Kendimizi Tanıyalım?

hasret

Well-known member
nuruvuslat ' Alıntı:
Aşk, şiddetli bir muhabb ettir. Fâni mahbup lara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibi ni daimî bir azap ve elemde bırakır. Veyahu t o mecazî mahbup, o şiddetli muhabb etin fiyatına değmediği için, bâki bir mahbub u arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılâp eder.

İçimizdeki aşk duygusununda kaynağını araştırmalı. onu bize veren gerçek aşk sahibine vermezsek, fani , geçici olan hiçbirşey o aşkın karşılığını veremez. sahibinden başkasına duyduğu aşk, muhabbet duyduğu şey kaybolduğu anda aşkı duyana derin bir ıstırap verir. Parası var diye eş tercihinde bulunan biri para bittiğinde onu terkeder, güzellik tercih etmişse güzellik bittiği anda aldatmaya başlar, örneklerini görüyoruz. öyle ise aşkı, tüm esmalarıyla daimi, baki olan Allah'a cc. karşı hissetmeliyiz.
Maşallah cok güzeldi,ama ben aşk meselesine hiic girmeyeyim,zira bi keresinde bi soru sordum maşallah sayfalar yorumlarla devam etti::) mesela inat hususnda bi örnek verebilir misiniz?
 

Yaakarii

Member
Abiler uzun uzun anlatmışlar.Benimde çorbada tuzum bulunsun.Benim bir iki cümle daha dikkatimi çekti.

Ve o telâkki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rızâyı çabuk elde edebilir.

''Çabuk elde edilmesi'' ifadesinden şöyle bir düşünceye kapıldım.Allah ın c.c uluhiyeti,rububiyeti o kadar azam derecede ki mahlukatın küçüklerinde tecellisi göründügü gibi fezada mahlukatın büyükleri olan ecram-ı ulviye(yıldızlar),gezegenler,güneş O'na musahharlar,itaat ediyorlar.En büyük mahlukat asker gibi emre itaat ediyorlar, öyle ki emirden çıksalar birbirlerine çarpacaklar, bir nevi kıyamet olacak veya levhi mahfuzun sayfalarının degişmesi olan zaman,günler,yıllar,mevsimler ve ona takılmış sair mahlukat sofra-i nimetler(nebatat,meyveler,çiçekler...) olmayacaklar.

Şualar abi neden asker temsili demişti ya?Ordu da ve askerlikte akla gelen en önce itaattir,disiplindir.Ve küçük büyük rütbelerden ziyade ,ordunun şahsi manevisi önemlidir.Küçük bir nefer o orduya olan intisabından gelen bir kuvvetle bir şehri zaptedebilir.Yani tabiri caizse püf noktası,büyülü,sırlı olan şey burda o itaattir.Ve o itaatle nelerin başarıldıgı nazara veriliyor.Mesela yukarda gördük o büyük mahlukate ne vazifeler takılmış.Güneş küçük bir çocuk gibi musahhar,her gün dogudan dogup batıdan batıyor.

İşte mahlukattaki bu itaati okuyabilir isek,o muazzam orduyu temaşa edebilir isek askerlikteki o cüz'i ama pek kuvvetli makamı elde etmege karşı bir merak uyanabilir.Ben de güneşin itaat ettigi gibi itaat edeyim,bir nefer olayım diyebiliriz.

Belki seni çok seviyorum demekten,baglılıktan,aşktan çok daha keskin olan da ,bu itaatteki sırdır.Aşkın yapacagı çok şeyi, zahmetsiz o asker ,emre itaat sırrıyla yapabilir,çabuk elde edebilir.
 

hasret

Well-known member
Yaakarii ' Alıntı:
Abiler uzun uzun anlatmışlar.Benimde çorbada tuzum bulunsun.Benim bir iki cümle daha dikkatimi çekti.

Ve o telâkki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rızâyı çabuk elde edebilir.

