Konuya cevap cer

Taklit nedir, mukallit kimdir?


Fıkıh terimi olarak taklit "başkasının görüşüyle deliline bakmaksızın amel etmek"tir. Buradaki 'görüş' kelimesi, müçtehidin içtihadını anlatır.


Bu tariften de anlaşılacağı gibi mukallit, içtihat seviyesine ulaşamamış kimsedir. Böyle kimseler (ki her dönemde toplumun ezici çoğunluğunu oluştururlar) kaçınılmaz olarak bir müçtehidi taklit etmek durumundadırlar. Zira hiç kimsenin Allah'ın dininde kendi heva ve hevesleriyle amel etmek gibi bir özgürlüğü yoktur!


Yüce Kitabımız'da, "Bilmiyorsanız zikir ehline sorun." (Nahl, 43) buyurulmuştur. Sahabe döneminden itibaren bu ümmetin çok büyük çoğunluğu, bilmediği konularda bilenlere (alimlere) sormak suretiyle amel edegelmiş, hiç kimse müçtehit alimlerin içtihatlarıyla amel ettiği, yani onları taklit ettiği için kınanmamıştır.


Son devirlerde 'Kur'an'la amel', 'hadisle amel' gibi sloganlarla ortaya çıkan bazı grupların, taklidi sakınılması gereken bir durum olarak gördüğü, hatta bazılarının işi daha da ileriye götürerek taklidi 'şirk' saydığı biliniyor. Gerekçe: Allah'ın dininde kulların görüşleriyle amel etmek! Oysa ayakları yere basan bir değerlendirme yapılacak olursa görülecektir ki, Kur'an ayetlerinin ve hadislerin tamamının olmasa da önemli bir kısmının içtihada açık bir yapısı vardır. Bu sahada içtihad etmiş olan mezhep imamları da, kendi şahsî/sübjektif görüşleriyle değil, Kur'an ve Sünnet'i anlama tarzlarıyla mezhep dediğimiz yapıya vücut vermişlerdir. Dolayısıyla bir kimse içtihat gerektiren konularda içtihat seviyesine ulaşmışsa kendisi içtihat edecek, ulaşmamışsa içtihat eden bir alimin delilli-dayanaklı görüşüyle amel edecektir. Bunun "şirk"le ne ilgisi olabilir?!


Meselenin şöyle bir boyutu daha var: İslâm tarihi boyunca mezhep kurmuş müçtehit alimlerin ortaya koyduğu ilmî birikim, mutlak içtihat seviyesine ulaşmamış da olsa mezhep alimleri tarafından sürekli bir faaliyetle geliştirilmiş, öncekilerin ilmî mirası katlanarak sonraki asırlara devredilmiştir.


Bunun en çarpıcı misalini Kur'an tefsirleriyle hadis ve fıkıh eserlerinin şerhleri oluşturur. Bir bütün olarak tefsir ve şerhler, devralınan mirası birkaç katına çıkararak sonraki kuşaklara aktaran eserlerdir. Söz gelimi İmam Mâlik rh.a.'in el-Muvatta isimli eseri tek ciltlik bir hacme sahiptir. Malikî mezhebi alimleri bu esere onlarca cilde ulaşan hacimlerde şerhler yazmışlardır. Sadece İbn Abdilberr, el-Muvatta üzerine üç ayrı çalışma yapmıştır ki, bunlardan et-Temhîd isimli şerh, 37 cilt halinde neşredilmiştir. Hanefî mezhebi ulemasından İmam Serahsî rh.a., toplamı birkaç cildi geçmeyecek olan Zâhiru'r-Rivâye kitaplarını (Hanefî mezhebinin, üçüncü imamı İmam Muhammed tarafından derlenen temel metinlerini) büyük boy 30 cüz halinde şerh etmiştir. Aynı durum hiç şüphesiz diğer mezhepler için de geçerlidir. Yazıyı fazla uzatmış olmamak için daha fazla örnek zikretmeyi gereksiz görüyoruz.


Dolayısıyla "mezheplerin kuruluş aşamasından sonra içtihat mekanizmasının çalıştırılmaz olması daha sonraki asırlarda müslümanların geri kalmasına sebep olmuştur" tarzında sloganvari değerlendirmelerin herhangi bir esasa dayanmadığını ayrıca belirtmeye gerek yoktur.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst