Konuya cevap cer

Cevap: Hubab - Sayfa: 137



İ’lem eyyühe’l-aziz! Şu dünya hayatına muhabbetle müptelâ olan bazı insanlar, o hayatın vücuda gelmesinden maksat ve gaye, yalnız o hayata hizmet ve o hayatın bekası olup, başka bir faidesi olmadığını, yani, Fâtır-ı Hakîmin zevilhayatta ve cevher-i insaniyette vedia olarak koyduğu bütün cihâzat-ı acibe ve teçhizat-ı harikanın, seri-ü’zzevâl olan şu hayatın hıfzıyla bekası için verildiğini zannediyorlar. Halbuki, kaziye öyle olduğu takdirde, kâinattaki gayr-ı mütenahi nizamların şehadetleriyle, sath-ı âlemde görünen hikmet, inayet, intizam, adem-i abesiyete olan delil ve burhanların, mâkûse olarak, abesiyete, israfa, intizamsızlığa, adem-i hikmete delil ve burhan olmaları lâzım gelecektir.


Arkadaş! Şu dünyevî hayatın faideleri pek çoktur. O faidelerden, hayat sahibine, tasarruf ve hizmeti nisbetinde bir hisse ayrıldıktan sonra, bâki kalan gayeler, semereler Fâtır-ı Hakîme râcidir. Evet, insan ve insanın hayatı, esmâ-i İlâhiyenin tecelliyatına bir tarladır. Ve Cennette rahmet-i İlâhiyenin envâının cilvelerine mazhardır. Ve hayat-ı uhreviyenin harika ve gayr-ı mütenahi semereleri için bir fidanlık veya bir çekirdektir. Demek, insan bir sefine kaptanı gibidir. Sefinenin gayr-ı mahdut faidelerinden, kaptanın alâka ve hizmeti nisbetinde kendisine verilir. Bâki kalan kısmı sultana râcidir. İnsan da, sefine-i vücuduyla alâkası derecesinde o vücudun hayattar semerâtından hissesini alır. Mütebâkisi Sultan-ı Ezelîye aittir.


İ’lem eyyühe’l-aziz! Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve ziynetleri, Hâlıkımızı, Mâlikimizi ve Mevlâmızı bilmediğimiz takdirde Cennet olsa bile Cehennemdir.





Fâtır-ı Hakîm: her şeyi belli bir amaca yönelik, tam yerli yerinde ve benzersiz olarak yaratan AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Mevlâ: efendi, koruyucu, sahip, AllahMâlik: görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah
Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatı bütün zamanları kuşatan Sultan, Allahabesiyet: boş, faydasız ve gayesiz oluş
adem-i abesiyet: boş ve anlamsız olmamaadem-i hikmet: hikmetsizlik; her şeyin bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmaması
alâka: ilgibekà: devamlılık ve kalıcılık
burhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delilbâki kalan: geri kalan
cevher-i insaniyet: insanlığın aslı, özü, ruhucihâzat-ı acibe: şaşırtıcı, harika cihazlar, âletler
cilve: görüntü, yansımadelil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şey
dünyevî: dünya ile ilgilienvâ: neviler, türler
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimlerigaye: amaç
gayr-ı mahdut: sınırsızgayr-ı mütenahi: sonsuz
hayat-ı uhreviye: öteki dünya hayatı, öldükten sonraki sonsuz hayathayattar: canlı
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıhisse: pay
hıfz: korumainayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik, itina, özen
intizam: düzenlilikintizamsızlık: düzensizlik
israf: savurganlıki’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!" mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir ifade
kaziye: önermekâinat: evren, yaratılmış herşey
lâzım gelmek: gerekli olmakmaksat: kasıt, amaç
mazhar: erişmiş, kavuşmuşmuhabbet: sevgi
mâkûse: ters orantılımüptelâ olan: bağımlı olan
mütebâki: geri kalannizam: düzen, sistem
rahmet-i İlâhiye: Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmetirâci: dönen, ait olan
sath-ı âlem: kâinat yüzü, yaratılmış herşeysefine: gemi
sefine-i vücud: vücut gemisi, beden gemisisemere: meyve, sonuç
semerât: meyveler, neticelerseri-ü’zzevâl: hızla, çabucak yok olan, sona eren
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetmetecelliyat: tecellîler; yansımalar, görüntüler
teçhizat-ı harika: hayranlık veren cihazlar, donanımlarvedia: emanet, ödünç
vücud: bedenvücuda gelmek: meydana gelmek
zevilhayat: hayat sahipleri, canlılarziynet: süs
şehadet: şahitlik, tanıklık




Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst