Hicretin 2. yılı

müdavim

Üye Sorumlusu
Hz. Zeyneb 'in Gerdanlığını Göndermesi

Bedir esirleri arasında, Peygamber Efendimizin damadı Hz. Zeyneb'in kocası Ebû As b. Rebi de vardı.

Hz. Zeyneb (r.a.), kocası Ebû Âs'ın fidyei necatı olmak üzere boynundaki gerdanlığı çıkarıp Medine'ye gönderdi. Bu gerdanlığı Hz. Zeyneb'e, evlendiği sırada annesi Hz. Hatice hediye etmişti.

Resûli Kibriya'nın bu güzide kerîmesinin gerdanlığını fidyei necat olarak göndermesi, Ashabı Kiram'a fazlasıyla tesir etti.

Peygamber Efendimiz de onu görünce son derece rikkate geldi ve, "Eğer münasip görürseniz, Zeyneb'in esirini salıveriniz, bedelini de geri çeviriniz." buyurdu.

Bunun üzerine sahabîler, Ebû'1Âs'ı serbest bırakıp gerdanlığı da geri çevirerek Resûli Kibriya Efendimizin mübarek kalbini memnun ettiler.42

BEDİR ZAFERİNİN AKİSLERİ

Bedir Zaferi, gerek Medine içinde ve gerekse dışında müsbetmenfî akisler uyandırdı. Her şeyden önce Medine içindeki Yahudî ve putperestlerin gözleri yıldı. Hattâ, Yahudilerden bazıları, "Evsafını kitaplarımızda okuduğumuz zât budur. Artık ona karşı durulamaz. Galib olacak hep odur." diyerek îmana geldiler. Bir kısmı ise, korkularından îman etmiş gibi göründüler. Ama fitne ve fesad çıkarmaktan yine de vazgeçmediler.

Habeş Necâşîsi de, Peygamberimizin bu muzafferiyetini haber alanlar arasındaydı. O da ülkesinde bulunan Muhacir Müslümanlara, "Allah, Resulüne Bedir'de yardım etmiştir. Bundan dolayı hamdederim." diyerek memnuniyet ve sevincini izhar etti.

Medine'de Müslümanlar arasında bayram havası yaşanırken, Mekke'de müşrikler ise tam bir matem havasına bürünmüşlerdi.

Bedir galibiyetiyle civarındaki kabîlelere de gözdağı verilmiş oldu.

EBULEHEB'İN OLUMU

Ebû Leheb, Bedir'e katılmamış ve yerine Âsî b. Hişam'ı göndererek Mekke'de kalmıştı.

Kureyş Ordusu, İslâm Ordusu karşısında büyük bir hezimete uğrayıp Mekke'ye dönünce, Ebû Leheb, Ebû Süfyan b. Haris'i yanına çağırarak, "Ey kardeşimin oğlu!.. Halkın işi nasıl oldu? Bana anlat." dedi.

Ebû Süfyan İbni Haris, "Vallahi," dedi, "biz o cemaatle karşılaşınca bozguna uğradık. Onlar da kimimizi öldürdüler, kimimizi de esir ettiler. Fakat, ben halkı kınamam ve ayıplamam; zîra, kır atlara binmiş, ak benizli bir alay süvariyle karşılaştık ki onlara karşı koymak mümkün değildi!"

O sırada Hz. Abbas'ın zevcesi Ümmü Fadl ile kölesi Ebû Refı de orada bulunuyorlardı. Ebû Refi, "Vallahi, o gördüğün süvariler, melekler idi!" deyince, Ebû Leheb, hiddetlenip yüzüne şiddetli bir tokat indirdi, sonra da üzerine çöküp dövmeye başladı.

Ümmü Fadl, gayrete geldi.

"Bîçâre köleyi, efendisi burada yok diye dövüyorsun!" diyerek bir çadır direğiyle Ebû Leheb'in başını yardı.

Ebû Leheb, zelil ve perişan bir hâlde kalkıp gitti.

Gam ve kederinden ağır hasta oldu. Bir hafta sonra da Resûlullalra ve Müslümanlara yaptığı şiddetli düşmanlığın hesabını vermek üzere ölüp gitti.

Oğulları ölüsünü, iki veya üç gün beklettiler. Evinde cesedi kokmaya başladı. Hastalığının bulaşmasından korktukları için kimse yanına yaklaşmak istemiyordu.

Kureyşlilerden biri bir gün oğullarına, "Yazıklar olsun size!.. Babanız evinde koktuğu hâlde, onun yanma uğramamaktan utanmıyor musunuz?" dedi.

Onlar, "Biz, onun hastalığından korkuyoruz!" deyince, adam, "Haydi, gelin! Ben size yardım edeyim." diyerek gittiler.

Fakat, yanına yaklaşılacak gibi değildi.

Onu ne yıkadılar ve ne de ona el sürdüler. Uzaktan üzerine su serptiler. Sonra sürükleyerek götürüp Mekke'nin yukarı taraflarında bir yere gömdüler. Üzerini taşka kapattılar.43


--------------------------------------------------------------------------------

35 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 4. s. 13; Taberî, A.g.e., c. 2, s. 288.

36 İbni Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 286.

37 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 22; Ahmed Ibni Hanbel, c. 1, s. 246.

38 Enfâl, 3739.

39 Müslim, Sahih, c. 5. s. 157.

40 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 300.

41 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 4, s. 13-15; Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 112.

42 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 308.

43 İbni Sa'd, A.g.e., c. 4, s. 74; Taberî, A.g.e., c. 2, s. 288.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Münafıkların Ortaya Çıkışı

Peygamber Efendimiz, Medine'ye teşrif ettiklerinde, orada başlıca Müslüman Araplar, müşrik Araplar, ehli kitap olan Yahudiler ve çok az sayıda da Hıristiyan vardı.

Resûli Ekrem Efendimizin yerleşmesinden sonra, İslâmiyet Medine'de daha yaygın bir hâle geldi. Medineliler grup hâlinde Müslüman oldular. Bu arada Peygamber Efendimiz, Müslümanları siyasî ve idarî bir teşkilâta kavuşturdu.

İşte bu sırada, yeni bir zümre daha ortaya çıktı: Kalben inanmadıkları hâlde Müslüman gözüken bir grup münafık!

Peygamberimizin Medine'ye teşriflerinden az önce, aralarında senelerce süren dahilî çarpışma ve kavgalardan bitkin düşen Medine'nin yerli kabileleri Evs ve Hazreç, aralarında anlaşarak Abdullah b. Übey b. Selül'ü kendilerine hükümdar yapmaya karar vermişlerdi. Hattâ, başına giydirecekleri hükümdarlık tacını bile sipariş etmişlerdi.44

Fakat, Abdullah b. Übey'in hükümdar olma hayâlleri, Resûli Ekrem Efendimizin Medine'ye teşrifleriyle suya düşmüştü. Zîra, Evs ve Hazreçlilerin hemen hemen hepsi Müslüman olmuşlardı ve îmanlarının icabı olarak Peygamber Efendimizin etrafında toplanmışlardı.

Bu durum, reislik hayâlleri suya düşen Abdullah b. Übey b. SelüPün fazlasıyla ağrına gitti. Çevresinde fazla kimsenin de kalmadığını görünce, istemeye istemeye Müslüman olmuş gözüktü.45

Zahiren Müslüman olduğunu, bunda etrafının psikolojik baskısı bulunduğunu, bizzat kendisi de ifade etmiştir. Müreysi Gazası esnasında Muhaeir'le Ensâr'ı birbirine düşürmek için olanca gayreti sarfetmiş ve, "Bir Medine'ye dönersek, izzetli ve kuvvetli olan, zelil ve zaîf olanı oradan muhakkak sürüp çıkaracaktır." diyecek kadar da ileri gitmişti. Bunun üzerine münafıklar hakkında Münâfıkûn Sûresi nazil olmuştu.

Sûrenin nazil olması üzerine Abdullah b. Übey'e, "Ey Ebû Hubab!..* Senin hakkında pek şiddetli âyetler nazil oldu. Resûlullah'a (s.a.v.) git de, senin için Allah'tan af dilesin!" denilince şu cevabı vermişti:

"Benim îman etmemi emrettiniz, îman ettim. Malımın zekâtını vermemi emrettiniz, verdim. Muhammed'e secde etmemden başka hiçbir şey kalmadı!"46

Abdullah b. Übey'in reislik tasavvurunun suya düşmesinden ne kadar müteessir olduğunu ve bunu bir türlü hazmedemediğini şu hâdise de açıkça gösterir:

Bir gün Peygamber Efendimiz, evinde hasta yatan Sa'd b. Ubade Hazretlerini ziyarete gidiyordu. Yolda, Abdullah b. Übey'in, evinin gölgesinde, Müslüman, müşrik Araplardan ve Yahudilerden birtakım kimselerle oturmakta olduğunu görünce, selâm verip yanlarına oturdu. Onlara Kur'ân'dan bir parça okudu; iyi hareketlerden dolayı Cennet'e kavuşulacağını müjdeledi, kötü hareketlerden dolayı da Cehennem'e girileceğini anlatarak korkuttu.Peygamber Efendimiz sözlerini bitirince, Abdullah b. Übey, "Ey konuşan kişi!.. Eğer söylediklerinde doğru isen, onlardan daha güzel bir şey olmaz. Fakat, sen evinde otur! Onları, sana gelenlere anlat. Sana gelmeyenlerin, söylediklerinden hoşlanmayanların toplantılarına gelip de onları rahatsız etme!" dedi.

Peygamber Efendimiz bundan müteessir oldu. Kalkıp oradan ayrıldı. Yoluna devam ederek Sa'd b. Ubade Hazretlerinin evine gitti. Üzüntüsünün sebebini anlatınca, Sa'd b. Ubade Hazretleri, "Yâ Resûlallah!.. Sen İbni Übey'in kusurunu affet. Hem onu mazur gör. Sana Kur'ân'ı indiren Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın iradesi sana peygamberlik vermek suretiyle tecellî etti. Hâlbuki, şu beldenin halkı, İbni Übey'in başına taç giydirmeye, hükümdarlık sarığı sarmaya ve onu kendilerine hükümdar yapmaya hazırlanmıştı. Yüce Allah, size ihsan buyurduğu peygamberlikle onların bu tasavvurunu gerçekleşemez hâle getirince, İbni Übey bundan son derece müteessir olmuş, o gördüğün çirkin hareketi bunun için yapmıştır.47

Münafıkların reisliğini Abdullah b. Übey b. Selül yapıyordu. Etrafında birçok avanesi vardı. Bunun yanında, akrabalık ve müttefiklik gibi sebeplerden dolayı körükörüne bunlara uyan, sıradan birçok kimse de vardı. Sayıları hakkında elbette kesin bir rakam söylemek mümkün değildir. Ancak Uhud Harbi sırasında Abdullah b. Übey'e uyarak ayrılanların sayısı, 300 kadardı. Yâni, bin kişilik İslâm Ordusunun üçte biri kadar... Bu, elbette küçümsenecek bir rakam değildi ve Medine siyasî hayatında ağırlıkları bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır.


 

müdavim

Üye Sorumlusu
Resûli Ekrem Efendimiz, Bedir Harbinden muzaffer olarak Medine'ye dönünce, İslâm dini fazlasıyla kuvvet buldu. Düşmanların gözü ise yıldı. Bunun üzerine Medine'deki bir kısım Yahudî, "Tevrat'ta sıfatlarını bulduğumuz zât budur! Artık, bundan sonra, ona karşı durulmaz! Hep o galib gelir!" diyerek îman ettiler. Bazıları ise zahiren Müslüman oldu. Böylece,Yahudilerden de münafıklar türedi. Yahudî münafıklarının çoğu, Yahudî âlimlerindendi. Şeytanî bir zekâya sahiptiler. Diğerlerine nisbetle de daha dessas ve hilekâr idiler. Bunlar, İslâm'ı küçük düşürmek, Müslümanların morallerini bozmak, müşriklerin ihtida etmelerine mâni olmak için gayret gösteriyorlardı. Peygamber Efendimizi meşgul etmek, akıllarınca müşkîl duruma düşürmek, sıkıntıya sokmak maksadıyla birçok karışık ve dolaşık soru sorarlardı.48

"Bedevî" diye adlandırılan çöl Arapları arasında da münafıkların bulunduğunu Kur'ânı Kerîm'den öğreniyoruz: "Çevrenizdeki bedevilerden ve Medine ahalisinden birtakım münafıklar vardır ki, onlar nifak üzerinde idman yapmışlardır. Sen, bunları bilmezsin. Onları biz biliriz."49

Bütün bu münafıkların içtimaî seviyeleri, yaşayışları farklı, hattâ irken ayrı olmalarına rağmen, aynı vasıfları taşıyorlardı: Birinci vasıfları, "kalblerinde olmayanı ağızlarıyla söylemekti."50 Yâni, içten inanmadıkları hâlde, inanmış gibi görünmeleriydi. Böyle görünerek Müslümanlar arasına sokuluyorlar, onlarla düşüp kalkıyorlar, sûreti haktan görünerek onları şüpheye düşürecek şeyler soruyorlardı. Böylece, Müslümanların birbirlerine karşı olan itimatlarını sarsmak, aralarını açmak, onları birbirine düşürmek suretiyle za'fa uğratmak gayesini güdüyorlardı.

Bütün maksat ve gayeleri, Müslümanlar arasına fesad ve tefrikaya götürecek fikirler atmak, Peygamber Efendimizi yalan dolan ve bin bir türlü iftirayla Müslümanlar nazarında küçük düşürmekti! Bu menhus emellerinin gerçekleşmesi için her türlü yola başvuruyorlar, her şeyi mubah sayıyorlardı. Bu uğurda tevessül etmeyecekleri adilik ve sahtekârlık yoktu.

Resûli Ekrem Efendimizin bunlara karşı takındığı tavır ve takib ettiği siyaset ise, oldukça düşündürücü ve ibretlidir. İslâm kalesini içten sarsmak sinsî gayesine matuf faaliyetleri Peygamber Efendimize birçok defa intikal etmiştir. Peygamber Efendimiz derhâl harekete geçip bu tür faaliyetlerde bulunanları huzuruna celbederek sorguya çekiyordu. Fakat onlar, her defasında, hiçbir zararlı faaliyette bulunmadıklarını, suçsuz olduklarını söylüyorlardı. Arkasından da kelimei şehâdet getirerek mü'min ve Müslüman olduklarını tekrarlıyorlardı. Nitekim, Abdullah b. Übey'in, "Medine'ye varırsak, en şerefli ve kuvyetli olan, en zelil ve güçsüz olanı oradan sürüp çıkaracaktır." sözünü Hz. Zeyd b. Erkam, Peygamber Efendimize nakledince, Efendimiz, İbni Übey'i huzuruna çağırmış ve, "Bana haber verilen sözleri sen mi söyledin?" diye sormuştu.

Abdullah b. Übey'in cevabı aynen şu olmuştu:

"Hayır! Sana Kitab'ı indirmiş olan Allah'a yemin ederim ki ben, o sözlerin hiçbirini söylemedim. Zeyd, muhakkak yalancıdır!"
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Kur'ânı Kerîm, münafıkların bu tarz davranışlarına şu âyetiyle işaret eder:

"Münafıklar, sana geldikleri zaman 'şehâdet ederiz ki sen muhakkak ve mutlak Allah'ın peygamberisin.' dediler. Allah da bilir ki, sen elbette ve elbette O'nun peygamberisin. (Fakat) Allah, o münafıkların hiç şüphesiz, yalancılar olduğunu da biliyor!"51

Onlar suçlarını inkâr ederken, inen vahiy, bu suçları işlediklerini ve yalan söyleyerek bu suçlarını inkâr etme yoluna gittiklerini Peygamber Efendimize bildiriyordu. Buna rağmen Resûli Ekrem Efendimiz, onlara karşı sabır, müsamaha ve af ile mukabele ediyordu.Daha önce de bahsettiğiniz gibi, Peygamber Efendimiz, Abdullah b. Übey'le birlikte oturan bir kısım kimseye Kur'ânı Kerîm'den bir parça okuyup onlara nasihat edince, Abdullah b. Übey buna dayanamamış ve, "Sen bunları, git, sana gelenlere anlat. Bizi rahatsız etme!" demişti.

Peygamber Efendimiz bu sözlerden fazlasıyla rahatsız olmuştu. Bu durumu ziyaretine gittiği Sa'd b. Ubade Hazretlerine anlatmış, Hz. Sa'd da "Yâ Resûlallah, sen onun kusurunu affet." deyince, Peygamber Efendimiz de affetmişti.52

Münafıklar zümresinin belli başlı vasıflarından biri de, Müslümanlara rastgeldikleri zaman riyakârlık ederek ve yaltaklanarak, "îman ettik." demeleri, şeytanlarıyla baş başa kaldıkları zaman ise, "Emin olun ki biz sizinle beraberiz. Biz ancak (onlarla) alay edicileriz." demeleriydi.53 Yaptıkları bu iki yüzlülük ve ahlâksız davranışlarıyla iftihar ederlerdi.

Bu vasıflarını apaçık gösteren bir misâli, bizzat reisleri olan Abdullah b. Übey göstermiştir. Bir gün avanesiyle sokağa çıkmışlardı. Ashabı Kiram'dan birkaç kişinin karşıdan gelmekte olduğunu görünce İbni Übey, "Bakınız, ben bu gelenleri başınızdan nasıl savacağım." der. Yaklaştıkları zaman da, Hz. Ebû Bekir'in elini tutar, "Merhaba Benî Tamim Efendisi!.. Resûlullah'ın mağarada arkadaşı olan, nefs ve malını Resûlullah uğrunda seve seve sarfetmiş bulunan sıddık!" der. Sonra Hz. Ömer'in elini tutar, "Merhaba Benî Adiyy Efendisi!.. Dininde kuvvetli, nefs ve malını Resûlullah uğrunda esirgememiş bulunan Hz. Faruk!" der.

Hz. Ali bu riyakârlığa dayanamayıp, "Abdullah! Allah'tan kork, münafıklık etme! Çünkü, münafıklar Allah'ın en şerir mahlûklarıdır." diye konuşur.

Bunun üzerine İbni Übey, "Ey Ebû'lHasan!.. Benim hakkımda böyle mi söylüyorsun? Vallahi, bizim îmanımız sizin îmanınız gibi ve bizim tasdikimiz sizin tasdikiniz gibidir." deyip ayrılır.

Sonra Abdullah b. Übey arkadaşlarına dönerek, "Gördünüz mü nasıl yaptım? İşte, siz de bunları görünce benim gibi yapınız!" der.54

Bir rivayete göre, Bakara Sûresinin 14. âyeti, bu hâdise üzerine nazil olmuştur.55
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Münafıklar, Müslümanların ibâdetlerine ve dinî hayatlarına âit bütün hususlara zahiren iştirak ederlerdi; fakat, el altından da entrika çevirmeye çalışırlardı. Dikkati çeken bir husustur ki, bu zümre küfrün icabı olan şeyleri göstermemeye gayret ederler ve zahirde Müslüman göründüklerinden İslâm cemaatinden tard olunamazlardı. Bu sebeple kâfir ve müşriklerden ziyade, bu dahilî düşmanlara karşı İslâm'ın tesanüt ve umumî emniyetini muhafaza çok daha mühimdi. Çünkü, dahilî düşmanın zararı daha şiddetli olur. Zîra, içteki düşman, kuvveti dağıtır, cesareti azaltır; hâriçteki düşman ise, aksine tesanüt ve salâbeti artırır. Bu sebeple Kur'ânı Azîmüşşan, münafıklar üzerinde çokça durmuştur. Mü'min ve Müslümanların onlara karşı dâima uyanık bulunmaları ve onların oyunlarına gelmemeleri hususunda birçok îkaz yapılmıştır.

Cenâbı Hakk'ın bildirmesiyle, Resûli Ekrem Efendimiz onları tanıyor ve bazı sahabîlere de bildiriyordu. Fakat umuma açıklanamıyordu. Kabahatlerini de açıktan açığa yüzlerine vurmuyordu.

İslâm'ın ve Müslümanların menfaatine bu daha uygundu. Ayrıca Peygamberimizin bu tarz davranmasında göz önünde bulundurduğu mühim bir husus daha vardı. O da, onların işledikleri kötülüklerden, fesad ve nifak hareketlerinden tedricen vazgeçmeleri ihtimali idi. Çünkü, bâzan kötülük açığa vurulmazsa, zamanla ortadan kalkması ihtimali vardır; fakat, teşhir edildiği takdirde, kötülüğü yapan kimsenin hiddetini tahrik eder, fenalığı daha fazla yapmasına sebep olur.56

Bütün bu sebeplerden, Peygamber Efendimiz, Kur'ân'ın bu hususta ortaya koyduğu, münafıkları açığa vurmayıp, onlara dünyada Müslümanlar gibi muamelede bulunup, İslâm cemaati hâricinde tutmamasında şu hususları da göz önünde bulundurmuş olduğu söylenebilir:

İslâm muhitinde ve İslâmî hükümler altında büyüyecek olan evlâdlarmdan ciddî mü'minlerin yetişmesine imkân bırakmak.

Onları, kalben inanmadıkları İlâhî hükümleri zahiren yaşamak suretiyle duydukları manevî sıkıntıyla baş başa bırakmak ve bundan pişman olup hâlis mü'minlerin safına geçmelerini temin edebilmek."

Münafıklar, Peygamber Efendimizin yüce şahsîyetini mü'min ve Müslümanlar nazarında küçük düşürmek için olmadık yollara başvurmuşlar, karşılarına çıkan her fırsatı değerlendirme cihetine gitmişlerdir. Bu hususta birçok hâdise cereyan etmiştir.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Mirba b. Kayziyy'in küstahlığı buna bir misâl gösterilebilir.

Resûli Ekrem Efendimiz, Uhud'a ordusuyla giderken bu azılı münafık onu bostanından geçirmek istememiş ve, "Yâ Muhammedi Şayet sen bir peygambersen, bostanımı çiğneyip geçmek sana helâl olmaz." demiş, sonra da yerden bir avuç toprak alarak ilâve etmişti: "Vallahi, bu toprağın başkalarını rahatsız etmeyeceğini bilseydim, onu sana atardım!"

Azılı münâfıkın bu küstahça hareketine sabredemeyen birkaç Müslüman, onu öldürmek istedilerse de, Peygamber Efendimiz, "Bırakınız onu! O, bir kördür. Kalbi kör, kalb gözü kördür."

Peygamber Efendimizin bu müdahalesinden önce, bu azılı münafık, Said b. Zeyd'den de bir darbe yer.

Münafıkların bu çeşit faaliyetlerine verilebilecek bir misâl de, Tebük Harbi esnasında cereyan eder.

Bir konaklama ânında Peygamber Efendimizin devesi kaybolur. Bütün aramalara rağmen bulunamaz. Münafıklar derhâl harekete geçerek, "Eğer Muhammed gerçekten bir peygamber olsaydı, devesinin nerede olduğunu bilirdi!" derler.

Bu sözlerini duyan Efendimiz, "Evet... Vallahi, ben ancak Allah'ın bana bildirdiğini bilebilirim. Şimdi, devenin nerede olduğunu bana gösterdi. Deve filânca vadide, yuları bir ağaca takılı vaziyettedir. Gidip arayın." buyurur.

Resûli Kibriya Efendimizin dediği vadide ve tarif ettiği şekilde deve bulunur.58

Peygamberimiz zamanındaki münafıklar zümresinin göze çarpan belli başlı muzır bir faaliyetleri, en kritik anlarda Müslümanları terk etmeleridir. Böylece onları sayıca zaîf ve güçsüz durumda bırakmak, morallerine de menfî yönde tesir etmek emelini güdüyorlardı. Bunun apaçık bir örneği, Uhud Harbi esnasında İslâm Ordusunu terk etmeleridir. Baş münafık Abdullah b. Übey'in reisliğinde İslâm Ordusunu terk eden bu münafıklar, 300 kadar idiler. Yâni, İslâm Ordusunun üçte biri. Münafıklar bu hareketleriyle, düşmana karşı Müslümanların sayılarını azalttıkları gibi, mücâhidlerin moralleri üzerinde de tesir etmişlerdir. Bu hareketleri üzerine Müslümanlardan bazılarında harbe karşı bir gevşeme hasıl olmuştu; hattâ, geri dönmeye bile niyetlenmişlerdi. Ancak, Resûli Ekrem Efendimizin dirayeti ve Cenâbı Hakk'ın da inayetinin eseri olarak bu kararlarından sonradan vazgeçmişlerdi.59

Aynı şekilde, Hendek Harbinin en kritik ânında bu münafıklar, "Bize izin ver, evlerimize gidelim; çünkü, evlerimiz müdafaasızdır." diyerek Peygamberimize müracaat etmişlerdi.

O sırada Sa'd b. Muaz Hazretleri, Peygamber Efendimizin huzuruna gelerek, "Yâ Resûlallah!.. Bunlara izin verme! Vallahi, biz ne zaman bir musibete uğrasak, sıkışık bir durumla karşı karşıya kalsak, onlar hep böyle yaparlar." diye konuşmuştu.

Bu ifadelerden de anlaşıldığı gibi, münafıklar en kritik anlarda Resûlullah'ı ve Müslümanları bir nevi zor durumda bırakmak için İslâm Ordusunu terk etme yoluna gitmişlerdir.

Tebük Seferinde de aynı şeyi yapmışlardır. Sefer için hazırlıklar yapıldığı sırada, onlardan bir cemaat, "Bu sıcakta sakın cihada çıkmayın!" diye konuşarak Müslümanların morallerini bozmaya çalıştıkları gibi, Peygamber Efendimize de müracaat ederek sefere katılmamak için izin istediler. Seksen kadarına izin verildi. Kur'ânı Kerîm, onların bu durumlarından şöyle bahseder:

"Tebük Savaşına iştirak etmeyip geri kalan münafıklar, Resülullah'a muhalefet ederek oturup kalmalarıyla sevindiler. Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla mücadele etmeyi çirkin gördüler ve, 'Bu sıcakta harbe çıkmayın.' dediler. De ki: 'Cehennem'in ateşi daha sıcaktır. Fakat gidecekleri yeri bilseler!' Artık, kazandıklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar!"60
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Yine aynı seferde Abdullah b. Übey, münafıklar ve Yahudî müttefikleriyle birlikte İslâm Ordusuna katılıp Seniyyetû'lVeda Tepesine kadar gelip orada karargâh kurduğu hâlde, sonradan İslâm Ordusuyla gitmekten vazgeçti ve beraberindekilerle Medine'ye döndü. Kendisine tâbi olan münafıklar ve Yahudî müttefikleriyle döndüğü yetmiyormuş gibi, mücâhidlerin de cihad aşkını aklınca gevşetmek için şöyle konuşuyordu:

"Muhammed güç durumda, şiddetli sıcaklarda ve çok uzak diyarlarda Benî Asfarlarla [Bizanslılarla] savaşacak! Herhalde o, Benî Asfarlarla çarpışmayı oyuncak sanıyor! Vallahi, onun ashabını, bir sabah, ikişer ikişer iplere bağlanmış olarak görür gibiyim sanki!.."

Bütün bu yıkıcı, Müslümanları birbirine düşürücü, onların arasına fesad tohumu atıcı, Müslümanları ve Resûli Ekrem'i küçümseyici muzır davranışlara rağmen Peygamber Efendimiz bunlara, müşrik ve Yahudilere karşı takındığı tavırdan farklı bir muamele, bir siyaset takib etmiştir. Çoğu zaman Abdullah b. Übey'i toplantılara çağırmış ve onunla istişare etmiştir.

Onlara karşı muamelesi hemen hemen her zaman af ve müsamaha çerçevesinde olmuştur. Ancak bu af ve müsamahalı davranışına rağmen, ihtiyatı da hiçbir zaman elden bırakmamıştır. Onlara hissettirmeyecek şekilde, hareket ve davranışlarını dâima kontrol ve teftiş etme cihetine gitmiştir.

Benî Müstalık Gazasında, reisleri Abdullah b. Übey, Resûlullah ve Müslümanları kastederek hakaretvârî konuşunca, bu duruma dayanamayan Hz. Ömer, "Yâ Resûlallah!.. Müsaade buyur da İbni Übey'in boynunu vurayım!" dediği zaman, Resûlullah'ın cevabı şu olmuştu:

"Hayır!.. Olmaz yâ Ömer!.. İşin iç yüzünü bilmeyen halk, 'Muhammed, ashabını öldürüyor!' diye konuşmaya başladıkları zaman hâl nice olur?"

Bir başka rivayette ise, Resûlullah'ın şu cevabı verdiği kaydedilir:

"Öldürülmesini emredecek olursam onu öldürürler. Fakat, çok geçmeden de Yesrip (Medine) onun yüzünden pek çok sarsıntılara uğrar!"

Bu ifadelerden de anlaşıldığı gibi, Peygamber Efendimiz, küçümsenmeyecek bir sayıda olan münafıkların Müslümanlar arasında dahilî bir çarpışmaya meydan verebilecekleri ihtimalini her zaman göz önünde bulunduruyordu. Bunun için de, yaptıklarına sabır ve tahammül gösteriyordu.

Yine, Benî Müstalık Seferi esnasında İbni Übey'in oğlu samimî Müslüman Hz. Abdullah, Resûlullah'ın huzuruna gelip, "Yâ Resûlallah!.. Babamı öldüreceğini haber aldım! Eğer bu işi gerçekten yapacaksan, bırak, onu ben öldüreyim!" diye teklifte bulunduğu zaman da Efendimizin cevabı şu olmuştu:

"Hayır... Ona karşı yumuşak davranırız. Aramızda olduğu müddetçe de ona iyi arkadaşlık ederiz."

Gerçekten de, Resûli Ekrem Efendimiz, ölümüne kadar bu adama son derece müsamahalı ve kadirşinas davranmıştır. Hattâ, ölümü ânında bile, ona iyilik etmekten geri durmamış, gömleğini kefen olarak sarılmak üzere vermiştir. Başta Hz. Ömer olmak üzere bir kısım sahabînin itirazlarına rağmen cenaze namazını da bizzat kıldırmıştır. Ve, Resûli Kibriya Efendimiz, hem Abdullah b. Übey'e, hem de şâir münafıklara karşı takib ettiği bu af, müsamaha ve iyilik yapma siyasetinin neticesini de almıştır. Peygamber Efendimizin İbni Übey'in cenaze namazını kıldırdığını gören bine yakın münafık, hulûsı kalble gerçek Müslümanlar safına geçmiştir.

Peygamber Efendimiz, münafıklar zümresini cemiyet içinde serbest bırakmakla beraber, her zaman psikolojik bir baskı altında tutmayı da asla ihmâl etmemiştir. Teşebbüs etmek istedikleri komplolar vahiyle bildirilince, yapmak istediklerini hemen kendilerine haber veriyor, böylece her davranışlarının kontrol altında tutulduğu korkusunu veriyordu.

Bir seferinde, onlardan bir grubun aralarında toplanıp gizlice konuştuklarını gören Efendimiz, hemen yanlarına varıp, "Siz, şu şu maksatla bir araya geldiniz, şunları söylediniz. Kalkın, Allah'tan af dileyin. Ben de sizin için af diliyorum." demişti.

Bu sebeple onlar, hilelerini Cenâbı Hakk, Sevgili Resulüne bildirecek diye her zaman korku içinde bulunuyorlardı. Ordu içinde çıkan en ufak bir gürültüyü bile bu sebeple aleyhlerinde zannedecek kadar endişe ve korkulu yaşıyorlardı. Kur'ânı Kerîm, onların bu durumlarını da bize haber verir:

"Sen o münafıkları gördüğün zaman, kalıplan hoşuna gider ve söz söylerse, dediklerine kulak verirsin. Sanki onlar, duvara dayanmış idraksiz odun kütükleri gibidirler. Her gürültüyü (korkularından) kendi aleyhlerinde sanırlar."61

Peygamber Efendimizin bu zümreye gösterdiği bir başka tavır da, onların nerede olursa olsun Müslümanlardan ayrı olarak bir araya gelmelerine mâni olmaktı. Bu da, onların müşterek bazı fikirleri geliştirmelerine imkân vermek gayesine matuftu.

Mescidi Dırar'ın yıktırılması, buna güzel bir örnektir. Onlar, bu mescidi aslında içinde ibâdet etmek için değil, İslâm cemaatinin aleyhinde bazı fikirlerin geliştirilmesi, bazı plânların serbestçe kurulması için inşa etmişlerdi. Resûli Ekrem Efendimiz bu gayelerini bildiği için, derhâl yıktırılmasını emretmişti. Emir, ânında yerine getirilmişti.

Hülâsa olarak denebilir ki: Peygamber Efendimiz, münafıklar zümresine karşı takib ettiği müsamaha ve ihtiyat esasına dayanan siyasetinin meyvelerini aldı. Bu tarz davranışı sayesinde, onların İslâm cemaatinden koparak müşriklerin safına iltihaklarına mâni oldu. Müslümanların birliğini korudu. Onların da teşkilâtlanarak, Müslümanlara karşı başkaldırmalarını önledi.


--------------------------------------------------------------------------------

44 Müslim, Sahih, c. 5. s. 182183.

45 ibni Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 540.Hubab, Abdullah b. Übey'in samimî Müslüman olan oğlunun ismi idi. Peygamber Efendimiz, "Sen Abdullah'sın; Hubab, Şeytan ismidir." diyerek, onun ismini "Abdullah" diye değiştirmişti.

46Taberî, Tefsir, c. 28, s. 116.

47 Müslim, Sahih, c. 5. s. 183; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 5. s. 203.

48 ibni Hişam, Sîre, c. 3, s. 174175; ibni Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 174; Müslim,Sahih, c. 8, s. 128129; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 4, s. 239240.

49Tevbe, 101. 5

50 Âli imrân, 167; Bakara, 89.

51 Münâfikûn, 1.

52 Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, c. 5. s. 203.

53 Bakara, 14.

54 M. Hamdi Yazır, Tefsir, c. 1, s. 237-238.

55 M. Hamdi Yazır, A.g.e., c. 1, s. 238.

56 Bediüzzaman Said Nursî, Işaratû'l-I'caz, s. 35.

57 M. Hamdi Yazır, Tefsir, c. 1, s. 241.

58 Ibn-i Abdi'l-Berr, el-İstiab, c. 1, s. 289.

59 Taberî, Tefsir, c. 4. s. 73.

60 Tevbe, 81-82.

61 Münâfikûn, 4.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Beni Kaynuka Gazası

(Hicret 'in 2. senesi Şevval ayı / Milâdî 624)

Müslümanların Bedir Harbinden parlak bir muzafferiyetle çıkmaları, Medine'deki Yahudilerin endişelerini büsbütün artırdı. Peygamberimizle aralarında sulh anlaşması bulunmasına rağmen gizliden gizliye bozgunculuğa ve kışkırtıcılığa başladıkları göze çarpıyordu. Peygamber Efendimiz, her şeye rağmen, ehl-i kitap oluşlarından dolayı kendilerine müsamahalı davranıyordu. Ancak onlar hâl ve hareketleriyle bu insanî muamelelere lâyık olmadıklarını açıkça gösteriyorlardı. Şâirleri, Peygamberimizi hicvediyor, Müslümanları küçük düşürücü mısralar düzüyorlardı.

Daha önce bahsi geçtiği gibi, Medine'de üç Yahudî kabilesi vardı: Benî Kurayza, Benî Nadir ve Benî Kaynuka... İçlerinde en çok fitne ve fesad çıkaran ve en cür'etkârı olan, Benî Kaynuka idi. Kuyumculukla meşgul olurlardı. Bu bakımdan oldukça da zengin sayılırlardı. Bunların da diğer Yahudî kabî-leleri gibi Peygamber Efendimizle anlaşmaları vardı. Müslümanlara karşı herhangi bir harekete kalkışmayacaklarına, bir dış taarruz karşısında Müslümanlarla beraber Medine'yi müdafaa edeceklerine ve ne suretle olursa olsun birbirlerinin düşmanlarına yardım etmeyeceklerine dair sözleşmişlerdi. Ancak, onlar, gözle görülür tarzda açık açık kışkırtıcılık, Müslümanlar arasına fitne fesad düşürmeye çalışma, her vesileyle Kureyş müşrikleriyle iş birliği yapma gibi uygunsuz hareketleriyle bizzat anlaşmayı bozmuş oluyorlardı. Bu arada meydana gelen çirkin bir hâdise ise, bardağı taşıran son damla oldu. Şöyle ki:

Medineli Ensâr'dan bir zâtın hanımı, yüzü örtülü olduğu hâlde, bir Yahudî kuyumcunun dükkânına ziynet eşyası almak maksadıyla girer. Yahudîler, kadının yüzünü açmaya çalışırlar, ancak kadın kapalı oturmakta ısrar eder. Derken, Yahudînin biri, kadına hissettirmeden, arkasından, elbisesinin eteğini bir dikenle beline iliştirir. Kadın ayağa kalkınca eteği açılıverir. Hazır bulunan Yahudîler eğlenerek kahkahayla gülerler. Bu hâl karşısında kadın feryadı basar. Oradan geçmekte olan bir Müslüman, çığlığı duyunca kadının imdadına koşar. Müslü-manla Yahudî boğaz boğaza gelirler ve sonunda Müslüman, Yahudîyi öldürür. Bunu gören oradaki Yahudîler de Müslü-manın üzerine çullanarak onu şehid ederler.62 Böylece, Yahudî-lerle Müslümanlar arasında kan dökülmüş olur. Hâdiseye sebebiyet verenler, Yahudîlerdi. Haliyle, verdikleri sözlere aykırı hareket ederek bizzat kendi elleriyle yapılan anlaşmayı da ihlâl etmiş oluyorlardı.

