müdavim
Üye Sorumlusu
HENDEK KAZI İŞİNE BAŞLANMASI
İttifakla şehrin dahilden müdafaasına karar verilince, hendek kazı işine Resül-i Ekrem Efendimizin emir ve tavsiyeleri üzerine derhâl başlandı. Peygamber Efendimiz, nerelerin kimler tarafından kazılacağım bizzat tâyin ve tesbit etti. Şehrin güneyinde oldukça sık bahçeler vardı. Düşmanın buradan geçebilme ihtimali çok zaîf idi. Geçmeyi göze alsa dahi, yayılarak değil de, birer kol hâlinde geçmeye mecbur olacağından durdurulması ve bozguna uğratılması için küçük bir askerî müfreze bile kâfi gelirdi. Doğu istikametinde ise, Peygamber Efendimizle anlaşma hâlinde bulunan Benî Kurayza ve diğer Yahudiler ikamet ediyorlardı. Bu sebeple hendek kazı işi, tamamen açık arazi olan şehrin kuzey tarafında yapılıyordu. Yapılan tesbitler bunu gerektiriyordu.
Bütün Müslümanlar, hattâ az çok eli iş tutabilecek çocuklar bile canla başla hendek kazı işini sürdürüyorlardı. Kazı işine bizzat Resûl-i Kibriya Efendimiz de katılıyor, bir an evvel tamamlanması için Müslümanların şevk ve gayretlerini her zaman canlı tutuyordu. Gönüllü Müslümanlar, bütün gün çalışıyorlar, geceyi geçirmek içinse evlerine dönüyorlardı. Buna karşılık Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir tepecik üzerinde kurdurduğu çadırında* gece gündüz kalıyordu. Hem çalışmalara bizzat katılıyor, hem de çalışanlara nezaret ediyor ve murakabesini sürdürüyordu.Kâinatın Efendisi, toza toprağa, sıcağa, açlığa aldırmadan yaptığı çalışmalarında, zaman zaman Müslümanların, "Yâ Re-sûlallah!.. Bizim çalışmamız yeter. Sen ne olur, çalışma da istirahat buyur." tekliflerine muhatab oluyordu. Ancak Efendimiz, "Ben de çalışarak, bu sevaba ortak olmak istiyorum." cevabını vererek gayret ve sevaba nâiliyet arzusunu dile getiriyordu.
Zaman zaman da kazı ve zembille toprak taşıma esnasında, Abdullah b. Revaha'nırı, "Allah'ım!.. Sen bize doğru yolu göstermemiş olsaydın, biz ne sadaka verebilir, ne de namaz kılabilirdik! Üzerimize yürüyen kâfirler, bizim çekindiğimiz fitne ve fesadı yapmak istedikleri ve bizimle karşılaştıkları zaman, Sen kalblerimize, sabır ve sekînet indir, ayaklarımıza sebat ver!"340 mealindeki kıt'aları terennüm ediyordu. Haliyle, bu, gönüllü mücahidlerin gayretlerini artırıyordu.
Müslümanlar bütün gün durmadan dinlenmeden kazı işine devam ediyorlardı. Resûl-i Ekrem, onların bu hâllerine şefkat ve merhametle bakıyor ve, "Allah'ım!.. Âhiret hayatından başka taleb edilecek bakî bir hayat yoktur. Sen, Ensâr ve Muhacirlere mağrifet eyle!" diye dua ediyordu.
Çalışan Müslümanlar da, Hz. Resûlullah'ın bu samimî duasına, şu içli mukabelede bulunuyorlardı:
"Hayatta olduğumuz müddetçe Allah yolunda cihad etmek üzere Muhammed'e (s.a.v.) bîat etmiş kimseleriz."341
İttifakla şehrin dahilden müdafaasına karar verilince, hendek kazı işine Resül-i Ekrem Efendimizin emir ve tavsiyeleri üzerine derhâl başlandı. Peygamber Efendimiz, nerelerin kimler tarafından kazılacağım bizzat tâyin ve tesbit etti. Şehrin güneyinde oldukça sık bahçeler vardı. Düşmanın buradan geçebilme ihtimali çok zaîf idi. Geçmeyi göze alsa dahi, yayılarak değil de, birer kol hâlinde geçmeye mecbur olacağından durdurulması ve bozguna uğratılması için küçük bir askerî müfreze bile kâfi gelirdi. Doğu istikametinde ise, Peygamber Efendimizle anlaşma hâlinde bulunan Benî Kurayza ve diğer Yahudiler ikamet ediyorlardı. Bu sebeple hendek kazı işi, tamamen açık arazi olan şehrin kuzey tarafında yapılıyordu. Yapılan tesbitler bunu gerektiriyordu.
Bütün Müslümanlar, hattâ az çok eli iş tutabilecek çocuklar bile canla başla hendek kazı işini sürdürüyorlardı. Kazı işine bizzat Resûl-i Kibriya Efendimiz de katılıyor, bir an evvel tamamlanması için Müslümanların şevk ve gayretlerini her zaman canlı tutuyordu. Gönüllü Müslümanlar, bütün gün çalışıyorlar, geceyi geçirmek içinse evlerine dönüyorlardı. Buna karşılık Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir tepecik üzerinde kurdurduğu çadırında* gece gündüz kalıyordu. Hem çalışmalara bizzat katılıyor, hem de çalışanlara nezaret ediyor ve murakabesini sürdürüyordu.Kâinatın Efendisi, toza toprağa, sıcağa, açlığa aldırmadan yaptığı çalışmalarında, zaman zaman Müslümanların, "Yâ Re-sûlallah!.. Bizim çalışmamız yeter. Sen ne olur, çalışma da istirahat buyur." tekliflerine muhatab oluyordu. Ancak Efendimiz, "Ben de çalışarak, bu sevaba ortak olmak istiyorum." cevabını vererek gayret ve sevaba nâiliyet arzusunu dile getiriyordu.
Zaman zaman da kazı ve zembille toprak taşıma esnasında, Abdullah b. Revaha'nırı, "Allah'ım!.. Sen bize doğru yolu göstermemiş olsaydın, biz ne sadaka verebilir, ne de namaz kılabilirdik! Üzerimize yürüyen kâfirler, bizim çekindiğimiz fitne ve fesadı yapmak istedikleri ve bizimle karşılaştıkları zaman, Sen kalblerimize, sabır ve sekînet indir, ayaklarımıza sebat ver!"340 mealindeki kıt'aları terennüm ediyordu. Haliyle, bu, gönüllü mücahidlerin gayretlerini artırıyordu.
Müslümanlar bütün gün durmadan dinlenmeden kazı işine devam ediyorlardı. Resûl-i Ekrem, onların bu hâllerine şefkat ve merhametle bakıyor ve, "Allah'ım!.. Âhiret hayatından başka taleb edilecek bakî bir hayat yoktur. Sen, Ensâr ve Muhacirlere mağrifet eyle!" diye dua ediyordu.
Çalışan Müslümanlar da, Hz. Resûlullah'ın bu samimî duasına, şu içli mukabelede bulunuyorlardı:
"Hayatta olduğumuz müddetçe Allah yolunda cihad etmek üzere Muhammed'e (s.a.v.) bîat etmiş kimseleriz."341