anlıyorum üstadın yokluk ile cehennemi karşılaştırdığını, yine aklım almıyor cidden insan neden ebediyeti ister veya yokluk istemez?
ikincisi ise yaratılmış olan insanların hepsimi ebedi olmayı istiyor? ( mesela sorulsa bana ben istemem ebediyeti,Rabbime karşı belli bir vazifem var ve o bittikten sonra bende bitmek yok olmak istiyorum)
Allah'tan öldükten sonra Rabbimi müşahede etmeyi ondan sonrada yok olup gitmeyi dilerim
Sizin istemediğinizi dile getirmişsiniz ve Rabbe karşı belirli vazifelerinizi ifa ettiğinizi söylüyorsunuz. Acaba hiç mi bir kimseye hakkınız geçmedi? Veya hiç mi mükafatı hak etmediniz?
Siz ebediyeti istemeseniz dahi sizin hakkını gasb ettikleriniz onlar isteyecek ve haklarını isteyeceklerdir. Hazreti Ustad Sözler, yirmi sekizinci sözde bu meseleyi şöyle izah etmekte :
[BILGI]Nasıl, küfür Cehenneme duhûlüne sebeptir; öyle de, Cehennemin vücuduna ve icadına dahi sebeptir. Zîrâ, küçük bir hâkimin küçük bir izzeti, küçük bir gayreti, küçük bir celâli bulunsa; bir edebsiz ona serkeşâne dese, "Beni te'dib etmezsin ve edemezsin"; herhalde, o yerde hapishâne yoksa da, tek o edebsiz için bir hapishâne teşkil edecek, onu içine atacaktır.[/BILGI]
Yine mükafatı siz istemeseniz dahi O Rabbül alemin kendi izzeti ve keremi ile size bu mükafatı vermemesi O'nun izzet ve keremine muhalif olmaz mı?
Ustadımız Bediüzzaman insanı risale-i nurda çok iyi tanımladığı bu eserleri tahlil eden bir çok bu dalın uzmanları tarafından dile getirilmiştir. Yine bununla beraber ebediyeti isteyenin akıl olmadığını kalb, ruh, vicdan gibi Allahı tanıyan hissiyatların istediği bunun akabinde akıl bunu tasdik ettiğidir. Aklın başka bir penceresi ise işlenmiş olan günah ve kebairlerin itaatsizliğin neticesi olan kabir ve cehennem azablarını bildiği ve bunlara dayanamayacağından dolayı bilinç altı denilen yerde barındırdığıdır. Yine büyük suçlar işleyen o mahkumu ele alırsak suçlu olduğunu bildiğinden ona sorsak oda hapis ve mahkeme gibi unsurları istemeyeceği kati ve sabittir. Ama diğer suçsuz masum insanlara sorsak hapis ve mahkeme gibi unsurların ne kadar yerinde ve muafık olduğu yine kesin ve tartışılmaz.
Bizim aklımız bu dünyayı ihata ve idame etmek için o nisbette verildiğinden ebediyet gibi husus akıl ile kavranılamayabilir ama anlaşılabilinmektedir. Bu iş ancak kalbin işidir ve o bu işi görür akıl sadece sadakte der. Ama ahirette insanın cihazatları yeniden yenilenerek o aleme uygun hale getirilicektir.
Yine bununla beraber insan neden yokluk ister de kendini ateşten sakınır? Madem yokluk isteyen bir insan o zaman kendini, kendisine gelecek tehlikelerden niye sakınır? Hasta olduğunda neden iyileşmek ister? Sobaya elini değdirmek istemez? Yolda karşıdan karşıya geçerken neden gelen veya geçen araba var mı diye kontrollü olarak karşıya geçer? Bu nasıl bir tezat?
Ya insan yokluğu istemiyor ya da bilinç altındaki muhasebede korktuğundan mı istemiyor?
İnsanın yokluğu hakiki ve mutlak manada istemediğini sadece az önceki birkaç soru ile bile çürütmenin mümkün olduğu ortada. Bilinç altındaki suçluluk yani günahların çözümü ise basit ve insanın en büyük meselesi olan işlediği günahlara tevbe etmesi değil mi? Ayeti kerimede açık ve net ve kesin bir şekilde tevbe edenin tevbesi kabul olacağı kesindir. Hadisi şerifde eğer siz günah işlemeseydiniz Allah sizi helak edip yerinize günah işleyip tevbe edecek bir toplum getirirdi denilmiyor mu? Bu mevzuda çok deliller ile ispat edildiği ortada iken neden insan ebediyeti istemesin? Hem de ebediyeti en ala layık olduğu şekilde neden yaşamasın ki?
Aklın yokluğu istemediğide sabit ise o zaman yokluğu ne istiyor? Nefis diyebilir miyiz? Kur'anı azimüşşanda Yusuf Süresinde "ben nefsimiz temize çıkarmam. Şüphesiz ki nefis şiddetle kötülüğü ister" meali ile nefsin günahları istediği vurgulanmakta. Hem Mektubat risalesinde Ustadımız Bediüzzaman ramazan risalesinde nefsin ne kadar azgın olduğunu ifade etmekte tafsilatı için oraya bakabilirsiniz. İşte bize düşen nefsi terbiye edip doğru yolda kullanmak aksi takdirde nefsimize zulmetmiş olmaz mıyız? Nefsimizi bir evladımız olarak düşünürsek evladımız eğer gençliğinin verdiği heyecanlara ve özgürlüklere kapıldığında bizler ebevynleri olarak onlara doğruyu gösterip terbiye etmez isek elbette o evladımıza hem kötülük etmiş hem de zulmetmiş olmaz mıyız?
Hem bunca nimet ve rahmet ve merhamet varken acaba bunları görüp bildiği halde yokluğu istemekte küfre girmez mi?