Kelime Analizi 43: Selb

kenz-i mahfi

Sorumlu
SELB (Arapça) (سلب) Zorla almak, kapmak, soymak, nefy ve inkar etmek, kaldırma, giderme, izale etme, menfileştirme, olumsuzlaştırma, inkar etme, Mantıkta iki şey arasında nisbet-i vücudiyenin kalkması. manalarına gelen bir mastardır.

"Selbî" kelimesi Arapça'da negatif ve olumsuz durumlar için kullanılır. Selbiyye veya çoğulu olan selbiyyat kelimeleri olumsuz tavır, yapıcı olmama manalarına geliyor. Aynı zamanda "selbiyyat" kelimesi olumsuz yönler, bir şeyin eksi yönleri anlamındadır.

"selîbe" kelimesi çalıntı, soygun malı, zorla alınan manasındadır. "Selb" kelimesi aynı zamanda "soygun" manasına gelir.

"İstilâbe" kelimesi ise gasp, soygunculuk, zorla alma anlamına gelir.

"Selebe aklehu" tabiri "aklını başından almak" manasına geliyor.

"Selb" (سلب) kelimesinden türeyen ve günlük hayatta çok kullandığımız "üslûb" kelimesi metot, yol, usul, tarz, stil manalarına geliyor.

Sıfat-ı Selbiye: Cenab-ı Hakk'ın "vücud, vahdaniyet, kıdem, beka, kıyam binefsih ve muhalefet-ün li-l havadis" olmak üzere O'nun zati sıfatlarıdır. Bu zati sıfatlar Allah'ın (CC) zatının tenzihi ve noksanlarda müberra olması manasında olarak selbi sıfatlarıdır.
Bu sıfatlar Allah (CC) hakkında câiz olmayan mâna ve halleri bertaraf etmek için tedbir amaçlı konulmuş vasıflardır. Bu tenzihi sıfatlar iş ve icraat yapmazlar, onun için Allah’ın Zât-ı Akdesinin aynı kabul edilmişlerdir. Yani bu sıfatlar Allah’ın Zâtının aynısıdır, başka bir mâna ve gayrılık ifâde etmezler.
Mesela; vücûd sıfatı Allah’ın Zâtının varlığını ifâde eden bir sıfattır. Zıt mana olan âdemi, yani yokluğu bertaraf eder. Kıdem, başlangıçtan münezzeh olmasını gösterir. Bekâ ise, sonu olmamayı ifâde eder. Bu sıfatlar mevcut ve fâil değillerdir, bir kudret, bir irâde gibi varlıkları ve tasarrufları yoktur.
Vücut sıfatının başına getirilen vacip sıfatı işin şeklini biraz daha genişletiyor. Yani Vâcibü’l-Vücud terkibi Allah’ın varlığını ve bu varlığının nasıl bir varlık olduğunu zihinlere ilka eden bir tamlamadır. Bu vücut ve vacip ifadeleri insan zihnini hizaya sokup, insanı tecsim ve teşbih illetinden kurtaran mükemmel bir mülahaza ve tefekkür vesilesi ve unvanıdır. Allah mevcud-u meçhul olduğu için bu meçhullük bilmecesi bu sıfat tamlaması ile giderilmiş oluyor.
Şayet Allah’ın mutlak meçhul olan Zat-ı Akdesini temsil ve mülahaza ettirecek bu tarz kavramlar olmasa idi, insan bu belirsizliğe dayanamayıp inkara yeltenecekti.
Allah'ın (CC) sübûtî sıfatları, Allah'ın (CC) ne olduğunu, hangi hususiyetlere sahip olduğunu, neler yaptığını ifade etmelerine karşılık selbî/tenzîhî sıfatlar, Allah'ın ne olmadığını ve neler yapmadığını, hangi hususiyetlere sahip olmadığını ifade eder. Allah'ın selbî sıfatlarından bir kısmını şöyle özetleyebiliriz:
Allah'ın (CC) anası, babası, eşi, çocuğu ve benzeri yoktur. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. İhlas sûresi, Allah'ın (CC) bu hususiyetlerini bize bildirmektedir.
Allah (CC) hiç bir şeye benzemez. "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur?" (Şûrâ Suresi, 11) anlamındaki ayet Allah'ın bu vasfını ifade etmektedir.
Mülkünde, ilah ve mabut oluşunda ortağı ve şeriki yoktur. "Onun hiçbir ortağı yoktur?"(En'âm Suresi, 163), "Ondan başka hiçbir ilah yoktur O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır" (Tevbe, 9/31), anlamındaki âyetler Allah'ın bu niteliğini beyan etmektedir. Allah'a (CC) ortak koşmaya "şirk" denir.
Uykusu ve uyuklaması yoktur. "O'nu ne uyuklama tutabilir ne de uyku" (Bakara Suresi, 253) anlamındaki ayet ile "Allah uyumaz ve uyumaya da ihtiyacı yoktur" (Müslim, îman, 293) manasındaki hadis Allah'ın bu sıfatını bildirmektedir.
Beslenmeye ihtiyacı yoktur. Bu husus Kur'an'da şöyle ifade edilmektedir: "O (yaratıkları) besleyendir ve (kendisi) beslenmeye ihtiyacı olmayandır" (En'âm Suresi, 14).
Gafil değildir. Kur'ân'da 12 âyette yüce Allah'ın, insanların yaptıklarından gâfil olmadığı bildirilmektedir: "...Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir" (Bakara Suresi, 74, 85)
Zalim değildir. Kur'ân'da 43 âyet-i kerîme'de Allah'ın dünyada da âhirette de insanlara, cemiyetlere ve âlemlere zulmetmediği bildirilmektedir: "Allah, kullarına asla zulmedici değildir" (Âl-i İmrân Suresi, 182),
Korunmaya ve yardıma muhtaç değildir. Bu husus Kur'an'da şöyle bildirilmektedir. "O her şeyi koruyup kollayan fakat kendisi korunmayandır?." (Müminûn Suresi, 88)
Ölümlü değildir. Bu husus Kur'an'da şöyle bildirilmektedir: "Yeryüzünde bulunan her canlı ölecektir. Ancak azamet ve ikram sahibi Allah'ın zatı baki kalacaktır." (Rahmân Suresi, 26-27) "Allah'ın zatından başka her şey helâk olacaktır" (Kasas Suresi, 88)
Gökleri ve yeri koruyup gözetmek ona zor gelmez. Bu sıfat, Kur'an'da şöyle bildirilmektedir: "Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O'na güç gelmez." (Bakara Suresi, 255)
Yaptığından dolayı sorgulanamaz. "O, yaptığından dolayı sorgulanamaz fakat onlar sorgulanırlar" (Enbiyâ Suresi, 23) anlamındaki ayet Allah'ın bu niteliğini beyan etmektedir.
Hükmünü kimse bozamaz. "Allah hükmeder. O'nun hükmünü bozacak hiçbir kimse yoktur" (Ra'd Suresi, 41)
Kimse onu aciz bırakamaz. Bu husus Kur'an'da ısrarla belirtilmektedir: "Ne göklerde ne de yerde Allah'ı âciz bırakacak hiçbir şey yoktur"(Fâtır Suresi, 44)
Kendisine hiç bir şey gizli kalmaz. "Şüphesiz göklerde ve yerde hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz" (Âl-i İmrân Suresi, 5)
Sözü değişmez, va'dinden ve ahdinden dönmez, "Allah verdiği sözden asla dönmez" (Bakara Suresi, 80) "Şüphesiz Allah va'dinden dönmez." (Âl-i İmrân Suresi, 9)
“Sıfât-ı Selbiye” tabiri, Cenab-ı Hakk'ta olmayan, olmasının düşünülmesi dahi muhâl/imkânsız olan menfî sıfatlar manasındadır. Bu sıfatları hülasa etmek gerekirse;
"Allah cisim değildir, cevher değildir, a’raz değildir, şekil ve suret sahibi değildir, mahdut (sınırlı) değildir, ma’dud (sayılı) değildir, ba’z (kısım) değildir, cüz’ (parça) değildir, zaman ve mekânla mukayyet/kayıtlı değildir."

Risale-i Nur'da Cenab-ı Hakk'ın bu selbi sıfatlarına dair 30. Lem'ada şu ifadeler vardır.
"Hem o Zât-ı Zülcelâlkayyûmiyetiyle beraber, Kur'ân-ı Azîmüşşanda ferman ettiği gibi, "leyse kemislihî şeyun'dur. Yani, ne zâtında, ne sıfâtında, ne ef'âlinde nazîri yoktur, misli olmaz, şebîhi yoktur, şerîki olmaz. Evet, bütün kâinatı bütün şuûnâtıyla ve keyfiyâtıyla kabza-i rububiyetinde tutup bir hane ve bir saray hükmünde, kemâl-i intizamla tedbir ve idare ve terbiye eden bir Zât-ı Akdese, misil ve mesîl ve şerîk ve şebîh olmaz, muhaldir.
Evet, bir Zat ki,
• Ona yıldızların icadı zerreler kadar kolay gele,
• ve en büyük şey, en küçük şey gibi kudretine musahhar ola,
• ve hiçbir şey hiçbir şeye, hiçbir fiil hiçbir fiile mâni olmaya,
• ve hadsiz efrad, bir fert gibi nazarında hazır ola,
• ve bütün sesleri birden işite,
• ve umumun hadsiz hâcâtını birden yapabile,
• ve kâinatın mevcudatındaki bütün intizamat ve mizanların şehadetiyle, hiçbir şey, hiçbir hal daire-i meşiet ve iradesinden hariç olmaya,
• ve hiçbir mekânda olmadığı halde, herbir yerde ve herbir mekânda kudretiyle, ilmiyle hazır ola,
• ve herşey Ondan nihayet derecede uzak olduğu halde, O ise her şeye nihayet derecede yakın olabilen bir Zât-ı Hayy-ı Kayyûm-u Zülcelâlin elbette hiçbir cihetle misli, nazîri, şerîki, veziri, zıddı, niddi olmaz ve olması muhaldir. Yalnız, mesel ve temsil suretinde şuûnât-ı kudsiyesine bakılabilir. Risale-i Nur'daki bütün temsilât ve teşbihat, bu mesel ve temsil nevindendirler."
"Selb" (سلب) kelimesi Kur'an-ı Kerim'de sadece Hacc Suresi'nin 73.ayetinde geçmektedir. Ayette "yeslubhum" kelimesi "kapıp kaçmak" manasındadır. 73.ayette mealen; "Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi ona iyi kulak verin: Sizin Allah'ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamayacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa onu kurtaramazlar. İsteyen de, istenen de âcizdir" geçmektedir.
"Selb" (سلب) kelimesi Risale-i Nur'da çok kullanılmamakla beraber bu kelimenin geçtiği yerler mühim düsturları havi cümlelerdir. Selb (سلب) kelimesi Kur'anî bir kelime olmak hasebiyle Risale-i Nur'da zikri muhtahsendir. Bunları sıralamak gerekirse;
"Halbuki, kuvvetin şe'ni tecavüzdür. Menfaatin şe'ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidâlin şe'ni çarpışmaktır. Unsuriyetin şe'ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür. İşte bu hikmettendir ki, beşerin saadeti selb olmuştur. "12.Söz)
"Bu zelzelenin maddî musîbetinden daha elîm, mânevî bir musîbeti olarak, şu zelzelenin devamından gelen korku ve me'yusiyet, ekser halkın ekser memlekette gece istirahatini selb ederek, dehşetli bir azab vermesi nedendir." (14.Söz)
"...avâmı kine, hasede, mübârezeye sevk edip, rahat-ı beşeriyeyi birkaç asırdır selb ettiği gibi; şu asırda, sa'y, sermâye ile mübâreze neticesi, herkesçe mâlûm olan Avrupa hâdisât-ı azîmesi meydana geldi." (25.Söz)
