an’ane-i müstemirre: yerleşmiş, devam eden gelenek | bizzat: doğrudan |
bâhusus: özellikle | cihet: yön, taraf |
dalâlet: doğru yoldan ayrılma, sapkınlık | delâil: deliller |
deruhte etmek: üstlenmek | ef'âl: fiiller, işler |
farz: Allah’ın kesinlikle yapılmasını emrettiği şey | ferâiz: farzlar; Allah’ın yapılmasını kesin olarak emrettiği şeyler |
fıtrat: yaratılış, mizaç | gaflet: duyarsızlık, umursamazlık; Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli |
güruh-u mücâhid: din için cihad edip çalışan, çaba harcayan kimseler topluluğu | hadsiz: sayısız, sınırsız |
hakikî: asıl, gerçek | hamiyet: din ve vatan gibi mukaddes değerleri ve kendi aile ve yakınlarını koruma duygusu ve gayreti |
hasiyet: özellik | hukuk-u ibâd: kul hakları; diyet, tanzimat, borç hakkı gibi özel menfaati ilgilendiren haklar (mülkiyet, sağlık, alışveriş, borç gibi) |
hukukullah: Allah’ın hakları; zekât, şer’î cezâlar, keffaretler, farz ibadetler gibi genel menfaatı ilgilendiren haklar; namaz, oruç, zekât, içki, zina kumar gibi emir ve yasaklara uyma | hâcât-ı diniye: dinle ilgili ihtiyaçlar |
icmâ: fikir birliği; bir asırda müçtehid kimselerin dini bir meselede vardıkları görüş birliği | ihbarat: ihbarlar, bildirmeler, haber vermeler |
ihtimal-i helâket: yok olma, mahvolma ihtimali | ihtimal-i necat: kurtuluş ihtimali |
ihtimal-i zarar: zarara uğrama ihtimali | ihtiyâcât-ı ruhiye: ruhun ihtiyaçları |
imtisal etmek: yerine getirmek | inkılâb-ı azîm: büyük değişim, dönüşüm |
istinad: dayanma, güvenme | lehviyat-ı medeniye: medeniyetin haram eğlenceleri, oyunları |
lâakal: en az | meclis-i âli: yüksek, yüce meclis |
mecnun: cinnet geçirmiş, deli | mânâ-yı hilâfet: hilâfetin anlamı; Peygamberimizin vekili olarak Müslümanların din ve dünya işlerinin tedbirini gören genel başkanlık makamının anlamı |
mânâ-yı saltanat: Devlet makamının ifade ettiği mânâ, görev | safsata-i nefis: nefsin safsatası, nefsin saçmalıkları |
sülûk etmek: bir yola girmek, yönelmek, gitmek | sırr-ı tevatür: tevatür sırrı; bir sözün nesilden nesile, sözüne inanılır büyük bir topluluk tarafından nakledilmesi sırrı, hikmeti |
tazammun etmek: içine almak, kapsamak | vehim: kuruntu, olmayan şeyi varmış gibi gösteren düşünce |
vekâleten: başkasının adına ve yerine hareket ederek, asıl vazifelinin yerine çalışarak | vesvese-i şeytan: şeytanın kalbe düşürdüğü şüphe, asılsız kuruntu |
zarar-ı dünyevî: dünyaya ait zarar | zaruriyât-ı diniye: hükümleri açık olan ve dinen yapılması zorunlu olan şeyler |
âşiren: onuncusu | şahsiyet-i mâneviye: belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik; tüzel kişilik |
şeâir-i İslâmiye: İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler |
|