Fâtır-ı Hakîm: her şeyi belli bir amaca yönelik, tam yerli yerinde ve benzersiz olarak yaratan Allah | Hâlık: her şeyi yaratan Allah |
Mevlâ: efendi, koruyucu, sahip, Allah | Mâlik: görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah |
Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatı bütün zamanları kuşatan Sultan, Allah | abesiyet: boş, faydasız ve gayesiz oluş |
adem-i abesiyet: boş ve anlamsız olmama | adem-i hikmet: hikmetsizlik; her şeyin bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olmaması |
alâka: ilgi | bekà: devamlılık ve kalıcılık |
burhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delil | bâki kalan: geri kalan |
cevher-i insaniyet: insanlığın aslı, özü, ruhu | cihâzat-ı acibe: şaşırtıcı, harika cihazlar, âletler |
cilve: görüntü, yansıma | delil: işaret, alâmet; kendisine, doğru bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şey |
dünyevî: dünya ile ilgili | envâ: neviler, türler |
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri | gaye: amaç |
gayr-ı mahdut: sınırsız | gayr-ı mütenahi: sonsuz |
hayat-ı uhreviye: öteki dünya hayatı, öldükten sonraki sonsuz hayat | hayattar: canlı |
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması | hisse: pay |
hıfz: koruma | inayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik, itina, özen |
intizam: düzenlilik | intizamsızlık: düzensizlik |
israf: savurganlık | i’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!" mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir ifade |
kaziye: önerme | kâinat: evren, yaratılmış herşey |
lâzım gelmek: gerekli olmak | maksat: kasıt, amaç |
mazhar: erişmiş, kavuşmuş | muhabbet: sevgi |
mâkûse: ters orantılı | müptelâ olan: bağımlı olan |
mütebâki: geri kalan | nizam: düzen, sistem |
rahmet-i İlâhiye: Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti | râci: dönen, ait olan |
sath-ı âlem: kâinat yüzü, yaratılmış herşey | sefine: gemi |
sefine-i vücud: vücut gemisi, beden gemisi | semere: meyve, sonuç |
semerât: meyveler, neticeler | seri-ü’zzevâl: hızla, çabucak yok olan, sona eren |
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetme | tecelliyat: tecellîler; yansımalar, görüntüler |
teçhizat-ı harika: hayranlık veren cihazlar, donanımlar | vedia: emanet, ödünç |
vücud: beden | vücuda gelmek: meydana gelmek |
zevilhayat: hayat sahipleri, canlılar | ziynet: süs |
şehadet: şahitlik, tanıklık |
|