Huseyni
Müdavim
Cevap: Katre - Sayfa: 91
emaneten oturur. O vücutta yapılan binlerce tasarrufattan, ancak bir tane insana aittir.
Ve keza, esbab içerisinde en eşref, en kuvvetli bir ihtiyar sahibi insan iken, ef’âl-i ihtiyariye namıyla kendisine mal zannettiği ef’âlin ekl, şürb gibi en âdi bir fiilin husûlünde, yüz cüz’ünden ancak bir cüz’ü insana aittir.
Ve keza, insanın elindeki ihtiyar pek dardır. Havâssının en genişi hayal olduğu halde, o hayal akıl ve aklın semerelerini ihata edemez. Bunları, bu kadar büyük iken, nasıl daire-i ihtiyarına idhal edip, onlarla iftihar ediyorsun.
Ve keza, şuurî olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir. O fiiller şuurî oldukları halde, şuurun taallûk etmediğinden sâbit olur ki, o fiillerin fâili bir Sâni-i Zîşuurdur. Ne sen fâilsin ve ne senin esbabın... Binaenaleyh, mâlikiyet dâvâsından vazgeç. Kendini mehasin ve kemâlâta masdar olduğunu zannetme. Ve kat’iyen bil ki, senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünkü, sû-i ihtiyarınla, sana verilen kemâlâtı bile tağyir ediyorsun. Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin hep mevhubedir; seyyiatın meksûbedir. Binaenaleyh,
1لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَلاَحَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ de.
Üçüncü hastalık: “Gurur”dur.
Evet, gurur ile, insan maddî ve mânevî kemâlât ve mehasinden mahrum kalır. Eğer gurur saikasıyla başkaların kemâlâtına tenezzül etmeyip kendi kemâlâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır. Böyle insanlar, malûmat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslâf-ı izâmın irşadat ve keşfiyatlarından mahrum
[NOT]Dipnot-1 Mülk Onundur; hamd de Onadır; havl ve kuvvet ise ancak Ondandır.
[/NOT]
emaneten oturur. O vücutta yapılan binlerce tasarrufattan, ancak bir tane insana aittir.
Ve keza, esbab içerisinde en eşref, en kuvvetli bir ihtiyar sahibi insan iken, ef’âl-i ihtiyariye namıyla kendisine mal zannettiği ef’âlin ekl, şürb gibi en âdi bir fiilin husûlünde, yüz cüz’ünden ancak bir cüz’ü insana aittir.
Ve keza, insanın elindeki ihtiyar pek dardır. Havâssının en genişi hayal olduğu halde, o hayal akıl ve aklın semerelerini ihata edemez. Bunları, bu kadar büyük iken, nasıl daire-i ihtiyarına idhal edip, onlarla iftihar ediyorsun.
Ve keza, şuurî olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir. O fiiller şuurî oldukları halde, şuurun taallûk etmediğinden sâbit olur ki, o fiillerin fâili bir Sâni-i Zîşuurdur. Ne sen fâilsin ve ne senin esbabın... Binaenaleyh, mâlikiyet dâvâsından vazgeç. Kendini mehasin ve kemâlâta masdar olduğunu zannetme. Ve kat’iyen bil ki, senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünkü, sû-i ihtiyarınla, sana verilen kemâlâtı bile tağyir ediyorsun. Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin hep mevhubedir; seyyiatın meksûbedir. Binaenaleyh,
Üçüncü hastalık: “Gurur”dur.
Evet, gurur ile, insan maddî ve mânevî kemâlât ve mehasinden mahrum kalır. Eğer gurur saikasıyla başkaların kemâlâtına tenezzül etmeyip kendi kemâlâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır. Böyle insanlar, malûmat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslâf-ı izâmın irşadat ve keşfiyatlarından mahrum
[NOT]Dipnot-1 Mülk Onundur; hamd de Onadır; havl ve kuvvet ise ancak Ondandır.
[/NOT]
Sâni-i Zîşuur: her şeyi san’atla yaratan, şuur sahibi olan Allah | binaenaleyh: bundan dolayı |
cereyan etmek: meydana gelmek | cesed: beden |
cüz': bölüm, parça | daire-i ihtiyar: etki alanı, dilediğini yapabilme dairesi |
ef'âl: fiiller, hareketler | ef'âl-i ihtiyariye: iradeyle yapılan davranışlar, fiiller |
ekl: yeme | esbab: sebepler |
eslâf-ı izâm: önceden gelmiş olan büyük zâtlar | eşref: en şerefli, en üstün |
fâil: bir işi yapan; fiilin sahibi | hane: ev |
havâs: hisler, duygular | husûl: meydana gelme |
idhal etmek: bir şeyi içine katmak | iftihar etmek: övünmek |
ihata etmek: kuşatmak, kapsamak | ihtiyar: irade, dileme, seçim gücü |
irşadat: nasihatler, doğru yolu gösteren sözler | kat'iyen: kesinlikle |
kemâlât: üstün özellikler ve meziyetler | keza: aynı, aynı biçimde |
keşfiyat: keşifler, manevî âlemlerde bazı hakikatleri keşfetme halleri | kâfi: yeterli |
lehte ve aleyhte: bir şeyin faydasına veya zararına olan durum | mahrum kalmak: yoksun kalmak |
malûmat: bilgiler | masdar: kaynak |
mehasin: güzellikler, iyilikler | meksûbe: kesb edilen, irade dairesinde kazanılan şey |
mevhube: karşılıksız olarak verilen; hibe edilen | mâlikiyet dâvâsı: sahiplik iddiasında bulunma |
nam: ad | nâkıs: eksik, noksan |
saika: yönlendiren ve sevkeden sebep | semere: meyve |
seyyiat: günahlar, kötülükler | sû-i ihtiyar: irâdenin kötüye kullanılması |
taallûk etmek: ilgilendirmek, ait olmak | tasarrufat: dilediği gibi kullanma ve idare etme işlemleri |
tağyir etmek: değiştirmek | tenezzül etmek: iltifat etmek, onlara değer vermek |
âdi: basit, sıradan | şuur: bilinç, anlayış, idrak |
şuurî: şuurluca, bilinçli şekilde | şürb: içme |