yürürken denize,havada buluta,yahut gökteki kuşlara veya önünde yey yer çöpler atılmış bir agaca va dallarına...
İlk önce insanın eşyayı merak etmesi nasıl olur?Nasıl bir düşünce ; insanın eşyanın fıtratının gayesini,hilkatinin faydasını ..anlamaya götürür?
Bir zaman, tılsım-ı kâinat ve muammâ-yı hilkat cilvesiyle mevcudatın hikmetlerine ve faydalarına baktım, dedim: "Acaba bu eşya neden böyle kendini gösteriyorlar, çabuk kaybolup gidiyorlar? Onların şahsına bakıyorum: Muntazam, hikmetli giyinmiş, giydirilmiş, süslendirilmiş, sergiye, temâşâgâha gönderilmiş. Halbuki bir iki günde, belki bir kısmı birkaç dakikada kaybolup faydasız, boşu boşuna gidiyorlar. Bu kısa zamanda bize görünmelerinden maksat nedir?" diye çok merak ediyordum. O zaman, mevcudatın, hususan zîhayatın dünya dershanesine gelmelerinin mühim bir hikmetini lûtf-u İlâhî ile buldum. O da şudur:
Eşyanın birinci görevi:
1-Herşey, hususan zîhayat, gayet mânidar bir kelime, bir mektup, bir kaside-i Rabbânîdir, bir ilânnâme-i İlâhîdir. Umum zîşuurun mütalâasına mazhar olduktan ve hadsiz mütalâacılara mânâsını ifade ettikten sonra, lâfzı ve hurufu hükmündeki suret-i cismâniyesi kaybolur.
Üstad hazretleri diyor:Bir sene kadar bu hikmet bana kâfi geldi.
demek yeterli gelmemiş
Anladım ki, bu çok ince ve çok harika olan dekaik-i san'at, yalnız zîşuurların nazarlarına ifade-i mânâ için değildir.(birinci görev)
Gerçi herbir mevcudu hadsiz zîşuurlar mütalâa edebilir. Fakat hem onların mütalâası mahduttur, hem de herkes o zîhayatın bütün dekaik-i san'atına nüfuz edemezler.
Yani zişuurlar ve onların içinden biz insanlar bu birinci görevi hakkıyla yapmıyor veya yapamıyoruz.Öyle ise bu kadar eşya yaratmaktaki bu kadar Allah ın masraf etmesi sırf bununla kayıtlı olmaması gerek.
Eşyanın ikinci görevi:
2-Ve ondan anladım ki, her mevcutta, hususan zîhayatlarda hadsiz dekaik-i san'at bulunması, Zât-ı Kayyûm-u Ezelînin nazarına arz etmek, yani, Zât-ı Kayyûm-u Ezelî kendi san'atını kendisi temâşâ etmek olan hikmet-i hilkat, o büyük masarife kâfi geliyordu.
Bu gaye ise, çok zaman bana kanaat verdi.(demek yine yeterli gelmemiş denebilir.)
Acaba yetmeyen kısım ne?Merakı çeken son husus ne?
Bir zaman sonra gördüm ki, mevcudatın şahıslarında ve suretlerindeki dekaik-i san'at devam etmiyor; gayet sür'atle tazeleniyor, tebeddül ediyor, nihayetsiz bir faaliyet ve bir hallâkıyet içinde tahavvül ediyorlar. Bu hallâkıyet ve bu faaliyetin hikmeti, elbette o faaliyet derecesinde büyük olmak lâzım geliyor, diye tefekküre başladım. Bu defa mezkûr iki hikmet kâfi gelmemeye başladılar, noksan kaldılar. Gayet merakla ayrı bir hikmeti aramaya ve taharrîye başladım.
Anlayışıma göre bu seferde aynı büyük masrafın devamla yenilenmesi,her gün ve her bahar hallakiyetin devamı nedendir diye akla gelmiş.
Bir zaman sonra, lillâhilhamd, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın feyziyle, sırr-ı kayyûmiyet noktasında azîm, hadsiz bir hikmet, bir gaye göründü. Ve onunla, "tılsım-ı kâinat" ve "muammâ-yı hilkat" tabir edilen bir sırr-ı İlâhî anlaşıldı.
Bu üçüncü soruyu pekiştirelim:
Şu kâinata baktığımız vakit görüyoruz ki, zaman seylinde mütemadiyen çalkalanan ve kafile kafile arkasından gelip geçen mahlûkatın bir kısmı bir saniyede gelir, derakap kaybolur. Bir taifesi bir dakikada gelir, geçer. Bir nevi, bir saat âlem-i şehadete uğrar, âlem-i gayba girer. Bir kısmı bir günde, bir kısmı bir senede, bir kısmı bir asırda, bir kısmı da asırlarda bu âlem-i şehadete gelip, konup, vazife görüp gidiyorlar.
Mesela sinekler birgün ömrü var diye biliyorum,cenab-ı Allah o kadar sinegi halkedip,bir gün bırakıp sonra alıyor?Yahut her mevsim kendine göre nebatatı gösterip,gidiyor?(Allah için şu alem bir yazar-bozar tahta gibi olmuş oluyor)
Bu sureten aynı şeylere faaliyet-i Rabbaniye ve hallakıyet-i ilahiye diyebiliriz.
Aslında daha uzar bu kısım ama bu faaliyetlerin sırrı,ve eşyanın üçüncü görevi şurdan geliyor:
3-
tabirinde âciz olduğumuz ve mezun olmadığımız şuûnât-ı İlâhiyeyi "memnuniyet-i mukaddese," "iftihar-ı kudsî" ve "lezzet-i mukaddese" gibi isimlerle işaret edilen maânî-i rububiyettir ki, bu daimî faaliyeti ve mütemâdi hallâkıyeti iktiza eder.
ve de Allah ın isimlerinin şunu gerektirmesi:
Elbette o daimî ve bâki esmâ, hadsiz cilvelerini ve nihayetsiz mânidar nakışlarını ve kitaplarını, hem müsemmâları olan Zât-ı Kayyûm-u Zülcelâlin nazar-ı müşahedesine, hem had ve hesaba gelmeyen zîruh ve zîşuur mahlûkatın nazar-ı mütalâasına göstermek ve nihayetli, mahdut birşeyden nihayetsiz levhaları ve birtek şahıstan pek çok şahısları ve bir hakikatten pek kesretli hakikatleri göstermek için, o aşk-ı mukaddes-i İlâhîye istinaden ve o sırr-ı kayyûmiyete binaen, kâinatı umumen ve mütemadiyen cilveleriyle tazelendiriyorlar, değiştiriyorlar.