"Kader bizi böyle bağlamış, hürriyetimizi selb etmiştir. İnbisat ve cevelâna müştak olan kalp ve ruh için, kadere İmân bir ağırlık, bir sıkıntı vermiyor mu?...Yalnız nefs-i emmârenin cüzî hürriyetini selb eder ve firavuniyetini ve rubûbiyetini ve keyfemâyeşâ hareketini kırar." (26.Söz)
"Cânileri affettiğiniz hâlde, hürriyetimi selb edip hukuk-u medeniyeden iskat ederek muamele ettiniz." (29.Mektup)
"gelecek günlerdeki, şimdi adem olan musibet ve hastalıkları düşünüp, şimdiden onlardan müteellim olmak, sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek öyle bir belâhettir ki, hakkında şefkat ve merhamet liyakatini selb ediyor. Elhasıl, nasıl şükür nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de, şekvâ musibeti ziyadeleştirir. Hem merhamete liyakati selb eder." (2. Lem'a)
"bir dakikada katl, laakal, zahiri adete göre, on beş sene maktulün hayatını selb eder, onun yerine hapse girer." (28.Lem'a)
"Zerrat tarlasından ta Manzume-i Şemsiyeye, ta Samanyolu denilen Kehkeşan dairesine ve bir hüceyre-i bedenden ta zemin mahzenine, ta kâinat heyet-i mecmuasına kadar aynı kanun, aynı rububiyet, aynı hikmet ile beraber idare ve terbiye eden bir Rububiyeti tasdik ve hissetmeyen, bilmeyen, görmeyen bir insan, elbette hadsiz bir azaba kendini müstehak eder ve merhamete liyakatini selb eder." (15.Şua)
"ziyalarının selb edilip söndürülmesidir." (Münafıklar bahsi, İşarat-ül İ'caz)
"şu zamanda ehl-i ilmin bir sebeb-i sukutu olan tamaha girmeye ihtiyar benden selb edildi." (Barla Lahikası)
"iman-ı tahkiki ilmelyakinden hakkalyakine yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler." (Kastamonu Lahikası)
"hatta, deniz dibinde balıklar, canilerden şekva ederler ki, "istirahatimizin selbine sebep oldular." (Kastamonu Lahikası)
"Zarara razı olana şefkat edilmez" manasındaki "Errazi bizzarahi la yunzaru leh" kaide-i esasiyesiyle şefkat hakkını ve merhamet liyakatını kendilerinden selb etmişler." (Kastamonu Lahikası)
"Euzu billahi mineşşeytani ves siyaseti" bir düsturumuz vardır. Eğer insanlara acıyorsan, geçmiş düstur onlara merhamete liyakatini selb ediyor. "Emirdağ Lahikası)
"Selb" (سلب) kelimesinin geçtiği cümleler çok şümullü cümlelerdir. Zaten selb kelimesi pek çok manalara gelmekle isteyen istediği manada kullanabilmesiyle istifade yönleri pek fazladır. Bu kelimeyi sadece bir mana ile ifade etmek mümkün değildir.
Bu manada olarak selb (سلب) kelimesi Risale-i Nur'da;
Sözler: 5
Mektubat: 1
Lem'alar: 3
Şualar: 1
İşarat-ül İ'caz: 1
Barla Lahikası: 2
Kastamonu Lahikası: 3
Emirdağ Lahikası: 2
Sikke-i Tasdik-i Gaybi: 2 ve
Tarihçe-i Hayatı: 3 olmak üzere toplam 23 defa zikredilmiştir.
"Selb" (سلب) kelimesinin Ebced Değeri: 92'dir.
 
Son düzenleme:
Üst