Konuya cevap cer

Bir Şüphe ve Cevabı


İslâm'ı anlamak ve yaşamak için müçtehit alimlere muhtaç olduğumuz ileri sürülüyor. Oysa Kur'an kendisini 'apaçık', 'ayetleri detaylı olarak açıklanmış', 'kolaylaştırılmış' bir kitap olarak tanıtmıştır. Aynı şekilde Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz de Kur'an-ı Mübin'i sözleri ve fiilî yaşantısıyla açıklamış, tefsir etmiştir. Hal böyleyken müçtehit alimlere niçin ihtiyaç duyalım?


Bu itiraz ilk bakışta yerinde gibi görünüyor. Ancak meseleye biraz yakından baktığımızda durumun pek de öyle olmadığı anlaşılacaktır.


Şurası kesin ki, Kur'an ayetleri ve Efendimiz s.a.v.'in hadisleri/sünnetleri kemiyet olarak sınırlıdır. 6 bin küsür ayet ve (Efendimiz'e aidiyeti kesin, tekrarlar dışında) en fazla 10 bin civarında hadis mevcut iken, hükme bağlanması gereken olayların hesaba sayıya gelmeyecek kadar fazla olduğu açık. Dolayısıyla, sınırlı sayıda ayet hadisten hareketle, sınırsız diyebileceğimiz meseleyi hükme bağlamak elbette bir uzmanlık ve ehliyet işidir.


Öte yandan açıklık-kapalılık bakımından Kur'an ayetlerinin tamamının aynı seviyede olduğu söylenemez. Zira bizzat Kur'an, ihtiva ettiği ayetlerin bir kısmının "muhkem" (açık, ne anlattığı belli), bir kısmının ise "müteşabih" (manası kapalı, izaha muhtaç) olduğunu haber vermektedir (Âl-i İmran, 7). Öyleyse Kur'an ayetlerinin tamamının "apaçık" olduğunu söylemek doğru değildir.


Aynı durum hadisler için de geçerlidir. Efendimiz s.a.v., "Bana cevamiu'l-kelim verildi" buyurmuştur. (Buharî, Müslim) Bu, az sözle çok mana ifade etme kabiliyet ve kudretidir. Dolayısıyla böyle hadislerin anlaşılması ayrı bir ihtisas ister.


Diğer taraftan hadisler arasında birbiriyle zahiren çatışma arz edenler, birden fazla şekilde anlaşılmaya müsait olanlar vardır. Bunların aralarının bulunması, birinin diğerine tercih edilmesi ve doğru anlama tarzının ortaya konulması da hiç şüphesiz ciddi bir birikim ve yetenek işidir.


Bütün bunlar, 'doğrudan Kur'an ve Sünnet'le amel' söyleminin ciddiye alınabilmesi için müçtehit seviyesinde birikime sahip olmak gerektiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu sebeple (aşağıda kısmen örneklendireceğimiz gibi) tarih boyunca fıkıh, hadis, tefsir... sahalarında otorite olmuş alimler hep bir müçtehit imamın mezhebine tabi olmuşlar, dünyaları ve ahiretleri için bunun en sağlam yol olduğunda karar kılmışlardır.



Ebu Zehra'nın Çarpıcı Tespitleri


Son devrin yetiştirdiği büyük Fıkıh alimlerinden Muhammed Ebu Zehra'ya kulak verelim:


"İçtihat kapısının kapatılması dinî maslahatlar cümlesinden midir? 


Sesimin en gür tonuyla diyorum ki: İçtihat kapısı, bu dini korumak için Allah Tealâ'dan gelen bir ilhamla kapatılmıştır. Herhangi bir fakih, fıkıh talebesi veya bir başkası bu söylediğimi garip karşılayabilir. 


Evet, içtihat kapısının kapatılması maslahatlar cümlesindendir! 


İçtihat kapısı hicrî 4. asırda kapatılmıştır. Bunun ardından, 5. ve 6. asırlarda Moğol istilası vuku bulmuş, bunu Haçlı seferleri izlemiştir. Bu süreçten sonra da fasit ve müfsit yöneticiler devri gelmiştir. 


Bütün bu dönemler içinde içtihat kapısı açık olsaydı ne olurdu dersiniz? Fasit ve müfsit her yönetici, hükmünü yürütecek bir kadı bulacak, herkes amacına ulaşmak için bir çözüm elde edecekti! Bunun sonucunda şu veya bu dinî grup, din adına 'katli helal görülerek' katledilebilecekti! 


İçtihat kapısının kapanması Allah Tealâ'nın bu Ümmet'e bir nimetidir. Bu sayede fasit ve müfsit yöneticilerin razı olduğu, kendileri için her şeyin bir kolayını bulan tiplerin türemesi mümkün olmamıştır. 


Eğer müçtehit konumunda olanlar Ebu Hanife gibi olsaydı, içtihat kapısının kapatılmasının İslâm dini aleyhinde işlenmiş büyük bir cürüm olduğunu söylerdik. O Ebu Hanife ki: 'Bana karşı ayaklanmaları halinde kanlarının mübah olacağı konusunda kendilerinden söz aldığım Musul halkı hakkında ne dersin?' diye soran Ebu Cafer el-Mansur'a şöyle karşılık vermişti: 'Bir kimse bir başkasına bir şey verdiğinde kendisinin öldürülmesini şart koşsa, o kimsenin bunu öldürmeye hakkı olur mu? Bu, Musul halkının koşma hakkına sahip olmadığı bir şarttır! Çünkü onların canı Allah Tealâ'nın elindedir ve bir müslümanın kanı ancak şu üç durumda helal olur: 


Evli olduğu halde zina etmişse. Dinden çıkıp müslüman cemaatinden ayrılmışsa. Bir cana kıymışsa... Şu halde Musul halkının kanını hangi hakla mübah görüyorsun?' 


İslâm Fıkhı'nda pek çok kıymetli görüş ve içtihat vardır; hatta bunlar arasında 'geri' ve 'donuk' olanlar da mevcuttur. Ne var ki bu 'donukluk' İslâm'ı fesada uğramaktan muhafaza etmiştir!..." (Ebu Bekr Abdürrâzık, Kımem İslâmiyye Ebû Zehra, 137)



Semerkand Dergisi / Ebubekir Sifil / Ekim 2011 - 154.sayı


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst