Gıybet

mihrimah

Well-known member
GIYBET​

لَايُحِبُّ اللّهُ الْجَهْرَ بِالسُّوءِ مِنَ

الْقَوْلِ اِلَّا مَنْ ظُلِمَ وَكَانَ اللّهُ سَميعًا عَليمًا


Nisa/148: Allah, zulme uğrayanların dışında, çirkin sözün açıkça söylenmesinden hoşlanmaz. Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.​

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اجْتَنِبُوا كَثيرًا مِنَ الظَّنِّ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا
اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللّهَ اِنَّ اللّهَ تَوَّابٌ رَحيمٌ


Hucurat/ 12: Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.​

اِنَّ الْاِنْسَانَ لَفى خُسْرٍ


Hümeze/ 1: Mal toplayıp onu tekrar tekrar sayan, insanları arkadan çekiştirip, kaş göz hareketleriyle alay edenlerin (hümeze ve lümezenin) vay haline!​
HADİS...

* - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?" "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Bunun üzerine: "Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!" açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam: "Ya benim söylediğim anda varsa, (Bu da mı gıybettir?)" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir."
* - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, sana Safiyye'deki şu şu hal yeter!" demiştim. (Bundan memnun kalmadı ve:) "Öyle bir kelime sarfettin ki, eğer o denize karıştırılsaydı (denizin suyuna galebe çalıp) ifsad edecekti" buyurdu. Hz. Aişe ilaveten der ki: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a bir insanın (tahkir maksadıyla) taklidini yapmıştım. Bana hemen şunu söyledi: "Ben bir başkasını (kusuru sebebiyle söz veya fiille) taklid etmem. Hatta (buna mukabil) bana, şu şu kadar (pek çok dünyalık) verilse bile!"
* - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Mirac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini (ve göğüslerini) tırmalıyorlardı. "Ey Cebrail! Bunlar da kim?" diye sordum. "Bunlar, dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını (şereflerini) payimal edenlerdir."
* - Müstevrid radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim bir müslüman(ı gıybet ve şerefini payimal etmek) sebebiyle tek lokma dahi yese, Allah ona mutlaka onun mislini cehennemden tattıracaktır. Kime de müslüman bir kimse(ye yaptığı iftira, gıybet gibi bir) sebeple (mükafaat olarak) bir elbise giydirilirse, Allah Teâla Hazretleri mutlaka, onun bir mislini cehennemden ona giydirecektir. Kim de (malı, makamı olan büyüklerden) bir adam sebebiyle bir makam elde eder (orada salâh ve takva sahibi bilinerek para ve makama konmak için riyakarlıklara girer)se Allah Teâla Hazretleri Kıyamet günü onu mürâiler makamına oturtarak (rezil eder ve mürailere münasib azabla azablandırır.)"
* - Sa'id İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ribânın en kötüsü, haksız yere müslümanın ırzını (manevi şahsiyetini) rencide etmektir."
* - Muaz İbnu Esed el-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim bir mü'mini bir münafığa (gıybetçiye) karşı himaye ederse, Allah da onun için, Kıyamet günü, etini cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. Kim de müslümana kötülenmesini dileyerek bir iftira atarsa, Allah onu, Kıyamet günü, cehennem köprülerinden birinin üstünde, söylediğinin (günahından paklanıp) çıkıncaya kadar hapseder."
* - Hz. Cabir ve Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ne fâsık ne de mücâhir (günahı açıktan işleyen) kimse için söylenen gıybet sayılmaz. Mücâhir olan hariç, bütün ümmetim affa mazhar olmuştur."
* - Hz. Huzeyfe raadıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kattat (söz taşıyan) cennete girmeyecektir." Müslim'in rivayetinde "nemmâm cennete girmeyecektir" şeklinde gelmiştir.
* - İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Bana kimse, ashabımın birinden (canımı sıkacak bir) şey getirmesin. Zira ben, sizin karşınıza, içimde hiç bir şey olmadığı halde çıkmak istiyorum."
* Bir gün boyu kısa bir kadın bazı meseleler sormak üzere peygamberimize gelir. Müşkillerini öğrenerek çıkıp gittikten sonra Hz. Aişe:
-Ne kısa boylu bir kadın! Diye söylenir.
Bunun üzerine efendimiz:
Gıybet ettin ya Aişe der.
* Yine Allah resulü buyururlar:
Gıybetten sakının ! çünkü onda üç afet vardır:
Gıybet edenin duası kabul olunmaz.
Yaptığı hayrat kabul edilmez.
Gıybet edenin üzerinde günahlar birikir.
PIRLANTA SERİSİ…
Kitap ve sünnetin ona karşı onca tahşidatı, dinî, millî ve içtimaî onca zararlarına rağmen, günümüzün müslümanlarının bir türlü önemsemediği gıybet, öyle bir ruh hastalığıdır ki, şayet şimdilerde önü alınmazsa, ileride topluma yüzlerce zina ve yüzlerce ribanın günahını birden işletebilir.
Bir de bu iş, basın-yayın yoluyla yapılıp, milyonlara mal ediliyor, milyonlar ona şahid tutuluyorsa, bu dalâleti irtikap edenlerin dünya-ukba felaketleri bir yana, topyekün milletin ciddi sarsıntılara maruz kalması kaçınılmaz olacaktır.
Evet, sahib-i şeriat aleyhinde olan birşeyi söylemeye gıybet demiş ve onu mahremi ile zina etme kadar büyük günah saymıştır. O halde, bizim aklımız, fikrimiz ölçü olmadığına ve olamayacağına göre, bizim için takdir edilen bu ölçüler içinde hayatımızı idame ettirme mecburiyetindeyiz.
Bu konuda önemli bir kayma noktası ise şu: Bazıları sözde gıybetten kaçınıyor görünerek, arkadaşları hakkında “Daha neleri var neleri. Ama gıybet olur diye korkuyor ve hepsini söylemiyorum.” Bu söz, o kasdettiği şeyleri söylemekten çok daha büyük bir gıybettir. Çünkü müphem bir isnad, sarih bin iftiradan daha büyüktür. Zira muhatabın aklına, acaba: Livata mı, zina mı, içki mi, kumar mı... vs. gibi şeylerin hepsi birden gelebilir. Böylece hem ikili münasebetler, hem de içtimaî salah zedelenir. Evet, böyle diyeceğine, o zatın 100 tane günahını açık-açık söyleseydi, her halde sözleri, akla gelebilecek şeylere sınır teşkil etmesi bakımından daha ehven olurdu...
Bence prensip kararına varmalı.. hatta: “Ağzımdan gıybet adına bir söz çıkarsa, 3 ay muttasıl oruç tutacağım” demeli. Ve gıybete giden yolları baştan kapamalı. Ben bir kerre böyle birşey demiş ve neticede 3 ay oruç tutmuştum. Belki, muaccel ceza diye vasıflandırabileceğimiz böyle bir amel ile nefis intibaha gelir, sonrasında aklın hakim, nefsin mahkum olması sağlanabilir. Kimbilir belki de bunun sonunda gıybet etmemeyi Rabbim fıtratımızın bir parçası haline getirir...
GIYBET
Bir insan hakkında söylenen “aval aval yüzüme baktı..” demek kadar da olsa duyduğu zaman muhatabın hoşuna gitmeyecek bir söz gıybettir ve haramdır. Yalan söylemek, zina etmek, hırsızlık yapmak ve namazı terketmek gibi haramdır. Fakat ne tuhaf ve acıdır ki, bazı insanlar “...dine ve millete hizmet” diyor; “...burada bulunayım, bu arkadaşlarla oturup kalkayım da sevap kazanayım.” diye düşünüyor ama böyle çirkin bir günaha girmekten kendini korumuyor. Aslında bu tavır dinin bir yanını kabul edip gereğini yapma; diğer bir yanını arkaya atma demektir. Kur’an-ı Kerim iman kalbinde oturaklaşmamış bazı insanlardan bahsederken “bazısına inanıyor, bazısına inanmıyorlar” demekte; onların dinin bir kısım emirlerini uygulayıp, diğer bir kısmını görmezlikten gelmelerini tenkit etmektedir.
Diğer taraftan, bizzat bizim vazifemiz değilse, başkalarının eksik ve hatalarını görmeye, onları dile dolayıp vazgeçirme tenbihlerine girmeye hakkımız yoktur. Mesela, arkadaşlardan bazıları hasır ve kilimleri evlerinden toplayıp lüks halılar sermiş olabilirler. Bazıları tahta kanepelerini atıp lüks koltuklar almış olabilirler. Aslında, bizim seviyemizde bir hayat sürenler için bunların hiçbiri haram değildir. Yani, halı sermek de, koltuk koymak da haram değildir. Hasırın üzerinde yatma-kalkma, başını bir tahtaya koyup uyuma bir çeşit zühd olabilir. Hatta, o insanın tabiatından kaynaklanmıyorsa, elâleme caka yapmaya ve riyaya sebep oluyorsa şahıs hakkında çok tehlikeli bir şey de olabilir. Şimdi hiç kimse kalkıp da “Ooo hocam! Sizin dediğiniz o insanlar eskide kaldı, o çamlar çoktan bardak oldu. Eskiden millet hasırlarda oturuyordu, şimdi kanepelerde, halılarda oturuyor falan...” diyemez. Hasırı, kanepeyi halı ve koltukla değiştiren adamın yaptığı iş haram değildir. Fakat diğerinin yaptığı bu tenkit ve gıybet kat’i haramdır. Bu mesele karşısında, “Artık halılarda oturuyor; kanepeleri de değiştirdi, artık o tefessüh etti” demek gıybettir ve katiyen haramdır.
Bir insanın iki-üç kat elbisesi olabilir. İhtiyaç harici eşya bir yönüyle israftır, bir yönüyle de israf değildir. Biz o insanın niyetini bilemeyiz ki; maslahatı icabı, her dışarı çıkışında farklı bir elbise giymeyi düşünüyordur.. belki “Benim şahsımda din-i mübîn-i İslam’ı görüyorlar; dinimi iyi temsil etmem için bugünün anlayışına göre şık olmam da gerekli.” diyordur. Yani, belli mülahazaları vardır eda ettiği vazife adına. İşte gardrobu kat kat elbiseyle dolu olan insanın o hali haram değildir; belki, küçük bir israftır. İsraf bile kendi arasında aynı seviyede değildir; farklı farklıdır. Onun bu haline kat’i olarak “haramdır” diyemeyiz. Fakat başka birinin “gırtlağına kadar israf içinde yaşayan adam” şeklinde onu kınamasının kat’i haram olduğunda şüphe yoktur.
Müttakiler dairesi saydığımız hizmet insanlarının her zaman içtikleri kevser, kokladıkları kâfur olması lazım gelirken, onlar da bazen çok çirkin düşünceler içine düşebiliyorlar.. ve kevser içeceklerine zakkum yudumluyorlar hiç farkına varmadan. Oysa ki, oturup kalkıp kâfur koklamalı, kevser yudumlamalı ve Cennetlikler gibi yaşamalı.. kimseyi ama hiç kimseyi çekiştirmemeli. Biri bize elli defa kötülük yapsa, onun kötülük yapması, bizim de kötülükle mukabelede bulunmamızı meşrû kılmaz. Kötülük zatında kötüdür. Biz maruz kalsak da kötüdür, kalmasak da. Bediüzzaman, “mukabele-i bi’l-misil” için “kâide-i zalimâne” demiştir; kötülüğe kötülükle karşılık vermek zalimce bir tavır sergilemektir.
Dinin mehâsin-i ahlak ile mütehallik olma ve mesâvî-i ahlaktan ictinab etme ile ilgili emirleri tatbik edilse; kötülüğe iyilikle mukabelede bulunma.. en kötü insanlarla bile iyi geçinmesini bilme.. kobralara insanca yaşama adabını, erkanını öğretme.. akreplere insanları ısırma usulünü unutturma... yolu bulunmuş olacak ve vifak ve ittifak tam sağlanacaktır. Bugün insan en vahşi hayvanları dahi terbiye edebilmektedir. Oysa terbiyeye en müsait varlık ademoğludur. Problemler karşısında her fert kendini gözden geçirse, başkasından hatasını anlayıp dönmesini bekleyeceğine kendisi örnek bir davranış sergileyip meselenin halline çalışsa, problem yarı yarıya azalmış hatta çözülmüş olacaktır.
Hakiki müslümanlık anlaşılıp ciddiyetle yaşandığı zaman herhangi bir problem olacağına inanmıyorum. Müslümanlar fert fert ağızlarına, göz ve kulaklarına giren her şeye parola sorduğu zaman hiç bir içtimaî problem kalmayacaktır. Allah vifak ve ittifakı nasip edecektir; yeter ki her bir mümin “Cennete girmek istersen incitme cânı!” sözüne uygun yaşasın.
HELÂLLEŞMEDE ÖLÇÜ
Helâlleşme bir ahlâk haline getirilmelidir. Ve mutlaka helâllik istenen şahsa durum olduğu gibi anlatılmalıdır; Mesela: “Senden şu kadar haksız yere şunu aldım; seni gıybet ettim...” vs. gibi. Ne var ki, aynen anlatma karşı tarafta derin yaralar açacaksa, o zaman mes’ele şerhedilmeden, mutlak olarak helâllik istenmelidir. Bir zaman arkadaşlardan biri gelerek bana, “Hakkını helâl et, senin gıybetini yaptım” dedi. Tam neler söylediğini ifade edecekti ki, hemen susturdum ve hakkımı bütünüyle helâl ettiğimi söyledim.
İnsanız ve zayıf taraflarımız var. Söylenen söz içimizde bir ukde ve yara olarak kalabilir. İnsanın Cenab-ı Hakk’ın huzuruna, içinde mü’min kardeşine karşı, herhangi bir ukde varken gitmesi ise büyük bir talihsizliktir. Onun içindir ki, Efendimiz sık sık: “Bana arkadaşlarım aleyhinde hiçbir şey söylemeyin. Zira, Rabbimin huzuruna selim bir kalple gitmek isterim” der ve mü’min bir kardeşi aleyhine birşey söylemek isteyenleri böyle ikaz ederdi. O’nda bizim için her hususta üsve-i hasene (en güzel örnek) vardır. Bu mevzuda da rehberimiz, yine Resûlullah’tır (sav).
TENKİD
Tenkid, meşveretlerde kimseyi nazara vermeden yapılmalıdır. Zira, yüze karşı yapılan tenkid kırıcı, gıyaben yapılan ise gıybetin sahasına girer.
SAF DEĞİŞTİRENLER
Soru: Cemaatlerin birbirlerinden adam kazanmalarını nasıl değerlendirebiliriz?
Cevap: 1. Gidip başkalarına iltihak edecek arkadaşlar hakkında endişe edip de, diğer cemaatleri kötülememek lazımdır. Çünkü bir cemaati gıybet eden, o cemaatin bütün fertlerini gıybet etmiş sayılır. Ve o ferdlerin bütünü, haklarını helâl etmedikçe de, ihtimal kurtulamaz. Oysa biz, kurtulalım diye uğraşıyoruz.
2. Giden arkadaş veya gittiği cemaat hakkında arkadan konuşma, gıybet etme, zaten var olan ayrılığı körüklemek ve yangına benzin ile gitmek demektir. Böyle bir davranış ise, tevfik-i İlahî’den mahrum kalmaya sebeptir. Halbuki bu şahıs, sanki birinci bölükten ikinciye veya ikinciden üçüncüye geçmiş veya aynı evde oda değiştirmiş gibi kabul edilmelidir.
3. Bu gibi durumlarda, herhangi bir hizmete dilbeste olmuş insanların rahatsız olmaması mümkün değil ise de, bu rahatsızlıktan onları günaha sokmamalarına da çok dikkat etmelidirler. Evet, bu husus dikkate alınarak, aleyhte söylenebilecek şeylerin şartlandırma kabilinden önceden anlatılmasında fayda mütalâa edilebilir. Bütün bunlara rağmen, kanaat değiştiren insanlara karşı da tavır almamak gerektir ve hatta bu şarttır.
İFLASLARINI HAZIRLAYANLAR
Bazılarının ağız iplerinde kopukluk var. Bağı kopmuş kese gibi içlerinde ne varsa dökülüyor. Hafife alma, gıybet vs. gibi. Zavallılar, haberleri yok ki bununla kendi iflaslarını hazırlıyorlar.
ÖLÇÜ
Bazılarımız yeme-içme hususunda şüpheli olan şeylerden dahi kılı kırk yararcasına kaçınırız. Bu, bir insanın manevî hayatı adına güzel bir davranıştır ve hiç kimse tarafından da küçümsenemez.. Ne var ki, aynı şahsın haram olduğu Kitap ve Sünnet’le sabit, kesin hükümler karşısında da aynı duyarlılığı göstermemesi insanı hayrete sevkediyor. Meselâ, bazı gıda maddelerini yiyip-yememe hususuna o kadar dikkat eden bir insan, çok rahatlıkla gıybet edebiliyor, yalan söyleyebiliyor, hased edebiliyor. Halbuki biri şüpheli şey yemek, diğeri ise kardeşinin etini, hem de ölü iken dişlemektir.. Böyle düşünmek, şüpheli şeylerden kaçınmayalım ma’nâsına gelmez; bu, Allah’ın haram kıldığı şeylere karşı daha dikkatli ve daha duyarlı olalım demektir. Gıybet ki, hem ferdin amelini yer bitirir hem de toplumu içten içe çürütür. Diğer haramları da buna kıyas edebiliriz. Ama nedense halk arasında haramlar çok ucuza gidiyor. Oysaki ölçü, bizim heveslerimiz değil, Kitap ve Sünnet olmalıdır.
BENLİK VE GIYBET
Günümüzde hizmet içinde kibir ve ucb’dan bir ölçüde kurtulma merhalesine geldiğimiz söylenebilir. Ama, şu iki hususun önü bir türlü alınamadı:
1. Enâniyet,
2. Gıybet.
Hele gıybet, hele gıybet
RİSALE...
Gıybet, ehl-i adâvet ve haset ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sahibi, bu pis silâha tenezzül edip istimal etmez. Nasıl meşhur bir zat demiş:
Name=R0178; HotwordStyle=BookDefault;
Yani, "Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünkü gıybet, zayıf ve zelil ve aşağıların silâhıdır."
Gıybet odur ki, gıybet edilen adam hazır olsaydı ve işitseydi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese, hem gıybet, hem iftiradır; iki katlı çirkin bir günahtır.
Gıybet, mahsus birkaç maddede caiz olabilir:
Birisi: Şekvâ suretinde bir vazifedar adama der, tâ yardım edip o münkeri, o kabahati ondan izale etsin ve hakkını ondan alsın.
Birisi de: Bir adam onunla teşrik-i mesai etmek ister, seninle meşveret eder. Sen de, sırf maslahat için, garazsız olarak, meşveretin hakkını edâ etmek için desen: "Onunla teşrik-i mesai etme. Çünkü zarar göreceksin."
Birisi de: Maksadı tahkir ve teşhir değil, belki maksadı tarif ve tanıttırmak için dese: "O topal ve serseri adam filân yere gitti." Birisi de: O gıybet edilen adam fâsık-ı mütecahirdir. Yani fenalıktan sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor, zulmüyle telezzüz ediyor, sıkılmayarak âşikâre bir surette işliyor.
İşte bu mahsus maddelerde, garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet caiz olabilir. Yoksa, gıybet, nasıl ateş odunu yer, bitirir; gıybet dahi a'mâl-i salihayı yer, bitirir.
Eğer gıybet etti veyahut isteyerek dinledi; o vakit Name=577; HotwordStyle=BookDefault; demeli, sonra gıybet edilen adama ne vakit rast gelse, "Beni helâl et" demeli.
TEFSİR…
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اجْتَنِبُوا كَثيرًا مِنَ الظَّنِّ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللّهَ اِنَّ اللّهَ تَوَّابٌ رَحيمٌ

HUCURAT/ 12: Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.
…GIYBET
, bir kimsenin arkasından hoşlanmayacağı bir şey söylemektir. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki: "Bilir misiniz gıybet nedir?" "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediler. "Kardeşini, hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır." buyurdu. "Ya söylediğim kardeşimde varsa?" denildi. "Eğer söylediğin onda varsa gıybet etmiş olursun ve eğer onda yoksa o vakit ona iftira etmiş olursun." buyurdu ki bu, Müslim, Ebu Davûd, Tirmizî, Nesaî ve diğerlerinde geçmiştir.
Demek ki bundan önceki âyette yüzüne karşı ayıplamak yasaklandığı gibi burada da gıybet yasaklanmıştır. Birgivî Tarikat-ı Muhammediye'de bu hadisi naklettikten sonra der ki; gıybet, din ve dünya ayıplarının anılmasını içine alır. Fakat bizim alimlerimize göre karşıdakinin tanıması ve sövme yoluyla olması da şarttır. Kadıhan Fetâvâ'sında "Bir adam, kardeşinin günah ve kusurlarını ona özen gösterdiği için söylerse o gıybet olmaz. Gıybet ancak öfke şekliyle sövme kastedilerek anmaktır diye zikredilmiştir. Bundan dolayı kötülüğü gidermek için veya fetva almak için veya şerrinden korunmak için yahut 'topal" demek gibi tarif için olursa gıybet olmaz. Bunun gibi, işlediği fıskı, zulmü açıklayan bir kimse olur da onun fıskını, zulmünü anarsa yine gıybet olmaz. Lâkin başka bir ayıbını zikrederse gıybet olur. İbnü Şeyh, Enes (r.a.)'den: Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Her kim haya örtüsünü atarsa, artık onun gıybeti yoktur."
İbnü Ebi'd-Dünya Behz b. Hakim'den, o, babasından, o da dedesinden nakleder: Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdu ki: "Fâcir kimseyi insanlar tanırken anmaktan korkacak mısınız? Onu onda olan ile anın ki, insanlar sakınsınlar."
Gazâlî sövmeyi, daha çok daraltmıştır. Sonra gıybet üç çeşittir. Birincisi, gıybet edip de, ben gıybet etmiyorum, onda olanı söylüyorum, demektir. Bu, fakih Ebulleys'in Tenbih'te dediği gibi kesin olan haramı, helal saymak olduğu için küfürdür. İkincisi gıybet edip gıybeti, gıybet edilen kimseye ulaşmaktır, bu günahtır, helalleşmedikçe tevbe de tamam olmaz, çünkü eziyet etmiş, kul hakkı oluşmuştur.
İbnü Ebiddünya ve Taberânî'nin Câbir'den rivayet ettikleri şu hadisin mânâsı da budur: "Gıybet, zinadan daha kötüdür." buyurulmuş; nasıl olur? denilmiş, Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki: Adam zina eder sonra tevbe eder. Allah mağfiret buyurur, gıybet eden ise gıybet edilen affetmedikçe, mağfiret olunmaz. Üçüncüsü, gıybet edilene ulaşmaz. Bu hem kendisine ve hem gıybet ettiği kimseye istiğfar ederek tevbe etmekle affolunabilir. Bazıları mutlaka helalleşmeye muhtaçtır demişler, bazıları da mutlaka tevbe ve istiğfar yeterlidir, demişlerdir...
Hiç biriniz kardeşinin ölü olarak etini yemesini sever mi? Gıybetin tabiî olarak, aklen ve şer'an kötülüğünü ve çirkinliğini tasvirdir. Gıybet edilen, kimse orada bulunmayıp söylenen sözü bilmemesi ve o anda savunacak durumda olmaması dolayısıyla bir ölü, hem de kardeş olan bir ölü ve o vaziyette onun kötülüğünü söyleyerek gıybet ile şerefine saldırmak bir ölünün etlerini parçalayıp yemek ve özellikle o saldıranın zannınca da fena ve bundan dolayı kurtlu bir leş halinde bulunan bu etleri hırs ve iştah ile seve seve yemek şeklinde bir canavarlık olmak üzere tasvir buyuruluyor ki ifadedeki bir kaç kez yapılan mübalağalar da dikkatten kaçmayacak kadar, açıktır. Bir taraftan takrire, bir taraftan da inkara ihtimali olan soru, son derece iğrenç bir şeye sevgi ile alaka, fiili genelleme ile bir'e dayama, hem yalnız insan eti ile değil, kardeş eti yemekle, hem de sağ değil, ölü leş halinde yemekle temsil ediliyor. Ve insanın namus ve haysiyetinin eti ve kanı gibi ve belki daha önemli olduğuna işaret ediliyor.
Demek ki gıybet, böyle sefil bir canavarlık, gıybet eden öyle alçak bir canavar derecesindedir. İşte gıybetin tarifinde Hanefi ulemâsının gösterdikleri öfke ve sövme yoluyla olması kaydı da, bu temsilin mânâsından açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü etini yemek duygusu düşmanlık ve öfke neticesidir. Keşşaf sahibi gibi Ebu's-Suud ve bazıları soruyu takrirî gibi göstermiş bulunuyorlar. Buna göre mânâ şu olur: Biriniz kardeşinin ölü olarak etini yemeyi sevecek öyle mi? Fakat biz Fahrü'r-Razî'nin dediği gibi inkârî olmasında ısrar etmek istiyoruz.
O'nun için şu mânâyı gösteriyoruz: Hiç biriniz kardeşinin ölü olarak etini yemeyi sever mi? Elbette sevmez değil mi? Demek ki ondan, o eti yemekten tiksindiniz çünkü insan fıtratı bundan tiksinmeyi gerektirir. Öyle ise yapmayın ve Allah'tan korunun. Burada atıf vâvı, bir mâtûfu aleyhin hazfine delalet eder. "Öyle yapmayın, Allah'tan korunun." demektir. Yani madem ki, onu yemekten tiksindiniz o halde gıybet etmeyin de Allah'ın kaçınmayı emrettiğinden sakınarak ve yaptıklarınızdan pişmanlıkla tevbe ederek korumasına girin korunun. Çünkü Allah Rahîm ve Tevvâb'tır, tevbeyi kabulde ve rahmetini bereketlendirmede çok belağat sahibidir.
NÜKTELER…
Cüneyd-i bağdadi hazretleri , bir gün bir camide iken bir genç gelip:
- Allah rızası için bana yardım edin. Ben yardıma muhtaç bir kimseyim, der.
- Cüneyd-i bağdadi hazretleri bakar ki, genç sapa-sağlam bir insan, bu genç bu haliyle dilencilik yapmaya utanmaz mı? Niye çalışıp kazanmaz da dilencilikle kendini küçük duruma düşürür. Diye düşünür.
O gece Cüneyd-i Bağdadi hazretleri bir rüya görür. Rüyasında: camide gördüğü gencin vücudu bir kebap yapılıp bir tepsiye konmuş önüne getirilir. Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine:
- Bunu yiyeceksin derler.
Hazret “o insan etidir, yenir mi?” diye karşılı verdiğinde:
- Ya dün camide nasıl yiyordun... yine öyle yiyeceksin!.. derler.
Daha sonrasını hazret şöyle anlatıyor:
- Meğer gıybet etmişim. Hemen korku ile uyandım. Abdest alıp iki rekat namaz kıldım. Tevbe istiğfar ettim. Sabah olunca, o hakkında konuştuğum genci aramak için dışarı çıktım. Aradım aradım, nihayet genci Dicle nehri kıyılarında buldum ki, önüne tere koymuş onları yiyor.
Genç benim geldiğimi görünce başını kaldırarak:
- Ey Cüneyd! Camide benim hakkımda kötü düşündüğün için tevbe edip pişmanlık duydun mu? Diye sordu.
- Evet dedim...
Genç bana:
- O halde üzülme git! Dedi ve şu ayeti kerimeyi okuyarak kayboldu “Ve O Zattır ki kullarından tövbeyi kabul eder, günahlarını afv eder ve ne yaptıklarını bilir.”
GIYBET AHDİ
Anlatılıyor ki, Ebulleys Buhari, hacca giderken cebine iki lira para kor ve kendi kendine şöyle şart koşar:
- Eğer Mekke yolunda giderken veya gelirken birisi hakkında gıybet edersem bu iki lirayı tasadduk edeceğim. Mekke’ye gider ve döner fakat iki lira cebindedir. Soranlara şu cevabı verir:
- Yüz defa zina etmem bir defa gıybet etmemden daha iyidir.
GIYBET KARŞILIĞI HEDİYE
Anlatıldığına göre Hasan-ı Bari’ye “adamın biri seni arkadan çekiştirdi” dediler. Bunun üzerine Hasan Basri, adama bir tabak hurma ile birlikte şu haberi gönderdi:
- Duyduğuma göre sen bana iyiliklerini hediye ettin. Ben de buna karşılık vermek istedim. Fakat senin hediyene denk gelecek bir hediye veremediğim için özür dilerim”
RÜYADA YEDİRİLEN DOMUZ ETİ
Halid Rebbi anlatıyor:
- Bir gün büyük bir mecliste idim. Yanımdakiler bir adamı çekiştirmeye başladılar. Kendilerine engel oldum. Bunun üzerine o adamı bırakıp başka bir adamı dillerine dolamaya başladılar. Bir süre sonra da ilk adama döndüklerinde bir konuda ben de onların dedikodularına katıldım.
O gece yatınca şöyle bir rüya gördüm. Uzun boylu ve kara yüzlü bir adam yanıma geldi. Elindeki bir tabakta bir parça domuz eti vardı. Bana “bunu ye” dedi. Kendisine “ domuz eti mi yiyeceğim? Vallahi, yemem onu” dedim.
Bunun üzerine adam beni ağır bir dille azarlayarak “ama bundan daha kötüsünü yedin” dedi ve arkasından o domuz etini ağzıma tıkamaya başladı. O arada uyanıverdim. Vallahi, otuz veya kırk güne kadar ağzıma koyduğum her lokmada o etin pis kokusunu duymuştum.”
ALLAH’IN RAHMETİNDEN UZAK OLAN MECLİS
Ünlü zahid Hatem’e göre bir mecliste şu üç şey bulunursa bu meclis Allah’ın rahmetinden uzak olur.
Dünyayı konu alan konuşma
Gülmek,
Başkalarının aleyhinde konuşmak.
GIYBETİN TÜRLERİ
Gıybet dört türlüdür:
Birinci türlüsü küfürdür. Gıybetin bu türlüsü şöyledir. Kişi, bir Müslümanı çekiştirmeye başlar. Kendisine “gıybet etme” denince de “ bu sözler gıybet değildir, çünkü doğru söylüyorum” diye cevap verir. Böylece Allah’ın haram kıldığı şeyi helal saymaya kalkmış olur ki, Allah’ın haram kıldığı şeyi helal sayan kimse, Allah korusun, kafir olur.
İkinci türlüsü münafıklıktır. Gıybetin bu şekli de şöyledir. Kişi, isim vermeksizin birini arkadan çekiştirir. Fakat sözünü dinleyenler onun kim olduğunu anlamaktadırlar. Adam da böyle yapınca gıybet etmiş olmanın günahından sıyrılabileceğini sanmaktadır.
Üçüncü türlüsü günahtır. Gıybetin bu şekline gelince kişi, isim vererek birini arkadan çekiştirmekte ve yaptığı işin günah olduğunu bilmektedir. Bu durumda o kimse bir günahkardır ve tevbe etmesi gerekir.
Dördüncü şekli de mubah hatta sevap kazandırıcıdır. Gıybetin bu şekli kişinin, açıkça günah işleyen bir kimsenin veya bidatçının aleyhinde konuşmasıdır. Kişi bu konuşması yüzünden sevap kazanır. Çünkü onun bu açıklamaları sayesinde söz konusu fasıkı veya bidatçıyı tanıyarak şerrinden sakınırlar. Nitekim Efendimiz (s.a.s.) “ Kötünün kötülüğünü anlatınız ki, insanlar ondan sakınsın” buyurmuştur.
KARŞISINA ÇIKAN LEŞ
Bir peygamber bir gece şöyle bir rüya gördü:
Rüyasında kendisine denildi ki; Sabahleyin çıkan ilk şeyi ye; ikinci şeyi sakla; üçüncü şeyi kabul et; dördüncü şeyi meyus etme ve beşinci şeyden de kaç, uzak dur”
Sabah olunca karşısına çıkan ilk şey yüksek bir dağ olunca önce biraz tereddüt ederek ne yapacağını şaşırdı. İçinden “Nasıl olur? Rabbim bunu yememi emretti” dedi. Fakat daha sonra “Allah bana yapamayacağım şeyi emretmez” diyerek yemek kasdıyla dağa doğru yürümeye başladı. Fakat dağa yaklaştığında küçüldüğünü , iyice yanına varınca da baldan tatlı bir lokma haline geldiğini görerek onu yiyiverdi ve arkasından da Allah’a hamdetti.
Bir süre yürüdükten sonra karşısına bir altın tas çıktı. “Bana bunu saklamam emredilmişti” diyerek altın tası yerde kazdığı yere gömdü. Fakat biraz ilerledikten sonra dönüp arkasına baktığında altın tasın yine meydana çıktığını gördü. Bunun üzerine geri dönüp onu yeniden gömdü. Aynı şeyi iki veya üç defa yapmak zorunda kaldığı halde biraz yürüdükten sonra geri dönüp bakınca altın tasın yine meydana çıktığını gördü. Fakat “ben Rabbimin emrini yerine getirdim” diyerek artık geri dönmedi.
Biraz daha yürüyünce bir kuşla karşılaştı. Kuşu bir doğan kovalıyor ve yakalamaya çalışıyordu. Bu yüzden kuş kendisine “ey Allah’ın peygamberi beni kurtar dedi”. O da kuşun dileğini kabul ederek onu yerine koyup sakladı. Fakat az sonra doğan karşısına dikilerek “ey Allah’ın peygamberi, karnım acıkmıştı, onun için sabahtan beri bu kuşu kovalıyordum ve az önce onu yakalamak üzereydim. Beni rızkımdan ümitsiz bırakma” dedi. Doğanın bu sözleri karşısında peygamber ne yapacağını şaşırdı. İçinden “karşılaştığım üçüncü şeyi kabul etmem emredilmişti, ettim. Karşılaşacağım dördüncü şeyi de hayal kırıklığına uğratmamam emredildi. Karşıma çıkan dördüncü şey bu doğan olduğuna göre şimdi ne yapayım?” diye içinden geçirdi. Bir süre düşündükten sonra bıçağı eline alıp kendi budundan bir parça keserek doğana doğru attı. Doğan da kendisine atılan eti kaparak uçup gitti. Arkasından yeninde sakladığı kuşu da salıverdi.
Yoluna bir süre daha devam edince karşısına beşinci olarak bir leş çıktı. Peygamber almış olduğu emir uyarınca bu leşten hızla uzaklaştı:
Gece olunca “ya Rabbi, bana emrettiklerini yaptım. Şimdi bana bunların mahiyetlerini açıkla” diye dua ederek uykuya daldı. Bunun üzerine rüyasında kedisine şöyle dendi:
- İlk karşına çıkıp da yediğin şey: öfkedir. O işin başında dağ gibidir, fakat sabrederek baskı altına alınca baldan tatlı olur
İkinci karşılaştığın şey, iyi ameldir. Onu ne kadar saklarsan sakla, yine açığa çıkar.
Üçüncü karşılaştığın şeyin manası şudur: Sana emanet edilen şeye hıyanet etmemelisin.

Dördüncü olarak karşılaştığın şey: sana biri senden bir şey isteyince onun dileğini yerine getirmeye çalışman gerektiğini, bu yolda gerekirse muhtaç olduğun bir şeyi bile feda etmen icap ettiğini hatırlatmak içindi.
Beşinci olarak karşılaştığın şey, gıybettir. Başkaları hakkında gıybet edenlerden uzak dur.”
CEHENNEME İLK GİRECEKLER
Allahu Teala, Musa (as)’a: “cennete en son girecek olan gıybetten tevbe edenlerdir. Cehenneme ilk girecekler de gıybete devam edenlerdir” diye vahyetmiştir.
HACCAC'IN HAKKI
İbn-i Sirin, gıybete karşı son derece hassastı. Talebesi Ebu Avf anlatıyor:
- İbn-İ Sirin'in yanında Haccac-ı Zalim'in haysiyetine dokunacak sözler etmek istedim, İbn-i Şirin buyurdu ki:
- Şüphe etmem ki, Allah Teala hükmünde adildir. Başkasının hakkını Haccac'dan alacağı gibi, Haccac'ın hakkını da başkalarından alacaktır.
Yarın izzet ve celal sahibi Allah'ın huzuruna çıktığın zaman, işlediğin en küçük bir günah, Haccac'ın İşlediği en büyük günahtan senin için daha çetin olacaktır.
Allah (c.c.), adildir. Hak sahibinin hakkını haksızdan alacaktır. Hiç gereksiz ve kazançsız, nefsin sefil bir arzusunu yerine getirmek hatırına başkalarının günahını yüklenmek korkunç bir gaflettir.
İnşaallah Allah (c.c.) gıybetin kerahetini vicdanlarımıza duyursun.
Ağzını açtığında vatan kurtaran; baştakini, sondakini,geçip gideni, öleni, İsmen zemmeden insanların buna çok ihtiyacı var...
SÖZ TAŞIMAK
Hasan Basri (k.s.) Hazretleri'ne bir adam gelir ve:
-Falanca senin hakkında şöyle dedi, der.
-Ne zaman?
-Bugün.
-Nerede?
-Evinde.
-Onun evinde ne yapıyordun?
-Ziyafeti vardı, onun için gitmiştim.
-Orada ne yedin?
-Şunu, şunu, hatta sekiz çeşit yemeğin hepsinden yedim. Bunun üzerine Tabiinin büyük imamı:
-Be adam, sekiz çeşit yemeği karnına sığdırdın da, bu sözü sığdıramadın mı? Kalk git yanımdan, der.
Mu miriler arasında nifakın, bozgunculuğun, ayrılığın en önemli sebebi fitnedir. Fitne, öldürücü zehirden daha beterdir. Ve fitnenin en önemli unsuru da gıybettir, arkadan konuşmaktır, kötü zarıdır. Kulaktan kulağa bin türlü şekle giren bir söze sebebiyet vermemek için aleyhte ve gıyabi konuşmalardan kaçınmak gerekir. Öyle sözleri
söyleyen de, dinleyen de mesuldür, insan dinlememek için gerekli tepkiyi vermeli, mümin kardeşinin arkadan hançerlenmesine yardımcı olmamalıdır. O anlatılan özellik o şahısta varsa gıybet, yoksa iftiradır. Her ikisi de birbirinden daha tehlikeli olan bu şeyden kaçınmak, müminlerin kusurlarında şeytana yardımcı olmamak fazilettir ve insaniyetin gereğidir. Kimsenin bir başkasının etini dişlemeye hakkı yoktur.

