Kelime Analizi 206: Derviş

kenz-i mahfi

Sorumlu
DERVİŞ (Farsça)

Kelime kökeni olarak Farsça "fakir, yoksul" manasına gelen "darviş" veya "darveş" kelimesinden gelmektedir. Orta Farsça'da "drigüş" ve "dargüş" kelimeleri "fakir" demektir. Bu kelime tarikat uğruna dünya mülkünden vazgeçen kimse, zahit manasında da kullanılmaktadır.

Farsça bir kelime olan "derviş" bütün müslüman milletlerin dillerine girmiştir. Kelime itibariyle "muhtaç, yoksul ve dilenci" gibi manalara gelmekle beraber çok genşi bir coğrafyada kullanılmasıyla değişik manalarda kullanılmaya başlanmıştır.

Bir görüşe göre kelimenin "kapı önü" manasına gelen "der-pîşten" kelimesinden geldiğidir . Sık sık kapıların önlerinde göründükleri için dilencilere bu isim verilmiştir. Diğer bir görüşe göre "asılmak" manasına gelen "der-âvîhten" masdarının şimdiki zaman kökü olan "der-âviz" kelimesinden gelmektedir ki asıldıkları kapıları tuttuklarından dolayı dilencilere derviş denilmiştir. Diğer bir görüşe göre ise "aramak ve dilenmek" manalarına gelen "der-yûzîden" masdarının şimdiki zaman kökü olan "der-yûz" kelimesinde gelmiştir. Netice itibariyle yukarıda saydıklarımız bütün manaların esasında "dilencilik" ile ilgili köklerden geldiği varsayılmıştır. Bundan dolayı sufiler bu ismi kendilerine yakıştırmayı uygun bulmadığından dolayı "inci gibi" manasına gelen "dûr-vîş" kelimesinden geldiğini iddia ederek kelimeyi bu şekilde telaffuz etmeyi uygun bulmaktadırlar.

Derviş kelimesi eskiden beri "yoksul ve dilenci" manalarında kullanılmşıtır. Farsça'da "der" kelimesinden türetilen "deryûze" ve "deryûzegî" kelimeleri "dilenci" ve "dilencilik" manalarında kullanılmşıtır.


Arapça'ya geçen bu Farsça kelime zamanla "fakîr" ve "fakr" kelimeleri yerine kullanılmıştır. Züht ve takvayı tercih eden sufiler fakirlik ve fakra çok değer verdiği için bu kelime ile vasıflandırılmışlardır. Tasavvuf terimi olarak Farsça olan bu kelime "fakir" ve "fakr" kelimeleri yerine kullanılmıştır.

Dervişlik bir riyazet ve mücahede ile başlamaktadır. Sıkı bir perhiz ile girilen bu dönemde yeme, içme, konuşma ve uyuma en aza indirilir ve ibadet, zikir ve tefekkür arttırılır ve nefsin arzularına hakim olmaya, ölçülü ve disiplinli yaşamaya, böylece ruhi bir erginlik ve manevi olgunluğa ulaşılmaya çalışılır. Çile hayatına başlayan bir derviş istediği gibi hareket edemez, zorluklara dayanmak zorundadır. Dervişin maksadına erişebilmesi için sabırlı ve tahammüllü olması gerekmektedir.

İslam dillerinde 9.ve 10.yüzyıldan itibaren derviş kelimesine rastlanılmaktadır.

Dervişliğin bir özelliği de gezgin olmalarıdır. Tekke, zaviye, mescitler, imarethaneler, harabe ve viraneler, hatta mağaralar gezgin dervişlerin konakladıkları ve geceledikleri yerderdir. Bu seferin amacı çile çekmek, nefsi zorluklara alıştırmak, bilgili ve iyi hal sahibi kişilerle görüşüp istifade etmek gibi şeylerdir.

Genellikle kıyafetlerine ehemmiyet vermediklerinden ve saç, sakal bakımlarına dikkat etmediklerinden halk tarafından hoş karşılanmazlar. Bunu da kendilerini setr etmek için yaptıklarına inanılır. Sünniliğin kabul ettiği derviş yoksuldur. Bir hırka, bir lokma ile yetinir, kendi kendine yeterlidir.

Kadiriyye, Rifaiyye, Kübreviyye, Şazeliyye gibi tarikatlar kendilerine mahsus derviş tipi geliştirmişlerdir. Sahte dervişler dilenerek geçinmeyi meslek haline getirmişlerdir. Gerçek dervişler ise arasıra bu yola başvururlar.

"Derviş" kelimesi Risale-i Nur Külliyatı'nda toplam 4 yerde geçmektedir. Bunlar:

1. "İki gün evvel, İsm-i Hakem Nüktesi'ni okuyan bir Nakşi dervişi, güneşin ve manzumesinin bahsini, Risale-i Nur mesleğine vech-i tatbikini anlamamış." (Kastamonu Lahikası, sayfa 232)
2. "Sonra ulemadan mümtaz simalarla mülakat etmeye karar verdi ve Bağdad'a ziyaret kasdıyla hocasından izin istedi. Derviş kıyafetine girdi." (Tarihçe-i Hayatı, sayfa 34)
3. "-Efendim, ismini bilmiyorum; fakat ilk gelişte derviş kıyafetinde olup omuzunda bir posteki vardı. Bilahare talebe kıyafetine girdi ve umum ulemayı ilzam etti." (Tarihçe-i Hayatı, sayfa 39)
4. "Yollarda bıraktık geçtik dervişi
Attık gönüllerden öyle teşvişi" (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sayfa 244)
 
Üst