Hicretin 8. yılı

müdavim

Üye Sorumlusu
CENÂBI HAKK'IN, PEYGAMBERİMİZİ BİR SUİKASTTEN KORUMASI

Bu bozgun sırasında Kureyşlilerin henüz Müslüman olmayanlarından, Peygamber Efendimizin hayatını ortadan kaldırmayı düşünenler bile oldu. Şeybe b. Osman, bunlardan biri idi.

Uhud Harbinde babası öldürülmüş, içi intikam ve kinle doluydu. Kılıcını sıyırdı. Sağ tarafından Peygamber Efendimize doğru varmak istedi. Bu sırada sağında amcası Hz. Abbas'ın, elinde pırıl pırıl parlayan kılıcıyla durduğunu gördü. "Amcası oradayken ben yanına varamam." diyerek Peygamber Efendimizin sol tarafına geçti. Oradan hücum etmek istiyordu. Fakat, o tarafında da amcasının oğlu Ebû Süfyan b. Haris'in durduğunu gördü. "Amcasının oğlu da onu yardımsız bırakmaz." diyerek bu sefer Efendimizin arkasından yanına varmak istedi. Efendimize oldukça yaklaşmıştı. Kılıcını kaldırmak istedi. Efendimize oldukça yaklaşmıştı. Kılıcını kaldırıp vurması için de hiçbir engel kalmamıştı. Tam o esnada aralarında birdenbire bir ateş yalımı peyda oldu. Şeybe birden ürperdi, korktu. Ateş yalımının kendisini yakıp kavuracağını sandı. Korkusundan gözlerini elleriyle kapayıp geri çekildi. Ancak o zaman, Peygamberimizin Allah tarafından korunduğunu anlamıştı!

Geri çekildiği sırada, Resûli Kibriya Efendimiz, ona doğru mübarek başını çevirip gülümsedi ve, "Ey Şeybe!.. Yanıma gel!" buyurdu.

Kâinatın Efendisinin hayatına kastetme cesaretini kendisinde az evvel bulan Şeybe, o anda tir tir titriyordu; kalbi korkuyla ürperiyordu. Efendimizin yanma geldi. Peygamberimiz, mübarek ellerini göğsüne koydu ve, "Allah'ım, bundan Şeytan'ın vesvese ve desiselerini gider!" diye dua etti.

Bir anda Şeybe'nin kalbindeki intikam ve kin duygusu yok oluvermiş, yerini îmana ve Peygamberimize karşı sevgiye terk etmişti. O ânı Şeybe, "Vallahi, elini göğsümden kaldırmamıştı ki, Allah'ın yaratıklarından ondan daha sevgili olan bir kimse kalmamıştı." diyerek ifade eder.

Daha sonra Peygamber Efendimiz, "Ey Şeybe!.. Haydi, artık kâfirlerle savaş!" diye buyurdu.

Şeybe der ki:"Resûlullah'ın önünde kılıç vurup savaştım. Vallahi, canımla ve her şeyimle onu korumak istiyordum. O anda sağ olsaydı da babamla karşılaşsaydım; hiç çekinmeden onu da kılıçla vurup öldürürdüm!"855

Böylece, "Gerek Arap gerekse Arap olmayanlardan Muhammed'e tâbi olmadık hiç kimse kalmasa bile, ben yine ona tâbi olmam!" diyen biri daha, Hz. Resûlullah'ın getirdiği nurun cazibesinden kendisini kurtaramayıp İslâm'ın saadetli sinesine kavuşmuş oluyordu.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
İSLAM ORDUSU TOPARLANIYOR

Etrafında bir avuç mücâhidle kalan Resûli Ekrem, düşmanın bir sel gibi üzerine akıp gelmekte olduğunu görünce onlarla çarpışmak için boz DüldüPü mahmuzlamak istiyor, ancak amcası Hz. Abbas, DüldüFün dizginini, Ebû Süfyan b. Haris ise üzengisini tutup buna mâni olmaya çalışıyordu.

Bu dehşetli hengâmede, Resûli Kibriya, DüldüPün dizginini tutan amcası Hz. Abbas'a, '"Ey Ensâr cemaati!.. Ey Semure Ağacının altında bîat etmiş bulunan sahabîler topluluğu!.. Neredesiniz?' diye seslen!" emrini verdi. Hz. Abbas, gür sesiyle nida etti.856

Gür sadâ, dalga dalga vadiyi çınlattı. Kaçan mücâhidler, durdular. Etraf alaca karanlıktan sıyrılıp aydınlığa kavuştuğu gibi, mücâhidler de yüreklerini kaplayan ürkeklikten sıyrılıp kendilerine geldiler. Zihinlerinde artık şimşekler çakıyordu: "Nereye gidiyoruz? Resûlullah'ı kime terk edip gidiyoruz?"

Sanki daldıkları derin bir uykudan uyanır gibi olmuşlardı. Resûli Ekrem'e verdikleri vaadleri bir anda hatırlıyorlar ve toparlanmaya başlıyorlardı. Kaçan ayaklar, şimdi kan ve ölüm deryasında cesaret âbidesini andıran Peygamberimizin etrafına koşuşuyordu! Uhud'da da aynı durum vuku bulmuştu. O zaman da Resûli Kibriya'nın cesareti, metaneti, düşman karşısındaki sebatı, İslâm Ordusunu çok daha feci bir duruma düşmekten kurtarmıştı!

Bir anda Efendimizin etrafını saran mücâhidler, kılıçlarını sıyırıp cesaret ve var güçleriyle düşmanın üzerine saldırdılar. Kılıç şakırtılarına, mücâhidlerin tekbir sadâları karıştı. Düşman bir anda dehşet ve korku içinde kaldı.

Hz. Osman, Hz. Ali, Ebû Dücane gibi kahraman sahabîler, o dehşetli hengâmede Resûli Kibriya'nın önünde düşmana göğüslerini siper ederek çarpışıyorlardı. Hz. Ali, çevikliği ve cesaretiyle düşman askerlerinin cesaretini kırıyordu.

Harbin bu en şiddetli ânında Fahri Alem, üzerinde bulunduğu Düldül'ün üzengisine basarak, dikildi ve, "İşte, şimdi fırın tutuştu, harb kızıştı!"857 diye buyurdu; sonra da dehşetli manzarayı seyrederek, "Ben, Allah'ın Resulüyüm. Yalan yok!"858 diye seslendi.

Bu sözleriyle o, peygamberlikle yalanın bir araya gelemeyeceğini ifade ediyordu ve bütün kalbiyle Allah'ın va'dettiği yardımına inandığını haykırıyordu. Bu sesleniş, sabrın ve sebatın mükâfatı olan zaferin müjdesiydi!

Bu arada, Hz. Ali ile Etoû Dücane (r.a.), düşman bayraktarlarından birini yere serdiler. Bayraktarlarının yere serildiğini gören Havazinliler, korkmaya başladılar.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Peygamberimizin Duası

Mücâhidleri çarpışma şevkinin sardığı, düşmanın da ürkmeye başladığı bir anda, Resûli Ekrem DüldüPünden indi ve Yüce Rabbine şöyle yalvardı:

"Allah'ım, bize, yardımını indir! Muhakkak Sen, onların bize galib gelmesini istemezsin!"859

Cenâbı Hakk'a böylesine gönülden yalvarıp zafer niyaz eden Efendimiz, sonra da eline bir avuç kum aldı, "Yüzleri kara olsun!" diyerek düşman askerlerine doğru attı.860

O anda, Resûli Zîşan Efendimizin bir mucizesi olarak, düşman askerlerinden gözlerine bu bir avuç kumdan dolmadık hiç kimse kalmadı! Artık, düşman ordusunda bozgun başlamıştı!

Meleklerin mücâhidlerin imdadına gelmesi ise, düşman askerin geri kalan çarpışma güçlerini de alıp götürdü ve gerisin geri kaçmalarını sağladı.

Hz. Abbas, o ânı sonradan şöyle tasvir edecektir:

"Vallahi, Resûlullah'ın, çakıl taşlarını (kumu) onlara doğru savurmasından sonradır ki, güçlerini yitirdiklerini, işlerinin tersine döndüğünü gördüm! Sonunda, Allah, onları bozguna uğrattı. Allah Resulünün, DüldüPü tepip onları takibe koyulduğunu, hâlâ gözlerimle görür gibiyim!"861

Cenâbı Hakk, mücâhidlerin gönlünde meydana gelen bir anlık bozgun burukluğundan sonra ihsan ettiği parlak zaferi, Kur'ânı Kerîm'inde şöyle beyan buyurur:


"Şüphe yok ki, Allah, size birçok savaş yerinde zafer verdi ve Huneyn gününde size yardım etti. O vakit, Huneyn'de çokluğunuz size güven vermişti de, bir fayda olmamıştı. Yeryüzü o genişliğiyle başınıza dar gelmişti. Sonra da bozularak arkanıza dönmüştünüz.

"Sonra Allah, Resulünün ve mü'minlerin üzerine rahmetini indirdi, görmediğiniz (meleklerden) ordular indirdi de, küfredenleri azablandırdı. İşte bu da, kâfirlerin cezasıdır.
"862

Bozguna uğrayan düşman ordusu, birkaç kısma ayrılarak savaş meydanını üzgün üzgün terk etti. Bir kısmı Taife gitti, bir kısmı Evtas'ta toplandı; diğer bir kısmı ise, Nahle taraflarına doğru yol aldı.

Şehid ve Ölü Sayısı

Çarpışma sonunda, Müslümanların dört şehid, düşmanın ise 70 ölü verdiği görüldü.

Düşman, harb meydanına çoluk çocuğuyla geldiği için, geride esir olarak birçok kadın ve çocuk da bıraktı. Bu savaşta, mücâhidlere, o âna kadar elde edemedikleri bol miktarda ganîmet kalmıştı.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
BİR KADİRŞİNASLIK ÖRNEĞİ

Alınan esirler arasında, Resûli Ekrem Efendimizin süt kardeşi, Sa'd Oğullarından Şeyma da vardı. Kendisine karşı yapılan bazı sert hareketler üzerine, "Bilin ki, ben Efendinizin süt kardeşiyim!" diyerek bu sert davranışlarından vazgeçmelerini söyledi. Ancak mücâhidler, sözünde doğru olup olmadığını öğrenmek için onu alıp Huzuru Risâlete getirdiler.

Şeyma, "Yâ Muhammedi.. Ben, senin süt kardeşinim!" deyince, Efendimiz, "Bunu neyle ispatlarsın?" diye sordu.

Şeyma, "Omuzumda bulunan diş iziyle; ki, onu sen ısırmıştın!" dedi.863

İzi gören Kâinatın Efendisi, süt kardeşi Şeyma'yı tanıdı. Kendisiyle Sa'd Oğulları yurdunda koşuştukları, oynadıkları, gezdikleri Şeyma idi bu!.. İnsan kadrini çok iyi bilen, kendisine yapılan en ufak bir yardım ve iyiliği seneler sonra da olsa unutmayan Kâinatın Serveri, süt kardeşi olan bu çocukluk arkadaşına ridâsını serip üzerinde oturttu. Bir anda, o çocukluk günleri hafızasında canlandı. Gözleri dolu dolu oldu. Sonra da süt anne ve babasını sordu. Şeyma, onların ikisinin de çoktan ölüp gittiklerini söyledi.

Daha sonra Şeyma'ya, "İstersen, sevgi ve saygı görerek yanımda otur; istersen, faydalanacağın bazı mallar verip, seni kavmin ve kabilenin yanına döndüreyim."

Şeyma'nın cevabı şu oldu:

"Sen bana mal verip, beni kavmimin yanına döndür!"864

O sırada Müslüman olan865 Şeyma'ya, Peygamberimiz, bir erkek bir de kadın köle verdi; sonra da Cirane mevkiine gidip beklemesini söyledi. Taif dönüşünde ise, ona ve aile halkından hayatta bulunanlara deve ve davarlar verdi.

DÜŞMANIN TAKİB EDİLMESİ

Resûli Kibriya Efendimiz, bozguna uğrayan Havazinlilerin takib edilmesini mücâhidlere emretti. Ordunun öncü kuvvetlerini yine Süleym Oğulları teşkil ediyordu ve Hâlid b. Velid'in kumandası altında bulunuyorlardı.

Takib esnasında Resûli Ekrem Efendimiz bir kadın cesedine rastladı. Kadının Hâlid b. Velid tarafından öldürüldüğü söylenince, bir mücâhidle derhâl ona haber gönderdi: "Hâlid'e yetiş ve ona, 'Allah Resulü, seni çocuk, kadın ve hizmetçi öldürmekten menediyor.' de."866

Bu arada, çocukların da öldürüldüğü haberi üzerine de, Peygamberimiz şöyle buyurdu:

"Dikkat ediniz! Çocuk öldürülmeyecektir!" Sahabînin biri, "Yâ Resûlallah!.. Onlar müşriklerin çocukları değiller mi?" diye sorunca, Fahri Kâinat'tan şu cevabı aldı:

"Sizler de müşriklerin çocukları değiller miydiniz? Her çocuk, İslâm yaratılışı üzere doğar; dili dönünceye kadar öyle devam eder. Sonra anne babalan, onu ya Yahudîleştirir ya da Hıristiyanlaştırır."867

EVTAS'TA ÇARPIŞMA

Huneyn Vadisinde mücâhidler tarafından bozguna uğratılan Havazinlilerden bir kısmının Evtas Vadisinde toplandıkları görülüyordu. Resûli Ekrem, Ebû Âmir elEş'arî Hazretlerine bir sancak vererek, bazı mücâhidlerle toplanan düşman üzerine yolladı. Evtas'ta mevzilenen düşman, kendisini savunmaya geçti.

Teke tek yapılan dövüş ve vuruşmada, kumandan Ebû Âmir (r.a.), Havazinlilerden birçoğunu yere serdi. Sonra da mızraklarla vuruşma başladı. Bu sırada, kumandan Ebû Âmir (r.a.), atılan bir okla ağır yara aldı ve sancağı yeğeni Ebû Musa elEş'arî'ye vererek onu kumandan tâyin etti. Bir müddet sonra da aldığı ağır yaranın tesiriyle şehid olarak hayata gözlerini yumdu.868

Kumandanlığa geçen Ebû Musa, savaşa girişti ve düşman kuvvetlerini dağıtmaya muvaffak oldu. Düşman, oradan doğruca Taife gidip sığındı. Daha önce de kumandanları Mâlik b. Avf gidip oraya sığınmıştı.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Esir ve Ganimetlerin Cirane 'ye Gönderilişi

Peygamber Efendimiz, çarpışmadan kesin netice almak istiyordu. Huneyn'deki çarpışmayla bu kat'î netice henüz elde edilmiş değildi. Düşman, Taife sığınmıştı. Bu sebeple Taif üzerine yürümek gerekiyordu.

Buna binâen, Huneyn Savaşında elde edilen ganimetler ve alınan esirleri Cirane mevkiine gönderdi ve orada muhafaza edilmesini, vazifelendirdiği sahabîlere emretti.869

BİR KAN DÂVASININ HÜKME BAĞLANIŞI

Resûli Ekrem, henüz Huneyn mevkiinden ayrılmış değildi.

Öğle namazını kılmış ve istirahat etmek üzere bir ağacın gölgesinde oturuyordu.

Bu sırada iki kişinin huzuruna gittiği fark edildi. Bunlar, Gatafanların Reisi Uyeyne b. Hısn ile Akra b. Habis idi. Uyeyne, Peygamberimizden, haksız yere öldürülen Âmir b. Azbat'ın kanını dâva ediyor ve katil Muhallim b. Cessame'nin kendilerine teslimini istiyordu.

Uyeyne b. Hısn, "Vallahi, yâ Resûlallah!.. O benim kabilemin kadınlarına ölüm acısını tattırıp canlarını yaktığı gibi, ben de onun kadınlarına ölürn acısını tattırıp canlarını yakmadıkça yakasını bırakmam!" diyerek Muhallim b. Cessame'nin kısas için kendisine teslimini isterken, Aka b. Habis ise Muhallim'i müdafaa ediyordu.

Resûli Ekrem'in "Onun diyetini [kan bedelini] alsan olmaz mı?" diye yaptığı teklife, Uyeyne b. Hısn yanaşmadı. Bu sırada sesler yükseldi, gürültüler çoğaldı.

Bunun üzerine Resûli Ekrem, "Hayır, bu seferimiz sırasında 50 deve, dönüşümüzde de 50 deve diyet alacaksın." diye teklifte bulundu. Ancak, Uyeyne aynı şekilde bu teklifi de kabule yanaşmadı.

Uzun uzun konuşulduktan sonra, Uyeyne b. Hısn, teklif edildiği şekilde diyet almayı kabul etti.871

Böylece, Resûli Ekrem, halk arasında az da olsa gerginliğe sebep olan bir kan dâvasını halletti.

Fakat işin, ibret alınması gereken tarafı bundan sonra cereyan etti: Müslümanlar, Muhallim b. Cessame'ye, "Resûlullah'ın huzuruna çık, yaptığın bu hareketinden dolayı senin için Allah'tan mağrifet dilesin!" deyince, uzun boylu, üzerine yeni bir elbise giymiş ve kısasa kendisini hazırlamış bulunan Muhallim, Huzuru Risâlete vardı. Efendimizin önüne diz çöktü. Mahzundu, üzgündü, gözlerinden yaşlar akıyordu. Yaptığı şeyden pişmanlık duyduğunu ve Allah'a tevbe ettiğini söyleyerek, Resûlullah'tan, Allah'tan mağrifet dilemesini istiyordu: "Yâ Resûlallah!.. Pişmanım, Allah'a tevbe ediyorum! Benim için Allah'tan mağrifet dile!"

ı izam tarafına göndermişti. Mücâhidler, yolda Âmir b. Azbat'a rastlamışlardı. Âmir, mücâhidleri İslâm selâmıyla selâmladığı hâlde, şahsî bir düşmanlık ve kinden dolayı, Muhallim b. Cessame tarafından öldürülmüştü. İşte, Uyeyne b. Hısn'ın istediği, bu kan dâvası idi.

Resûli Ekrem, "Kimsin sen?.." diye sordu. "Muhallim b. Cessame!.." diye cevap verdi.

Resûli Ekrem, "Demek, sen, ona (Amir'e) Allah'ın emanıyla eman verdin (selâmına karşılık selâm verdin), sonra da onu vurup öldürdün, öyle mi?" diye buyurunca, Muhallim b. Cessame başını önüne eğdi ve sustu.

Efendimiz, sonra ellerini kaldırarak, yüksek sesle, "Allah'ım, Muhallim b. Cessame'yi affetme!" diye beddua etti.

Bedduayı duyan Muhallim'in tüyleri diken diken oldu; uğrayacağı akıbetin dehşetini düşünerek tir tir titremeye başladı. Tekrar yalvardı: "Yâ Resûlallah!.. Pişmanım! Allah'a tevbe ediyorum! Ne olur, benim için Allah'tan af dile!"

Ne var ki, Muhallim'in bu yakarışı da pek fayda etmiyor ve aynı şekilde Hz. Resûlullah'ın bedduasına uğruyordu. Sonra da huzurdan kovuluyordu.

Yapılan bedduanın üzüntüsü ve uğrayacağı akıbetin dehşeti Muallim'i ancak bir hafta kadar ayakta tutabildi. Ölünce, onu gömdüler. Ne var ki, yer, ölüsünü kabul etmiyordu; defalarca gömdükleri hâlde, yer, yine cesedini dışarı attı.872 Sonunda kavmi, üzerine taş yığarak onu iki dağ arasında bıraktı.873

Durumu Efendimize ilettiklerinde, şöyle buyurdular:

"Vallahi, yer, ondan çok daha kötülerin üzerini örtmüştür. Fakat, Allah, aranızdaki (haksız yere adam öldürme) yasağı hakkında, size, gösterdiği bu hâdiseyle öğüt ve ibret vermek istemiştir."
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Taif Kuşatması

Huneyn Harbinde Müslümanlar karşısında hezimete uğrayan Sakifliler, yurtları olan Taife gidip sığınmışlardı; şehrin kapılarını üzerlerine kapayarak, savaşmaya hazırlanmışlardı.

Burası, şirkin son sığınaklarından biriydi. Bir daha îman ve İslâm'a karşı koyacak cesareti kendisinde bulamayacak bir şekilde başı ezilmeliydi. Havazin ve Sakiflileri Müslümanlara karşı ayaklandıran Mâlik b. Avf da gelip buraya sığınmıştı. Onun da yakalanıp hakettiği cezaya uğratılması gerekiyordu!

Bu sebeple Peygamber Efendimiz, mücâhidlerle birlikte Taife doğru yol almaya başladı. Burasını çok iyi biliyordu. Seneler önce, burada hayatının en acı ve acıklı günlerini yaşamıştı. Taiflileri İslâm'a davet etmeye gelmişken, onlar kendisini taşa tutmuşlar, kan revan içinde bırakmışlardı.

İslâm Ordusu kısa zamanda Taif önlerine vardı. Fakat Sakifliler kuvvetli kalelerine kapanmışlar ve bütün ihmâlleri göz önünde bulundurarak bol miktarda yiyecek stoku da yapmışlardı.

Bu surları yarıp şehre dalmak elbette mümkün değildi. Bu sebeple Resûli Ekrem, şehri muhasara altına aldı. Ordugâh surlara çok yakın kurulmuş olduğundan, mücâhidler düşmanın yağmur gibi oklarına mâruz kaldılar. Bu arada birkaç mücâhid de atılan oklarla şehid oldu.

Bunun üzerine Resûli Ekrem, ordugâhı surlardan uzaklaştırdı ve bugünkü Taif Mescidinin yanma nakletti.876 Bu arada, yanında bulunan hanımlarından Hz. Ümmü Seleme ile Hz. Zeyneb için iki çadır kuruldu. Resûli Ekrem, namazlarını bu iki çadır arasında kılar ve orada otururdu. Sakifliler, Müslüman olduktan sonra burada bir mescid yapacaklar ve adına da "Sariye Mescidi" diyeceklerdir.877

Muhasara esnasında çarpışma, karşılıklı şiddetli ok atışlarıyla devam etti.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Mancınık Kurularak Taiflilerin Taşa Tutulması

Muhasaranın uzadığını ve Sakiflilerin teslim olmaya niyetli görünmediklerini anlayan Peygamber Efendimiz, bu sefer mancınık kurulup düşmanın taşa tutulması hususunda mücâhidlerle istişarede bulundu.

Selmanı Fârisî Hazretleri, "Ben de bunu uygun görürüm! Çünkü biz Fars ülkesinde düşman kalelerine mancınık dikerdik; onlar da bize karşı mancınıklar dikerlerdi. Böylece, birbirimizi yenmemiz mümkün olurdu! Mancınık kurulmadığı zamanlarda uzun müddet beklemek zorunda kalırdık." diye fikir beyan etti.

Resûli Kibriya Efendimiz, bu teklifi güzel karşıladı ve mancınık yapılmasını emretti. Emri yerine getirildi. Daha önce orduda bulunanlarla birlikte mancınıkların sayısı üç oldu. İslâm Ordusunda ayrıca iki debbade [sığır derisinden yapılmış kuvvetli araba] vardı.

Mücâhidler bu debbadelerin altına girerek şehir kalesine yaklaşmak ve duvarını kazıp delmeyi denedilerse de, bunda başarılı olamadılar. Zîra, düşman askerleri tarafından atılan oklar, kızgın demir parçalan ve şişler, bu derileri delip ilerlemelerine mâni oluyordu. Hattâ, bu arada İslâm Ordusu şehid de verdi.

Üzüm Asmalarını Kesmeye Teşebbüs

Muhasara uzuyor ve arzu edilen netice elde edilemiyordu. Bunun üzerine Resûli Ekrem Efendimiz, bir başka tedbire başvurdu: Düşmanı, iktisadî baskı altına almak için, şehrin dışındaki, Taiflilerin ileri gelenlerine âit, kaliteli ve nâdir üzümler yetiştiren bağ ve bahçelerinin tahrip edilip kesileceğini duyurdu ve kesilmesini mücâhidlere emretti!

Tek geçim kaynakları olan bağ ve bahçelerinin kesildiğini gören Sakifliler, telâşa kapıldılar ve Peygamberimize, "Ey Muhammedi.. Mallarımızı neden kesiyorsun? Bizi yenersen, ya onları alırsın yahut da dediğin gibi Allah'ın rızasını ve akrabalık* hakkını gözeterek bize bırakırsın!" diye seslendiler.878

Bunun üzerine Resûli Ekrem Efendimiz, "Ben, bağınızı, Allah rızasını ve akrabalık hakkını gözeterek bırakıyorum!" dedi ve üzüm asmalarının kesilmesini menetti.879

Bu arada, kahraman sahabî Hz. Hâlid b. Velid ortaya atılarak, düşmandan çarpışacak er diledi. Fakat, düşmanda bu yolda hiçbir hareket görülemedi. İçlerinden biri, Hz. Hâlid'in er dilemesine şu cevabı verdi:

"Bizden hiçbiri seninle çarpışmak üzere kaleden inmeyecektir. Biz, kalemizde oturmaya devam edeceğiz; çünkü, yıllarca bize yetecek yiyecek stokumuz var! Eğer bu yiyecekler tükenir ve sen de o zamana kadar beklemeyi göze alırsan, o takdirde hepimiz kılıcımızı sıyırır, senin karşına çıkar ve son nefesimize kadar seninle çarpışırız!"880

Peygamberimizin anneannelerinden Atike, Sakiflerdendi.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Yeni Bir Taktik

Kuşatma uzadıkça uzuyordu. Sakiflilerinse kaleden çıkıp göğüs göğüse çarpışmaya niyetleri yoktu. Teslim olmayı da düşünmüyorlardı.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, bir başka tedbire başvurdu. "Kaleden inip yanımıza gelen ve Müslüman olan köle, hürdür!" diye ilân ettirdi.881

Bu ilân üzerine 20'ye yakın köle kaleden indi ve İslâm Ordusuna katılıp Müslüman oldu. Peygamber Efendimiz de onları âzad etti; sonra da hepsini hâli vakti yerinde olan Müslümanlara teslim ederek, onlara Kur'ân okutmalarını ve sünnetleri öğretmelerini emretti.

Sakifliler, Müslüman olduklarında, bu kölelerin kendilerine geri verilmesini Peygamberimizden isteyecekler, Peygamberimiz ise, "Onlar, Allah'ın âzad etmiş olduğu kimselerdir; sizlere geri veremem!" buyurarak isteklerini reddedecektir.882

Uyeyne b. Hısn 'in İki Yüzlülüğü

Bir ara Uyeyne b. Hısn huzura çıkarak, "Yâ Resûlallah!.. İzin ver de gidip onlarla konuşayım, onları İslâmiyete davet edeyim. Olur ki, Allah onlara hidâyet ihsan eder!" dedi.

Resûli Ekrem Efendimiz izin verince, Uyeyne çıkıp Taiflilerin yanına gitti; Peygamber Efendimize söylediklerinin tam aksine, onlara, "Vallahi, Muhammed hiçbir zaman sizin gibisiyle karşılaşmadı. Kaleleriniz korunmaya müsaittir. Direnmenize devam ediniz!" dedi.

Bundan sonra dönüp geldi.

Resûli Ekrem Efendimiz, "Ey Uyeyne!.. Onlara neler söyledin?" diye sordu.

Uyeyne hiç bozuntuya vermeden, "Onları Müslüman olmaya davet ettim! 'Muhammed, sizi teslim almadıkça geri çekilmeyecektir. Kendiniz için ondan eman alınız.' dedim!" diye konuştu.

Uyeyne sözlerini bitirince, Peygamber Efendimiz hiddetle, "Yalan söylüyorsun! Sen onlara, şöyle şöyle söyledin!" dedi ve onun söylemiş olduğu sözleri teker teker nakletti.

Kızarıp bozaran Uyeyne af diledi: "Doğru söylüyorsun, yâ Resûlallah!.. Söylediklerimden dolayı Allah'tan affımı dilerim! Pişmanım. Allah'a tevbe ediyorum!"883

O sırada Hz. Ömerü'lFaruk, "Yâ Resûlallah!.. Müsaade buyur da, götürüp şunun boynunu vurayım!" dedi.

Resûli Ekrem Efendimiz, "Hayır!.. Ashabımı öldürüyorum diye, insanlar hakkımda söz ederler!"884 diye buyurdu.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
RESÛLİ EKREM'İN RÜYASI

Bu arada, Peygamber Efendimiz bir rüya gördü. Rüyasında kendilerine bir kab tereyağı ikram ediliyor, bir horoz ise gagasıyla kabı devirip içindeki yağı döküyordu.

Efendimiz rüyasını anlatınca, Hz. Ebû Bekir, "Yâ Resûlallah!.. Sanırım, Taifliler hakkında umduğun şeye bugünlerde eremeyeceksin!" dedi.

Peygamber Efendimiz de aynı kanaatte idi; "Buna, ben de imkân görmüyorum!" buyurdu.

Muhasaranın Kaldırılması

Resûli Ekrem, Taif i fethetmenin o anda kendisine nasîb olamayacağını artık anlamıştı. Bundan sonraki bekleme, vakit kaybetmekten başka bir işe yaramayacaktı.

Bu arada ashabına, şimdilik kendilerine Taif i fethetme izni verilmediğini de duyurdu.

Bunun üzerine Hz. Ömer gelerek, "Göç etmeye hazırlanmaları, halka duyurulacak mıdır?" diye sordu.

Peygamber Efendimiz, "Evet..." diye buyurdu.

Bunun üzerine Hz. Ömer, Müslümanlara Taif i terk etme hazırlıklarına geçmelerini ilân etti. Hz. Ömer, o arada bir de, "Yâ Resûlallah!.. Sakifliler aleyhinde dua etsen olmaz mı?" diye sordu.

Peygamber Efendimiz, "Allah, onlar aleyhinde dua etmeye de izin vermedi." buyurdu; sonra da, "Siz hemen göç etmeye bakınız." diye emretti.886

Fakat, mücâhidlerin bir kısmı, netice almadan buradan ayrılmak istemiyordu; hattâ, "Taif i fethetmeden nereye gideceğiz?" dedikleri de duyuluyordu.

Bu mücâhidler, gidip Hz. Ebû Bekir'e başvurdular. Hz. Sıddık onlara, "Bu işi, Allah ve Resulü daha iyi bilir! Emir, Resûlullah'a gökten gelir." diyerek cevap verdi.

Bunun üzerine Hz. Örnerü'lFaruk'un yanına vardılar, onunla konuştular. Hz. Ömer ise, onlara şu cevabı verdi:

"Biz, Hudeybiye Hâdisesini gördük. Hudeybiye'de içime, Allah'tan başkasına malûm olmayan bir şüphe girmişti. O gün, Resûlullah'a (a.s.m.), hiç söylemediğim sözlerle başvurdum. Az kalsın, ev halkım ve malım mahvolup gidecekti! Resûlullah'ın (a.s.m.), Allah tarafından yaptığı işte bizim için hayır vardı. Halk için, Hudeybiye Sulhünden daha hayırlı bir fetih olmamıştır. Resûlullalrın (a.s.m.) Peygamber olarak gönderildiği günden Hudeybiye'de sulh şartlarının yazıldığı güne kadar Müslüman olanlardan daha çok kimse, kılıç kullanılmadan Müslüman oldular! Resûlullah'ın yaptığı işte hayır vardır! Ben, o Hudeybiye işinden sonra, hiçbir zaman, hiçbir iş hakkında ona dönüp itiraz edemem. Bu iş Allah'ın işidir; O, dilediğini Peygamberine vahyeder!"887

Peygamber Efendimiz, umumî kanaatin, Taif te bir müddet kalmak yönünde olduğunu fark edince, mücâhidlere, "Öyle ise, yarın sabah çarpışmaya hazır olunuz!" diye buyurdu.

Sabah olunca, çarpışmaya girdiler. Ancak, bu çarpışma, yara almalarından başka hiçbir işe yaramadı. Bundan öteye bir netice elde edemeyeceklerine artık kendileri de kanaat getirdiler. Peygamber Efendimiz tekrar, "İnşallah yarın döneceğiz!" deyince sevindiler. Hemen göç hazırlıklarına başladılar. Peygamberimiz, onların bu hâline tebessüm buyurdu.

Resûli Ekrem Efendimiz, ordusuyla 30 gün kadar süren bir kuşatmadan sonra Taif ten ayrıldı.

Sakifliler, mücâhidleri fazlasıyla uğraştırmış, yormuş, yaralamış ve 14 kadar Müslümanı da şehid etmişlerdi. Bu sebeple, ayrıldıkları sırada, Peygamber Efendimizden Sakifliler aleyhinde dua etmesini istediler. Fakat, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz, ellerini açarak, "Allah'ım, Sakiflilere doğru yolu göster; onları bize getir!" diye dua etti.888

Kâinatın Efendisi, öylesine engin bir merhamet duygusuna, öylesine bitmez tükenmez bir şefkat deryasına sahipti ki, en azılı düşmanlarının bile mahvolmasına gönlü razı olmuyor, bilâkis onların da İslâm ve îman nuruyla manen hayat bulmasını istiyor ve bunu Yüce Rabbinden niyaz ediyordu.

Cirane 'ye Dönüş

Resûli Ekrem Efendimiz, kuşatmayı kaldırdıktan sonra mücâhidlerle birlikte Huneyn ve Evtas'ta alınan ganimetlerin muhafaza edildiği Cirane mevkiine dönmek üzere Taif ten ayrıldı.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Süraka b. Cu 'şum 'un Müslüman Olması

Resûli Ekrem Efendimiz, ashabıyla Taif ten Cirane'ye doğru yol alıyordu. Bu sırada Efendimize doğru birinin yaklaşmakta olduğu fark edildi. Müslümanlar onu tanımadıklarından buna mâni oldular. Hattâ, art niyetli biri olabilir zannıyla, "Sen nereye gidiyor, ne yapmak istiyorsun?" diyerek üzerine yürümek bile istediler.

Müslümanların kendisini Peygamber Efendimize yaklaştırmayacağını anlayınca, hicret esnasında Hz. Ebû Bekir'in kendisi için yazmış olduğu yazıyı iki parmağının arasına alarak kaldırdı. "Yâ Resûlallah!.. Bu, benim için yazdığın yazıdır. Ben, Süraka b. Cu'şum'um!" dedi.

Peygamber Efendimiz, onu tanıdı. "Bugün, verilen sözü yerine getirme ve iyilik yapma günüdür!" buyurduktan sonra Müslümanlara, "Onu, bana yaklaştırınız." diye emretti.

Efendimizin huzuruna varan Süraka, şehâdet getirerek Müslüman oldu.

Süraka derki:

"Resûlullah'a, 'Yâ Resûlallah!.. Kendi develerim için doldurduğum havuzlarımın başını yitirilmiş develer sararlar. Havuzumdan onları sulasam, bana ecir ve sevab var mıdır?' diye sordum. Resûlullah (a.s.m.), 'Evet... Her ciğeri olanı sulamakta, insana ecir ve sevab vardır.' buyurdu. Bundan başka bir şey sormadım. Sonra kavmimin yanına vardım. Mallarımın zekâtını ayırıp Resûlullah'a (a.s.m.) gönderdim."889

Ganimet ve Esirler Yoluna devam eden Efendimiz, Cirane mevkiine geldi.

Mücâhidlerin bu çarpışmalarda elde ettikleri ganimet ve esir sayısı oldukça fazlaydı. Esir alınan kadın ve çocuk sayısı altı bini buluyordu.890

Alınan ganîmet malları ise, 24 bin deve, 40 bin davar ve dört bin ukiyye* gümüş idi.891

Resûli Ekrem, Havazinlilerin gelip Müslüman olabilecekleri ihtimalini göz önünde bulundurarak, esirlerin taksimine hemen başlamadı. Bu arada, sahabînin birini Mekke'ye göndererek, esirler için elbiseler getirtip hepsini giydirdi.892

On geceden fazla beklediği hâlde, Havazinlilerin gelmediğini görünce, esirleri Müslümanlar arasında bölüştürdü.

Havazin Heyetinin Gelişi

Esirlerin mücâhidler arasında taksim edilmesi işi henüz yeni bitmişti ki, Havazinlilerden bir heyet çıkageldi ve Peygamber Efendimize, Müslüman olduklarını, yurtlarındaki halkın da İslâmiyeti kabul ettiklerini haber verdi.893

Havazinliler, Resûli Ekrem Efendimizin süt annesi Halime'nin mensup olduğu kabile idi. Yâni, Allah Resulüne dadılıkta bulunmuş bir kabile idi. Bunu ileri sürerek kendilerine lûtufkâr davranılmasını, mal ve esirlerinin geri verilmesini istediler.

Resûli Ekrem onlara, "Ben, tevbe edip gelirsiniz diye, ganîmet ve esirleri bölüştürmeyi uzun müddet tehir ettim! Fakat, siz artık çok geç kalmış sayılırsınız. Esirleri, mücâhidler arasında taksim etmiş bulunuyorum. Onları size tekrar iade etmem oldukça zor bir iştir!" dedi.

Bu konuşmasından sonra da onları iki şey arasında serbest bıraktı: İsterlerse mallarını, isterlerse kadın ve çocuklarını tercih edeceklerdi.

Havazinliler, kadın ve çocuklarını tercih edeceklerdi.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Hisseme ve Abdûlmuttâlib Oğullan hissesine düşenleri size geri veriyorum." buyurdu; sonra da, "Öğle namazını kıldırdığım zaman, ayağa kalkarak, 'Biz kadınlarımız ve çocuklarımız hususunda Allah Resulünün Müslümanlar nezdinde, Müslümanların da Allah Resulü nezdinde şefaatini diliyoruz.' diye konuşursunuz. Ben de hissemi bağışladığımı tekrarlar, Müslümanların da bağışlamasını isterim!" diye tavsiyede bulundu.

Peygamber Efendimiz, öğle namazını kıldırınca, Havazinliler yapılan tavsiye üzerine ayağa kalkarak, Hz. Resûlullah ve Müslümanlardan esirlerinin bağışlamasını taleb ettiler.

Resûli Ekrem, halkın huzurunda yüksek sesle hissesine ve Abdûlmuttâlib Oğulları hissesine düşen esirleri bağışladığını tekrarladı. Bunu duyan Muhacir ve Ensâr'ın hepsi de kendilerine düşen esirleri bağışladılar.894

Böylece, Resûli Kibriya'nın mübarek dillerinden dökülen bir iki cümleyle, bir anda altı bin civarındaki esir kadın ve çocuk serbest bırakıldı.

Bu hâdise, hem Nebîyyi Muhterem Efendimizin engin şefkat ve merhametini göstermek, hem de Müslümanların ona mutlak bağlılıklarını aksettirmek bakımından şâyanı dikkattir.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Mâlik b. Av fin Müslüman Olması

Resûli Kibriya Efendimiz, Havazinlilere kadın ve çocuklarını geri verdikten sonra, "Mâlik b. Avf ne yapıyor?" diye sordu.

Havazin temsilcileri, "Kaçıp, Taif Kalesine sığındı. Şimdi, Sakiflilerin yanında bulunuyor." dediler.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Ona haber veriniz ki, eğer Müslüman olur, yanıma gelirse, kendisine ev halkını ve malını geri verir, ayrıca da 100 deve ihsan ederim." buyurdu.8'5

Heyet, haberi kendisine götürünce, Mâlik, çıkıp Hz. Resûlullah'ın huzuruna geldi ve Müslüman oldu. Resûli Ekrem, va'dettiği şekilde hem kendisine malını ve aile halkını teslim etti, hem de 100 deve ihsanda bulundu. Resûli Kibriya Efendimiz, 100 deve ihsanından başka, düne kadar en şiddetli düşmanı olan Mâlik b. AvPı, kabilesinden Müslüman olanlar üzerine bir de vali tâyin ederek taltif etti.S9h

İnsanları güzel davranışları, tatlı sözleri ve bol bol ihsan ve iltifatları ile gönülden fetheden Efendimizin bu ihsanı karşısında Mâlik b. Avf da, "İnsanlar arasında Muhammed'in bir benzerini şimdiye kadar ne görmüşüm, ne de işitmişim! Kendisinden ihsan edilmesi istenildi mi, fazlasıyla verir. İstediğin takdirde, yarın meydana gelen hâdiselerden de sana haber verir."897 diyerek gönlünün fethedildiğini ifade etti.

Bir ay kadar önce Müslümanlara karşı büyük bir ordu hazırlamış olan Mâlik b. Avf, o andan itibaren İslâm'ın emir ve hizmetindeydi.

Ganimetlerin Taksimi

Esirlerin sahiplerine iadesinden sonra, Resûli Ekrem Efendimiz, ganimetlerin taksimine başlayacaktı.

O sırada bedevilerden bir kısmının, "Yâ Resûlallah, deveden, davardan ganimetlerimizi bölüştür." diyerek, Efendimizi rahatsız ettikleri ve ridâsından çekiştirdikleri görüldü. Bedeviler o derece ileri gittiler ki, Efendimiz bir ağaca dayanmak zorunda kaldı. Bu hareket karşısında Kâinatın Efendisi, "Siz, Allah'ın size nasîb ettiği ganimeti aranızda bölüştürmeyeceğimi mi zannediyorsunuz? Vallahi, ganîmet malları Tihamen'in ağaçları sayısınca bile olsaydı, hiçbir cimrilikte ve korkaklıkta bulunmadan onları aranızda bölüştürürdüm!" diye konuştu; sonra da, eline bir deve tüyü alıp, herkesin görebileceği şekilde parmakları arasında tutarak kaldırdı ve, "Ey insanlar!.. Vallahi, sizin ganimetinizden beşte bir dışında, bana şu tüy kadar bile geçmiş bir şey yoktur! Eteşte bir pay da, gerektiğinde yine sizlere harcanıyordur!" buyurdu.898 Bundan sonra, ganîmet mallarını saydırdı ve herkesin hissesine düşeni dağıttırdı.

Miiellefei Kulûb a Yapılan İhsan

Cirane'de bulunan İslâm Ordusunda, Mekke'nin fethi günü Müslüman olmuşlardan iki bin kadar yeni îman etmiş kimseler yanında, henüz İslâm'la şereflenmemiş Mekke ileri gelenlerinden de birçok kimse vardı. Yeni îman etmişlerin îmanlarının sâbitleştirilmesi, îmandan mahrum bulunanların ise İslâm'a gönüllerinin ısındırılması için, Peygamber Efendimiz bir usûle başvurdu.

Bilindiği gibi, ganimetin beşte biri Peygamber Efendimizin tasarrufundaydı. Beytû'1Mâl nâmına alınan beşte birden istediği ve lüzum gördüğü yere sarfederlerdi.

İşte, yukarıda zikrettiğimiz sebep ve gayeye binâen, yeni Müslüman olmuşları memnun etmek ve Müslümanlığa henüz pek ısınmamış Kureyş ileri gelenlerinin gönlünü İslâm'a ısındırmak için beşte bir ganimetten onlara fazlaca verdi.

Kureyş Reisi Ebû Süfyan'a, oğlu Yezid ve Muaviye'ye 100'er deve ve 40'ar ukiyye gümüş ihsanında bulundu. Böylece, Ebû Süfyan ve oğulları, toplam 300 deve ve 120 ukiyye gümüş almış oluyorlardı. Böylesine büyük bir kerem ve ihsana mazhar olan Ebû Süfyan, "Anam babam sana feda olsun! Sen ne kadar cömert ve iyilik seversindir! Seninle harbettiğimiz zamanlarda da sen ne kadar güzel harbederdin! Seninle sulh yaptığımız zamanlarda da sen ne kadar güzel bir sulhçü idin! Allah seni hayırla mükâfatlandırsın!" diyerek, Efendinizin cömertlik ve ihsan severliğini dile getirdi.899

Bunun yanında, Resûli Ekrem, Kureyş ileri gelenlerinden bir kısmına 200, bir kısmına 100'er, diğer bir kısmına da 50'şer deve ihsan etti.900
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Safvan b. Ümeyye 'nin Müslüman Olması

Safvan b. Ümeyye, Peygamberimize ve Müslümanlara şiddetli düşmanlık ve muhalefette bulunanlardan biri idi. Hattâ, Mekke'nin fethi günü, görüldüğü yerde vurulması emredilenler arasında ismi yer alıyordu. Fakat, o da gönlü şefkat deryasını andıran Efendimize iltica edince, affa uğramıştı. Müslüman olması için de iki ay mühlet istemiş, Peygamber Efendimiz ise ona dört ay mühlet vermişti!

O da İslâm Ordusuna katılmıştı.

Resûli Ekrem Efendimizin Cirane'de ganimetleri kontrol ettiği bir sıradaydı. Gözü bir anda, henüz Müslüman olmamış Safvan'a takıldı. O, deve ve koyunlarla dolu vadiye gözünü dikmiş, dikkatlice bakıyordu.

Bu dikkatli bakışı, Nebîyyi Muhterem Efendimizin mübarek gözlerinden kaçmadı ve gönlünde yatanı sezmesine kâfi geldi.

"Ebû Vehbi.. Vadi pek mi hoşuna gitti?" diye seslendi. Safvan, "Evet..." dedi.

Bunun üzerine Efendimiz, "O hâlde, o vadi, içindekilerle beraber senin olsun!" buyurdu.

Safvan, birden şaşırdı; kulaklarına âdeta inanamıyordu. Hayatında kendisinden istenen hiçbir şey için "Hayır." demeyen Kâinatın Efendisinin bu ihsanı, cömertliği ve keremi karşısında hayret içinde bir müddet bekledikten sonra, "Peygamber kalbinden başka hiçbir kimsenin kalbi, bu kadar temiz, iyi ve cömert olamaz!" diyerek, kalbinin fethedildiğini ifade etti.901

Safvan, artık kendini, İslâm nurunun, nübüvvet güneşinin cazibesine kaptırmıştı. Orada şehâdet getirerek Müslüman oldu.

Böylece, senelerin İslâm düşmanı Safvan b. Ümeyye, Müslüman olması için aldığı dört ay mühletin henüz birinci ayı bitmişken, kendini Müslümanlar safında buluyordu!

Müslümanlığını sâlih amellerle güzelleştiren Safvan, bu ihsanın âleminde yaptığı tesiri sonradan şöyle dile getirecektir:

"Allah Resulü, bana bu ihsanda bulununcaya kadar, insanlar arasında kendisine en çok kin beslediğim bir kimse idi. Ama bu ihsandan sonra, insanların bana en sevgilisi olmuştu!"902

Bu hâdise, Resûli Kibriya Efendimizin, insanları tanıma ve ona göre muamelede bulunma san'atında ne derece mahir olduğunu açıkça gösteren bir misâldir. İnsanları kazanmada,bâzan bir iltifatı, bâzan bir tatlı sözü, bâzan bir tebessümü, gülümsemesi, bâzan güzel bir hareketi ve bâzan da bir ihsanı yetiyordu! Onun bu ciheti bile başlı başına bir tetkik konusu teşkil eder. Bu tetkik yapıldığı zaman görülecektir ki, Peygamberimiz Hz. Muhammedi (s.a.v.), dost kazanma sırrını, insanların gönlünü fethetmenin kanun ve kaidelerini tâ bin 400 küsur sene önce eşsiz bir şekilde sözleri, hareketleri ve davranışları ile ortaya koymuştur.

Bir bakış, bir işaret, bir söz, bir tebessüm, bir hareket ile insanları kendine musahhar edebilmek, insanoğlunun örnek alması gereken bir hasleti Nebevî'dir.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Sahabîlerden Gelen İtiraz

Peygamber Efendimizin, Müslümanlığa henüz pek ısınmamış ve yeni Müslüman olmuş kimselerin ruh dünyasına tesir etmek üzere başvurduğu bu tatbikatın gerçek sebep ve hikmetini bilmeyen bazı Müslümanlar, rahatsızlık duydular. Onlar, bu hareketle, Müslüman olmamış veya yeni Müslüman olmuşların kendilerine tercih edildiği, âdeta kendilerinden üstün tutulduğu zannına kapılmışlardı. Ne var ki, Resûli Ekrem Efendimiz, asla böyle bir düşünceyle hareket etmemişti.

Nitekim, tasarrufunda hür olduğu beşte bir hisseden Müellefei Kulûb'a bol ihsanda bulunduğu sırada, huzurlarına ashabtan Sa'd b. Ebî Vakkas çıkmış ve, "Yâ ResûlallahL Cuayl b. Süraka dururken, siz tutup Uyeyne b. Hısn ve benzerlerine 100'er deve verdiniz!" demişti.

Resûli Ekrem Efendimiz, şikâyetin mâhiyetini çok iyi anlamıştı. Evet, ashabtan Cuayl, gerçekten maddî cihetten oldukça fakirdi; ama îman cihetinde zengindi. İtirazın bu cihetten geldiğini bildiğinden, Resûli Ekrem, Sa'd Hazretlerine şu cevabı vermişti:

"Vallahi, Uyeyne ve Akra gibilerle yeryüzü dolsa, Cuayl yine onların hepsinden hayırlı ve daha faziletli olur! Ancak ben,onları İslâm'a, îmana ısındırmak için bu tarz hareket ediyorum! CuayPı, tereddütsüz bağlı bulunduğu Müslümanlığına ve âhirette kendisi için hazırlanmış bulunan mükâfatlarına havale ediyorum!"903

Ensâr 'dan Bazı Kimselerin Konuşmaları

Peygamber Efendimizi asıl üzen, Medineli Müslümanların bazılarından duyduğu sözlerdi. O Ensâr ki, Kâinatın Efendisi kendilerine olan bağlılık ve sevgisini, "Benim hayatım sizin hayatınızladır; ölümüm de sizin ölümünüzledir!" diyerek dile getirmişti.

Resûli Kibriya Efendimiz, daha düne kadar İslâm'a ve Müslümanlara bütün şiddetleriyle düşman olan, din uğrunda en küçük bir fedakârlıkta bulunmayan, bu yolda hiçbir zahmet ve meşakkat çekmemiş olan kimselere bolca ihsanda bulunuyordu. Ashabı düşündüren buydu. Nebîyyi Muhterem Efendimizin bu davranışının gerçek hikmetini anlayamadıklarından dolayı da üzülüyorlar ve bu üzüntülerini tavırlarıyla belli ediyorlardı. Hattâ, bazıları, hoşa gitmeyecek sözler de sarf ediyorlardı.904

Ensâr'dan bazı kimselerin duyduğu bu üzüntü ve kırgınlığı, Resûli Ekrem Efendimize, Sa'd b. Ubade Hazretleri ulaştırdı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Ensâr'ı bir araya toplayarak, onlara, "Ey Ensâr topluluğu!.. Söylememeniz gereken bazı nahoş sözleri söylediğinizi işittim. Sizler şöyle şöyle demişsiniz!" diye hitab etti.

Bu hitab karşısında Ensâr'dan bazıları özür beyan ettiler: "Yâ Resûlallah!.. Bunları biz değil, birtakım gençlerimiz söylemişlerdir!"

Resûli Ekrem Efendimiz, buna rağmen sözlerine devam etti: "Ey Ensâr!.. Sizler yollarınızı şaşırmış kimseler iken ben yanınıza gelmedim mi? Allah, benim vasıtamla sizlere hidâyet ihsan etmedi mi? Sizler fakir ve yoksul iken, Allah benim vasıtamla sizi zengin kılmadı mı? Sizler birbirinize düşman idiniz. Allah benim vasıtamla kalblerinizi birbirine ısındırıp birleştirmedi mi?"

Ensâr cemaati: "Evet, yâ Resûlallah!.." dediler, "Sen bizi karanlık içinde buldun; senin sayende aydınlığa, nura kavuştuk! Sen, bizi bir ateş çukurunun başında buldun; senin sayende ondan kurtulduk! Sen bizi dalâlet ve şaşkınlık içinde buldun; senin sayende doğru yola kavuştuk! Bizler, Allah'ı Rab, İslâmiyeti din, Muhammed'i (s.a.v.) de peygamber olarak kabul etmiş bulunuyoruz! Allah ve Resulünün üzerimizdeki minnet ve nîmetleri her şeyden üstündür; Allah ve Resulüne minnettarız! Yâ Resûlallah, sen dilediğini yap!"905

Buna rağmen, Nebîyyi Ekrem Efendimiz, sözlerine son vermedi. Gönüllerinde en küçük bir endişenin, en ufak bir kırgınlığın kalmasını istemiyordu. Sözlerine şöyle devam etti:

"Ey Ensâr cemaati!.. Siz isteseydiniz şöyle diyebilirdiniz ve muhakkak doğruyu söylemiş olurdunuz: 'Sen, bize yalanlanmış olduğun hâlde geldin; biz, seni doğruladık! Sen, bize terk edilmiş olarak gelmiştin; biz, senden hiçbir yardımı esirgemedik! Sen, yurdundan kovulmuştun; biz sana kendi nefsimiz gibi baktık.' Evet, böyle deseydiniz, muhakkak ben de sizi bu hususta tasdik ederdim!"

Karşılıklı bu konuşmalardan sonra, Resûli Ekrem Efendimiz, asıl söylemek istediğini şu veciz ve müessir cümlelerle ifade etti:

"Ey Ensâr cemaati!.. Bazı insanlar elde ettikleri dünyalıklar, develer, koyunlar ile çıkıp giderlerken, sizler Allah Resûlüyle beraber yurdunuza dönmeye razı değil misiniz?"

Medineli Müslümanlar bu soruya haykırarak, "Evet, yâ Resûlallah!.. Biz, buna razıyız!" cevabını verdiler.

Bu cevap üzerine Peygamber Efendimiz, mânâ âlemlerini bir anda değiştiren hitabesini şöyle bağladı:

"Muhammed'in varlığı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer hicret fazileti olmasaydı, Ensâr'dan bir fert olmayı arzu ederdim!

"Allah'ım!.. Ensâr'ın oğullarına, onların da oğullarının oğullarına acı ve merhamet et!"906

Fahri Kâinat Efendimizin bu samimi, bu muhabbet ve sevgi dolu sözleri karşısında, Medineli Müslümanlar, kendilerini tutamayarak hıçkıra hıçkıra ağladılar; öyle ki, gözlerinden akan yaşlar sakallarını ıslattı!

Artık kesin kararlarını vermişlerdi: "Biz, ganimet payı olarak Resûlullah'a razıyız; başka hiçbir şey verilmezse bile!.."
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Eşsiz bir ganimet hissesi!

Cenâbı Hakk, Sevgili Resulüne işte böylesine müstesna bir ikna kabiliyeti ihsan etmişti. Bir taraftan en şiddetli düşmanlarını ruhlara tesir eden sözleriyle İslâm'ın sinesine celbederken, diğer taraftan dostların kendisine karşı duydukları kırgınlıkları da bir çırpıda bir tek hitâbesiyle gidebiliyordu!

Cirane 'den Mekke 'ye Zilkade ayının bitmesine 12 gün kalmıştı.

Nebîyyi Ekrem Efendimiz, Cirane'de bulunduğu zaman zarfında, içinde namazlarını eda ettiği mescide giderek orada namaz kıldı, duada bulundu, sonra da umre için ihrama girdi. Daha sonra Cirane'den ayrılarak, Ashabı Kiram'la gece Mekke'ye girdi. Yol boyunca telbiye getiren Efendimiz, Beytullalvı görünce telbiyeyi kesti. Sabahleyin ashabıyla birlikte Kâbei Muazzama'yı tavaf etti. Sonra da Safa ve Merve arasında sa'y yaptı. Sa'yin yedinci devresinde Merve yanında başını tıraş etti.

Bu umrede Efendimiz, kurban kesmedi.907

Medine 'ye Dönüş

Resûli Kibriya Efendimiz, artık Medine'ye dönmek niyetindeydi.

Bunun için, daha önce Mekke valiliğine tâyin ettiği Attab b. Esîd'e aynı vazifeyi tekrar verdi. Muaz b. Cebel Hazretlerini de İslâm'ı anlatmak ve Kur'ân öğretmek üzere orada bıraktı.

Bundan sonra Mekkei Mükerreme'den yola çıktı. Zilkade ayının bitmesine birkaç gece kala Medinei Münevvere'ye kavuştu.
 

müdavim

Üye Sorumlusu

Umman ve Bahreyn Hükümdarlarının Müslüman Oluşu

UMAN HÜKÜMDARININ VE KARDEŞİNİN İSLÂM'A DAVET EDİLİŞİ

(Hicret 'in 8. senesi Zilkade ayı)

Peygamber Efendimiz, Mekke'nin fethi ve Huneyn muzafferiyetinin verdiği sevinç ve huzur içinde ashabıyla Medine'ye dönmüştü. Şirkin beli kırılmış, kabileler dalga dalga İslâm nuruna koşmuşlardı. Müslümanlara âdeta yeni bir kan, yeni bir heyecan ve cihad ruhu gelmişti. Arabistan'ın hemen her tarafında İslâm'ın şerefli bayrağının dalgalanmaya başlaması, onlara huzur ve saadet veriyordu.

Bununla birlikte, kendilerine henüz İslâm daveti ulaşmamış hükümdarlar da vardı. Resûli Ekrem, Medine'ye döner dönmez, bu maksatla Amr b. Âs Hazretlerini Uman'a gönderdi. Vazifesi, Hükümdar Ceyfer ile kardeşi Abd'e, kendisine verilen mektubu teslim etmek ve kendilerine İslâm'a davette bulunmaktı.908

Uman, YemenHind Denizi sahilinde, Basra Körfezinin darlaştığı yerdeki büyük şehirlerden biri idi. Hurma bahçeleri ve ekinleriyle meşhur olan bu şehirde o zaman Ezdîler hâkim durumda bulunuyorlardı. Bunlar yanında başka ırktan halk da vardı.

Amr b. As Hazretleri, emir gereği Uman'a vardı ve mektubu hükümdara ve kardeşine teslim etti. Açılan mektupta, Hz. Resülullah'ın kendilerine şöyle hitab ettiğini gördüler:

"Bismillahirrahmânirrahîm!

"Allah'ın Resulü Muhammed b. Abdullah'tan Cülenda'nın oğulları Ceyfer ve Abd'e!..

"Hidâyete uyanlara, doğru yolu tutmuş olanlara selâm olsun!

"Bundan sonra derim ki:

"Ben her ikinizi İslâm'a davet ediyorum! Müslüman olun ki selâmete eresiniz!

"Ben, sağ olanları âhiret azabıyla korkutmak, kâfirler hakkında da Allah'ın hükümlerini tatbik etmek için Allah'ın bütün insanlara gönderdiği Resulüyüm!

"Eğer İslâm'ı kabul ederseniz, hükümdarlığınız size bakî kalacaktır; eğer Müslüman olmaktan uzak durursanız, şüphesiz, hükümdarlığınız elinizden çıkacak, süvariler meydanınızı çiğneyecek ve peygamberliğim sizin mülk ve saltanatınızı mağlûb edecektir!"909


Ceyfer ile kardeşi Abd, önce Müslüman olup olmamak hususunda tereddüt geçirdiler; bir müddet sonra da bu tereddütlerinden kurtularak, İslâmiyetle şereflendiler ve Efendimizin risâletini tasdik ettiler. Bununla da kalmayan Cülenda Oğullan, halkı da Müslüman olmaya çağırdılar. Bu daveti duyan halk da seve seve Müslüman olmayı kabul etti.910

Bunun üzerine, Peygamber Efendimizin emir ve tavsiyeleri gereğince, Amr b. As Hazretleri, buranın idarî işlerini üzerine aldı. Amr (r.a.), Müslüman zenginlerden zekât ve sadaka toplayacak, onları fakirlere dağıtacaktı; ayrıca, Mecûsîlerden cizye alacak, Müslümanlar arasındaki dâvaları da halledecekti.9"

Peygamber Efendimizin vefatına kadar, Hz. Amr, bu işleri yürütmek üzere Uman'da kaldı.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
BAHREYN HÜKÜMDARININ MÜSLÜMAN OLUŞU

(Hicret 'in 8. senesi Zilkade ayı sonları)

Peygamber Efendimiz, İslâm'a davet etmek üzere, Alâ' b. Hadremî'yi, bir mektupla Bahreyn Hükümdarı Münzir b. Sava'ya gönderdi. Alâ b. Hadremî'yle birlikte Hz. Ebû Hüreyre de bulunuyordu.913

Bahreyn, Hindistan ile Basra ve Uman arasında bulunan deniz sahilindeki memleketlerin hepsine verilen addır. Halkının bir kısmı Mecûsî, bir kısmı Yahudî, diğer bir kısmı ise Hıristiyan idi.

Alâ' b. Hadremî, Münzir b. Sava'nın yanına vararak, Peygamber Efendimizin mektubunu teslim etti. Mektupta şunlar yazılı idi:

"Bismillahirrahmânirrahîm! "Hidâyete uyanlara selâm olsun!

"Ben, seni İslâm'a davet ederim! Müslüman ol, selâmete er! Allah, iki elinin altında bulunan (hükümdarlığını) yine sende bırakır.

"Şunu da bilmiş ol ki, benim dinim, develerin ve atların gidebilecekleri yerlere kadar uzanacak, hâkim olacaktır."914


Alâ' b. Hadremî ile aralarında geçen kısa bir konuşmadan sonra Münzir b. Sava, Mecûsî Din Başkanı Sibuht'la birlikte Müslüman oldu.915 Böylece Münzir, dünya saltanatı yanında ııhrevî saltanatı da temin edecek îmanı elde ediyordu.

Hükümdar ve dinî reisle birlikte halktan birçok kimse de İslâm'la şereflendi.

Hükümdar Münzir, Peygamber Efendimize bir mektup gönderdi. Müslüman olduğunu, peygamberliğini de tasdik ettiğini bildirdikten sonra, Müslüman olmayanlar ve ülkesinde bulunan Mecûsîlerle Yahudiler hakkında nasıl davranması gerektiğini soruyordu.

Resûli Ekrem Efendimiz, Münzir'in bu mektubuna şu cevabı verdi:

"Bismillahirrahmânirrahîm!

"Muhammed Resûlullah'tan, Münzir b. Sava'ya!..

"Allah'ın selâmı üzerine olsun!

"Ben, sana olan hidâyet nimetinden dolayı O'ndan başka ilâh bulunmayan Allah'a hamdederim!

"Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in de Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna şehâdet ederim!

"Mektubunu aldım; okutup içindekileri dinledim.

"Sana, Yüce Allah'ı, O'nun emir ve yasaklarına göre hareket etmeni hatırlatırım! Muhakkak ki, nasihat eden kimse, onunla kendisi de nasihat almış, sevabından istifade etmiş olur.

"Elçilerime itaat eden ve onların emirlerine riâyet eden kimse, bana itaat etmiş sayılır; onları öğütleyen, dinleyen, beni dinlemiş olur.

"Elçilerim, seni bana övdüler ve hayırla andılar! Senin, kavmin hakkındaki şefaat ve iltimasını kabul ettim! Onlardan Müslüman olanları, Müslüman oldukları şeylere göre bırak.

Günahkâr olanların, geçmişteki suçlarını geç; onları geçmişte işlediklerinen mes'ul tutma!

"Şunu bilmiş ol ki, sen iyi davrandıkça, işinden seni uzaklaştırmayınız, vekilimiz olarak orada kalırsın!

"Yahudilik ve Mecusîliklerinde devam etmek isteyenlere gelince... Onları cizyeye bağlarsın.

"Selâm ve Allah'ın rahmeti üzerine olsun!
"916

Peygamber Efendimizin, muhtelif tarihlerde Münzir b. Sava'ya birkaç mektup daha gönderdiği ve Münzir'in ise bunlara cevap verdiğini de burada kaydedelim.917

Resûli Ekrem Efendimizin emri gereğince, Alâ' b. Hadremî burada kaldı ve Müslüman olanlardan öşür, müşriklerden ise cizye almakta devam etti.

Yine, Hicret'in 8. yılında etraf kabilelerden birçok heyet Medine'ye gelerek M'üslüman olduklarını, Hz. Resûlullah'ın huzurunda izharda bulundular."
 

müdavim

Üye Sorumlusu
iHicretin 8. Senesinin Diğer Mühim Bazı Hadiseleri

HZ. İBRAHİM'İN DÜNYAYA GELİŞİ

(Hicret 'in 8. senesi Zilhicce ayı)

Bu tarihte Peygamber Efendimizin oğlu İbrahim dünyaya geldi. Hz. Mâriye'den olan Hz. İbrahim, Peygamber Efendimizin en son evlâdı idi.9'9

Medine'nin yukarı tarafında, Avali diye anılan kısımda annesine tahsis edilen bir hurma bahçesindeki evinde hayata gözlerini açan Hz. İbrahim'in doğum müjdesini, Peygamberimize, oğluna ebelik vazifesini yapan Selmâ Hâtûn'un kocası Ebû Rafı getirdi. Bu mes'ud hâdisenin müjdesinden fazlasıyla memnun olan Peygamberimiz, Ebû Rafı'e de bu ismi şöyle açıkladı:

"Ona, ceddim İbrahim'in ismini koydum!"920

Hz. İbrahim 'in Sütanneye Verilmesi

Emzikli Ensâr kadınları, Hz. Resûlullah'ın evlâdını emzirme bahtiyarlığına ermek için âdeta birbirleriyle yarış eder gibiydiler. Sonunda, Resûli Ekrem Efendimiz, nur topu evlâdını Ümmü Bürde Havle binti Münzir'e emzirmek üzere teslim etti.921 Bu vazifeyi üzerine almasından dolayı da Ümmü Bürde Havle'ye bir hurmalık tahsis etti. Hz. İbrahim, vefatına kadar, süt annesi Ümmü Bürde Havle'nin yanında kaldı.

Peygamber Efendimiz, mübarek evlâdı Hz. İbrahim'i sık sık ziyarete gider, şefkat ve merhametini izhar ederek, başını okşar, bağrına basardı.

Peygamber Efendimizin hizmetkârı Enes b. Mâlik (r.a.), ilgili bir hâtırasını şöyle anlatır:

"Ben, ev halkına Resûli Ekrem'den (s.a.v.) daha şefkatli, daha merhametli davranan kimse hayatımda görmedim!

"İbrahim, Medine'nin Avali kısmında süt annesinin yanında bulunurken, Peygamberimiz onu görmeye gider, biz de beraberinde bulunurduk.

"İbrahim'in süt babası (Ebû Seyf Bera b. Evs) demirci idi. Evinin her tarafı dumanlanmışken, Resûlullah içeri girer, oğlunu alır, öper, sonra dönerdi.

"Yine bir gün Resûlullah onu görmek için yola çıkmıştı. Ben de kendisini takip ediyordum. Evine vardığımızda, Ebû Seyf körüğüne asılıp duruyordu. Evin içi dumana bürünmüştü. Hemen önden koştum; ona 'Körüğünü durdur! Resûlullah (s.a.v.) geldi.' dedim. O da körüğünü durdurdu.

"Resûlullah, çocuğunu getirtti, bağrına bastı. Ona bazı sözler söyledi, onunla konuştu."
 

müdavim

Üye Sorumlusu
ŞÂİR KA'B B. ZÜHEYR'İN MÜSLÜMAN OLMASI

Ka'b b. Züheyr, büyük bir şâirdi.

Babası Züheyr, sayılı Arap edip ve şâirleri arasında yer alırdı. İki oğlu Ka'b ile Büceyr'i de kendisi gibi edip ve şâir yetiştirmişti.

Şâir Züheyr b. Ebî Sülma, Ehli Kitap kimselerin sohbetine devam ederken, âhirzamanda bir peygamberin geleceğini onlardan işitmişti.

Bir gece rüyasında gökten bir ip uzatıldığını, ipe yapışmak için elini uzattığı hâlde, onu tutamadığını görmüştü. Bu rüyasını, âhirzamanda gelecek olan peygambere kendisinin yetişemeyeceğine yormuştu.

Bu sebeple, vefatından önce oğullarına, "Gelecek olan peygambere îman ediniz!" diye vasiyette bulunmuştu.923

Kur'ân'ın fesahat ve belagatı karşısında gözleri kamaşan birçok kuvvetli edip, şâir ve hatib, İslâmiyetle müşerref olmuştu. Bununla beraber şirke direnen, Peygamberimizle Müslümanlara karşı besledikleri kin ve düşmanlığı şiir ve hitâbeleriyle dile getirmekten geri durmayanlar da vardı. İşte, Ka'b b. Züheyr, bunlardan biri idi.

Babasının ölümü üzerine, şöhretine kendisi vâris olmuştu.

Kardeşi Büceyr, Resûli Ekrem safında yer almışken, Ka'b bir türlü şirkten vazgeçmiyordu. Zaman zaman yazdığı şiirleriyle Efendimizi ve Müslümanları hicvederek, onları üzüyordu.

Bir gün, yine, kardeşi Büceyr'e, Müslüman olmasından dolayı duyduğu kin ve kızgınlıkla inkâr saçan bir şiir yazıp göndermişti. Büceyr (r.a.), şiiri Peygamber Efendimize okuyunca, son derece müteessir oldular. Ka'b'ın şiirleriyle Müslümanlara hakareti artık tahammül sınırı aşmıştı. Bunun üzerine Resûli Ekrem, ashabına şöyle ilân etti:

"Kim Ka'b b. Züheyr'e rastgelirse, onu öldürsün! Kanı şu andan itibaren heder edilmiştir [mubah kılınmıştır]."924

Bu müsaadenin verilmesinden sonra, Ka'b'ın uğrayacağı âkıbet, şüphesiz, dehşetli olacaktı. Bunu düşünen kardeşi Büceyr, son bir defa kendisini îkaz edip nasihatte bulunmak üzere bir mektup yazdı. Mektubunda, hakkında verilen kararı da haber verdi. Bundan kurtulabilmenin tek çâresinin de ancak, Hz. Resûlullah'a gelip af dilemek olduğunu bildirdi.925

Mektubu alan Ka'b, yerinde duramaz hâle gelmişti. Âdeta kocaman yeryüzü kendisine dar gelmeye başlamıştı. Her an son nefesini verecekmiş gibi ecel teri döküyordu. Aleyhinde verilen bu karar üzerine, kurtulamaycağını anlamıştı. İki şeyden birini tercih etmek zorundaydı: Ya şirkte devam edecek ve ele geçmemek üzere köşe bucak kaçacaktı veyahut Hz. Resûlullah'ın huzuruna çıkarak sadâkat elini uzatıp, o âna kadar yaptıklarından pişmanlık duyduğunu itiraf edecek ve af dileyecekti.

Ka'b, akıllı davranıp ikinci yolu tercih etti. Zâten kardeşinden mektup gelir gelmez de, iç âlemini bir pişmanlık duygusu kaplamıştı.

Uzun mesafeyi kısa zamanda kat'edip Medine'ye gelen Ka'b, Resûli Ekrem'in huzuruna vardı. Peygamberimiz, onu şahsen tanımıyordu. Ka'b, bu durumu akıllıca kullandı. Efendimizin huzurunda diz çöküp mübarek elini tuttuktan sonra, "Ka'b b. Züheyr, tevbe etmiş ve Müslüman olarak huzuru saadetinize gelmek işitiyor. Ben, onu size getirsem, ona eman verir, tevbesini ve Müslümanlığını kabul eder misin?" diye zekîce teklifte bulundu.

Ka'b, şiirleriyle Müslümanları üzmekten vazgeçer ve bunda pişmanlık duyup Müslüman olursa, artık Resûli Kibriya ile arasında bir mesele kalmamış demekti. Nitekim, Resûli Ekrem, bu teklife, "Evet." cevabında bulunarak bu kanâatini izhar buyurdu.

Bu cevap üzerine, Ka'b'in mânâ âlemi birdenbire parladı ve elini Hz. Resûlullah'ın elinden ayırmadan şehâdet getirdi:"Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur! Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed, Allah'ın Resulüdür."

Resûli Ekrem ile etrafında bulunan sahabîler, bir anlık bir hayrete kapıldıktan sonra, Efendimiz, "Sen kimsin?" diye sordu.

Ka'b, "Ben, Ka'b b. Züheyr"'im yâ Resûlallah!.." diye cevap verdi.

O sırada ashabtan biri ortaya atıldı. "Yâ Resûlallah!.. Bırak da şu Allah düşmanının boynunu vurayım!" diye konuşunca, Efendimiz, "Bırak onu! O, şu âna kadar içinde bulunduğu durumdan pişmanlık duymuş ve Hakk'a dönmüş olarak gelmiştir!"926 buyurdu.

Gönül ülkesi İslâm'ın manevî kılıcıyla fethedilen Ka'b, hemen o anda Arap edebiyatında şaheser parçalar arasında yer alan "Banet Süâdü" isimli kasidesini Hz. Resûlullah'a sundu.

"Suad'ın ayrılığı yetmiyormuş gibi, iki taraf arasında söz taşıyanlar, bana, 'Ey Ebû Sülmâ'nın oğlu!.. Sen, artık kendini ölmüş bil!' dediler.

"Kendilerine güvenip de başvurduğum her dost ise bana, 'Seni oyalayıp teselli edemem; başının çâresine bak!' dedi.

"Ben de 'Çekilin yolumdan!' dedim. Rahmân'in takdir ettiği her şey elbette olacaktır.

"İnsanoğlunun mes'ud hayatı ne kadar uzun olursa olsun, mutlaka bir gün bir tabutta taşınacaktır.

"Resûlullah'ın beni öldüreceğini haber aldım! "Resûlullah'ın yanında bağışlanmak en çok umulan şeydir. "Özür beyan ederek Allah Elçisinin yanına geldim. "Resûlullah'ın katında özür dâima kabule şayandır: "Merhamet ve teenni ile muamele et bana!

"İçinde birçok nasihat ve hüküm bulunan Kur'ân hediyesini sana ihsan eden Allah, hidâyetini artırsın!

"Rakiplerimin dedikodusuyla beni muaheze etme!

"Hakkımda birçok dedikodu yapılmışsa da, ben pek o kadar suçlu değilimdir.

"Ben şimdi öyle bir makamda bulunuyorum ki, burada gördüğüm ve işittiğim şeyleri bir fil görüp işitseydi muhakkak titrerdi!

"Burada, beni ancak Allah'ın izniyle Peygamber'in affına nail olmak kurtarabilir.

"Ben, Yüce Peygamber'e karşı hiçbir itirazda bulunmadan sağ elimi, onun adaletli eline uzatıyorum.

"Şimdi, söz onun sözüdür!

"Şüphe yok ki, Resûlullah doğru yolu gösteren bir nur, kötülükleri yok etmek için Allah'ın sıyrılmış keskin ve yalın kılıçlarından bir kılıçtır."927

Kâ'b, Resûli Ekrem ve Müslümanların kahramanlık ve yiğitliklerinden bahsederek kasidesine devam ediyordu.

Kaside içinde bir beyit vardı ki, Resûli Kibriya Efendimiz ondan son derece memnun olmuştu. O "Tâc Beyit" şuydu:

"Şüphe yok ki, Resûlullah, doğru yolu gösteren bir nur, kötülükleri yok etmemek için Allah'ın sıyrılmış keskin ve yalın kılıçlarından bir kılıçtır."

Bu beyti duyan Hz. Resûlullah, o anda üzerinde bulunan mübarek bürdesini [hırkasını] çıkarıp bu büyük şâire hediye ederek memnuniyeti yanında tebrik ve takdirlerini izhar etti.

Bundan sonra "Banet Süâdü" adlı kaside "Kasidei Bürde" olarak anılmaya başlandı.

Ka'b. b. Züheyr, Hz. Resûlullah'in bu hediyesiyle her zaman, her yerde iftihar ederdi. Ömrünün sonuna kadar onu yanında muhafaza etti.

Bir seferinde Hz. Muaviye, 10 bin dirhem vererek onu almak istemişti. Ka'b, "Resûlullah'in hırkasını giymek hususunda kimseyi nefsime tercih etmem!"928 diye cevap vermişti.

Fakat, Hz. Muaviye, Ka'b'ın vefatından sonra bu arzusuna nail oldu. Mirasçılarına 20 bin dirhem göndererek, Hz. Resûlullah'ın bu mübarek Hırkai Saadetlerini kendilerinden aldı.

Daha sonra bu mübarek hırka Emevîlerden Abbasîlere, onlardan da Yavuz Sultan Selim eliyle Osmanlılara geçti.930

Bugün, Hz. Resûlullah'ın bu mübarek hırkası mukaddes emanetleri arasında Topkapı Sarayının Hırkai Saadet Dairesinde muhafaza altında bulundurulmaktadır.931

"Hırkai Saadet, 1,24 boyunda geniş kollu olup siyah yünlü kumaştan yapılmıştır. İçi, kaba dokunmuş krem renk yünlü kumaş kaplıdır. Önünde, sağ tarafında 0,23x0,30 ebadında bir parçası noksandır. Sağ kolunda bir eksiklik vardır. Yer yer harabtır.

"...Hırkai Saadet, müteaddit bohçalara sarılmış olduğu hâlde (0,57x0,45x0,21) ebadında üstten açılır çifte kapaklı altın bir çekmece içindedir.* Bunun üzerinde, Sultan Azîz tarafından yaptırıldığı ve şefaat talebini hâvî uzunca bir kitabe de bulunmaktadır.

"İşbu çekmece ayrıca bohçalar içinde olarak büyük bir altın sandukaya konulur. Bu da Sultan Azîz tarafından yaptırılmış olup üzerinde 'Lâ ilahe illallah. Ve mâ erselnâke İllâ rahmeten lilâlemin. Lâ ilahe illallah elMelikü'1Hakkü'IMübînMuhammedün Resûlullah Sâdıku'1Va'di'lEmîn.' yazılıdır.

"Dört ayaklı kaidesi de altın kaplamalıdır."932

Topkapı Sarayı Müzesi sabık müdürü Tahsin Öz, daha sonra kitabında şu satırlara yer verir:

"Saltanat devrinde, hükümdar, Ramazan'ın 15. günü, Topkapı Sarayına gelir. Hırkai Saadet, merasimi mahsusa ile açılır

930 i. Hâmî Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 2, s. 43. 31 Tahsin Öz, Hırkai Saadet Dairesi ve Emanatı Mukaddese, s. 23.

Hırkai Saadet'in bu ebadda Sultan Murad tarafından yaptırılmış olan altın bir mahfazası daha mevcuttur. Bu, san'at itibarıyla fevkalâde olup, ayrıca zümrütlerle de bezenmiştir. Fakat, Sultan Azîz yeni mahfazayı yaptırınca, birincisi boş kalmış ve şimdi hazinenin üçüncü salonunda teşhirdedir

ve başucunda bizzat hükümdar bulunduğu hâlde devlet ricali ve saray memurları tarafından ziyaret olunur ve destimaller hediye olunurdu. Bilâhare saray kadınları da ziyaret ederlerdi.

"Hırkai Saadet'in başmuhâfızı hükümdar olup, onun gaybubetinde bu vazife Tülbent Ağasına aittir. Hırkai Saadet hademe teşkilâtı, Topkapı Sarayı müze hâline intikal edinceye kadar (3 Nisan 1924) aynı an'aneyle
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Uyeyne b. Hısn 'in Müslüman Olması

Uyeyne b. Hısn, Gatafanların reisi idi. İslâm nurunun gün geçtikçe etrafa parlak bir surette yayılması onu da düşündürüyordu. Bir gün hatırı sayılır birinden şunları dinlemişti:

"Ey Uyeyne!.. Sen, bu dar görüşlülükten hâlâ vazgeçmeyecek misin? Muhammed, memleketler fethedip duruyor; sen ise hâlâ başka şeylerle meşgulsün! Benî Nadirlerin, Hendek günü Benî Kurayzaların, ondan önce de Benî Kaynukaların, nihayet Hayberlilerin işlerini sen de gördün! Hâlbuki, bunların hepsi de, Hicaz Yahudilerinin ileri gelenleri ve kuvvetlileri idiler!"

Uyeyne adamı tasdik etti: "Evet!.. Bütün bunlar, aynen oldu!"

Nihayet, Hicret'in 8. senesinde, Mekke fethinden az önce Medine'ye gelerek Müslüman oldu.934

Benî Süleymlerin Müslüman Olması

Resûli Ekrem Efendimiz, Mekke'yi fethe gittiği sıradaydı. Kudeyd mevkiinde Süleym Oğullarından 9001000 kadar kişi gelip Peygamber Efendimizle buluştular ve orada Müslüman oldular. Mekke'nin fethinde, Huneyn ve Taif Savaşlarında İslâm Ordusunda bulundular.

İlk Kısas Hükmü

Taif Seferi esnasında idi. Peygamber Efendimize Benî Leyslerden bir adam getirildi. Bu adam, Hüzeyllerden birini haksız yere öldürmüştü.

İki taraf, Resûli Ekrem Efendimizin huzurunda iddialarını sıralayıp savunmalarını yaptılar.

Sonunda Peygamber Efendimiz, öldürülen adama karşılık, katilin de öldürülmesine hüküm verdi. Hüküm infaz edildi.

Bu, İslâm'da kısasla neticelenen ilk kan dâvası idi.
 
Üst