TENKİT
Şeyh Sadi-i Şirazî anlatıyor. Çocukken gece ibadetine heveslenir, namaz kılar, Allah'a dua edermiş. Bir gün herkesin uyuduğu saatlerde Kur'an okurken, uyanık olan babasına:
-Neden geceyi uykuyla geçiriyor, kalkıp iki rekat namaz kılmıyorlar? demiş. Babası:
-Uyanık kalıp başkalarını çekiştireceğine keşke sen de uyusaydın, dîye çıkışmış.
Başkalarının küçük iyiliklerini büyük, kendi büyük hayırlarını küçük görmek fazilettir. Ve insan başkasının büyük hatasını küçük, kendi küçük hatasını büyük görmelidir. Kalbinde boşluk olmayan başkalarının noksanını, ayıbını araştırmaz.
GÖNÜLDEN GIYBET ETMEK DE HARAMDIR
Bil ki, dil ile gıybet etmek haram olduğu gibi gönülden, kalbin içinden de gıybet eylemek haramdır. Nitekim bir kişinin noksanını bir kimseye söylemek uygun değildir. Bunun gibi insanın kendi nefsine de gıybet etmesi reva değildir.
Gönül ile gıybet de şudur: Bir kimseye, gözüyle görmeden, ya da kulağîyle işitmeksizin veya yakından bilmeksizin bir kimsenin kötülüğünden bahsetmektir. Resûlullah Efendimi?, şöyle buyurdu:
- Hak Teâlâ Hazretleri Müslümanların:
1 — Kanını,
2
— Malını,

3 — Onlar hakkında kötü zanda bulunmayı, yani bu üç şeyi haram kılmıştır.
Sen bil ki, gönlüne gelen bir şey açık seçik bilinmedikçe ve iki âdil kişinin şehadetîyle sabit olmadıkça onu senin gönlüne şeytan koymuştur. Nitekim Hak Teâlâ şöyle buyurur:
"Ey imân edenler! Eğer yoldan çıkmış biri size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Aksi halde bilmeden bir kimseye kötülük edersiniz. Sonra da yaptığınıza pişman olursunuz." (Hücûrat Sûresi: 6)
Şeytan gibi bir fâsık yoktur. Haramı olan, işte o şeytanın gönle soktuğu kötü zanna ve şüpheye bir yer vermektir. Eğer hatırına senin elinde olmayarak, bilmeden şüphe kurdu girdiği zaman sen onu inkâr edici olsan o günah ile sana soru - sual yoktur.
Resûlullah Efendimiz bu yolda şunu buyurmuştur:
— Mü'min kötü zandan boş olmaz. Lâkin onun selâmeti, gönlüne akan bu şüphelerin hakikatmış gibi orda yer etmemesindedir.
O şüpheyi sanki gerçekmiş gibi gönül tanımamalıdır. Bunu anlamak nasıl olur? Şöyle: O kötü zannı içinde bulan kimse, gönlünde bir ağırlık duyar. O ağırlığa inanır, böylece o kötü zan duyduğu kimseye karşı muhabbet ve hürmeti eksilir. Yook, gönlünde o şüpheye karşı bir iltifat yoksa, kalbine o kuşku yerleşmemiş demektir. Bu hal ona güzel bir alâmettir. Ama o şüphe ettiği şeyi, adaletli bir kimseden işitmişse o adaletli kişi hakkında da kötü zan beslenmemesi gerekir. Hatta, "o bir fâsık kişidir!" diyerek o âdil kimseden kuşkulanmamalıdır. Çünkü âdil bir kimseye, hatta bir fâsıka bile kötü zan beslemek caiz değildir. En iyisi:
— Ben, gıybet eden bu kimsenin halini bilmediğim gibi gıybet edilen o kimsenin de halini daha önce bilmiyordum, şimdi de bilmiyorum, demek ve böylece söylenenleri unutmaya çalışmaktır. Şayeî bu iki kişi arasında düşmanlık veya çekememezlik gibi bir hal bulunduğunu biliyorsa susmak daha iyi ve söylenen sözlerin tesirinden kurtulmak daha kolaydır. Öbürünü daha âdil bir kişi biliyorsa ona karşı meyli daha fa/la olmalıdır.
Her ne zaman bir kişinin kalbinde bir kimseye karşı kötü zan uyansa o kimseye daha çok yakınlık ve muhabbet eseri göstermek daha iyidir. Çünkü böylelikle o kişi şeytanı kızdırmış, o kötü zannın tesirini de azaltmış olur. Bir kişinin kötü bir halini kesin şe- kilde öğrenince onun hakkında gıybette bulunmayıp yalnız bir yerde ona münasip şekilde nasihat etmek gerekir. Beyanname dağıtır gibi herkesin görüp okuyabileceği açık bir mektupla nasihat etmek de doğru değlidir. Nasihat ederken de muttali olduğu kötü halden üzüntü duymak gerekir. Çünkü bir müslüman, başka bir müslüman kardeşini iyi hallerini görmekten sevinç, kötü hallerinden de üzüntü duymalıdır. Böyle hareket eden bir kişi, hem bir mlisliimanm kötü halini görmekten üzülmüş olmanın, hem de ona nasihatta bulunmuş olmanın sevabını kazanır.
GIYBETİN İLÂCI
Ey aziz kişi! Sen bil ki, gıybete haris olmak o kişinin gönlünde bir hastalıktır. Ona ilâç bulmak da vaciptir. Bu ilâç iki türlüdür:
1
— İlim (bilgi) yolu ile olan ilâçtır. Bu da iki türlüdür:
A) Gıybet hakkında gelen hadîsleri ve gıybetin sebep olduğu kötü sonuçlan bilmek, düşünmektir. Gıybetin iyilikleri olmadığı o zaman anlaşılır ve gıybet hevesi iflâs eder. Nitekim Resul aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Gıybet, kabul edilmiş duaları, kulun hasenatını tıpkı ateşin kuru odunu yaküğı gibi yakıp ortadan kaldırır."
Hatta, bu kişinin hasenesi (sevabı) günahlarından kat kat aşağı kalır. Bu gıybet sebebiyledir ki, günahları iyiliğinden ağır bastığı için o kişi cehenneme gider.
B)İnsan kendisinin ayıbını, gıybet edilmesi mümkün olan kusurlarını düşünmeli. Eğer kendisinde bir ayıp görürse, kendisi hakkında gıybet edeni ma'zur tutmalıdır. Tıpkı kendisini ma'zur tuttuğu gibi başkalarını da ma'zur tutmalıdır. Eğer kendinde hiç bir ayıp bulamazsa şöyle bilmeli ki, o kendi aybmı kendinden gizleyen cahilliği ile bütün ayıplar gölgede kalmıştır. Eğer üzerinde ayıp olmadığı gerçek ise bilmeli ki, murdar eti yemekten daha kötü bir ayıp yoktur. Murdar eti yiyen, ayıbsız özünü ayıplara boğar. Ayıbı olmayan kişi daima şükürle meşgul olmalıdır. Şöyle bilmeli ki, eğer gıybet ettiği kişiyi kusurlu bulacak olursa hiç bir kulun yaptığı iş ve hareket kusurdan uzak değildir. Çünkü şeriat yolunda kusursuz kula rastlamak kabil değildir. Gıybet edilen kişinin yaratılışında bir noksanlık varsa, bil ki o kusuru onda Cenab-ı Hak yaratmıştır. O ayıp o kişinin yaratmasiyle meydana gelmiş değildir ki, ondan dolayı ayıblansın, kınansın.
2
— Gıybetten kurtulmanın ikinci ilâcı. Kendisini gıybete sevkeden sebeplere nazar etmektir. Bunlar da sekiz türlü sebeptir:
Birinci sebep: Gıybet edilen kişiyle, bir sebepten Ötürü, kızgın ve kırgın olmaktır. Bilinmeli ki, bir kişiye kızmaktan ötürü kendini cehenneme salmak da aptallıktan başka bir şey değildir. Gerçekten de birine kızdığı için onu arkadan çekiştiren bir kişi, kendi eliyle kendini cehenneme atmış olur ve dünyada bundan büyük ahmaklık da olmaz.
Resûlullah Efendimiz şöyle buyurur:
"Bir kimse kızgınlığını yenerse Hak Teâlâ, kıyamet gününde onu yaratıklar arasında çıkarıp kendisine: "Cennet hurilerinden dilediğini seç!" diye buyurur."
İkinci sebep: Cıybet eyleyen kişi başkalarının rızasını kazanmak için onlara muvafakat gösterir, uyar. Bunun da ilâcı şudur ki, insanların rızasını kazanmak dolayısiyle Hak Teâlâ'nın hışmına uğramak da cahillik ve aptallıktır. Aksine halkın rızasını gözetmek Allah'ın hışmına götürdüğü için daima Hak Teala’nın rızasını dilemeli. Üçüncü sebep: Bunlar kendisine bir hiyanet izafe edilmiş olanlardır ki, kendisini kurtarmak için bu hiyaneti başkasının üstüne alarlar. O kimsenin bilmesi gerektir ki, Hak Teâlâ'nın kızgınlığının belâsı insanların kızgınlığından hem daha şiddetli, hem de muhakkaktır. Başkasının üstüne atarak o suçtan kurtulması ise şüphelidir. Ama Hak Teâlâ'nın hışmı yakînen bilinir ve ansızın gelir. Bunun İçin insana gerek olan şey hainliği özünden def etmektir. Lâkin bunu başkasının üstüne atmak asla doğru değildir. Olur ki:
— Her ne kadar ben haram yiyorsam, yahut da devlet malını çalıyorsam da falan, filân da bunu yapmaktadır! der. Bu hamakat, aptallıktır. Çünkü bir kişi günah işlerse ona uymak reva değildir. Böyle bir sözü söylemekte ne Özür olur. Bir kimseyi ateşe girer görsen kendini onun ardından ateşe atmazsın. Belki bu sözü söylemekle günah da işlemiş olursun. Ve hem de gıybet etmiş olursun.
Dördüncü sebep: Bir kimse kendisini öğmek diler, fakat öğemez. Böylece başkalarım dile dolar, gıybet eder, tâ ki, bu gıybetle kendisinin üstünlüğü ortaya çıksın ister. Nitekim şöyle der:
— Falan kişi hiç bir şey anlamaz. Filân kimse ise riyadan kaçınmaz. Yani: "Ben her şeyden anlarım, riyadan kaçınırım", demek isler. Gerektir ki, o kişi, her akıllı kişinin onun fâsıklığına ve cahilliğine inanmıyacağını bilmelidir. Akılsız olan kimsenin itikadında ne fayda vardır? Belki faydası şu olur ki, Hak Teâlâ'nın katında kusurlu olduğunu bilmelidir. Yoksa, bir bîçare kulun, elinden hiç bir şey gelmeyenin nazarında yüksek olmanın ne faydası vardır?
Beşinci sebep
: Hased, kıskançlıktır. Bir mevki sahibi, bilgisi çok ve malı bol olan kişiye halkın inancını gördüğü halde bu kişinin onu kıskanması, çekememesidir. Çünkü kendisinde bu hasletleri bulamaz. Onun kusurunu bulmaya çalışır. Bütün gayesi o kişiyi dile dolamaktır. Lâkin şunu bilmez ki, başkasına söylediği şeyler kendisinde mevcuttur. Başkası içni söylerken bilmez ki, kendisini açıklamaktadır. Çünkü kendisi bu dünyada azabta ve kıskaçlık acılan içinde kıvranmaktadır. Öteki cihanda da ettiği gıybetin azabında olacaktır. Tâ ki, iki cihanın nimetlerinden mahrum kalacaktır. Böyle bir kişi bilmez ki, her kime mevki, haşmet bahşetmişlerse, kıskançların kıskançlığı onun değerini daha çok arttırır.
Altıncı sebep
: İstihza, alay etmektir. Yâni bir kişiyi küçük düşürerek ona gülmektir. Arna bilmez ki, bu alay etme kendisini Allahü Teâlâ huzurunda rezil, riisvay eder. O ise alay ettiği kimseyi halkın önünde rüsvay etmek ister. Fakat böyle kimse bilmelidir ki, alay ettiğinin günahları kendi boynuna yüklenir. Eşek gibi o günahları ile cehennem kapılarına kadar sürülür. Bir kimse Kıyamet gününde halinin böyle olacağını bilmelidir. Aklı varsa başkasına gülmeğe ve onunla eğlenmeğe kalkışmaz.
Yedinci sebep
: Bir kimse bir günah işlendiğini görünce o günahtan ötürü özü kedere boğulur. Allahü Teâlâ için kalbini Üzüntüler sarar. Nitekim din ehlinin âdeti böyledir. Bir kimse, üzüldüğü bir şeyden söz açtığı zaman doğru söyler. Lâkin söz arasında o günahı işleyen kimsenin adını dilinde dolaştırır durursa, bu söyledik terin i n gıybet olacağından gaflet içindedir demektir. Gerçi bir müslümanın günah işlemesinden üzüntü duymakla Allah'ın hoşuna giden güzel bir huy göstermiş ve bundan sevap kazanmış olur. Bilmez ki, İblis onun kendisi üzerine hased etmiştir. Fakat o günah işleyen kimsenin adı onun dilinde dolaşır olunca söyledikleri gıybet olduğundan gıybetin günahının kendi se-vablannı silip süpürdüğünü bilemez.
Sekizinci
sebep: Kişi, Aüahii Teâlâ için, bir kişinin günahından ötürü kızar, yahul işlenen günaha şaşar. O kızgınlık veya şaşkınlık içinde ya o kişinin adını söyler, adını herkes bilsin diye açıklar. Bu kızgınlıkla kazanılan sevap işte bu gıybet ile silinmiş olur.
Bundan dolayı o kişi, kendisinin hışmını ve şaşkınlığını hikâye etmeli, fakat günah işleyen kişinin adını anmamalıdır.
KÖPEĞİN BİLE GIYBETİ YASAKSA
B
ediüzzama'ın talebelerinden Vanlı Molla Hamit anlatıyor:
"Birgün caminin hücre kapısını unutarak açık bırakmıştık. Talebe arkadaşların küpte kavurmaları vardı. İçeri giren bir köpek, küpe kafasını sokup kavurmaları yemiş, sonra da kafasını çıkaramayınca küpü kırıp kaçmış. Talebe arkadaşların canı çok sıkılmıştı. Bir tertiple köpeği tekrar celbedip, sopa ile döveceklerdi. Üstad Bediüzzaman vaziyeti öğrenince onları vazgeçirmek istedi. Molla Resul: "Şeyda, biraz kıymamız vardı. Biz kıyamıyorduk ki yiyelim. Halbuki bir köpek gelerek hem kıymayı yemiş, hem de küpü kırmış. Bize zarar verdi. Nasıl biz onu dövmeyelim?" dedi. Üstad: "Molla Resul, senden soruyorum, vicdanen söyle, sen aç kalsan, paran da olmasa, bir şey almaya gücün de olmasa, nihayet açık bir yerde bir et bulsan, yer misin, yemez misin? Halbuki aklın var, idrak ediyorsun ki bu etin sahibi var." diye konuştu.
Molla Resul, Üstad'ın bu konuşması üzerine bir müddet konuşmayarak sustu. Sonra cevaben: "Evet yerim Şeyda!" dedi. Üstad tekrar buyurdu ki; "Bu hayvandır, aklı yoktur. Haramı, helâli bilmiyor. Hayır ve şerri tanımıyor. Sahibinin kendisini döveceğini de bilmiyor. Elbette açık kapıdan girip, kıymalarınızı yemiş. Bundan dolayı cezaya müstahak mıdır? Sizden soruyorum, elinizi vicdanınıza koyarak cevap verin." Sonra Molla Resul ve arkadaşları köpekte kabahat yoktur, diye kabul ettiler. Üstad; "Madem öyledir bu hayvanın gıybetini yapmayın ve helâl edin." dedi.
Molla Resul, Üstad Hazretleriyle biraz samimî konuşurdu, hem de Üstad'dan birkaç yaş büyüktü. Gülerek Üstad'a hitaben: "Şeyda, içimizden gelmiyor ki, helâl edeyim. Fakat siz helâlleşmeye bizi ikna ettiniz." dedi.
Ben "Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi?" (Hucurat, 49/12) mealindeki âyete göre sadece insanların gıybetinin yapılmaması gerektiğini zannediyordum, halbuki Üstad çok daha hassas. Hayvanların gıybetini yaptırmayan bir zat, her hâlde İnsanların gıybetini hiç yaptırmaz.



 

memluk

Hatim Sorumlusu
Ah şu GIYBET tam bir İLLET !


Günlük hayatta çokca kullandığımız ama çoğu zaman bunun farkında bile olamadığımız belki şeytanın sağdan yaklaşması neticesinde ağzımızdan çıkan bazı gıybet lafızları var.Bu gıybet lafızlarından örnek vermek gerekirse:




'' Ya şimdi biliyorum gıybet olacak ama ''
nokta.gif
.




Diye başlıyor ondan sonra gelecek olan ifadelere adeta bir masumiyet urbası giydiriliyor.



'' Ben gıybet etmiyorum ki doğrusunu söylüyorum.O bunların hepsini biliyor zaten ! ''



Bu da çokca kullanılan bir ifade kalıbı.Zaten kişide olan şeyleri onun arkasından söylemek gıybettir.Eğer söylenilen şeyler kişide yoksa o zaman o kişiye iftira atılmış oluyor ki bu daha kötü bir günahtır.



'' Ben arkasından konuşmuyorum ki! Şimdi burda olsa yüzüne karşıda söylerim.''



Buda ayrı bir gıybet lafzı aslında itiraf etmek gerekir ki o kişi o anda orada olsa söylediği şeyleri yüzüne karşı söylemesi mümkün değildir.



''Gıybet olur diye söylemiyorum''



Bu lafız en büyük en tehlikeli gıybet oluyor:'' Falan kişi mi?Siz onu bilmiyorsunuz.Onun daha neleri var neleri ama gıybet olur diye korkuyor ve söylemiyorum. ''Bu ifade bunu söyleyen kişinin kastettiği şeyleri söylemesinden çok daha büyük bir gıybettir.Çünkü burada üstü kapalı bir isnat vardır.Zira orada bulunan kişilerin aklına acaba bu şahıs içki mi içti kumar mı oynadı
nokta.gif
.gibi şeylerin hepsi birden gelebilir.Çünkü ortada net bir durum yoktur.




''Falanca grup var ya ! ''



Bu da çok ağır bir gıybettir.Çünkü bir cemaati gıybet eden aynı zamanda o cemaatin bütün fertlerini gıybet etmiş sayılır.Ve o fertlerin bütününe haklarını helal ettirmesi gerekmektedir ki buda çok zor hatta imkansız gibi görünmektedir
nokta.gif
.




Gıybet günahından temizlenmek için önce tevbe-istiğfar edilmeli gıybet yapılan kişiden helallik istenmeli ve o kişiye dua edilmelidir.



''Nasıl eteş odunu yer bitirir gıybet dahi a'mal-i salihayı yer bitirir.
İzzet-i nefis sahibi bu pis silaha tenezzül edip istimal etmez
nokta.gif
. (Bediüzzaman)




Hucuret suresi :


10 - Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete eresiniz.


11 - Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sora fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte bu kimseler zalimlerdir.


12 - Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.


Rabbim cümlemizi muhafaza buyursun
nokta.gif
.



alıntıdır
 
Üst