Şehid edilen Müslümanın akrabaları, bu hususta yardım talebinde bulununca, Peygamber Efendimiz, Benî Kaynuka Yahu-dîlerini bir araya topladı. Kendilerini İslâm'a davet etti. Şımarık hareketlerine son vermeleri gerektiğini, aksi takdirde Bedir'de müşriklerin uğradıkları akıbete kendilerinin de uğrayabileceklerini anlattı. Fakat, dessas Yahudîler, Efendimizin bu konuşmasını alaya alıp, "Ey Muhammedi.. Sen muharebe nedir bilmeyen kimselerle çarpışıp galib gelmene aldanıp güvenme! Biz onlar gibi değiliz; savaşmayı çok iyi biliriz. Eğer bizimle çarpışmayı göze alırsan, o zaman bizim nasıl adamlar olduğumuzu anlardın!"63 diye küstahça cevap verdiler, sonra da dağıldılar.

Benî Kaynuka Yahudilerinin bu kibir ve gurur dolu sözleri üzerine inen âyet-i kerîme, akıbetlerini şöyle ilân etti:"Ey Resulüm!.. O kâfir olan Yahudilere de ki: 'Siz muhakkak mağlûb olacaksınız ve toplanıp Cehennem'e sürüleceksiniz. O Cehennem ne kötü bir yerdir!'"64

Aynı hâdiseyle ilgili olarak nazil olan bir başka âyet-i kerîme ise, Peygamberimize, ahdini bozan bu Yahudilerle çarpışmaya izin verdi: "Eğer seninle muahede yapan bir kavimden de sözleşmeye aykırı bir hainlik alâmeti duyarsan, savaş yapmadan önce ahitlerini reddettiğini doğruca kendilerine ilân et. Çünkü, Allah hainleri sevmez!"65

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, kesin kararını verdi: Benî Kaynuka Yahudileri üzerine gidilecekti.

Resûl-i Ekrem Efendimiz bu kararını verdikten sonra Medine'de yerine Lübabe b. Abdi'l-Münzir'i vekil tâyin etti ve beyaz sancağını da Hz. Hamza'ya vererek Kaynuka Oğulları üzerine yürüdü.

Bu Yahudilerin, kuvvetli ve sağlam bir kalesi vardı. Peygamberimizin üzerlerine gelmekte olduğunu duyunca oraya çekildiler. Resûl-i Ekrem onları muhasara altına aldı. On beş gün süren muhasara sonunda teslim olmaya mecbur kaldılar. Peygamber Efendimiz, tek tek ellerinin bağlanmasını emir buyurdu. Elleri bağlandı.66

 

müdavim

Üye Sorumlusu
Abdullah b. Übey 'in Peygamberimize Müracaatı

O sırada Kaynuka Oğullarının müttefiki bulunan münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selül çıkageldi. Peygamberimizin yanına vararak, "Yâ Muhammed! Benim müttefiklerime lütuf ve iyilik et." diye konuştu. Resûl-i Kibriya Efendimiz, bu münafığın sözlerini duymazlıktan geldi. Bunun üzerine Abdullah b. Übey aynı sözlerini tekrarladı:

"Yâ Muhammedi Benim müttefiklerime lütuf ve iyilik et!" Peygamber Efendimiz bu sefer yüzünü çevirdi. Fakat, Abdullah b. Übey, aynı şeyleri tekrarlamaya devam etti. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:

"Çözün onları. Allah, onlara ve onlarla birlikte olanlara lanet etsin!" buyurdu ve Kaynuka Oğullarının öldürülmelerinden vazgeçip Medine'den Şam'a sürülmelerini emretti.67

Übade b. Sâmit 'in Sözleri

Avf Oğullarından Übade b. Sâmit de, öteden beri Kaynuka Oğullan Yahudilerinin müttefiki idi. Onları bıraktırmak için Peygamber Efendimizin yanına gelmişti. Efendimizle Abdullah b. Übey arasında geçenleri görünce, "Yâ Resûlallah!.. Ben, Allah'ı, peygamberini ve mü'minleri dost tuttum. Şu kâfirlerin müttefikliğinden ve dostluğundan uzaklaştım." diyerek Benî Kaynuka Yahudîleriyle olan müttefikliğini ve dostluğunu bıraktığını ilân etti.

Bunun üzerine inen âyette şöyle buyuruldu:

"Ey îman edenler!.. Yahudileri de, Nasranîleri de kendinize yâr ve dost edinmeyiniz! Onlar ancak birbirlerinin dostlarıdır.*

İçinizden kim onları dost edinirse, onlardan olur. Şüphe yok ki, Allah, o zalimler güruhunu doğru yola çıkarmaz."68

Kaynuka Oğullarının Medine 'den Çıkıp Gitmeleri

Resûl-i Ekrem Efendimizin asıl maksadı, Yahudilerin fitne ve fesadını Medine'den uzak tutmak, meydana getirecekleri tehlikelere mâni olmaktı. Medine'den sürgün edilmeleriyle de bir bakıma bu gaye tahakkuk ediyordu.

"Gayrimüslimlerle dostluk ve münasebet kurmakta ölçü nedir? Günümüzde olduğu gibi, sâdece askerî ve iktisadî sahaya dönük ittifaklar kurmanın Kur-ân'daki nehiyle ilgisi var mıdır?" gibi akla gelebilen suallere Bediüzzaman Said Nursî, Münazarat adlı eserinden muknî bir izah getirmiştir. Aynen alıyoruz: "Sual: 'Yahudî ve Nasara ile muhabbetten Kur'ân'da nehy vardır.

"Bununla beraber nasıl 'Dost olunuz.' dersiniz?'

"Cevap: Evvelâ: Delil kat'iyyülmetin olduğu gibi, kat'iyyü'd-delâlet olmak gerektir. Hâlbuki, te'vil ve ihtimalin mecali vardır. Zîra, nehy-i Kur'ânî âmm değildir, mutlaktır. Mutlak ise, takyid olunabilir. Zaman, bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak üzerine olsa, mehaz iştikakı, illet-i hüküm gösterir. Demek bu nehy, Yahudî ve Nasara ile Yahudîyet ve Nasranîyet olan âyineleri hasebiyledir. Hem de bir adam zâtı için sevilmez; belki muhabbet, sıfat veya san'atı içindir. Öyle ise, her bir Müslümanın her bir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, her bir kâfirin dahi bütün sıfat ve san'atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binâenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san'atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden caiz olmasın? Ehl-i Kitap'tan bir haremin olsa elbette seveceksin!

"Saniyen: Zaman-ı Saadet'to bir inkılâb-ı azîm-i dinî vücuda geldi. Bütün ezhanı nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için gayrimüslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin, şimdi âlemdeki, bir inkılâb-ı acîb-i medenî ve dünyevîdir. Bütün ezhanı zapt ve bütün ukûlü meşgul eden nokta-i medeniyet, terakkî ve dünyadır. Zâten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed değildirler. Binâenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkîlerini istihsanla iktibas etmektir ve her saadet-i dünyevîyenin esası olan asayişi muhafazadır. İşte, bu dostluk, kat'iyyen nehy-i Kurânîye dâhil değildir." (Bediüzzaman Said Nursî, Münazarat, s. 26-27).


Kaynuka Oğullarına Medine'yi terketmeleri için tanınan süre üç gün idi. Üç gün mühlet bitince, Şam'a doğru yola çıktılar. Vadi'l-Kura'ya gelince orada bir ay oturdular. Burada oturan Yahudiler, onların yayalarına binek ve kendilerine de yiyecek verdiler. Buradan da ayrılan Benî Kaynuka Yahudileri, Ez-ruat'a kadar gidip oraya yerleştiler. Çok geçmeden de nesilleri kesildi.69


--------------------------------------------------------------------------------

62 İbn-i Hişam, Sîre, c. 3, s. 51.

63 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 50.

64 ÂI-ilmrân, 12.

65 Enfâl, 58.

66 Ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 29; Taberî, Tarih, c. 2, s. 297.

67 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 29; Taberî, A.g.e., c. 2, s. 297.

68 Mâide, 51.

69 Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 309.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Sevik Gazvesi

(Hicret 'in 2. senesi 5 Zilhicce Pazar)

Kaynuka Oğulları Yahudîlerinden 700 kişinin Medine'den sürgün edilmeleri, şehri büyük bir rahatlığa kavuşturmuştu. Peygamberimizin bu hareketi, İslâm'ın inkişafı bakımından oldukça önem taşıyan bir hâdiseydi. Eğer fesad şebekesi durumunda olan bu Yahudiler, İslâm'ın merkezi Medine'de bırakılmış olsalardı, Müslümanlara birçok haince plân tertipleyecekleri şüphesizdi. Sürgün edilmeleriyle bu fırsat ellerinden alınmış oluyordu.

Şehrin dâhilinde tam bir sükûn ve huzur hâkimdi.

Ancak, hâricin emniyeti pek iç açıcı değildi. Kureyş müşrikleri, Bedir mağlûbiyetinin ağır acısını unutmamışlardı, unutmak da istemiyorlardı. Nitekim, Kureyş ileri gelenlerinden birçoğunun öldürülmesiyle, Ebû Süfyan kendisini âdeta Kureyş müşriklerinin reisi makamında görmeye başlamış ve Bedir mağlûbiyetinin intikamını almak için harekete geçmişti. Peygamberimiz ve Müslümanlardan intikal almadıkça kadınlara yaklaşmayacağına, koku sürünmeyeceğine ve yıkanmayacağına and içmişti.70

Bu andını yerine getirmek için, Ebû Süfyan, 200 kişilik bir süvari kuvvetiyle Medine önlerine kadar sokuldu. Aslında bu kadarcık bir kuvvetle Müslümanlara karşı çıkamayacağını kendisi de gayet iyi biliyordu. Sâdece, yaptığı yemini yerine getirmek, sözünden caymış olmamak için buraya kadar çıkıp gelmişti.

Gece vakti, henüz Medine'de ikamet eden Yahudi kabilesi Benî Nadir reisinin yanına gitti ve ondan Müslümanlar hakkında birçok gizli malûmat aldı.

Daha sonra, Medine'ye üç mil kadar uzaklıkta bulunan Urayz adındaki mevkiye kadar sokulan müşrik kuvveti, burada sık bir hurmalık ve iki evi ateşe verdiler. Bu arada tarlasında işiyle meşgul, müdafaasız, Ensâr'dan bir Müslümanı, işçisiyle birlikte şehid ettiler.71

Bunları yapmakla sözünün yerine geldiğini kabul eden Ebû Süfyan, takib edilip yakalanma korkusundan, beraberindekilerle birlikte sür'atle oradan uzaklaşarak Mekke'ye doğru yol aldı.

Resûl-i Ekrem baskını haber aldı. Ensâr ve Muhacirun'dan 200 kişiyle, müşrik mütecavizleri takibe çıktı. Kimseyle karşılaşmadı. Müşriklerin sür'atle kaçıp gittiklerini öğrendi.

Müşrikler kaçarken beraberlerinde yiyecek olarak getirdikleri "sevik" denilen kavrulmuş buğday ununu, torbalarıyla birlikte, ağırlık yaptığı ve sür'atle uzaklaşmalarına mâni olduğu için yollarda yer yer bırakmışlardı. Mücâhidler, bu sevik torbalarını topladılar. Gaza da adını buradan aldı.72


--------------------------------------------------------------------------------

70 Ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 30.

71 ibn-i Hişam, Sîre, c. 3, s. 48; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 30; Taberî, Tarih, c.2, s. 299.

72 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 48; ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 30.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Hicretin 2. Senesinin Diğer Mühim Bazı Hadiseleri

Ramazan Orucunun Farz Kılınması

Ramazan orucu, kıblenin Kabe tarafına çevrilişinden bir ay sonra, Peygamberimizin Medine'ye hicretinin 18. ayının başlarında, Şaban ayında farz kılındı. Bu hususta indirilen âyetlerde meâlen şöyle buyuruldu:

"Ey îman edenler!.. Sizden önceki(ümmet)lere farz kılındığı gibi, size de—takvaya eresiniz, nefsinize hâkim olasınız diye—oruç, farz kılındı.

"Ramazan ayı öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren, açık âyetleri kendisinde toplayan, hak ile bâtılı ayırt eden Kur'ân, onda indirildi.

"O hâlde, sizden her kim o aya erişirse, onu oruçlu geçirsin. Kim de hasta olur yahut seferde bulunursa, tutmadığı günler sayısınca başka günlerde kaza etsin.

"Allah, size kolaylık diler, güçlük dilemez. Bu da, o sayıyı ikmâl ve size olan hidâyetine karşı Allah'ı tekbir etmeniz içindir. Gerek ki, şükredersiniz!"73

Ramazan orucu, İslâm dininin beş şartından birisidir.

İbni Ömer (r.a.), Resûlullah Efendimizin bu hususta şöyle buyurduğunu bildirir:

"İslâm beş şey üzerine kuruldu: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in O'nun Resulü olduğuna şehâdet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek, Ramazan orucunu tutmak."74

Sadakai Fıtr 'in Vâcib Kılınması

Bu senenin Ramazan ayının sonlarına doğru sadakaı fıtr vermek vâcib oldu.

Resûli Ekrem Efendimiz, küçük büyük, hür köle, erkek kadın her zengin Müslüman için kuru hurmadan bir sa' (1040 dirhem)* veya arpadan bir sa' veya kuru üzümden bir sa' veya buğdaydan bir müd (yarım sa') fıtır sadakası ayrılıp, bunun bayram namazından önce yoksullara verilmesini emretti.

İlk Bayram Namazının Kılınması

şevval hilâli görülüp, sabahleyin güneş yükselince, Resûli Ekrem Efendimiz, oruçlarını açmalarını ve bayram namazına çıkmalarını Müslümanlara emretti. Sonra da onlarla birlikte bayram namazı kılmak üzere musallaya [namazgaha] çıktı. Hutbeden önce, ezansız ve kametsiz olarak cemaatle bayram namazı kılındı.

Nebîyyi Muhterem Efendimiz, Medine'ye teşrif buyurdukları zaman, Medinelilerin iki mahallî bayramı vardı. Peygamber Efendimiz onlara, "Allah Teâlâ, size onlardan daha hayırlı olmak üzere Fıtır (Ramazan) ve Kurban Bayramı günlerini verdi." buyurdu.75

Resûli Kibriya Efendimiz, bayram namazlarını namazgahta kılardı. Medine'nin namazgahı, şehrin Şark kapısı üzerindeydi.

Bir dirhem 3 gramdır. 75 Ahmed Ibni Hanbel, Müsned, c. 3, s. 103.

Peygamber Efendimiz, bayram namazı kılmak üzere namazgaha yürüyerek giderdi. Bayram namazına bir yoldan gider, başka bir yoldan dönerdi. Ramazan Bayramı namazına çıkmadan önce bir şeyler yerlerdi. Ekseriya bunlar birkaç hurma olurdu.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Zekâtın Farz Kılınması

Zekât, Hicret'in 2. yılında Ramazan orucunun farz kılınmasından ve fıtır sadakasının vâcib kılınışından sonra farz kılındı.

Zekât, zengin Müslümanların yıldan yıla belli ölçüsüne göre mallarının bir kısmını zekât niyetiyle ayırıp lâyık olanlara vermelerinden ibaret mâlî bir ibâdettir.

Zekât, İslâm dininin beş temel esasından biridir. Kur'ânı Kerîm'ie (Nur, 56; Müzzemmil, 20; Hacc, 78; Bakara, 110) emredilmiştir. Kur'ânı Kerînı'de 32 yerde namazla birlikte zikredilmiştir.

Bir hadîsi şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Her gün, her sabah, iki melek inip birisi, 'Yâ Rab! Zekât ve sadakasını vererek, malını (Allah rızası için) harcayana, harcadığının yerine yenisini ver.' der. Diğeri de, 'Yâ Rab! Zekât ve sadaka hakkını ödemeyerek malını sıkana da malını telef et.' der!"76

Hz. Rukiyye 'nin Vefatı

Peygamber Efendimizin Hz. Osman'la evli kerîmeleri Hz. Rukiyye, Bedir Seferi sırasında hastalanmıştı. Hz. Osman, Peygamber Efendimizin emriyle ona bakmak üzere Medine'de kalmış, Bedir'e gidememişti. Zeyd b. Harise Hazretleri, Bedir Zaferinin haberini Medine'ye getirdiği sırada Hz. Rukiyye vefat etmişti.

Onu Ümmü Eymen yıkadı. Hz. Osman cenaze namazını kıldırdı ve Bakî Kabristanına defnetti.

Hz. Rukiyye, Resûli Ekrem Efendimiz 33 yaşlarında bulundukları sırada, Hz. Zeyneb'ten sonra doğan kerîmeleridir. Annesi Hz. Hatice'yle birlikte Müslüman olmuştu. Daha sonra Hz. Osman'la evlenmişti. Hz. Osman, onunla birlikte Habeşistan'a hicret etmişti. Resûli Ekrem Efendimiz, onların beraber hicret ettiklerini görünce, "Osman, Lût'tan (a.s.) sonra, Allah yolunda, ailesiyle birlikte hicret edenlerin ilkidir." buyurmuştu.77

Ebûdderda 'mn Müslüman Olması

Ebûdderda Uveymir b. Salebe, Bedir Seferi sırasında Müslüman oldu. Şöyle ki:

Abdullah b. Ravaha (r.a.), öteden beri Ebûdderda'nın kardeşliği idi. Bir gün, eline keseri alıp Ebûdderda'nın evindeki putunu kırdı. Ebûdderda evine döndüğü zaman, hanımı durumu ona haber verdi. Bunun üzerine Ebûdderda düşünmeye başladı ve kendi kendine, "Eğer, bu putta bir hayır olsaydı, kendisini korurdu!" diye konuştu. Sonra da Müslüman olmak için Peygamberimizin yanına gitti.

Abdullah b. Ravaha, uzaktan geldiğini görünce, "Yâ Resûlallah!.. Gelen, Ebûdderda'dır. Herhalde bizi görmeye geliyor!" dedi.

Resûli Ekrem Efendimiz, "O, Müslüman olmak için geliyor. Çünkü Rabbim, Ebûdderda'nın Müslüman olacağını bana bildirmişti!" buyurdu.

Huzura varan Ebûdderda, orada Müslüman oldu. Ev halkı, kendisinden önce Müslüman olmuşlardı.78
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Hz. Fâtıma ile Hz. Ali'nin Evlenmesi

Hz. Fâtıma, ResûlI Ekrem Efendimizin Medine'ye teşriflerinden beş ay sonra Receb ayında Hz. Ali'yle nikahlandı. Hicret'in 2. yılında Bedir Gazasından sonra Zilhicce ayında evlendiler.

Hz. Fâtıma, Resûli Kibriya Efendimizin en küçük kızı ve kızlarının en sevgilisi idi. Peygamber Efendimiz, bir gazadan veya bir seferden geldiği zaman ilk önce Mescid'e gidip iki rekât namaz kılar, sonra Hz. Fâtıma'ya uğrar, daha sonra da Ezvacı Tâhirat'ın yanına giderdi.79

Hz. Âişe (r.a.) der ki:

"Ben, Fâtıma kadar, sözü ve konuşması Resûlullah'a benzeyen bir kimse görmedim. Fâtıma girdiği zaman, Resûlullah onu şefkatle karşılar, 'Hoş geldin.' diyerek selâmlardı. Ben, Fâtıma'dan daha doğru sözlü bir kimse de görmedim."80

Hz. Fâtıma'nın (r.a.) yürüyüşü de Nebîyyi Muhterem Efendimizin yürüyüşüne pek benzerdi.


Bir gün, Hz. Âişe'ye, "İnsanların, Resûlullah'a en sevgili olanı kimdi?" diye soruldu.

Hz. Âişe, "Fâtıma idi." dedi.

"Erkeklerden kimdi?" diye sorulunca da, "Fâtıma'nın kocası." cevabını verdi.
81

Peygamberimizin, Kızı Hz. Zeyneb 'i Mekke 'den Getirtmesi

Bedir esirleri arasında Peygamberimizin damadı ve Hz. Zeyneb'in kocası Ebû Âs b. Rebî'de bulunuyordu. Bedir Harbi esirleri konusunda bahsettiğimiz gibi, Ebû As serbest bırakılınca Mekke'ye gitti. Daha önce Hz. Zeyneb'in hicret etmesine mâni olan Ebû As, bu sefer kendisini serbest bıraktı.

Resûli Kibriya Efendimiz de, Bedir Harbinden bir ay veya bir aya yakın bir zaman sonra Zeyd b. Harise ile Ensâr'dan bir zâtı göndererek Hz. Zeyrıeb'i Mekke'den getirtti.82

Muhacir Müslümanlardan Osman b. Maz 'un 'un Vefatı

Bakî Kabristanına, Muhacir Müslümanlardan ilk defnedilen bir zâttır.

İlk Kurban Bayramı Namazının Kılınması

Resûli Kibriya Efendimiz, Zilhicce'nin dokuzunda Sevik Gazasından dönerek Medine'ye kavuşmuştu. Ertesi günü, yâni Zilhicce'nin 10. günü Müslümanlarla birlikte namazgaha çıktı. Ezansız ve kametsiz olarak iki rekât Kurban Bayramı namazı kıldırdı. Namazdan sonra bir hutbe îrad etti. Bu hutbelerinde, kurban kesmelerini Müslümanlara emretti. Kendileri de iki kurban kesti. Satın aldığı semiz, boynuzlu beyaz koçtan birini keserken, "Allah'ım! Bu, Senin birliğine ve Senden bana gelenlere şehâdet eden bütün ümmetim nâmınadır." dedi. İkincisini keserken ise, "Allah'ım! Bu da, Muhammed ve Muhammed'in ev halkı içindir." buyurdu. Bundan, kendileri, ev halkı ve yoksullar yediler.83

İslâm'da ilk Kurban Bayramı budur!


--------------------------------------------------------------------------------

73 Bakara, 183185.

76 Buharı, Sahih, c. 2, s. 120.

77 İbni Sa'd, Tabakat, c. 8, s. 3637.

78 lbn-iSa'd, A.g.e., c. 7, s. 391.

79 ibn-i Abdi'l-Berr, el-istiab, c. 4, s. 1895.

80 Taberî, Tarih, c. 2, s. 290-292.

81 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 248-249.

82 Taberî, Tarih, c. 2, s. 290292.

83 İbni Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 248249.
 
Üst