Konuya cevap cer

İçtihat kapısı


Öteden beri tartışma konusudur: İçtihat kapısı açık mı, kapalı mı? Açıksa oradan kimler girebilir, kapalıysa kim tarafından, niçin kapatılmıştır?


Hemen söyleyelim ki içtihat kapısı Kur'an ve Sünnet tarafından açılmıştır ve onu kapatmak hiç kimsenin yetkisinde değildir. Ancak ilk devirlerdeki ilmî seviye ve kapasite, aradan zaman geçtikçe azaldığı ve artık müçtehit yetişmez olduğu için fiilî durum içtihat kapısının kapalı olduğu gibi bir sonuç doğurmuştur. Bir başka şekilde söylersek; içtihat kapısı açıktır, ancak oradan geçecek kabiliyet, kudret, ehliyet ve kapasitede alim (müçtehit) yoktur. Dolayısıyla "içtihat kapısı kapanmıştır" sözü, "oradan geçecek kimse kalmamıştır" tarzında anlaşılmalıdır. Bu söylediğimizin en kesin delili, 1000 yıldan fazla bir zamandır İslâm Dünyası'nda yerleşik 4 mezhebin dışında kendine mahsus bir Usul-i Fıkıh sistemi oluşturabilmiş bir alimin çıkmamış olmasıdır. Usul-i Fıkıh demek, Kur'an ve Sünnet'i mevcut anlama metodolojilerinden farklı olarak 'kendine mahsus' bir sistemle anlama mekanizması demektir. Böyle bir metodoloji olmadan içtihat yapılamaz.


Günümüzde bir takım ayet ve hadisler üzerinde son derece nahif ve tutarsız bir şekilde "ben böyle anlıyorum" kabilinden yapılan yorumların 'içtihat' olarak anlaşılması mümkün değildir. Zira bu türlü spekülasyonların içtihat ciddiyetiyle bağdaştırılmasının imkanı yoktur.



Sonuç olarak


Madde planında bir kısım Batı dünyasının gerisinde kalmış olmak, bunu aşağılık kompleksine dönüştüren bazı müslümanları 'din anlayışını sorgulamak' gibi bir garabetin içine sürüklemiştir. Genellikle varılan sonuç şu olmuştur:


İslâm'ın ilk asırlarında içtihat faaliyeti serbestçe yapılabildiği için müslümanlar ileri gitmişlerdi. Ancak hicrî 4. (miladî 10.) asırdan sonra içtihat kapısının kapatılmasıyla müslümanlar gerilemeye başladı. Şimdi içinde bulunduğumuz durumdan kurtuluşun tek yolu içtihat kapısını tekrar açmak ve serbest içtihat faaliyetini tekrar devreye sokmaktır.


Burada gözden kaçırılan önemli bir gerçek var: Geçmiş asırlarda içtihat ehli imamlardan hiç birisi 'toplumu ileri götürmek' gibi bir gerekçeyle içtihat etmemiştir. Onların biricik amacı Allah Tealâ'nın bizden nasıl bir hayat yaşamamızı istediği sorusunun cevabını bulmaktı. Onlar hayatlarını 'Allah rızasını tahsile' vakfettiler. Modern zamanların aydınları ise Batılı standartları yakalamak için içtihat edilmesi gerektiğini söylüyor! Tabii ki bu amaç esas alındığında gerekirse ?sadece fıkhî hükümler değil? iman esasları dahi gözden geçirilebilecektir! Nitekim kadın-erkek eşitliği, çok eşlilik, miras taksimatı, bir takım cezalar gibi hususların tartışma gündeminden hiç düşmemesi bu noktayı açık biçimde göstermektedir.


Elbette amaç farklı olunca varılan sonuç da farklı olacaktır. Birtakım Kur'an ayetlerinin ve hadis-i şeriflerin tarih boyunca hiçbir İslâm aliminin aklının ucundan geçmeyen şekilde yorumlanması, özellikle de Batılı telakkiye uygun yorumların bir takım medyada ve akademik çevrelerde belirgin bir desteğe sahip kılınması hep aynı yaklaşımın yansımalarıdır.


Buradan da kolayca anlaşılacağı gibi problem sadece dönemini doldurmuş içtihatların yerine yeni içtihatların yapılması gibi 'masum' bir gerekçeye dayandırılabilecek türden değildir. Zira bu anlayış için problem teşkil eden sadece bir kısım içtihatlar değil, bütünüyle Kur'an, Sünnet, delil, hüküm, kulluk, din anlayışıdır!


Bugünkü moda zihniyetin bütün bu temel kavramlarla problemi vardır. Ve bu zihniyet, Batılılaşma önünde engel olarak gördüğü bu ve benzeri temel kavramları Ümmet-i Muhammed'in hayatından çıkarabilmek için "yeni içtihat isterük" demektedir.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst