Cevap: Hubab - Sayfa: 143
Allah’a mal olmak ise, bütün eşyayı terk ve herşeyin Ondan olduğunu ve Ona rücû ettiğini bilmekle olur.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenâb-ı Hakkın sana in’âm ettiği vücut ile vücuda lâzım olan şeyler, temlik suretiyle değildir. Yani, senin mülkün ve malın olup istediğin gibi tasarruf etmek için verilmemiştir. Ancak, o gibi nimetlerde, Allah’ın rızasına muvafık tasarruf edilebilir.
Evet, bir misafir, ev sahibinin iznine ve rızasına muvafık olmayacak derecede, yemeklerde ve sair şeylerde israf edemez.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Gözleri küsuf tutmuş bazı adamlar, gözleri önünde vukua gelen gayr-ı mahdut hususî haşr ü neşirleri kör gözleriyle gördükleri halde, kıyamet-i kübrâyı ve haşr-i umumiyeyi nasıl istiğrab ediyorlar? Acaba, çiçek açıp semere veren ağaçlarda her sene îcad edilen meyvelerin haşr ü neşirlerini gördükten sonra haşr-i umumîyi istib’ad eden sıkılmaz mı?
Eğer onlar şuhudî bir yakîn ile haşr-i umumîyi görmek isterlerse, akıllarını da beraber bulundurmak şartıyla, yaz mevsiminde küre-i arz bahçesine girsinler. Acaba ağaç dallarından sallanan o tatlı, ballı, nazif, lâtif kudret mu’cizeleri, o mahlûkat-ı lâtife, evvelkisinin, yani ölüp giden semeratın aynı veya misli değil midir? Eğer insanlarda olduğu gibi o meyvelerde de vahdet-i ruhiye olmuş olsaydı, geçmiş ve gelen yeni meyveler birbirinin aynı olmaz mıydı? Fakat, ruhları olmadığı için aralarında ayniyete yakın öyle bir misliyet vardır ki, ne aynıdır ve ne de gayr keyfiyeti gösterir. Acaba semerattaki bu vaziyeti gören, haşri istib’ad edebilir mi?
Ve keza, mânevî asansörlerle lâzım olan erzak ve gıdalarını ağacın yüksek dallarına çıkartmakla, tebessümleriyle arz-ı dîdar eden dut ve kayısı gibi meyveleri
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah | arz-ı dîdar etmek: yüzünü arz etmek, göstermek |
ayniyet: aynı oluş | erzak: rızıklar, yenilecek ve içilecek şeyler |
eşya: şeyler, varlıklar | gayr: başka |
gayr-ı mahdut: sınırsız | haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma |
haşir u neşir: yeniden dirilip toplanma ve tekrar dağılıp yayılma; kıştan sonra bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilip yeryüzüne yayılması gibi | haşr-i umumî: her şeyi kaplayan yeniden diriliş; her şeyin öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanması |
hususî: özel | in’âm etmek: nimetlendirmek |
israf etmek: gereğinden fazla tüketmek, savurganlık etmek | istib’ad etmek: akıldan uzak görmek |
istiğrab etmek: garip karşılamak, garip bulmak | i’lem eyyühe’l-aziz: “Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!” mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir söz |
keyfiyet: özellik, nitelik | keza: bunun gibi |
kudret: Allah’ın güç ve iktidarı | küre-i arz: yerküre dünya |
küsuf tutmak: örtülmek, perdelenmek | kıyamet-i kübrâ: büyük kıyâmet, varlığın bozulup dağılması |
lâtif: güzel, hoş | mahlûkat-ı lâtife: hoş, güzel mahlûklar, yaratılmışlar |
misil: benzer | misliyet: birbirinin misli, benzeri |
muvafık: uygun | mu’cize: Allah tarafından verilen ve bir benzerini yapmada insanların aciz kaldığı olağanüstü şey |
mânevî: maddî olmayan; nurânî | mülk: sahip olunan şey |
nazif: temiz | nimet: iyilik, lütuf, ihsan |
rücû etmek: dönmek | rıza: memnuniyet, hoşnutluk |
sair: diğer, başka | semerat: meyveler |
semere: meyve | tasarruf etmek: dilediği gibi kullanmak ve yönetmek |
temlik: kişinin dilediği gibi yönetip tasarruf edeceği birşeyi mülk edinmesi, sahiplenmesi | vahdet-i ruhiye: ruh birliği; bir ve tek ruhun olması |
vaziyet: durum, hâl | vukua gelme: meydana gelme |
vücut: beden | yakîn: şüpheye yer bırakmayacak derecede kesinlik |
îcad: var etme, yaratma | şuhudî: açıkça, gözle görür derecede |