''Çabuk elde edilmesi'' ifadesinden şöyle bir düşünceye kapıldım.Allah ın c.c uluhiyeti,rububiyeti o kadar azam derecede ki mahlukatın küçüklerinde tecellisi göründügü gibi fezada mahlukatın büyükleri olan ecram-ı ulviye(yıldızlar),gezegenler,güneş O'na musahharlar,itaat ediyorlar.En büyük mahlukat asker gibi emre itaat ediyorlar, öyle ki emirden çıksalar birbirlerine çarpacaklar, bir nevi kıyamet olacak veya levhi mahfuzun sayfalarının degişmesi olan zaman,günler,yıllar,mevsimler ve ona takılmış sair mahlukat sofra-i nimetler(nebatat,meyveler,çiçekler...) olmayacaklar.

Şualar abi neden asker temsili demişti ya?Ordu da ve askerlikte akla gelen en önce itaattir,disiplindir.Ve küçük büyük rütbelerden ziyade ,ordunun şahsi manevisi önemlidir.Küçük bir nefer o orduya olan intisabından gelen bir kuvvetle bir şehri zaptedebilir.Yani tabiri caizse püf noktası,büyülü,sırlı olan şey burda o itaattir.Ve o itaatle nelerin başarıldıgı nazara veriliyor.Mesela yukarda gördük o büyük mahlukate ne vazifeler takılmış.Güneş küçük bir çocuk gibi musahhar,her gün dogudan dogup batıdan batıyor.

İşte mahlukattaki bu itaati okuyabilir isek,o muazzam orduyu temaşa edebilir isek askerlikteki o cüz'i ama pek kuvvetli makamı elde etmege karşı bir merak uyanabilir.Ben de güneşin itaat ettigi gibi itaat edeyim,bir nefer olayım diyebiliriz.

Belki seni çok seviyorum demekten,baglılıktan,aşktan çok daha keskin olan da ,bu itaatteki sırdır.Aşkın yapacagı çok şeyi, zahmetsiz o asker ,emre itaat sırrıyla yapabilir,çabuk elde edebilir.
vay be asker temsilinin bunlara işaret etmesi beni hayrette bıraktı,burda intisab sırrıda ortaya cıkıyor değil mi yakaari abi?_________________________________________________neyse kendi soruma üstad cevap versin

herbir mevcut, hattâ herbir zerre, eğer kesrete ve şirke ve esbaba ve tabiata ve kendi kendine isnad edilse, o vakit herbir zerre, herbir mevcut, ya bir ilm-i muhit ve kudret-i mutlaka sahibi olmalı; veyahut hadsiz mânevî makine ve matbaalar içinde teşekkül etmeli-tâ ona tevdi edilen acip vazifeleri yapabilsin. Eğer o zerreler Vâhid-i Ehade isnad edilse, o vakit herbir masnu, herbir zerre Ona mensup olur, Onun memuru hükmüne geçer. Şu intisabı, onu tecellîye mazhar eder. Bu mazhariyet ve intisapla, nihayetsiz bir ilim ve kudrete istinad eder. Hâlıkının kuvvetiyle, milyonlar defa kuvvet-i zâtîsinden fazla işleri, vazifeleri, o intisap ve istinad sırrıyla yapar.

İkinci Temsil: Meselâ iki kardeş var. Birisi cesur, kendine güvenir; diğeri hamiyetli, milliyetperverdir.
Bir muharebe zamanında, kendine güvenen adam devlete intisap etmez, kendi başıyla iş görmek ister. Kendi kuvvetinin membalarını belinde taşımaya mecbur olur. Teçhizatını, cephanelerini kendi kuvvetine göre çekmeye muztardır. O şahsî ve küçük kuvvet miktarınca, düşman ordusunun bir onbaşısıyla ancak mücadele eder; fazla birşey elinden gelmez.
Öteki kardeş kendine güvenmiyor ve kendisini âciz, kuvvetsiz biliyor; padişaha intisap etti, askere kaydedildi. O intisapla, koca bir ordu, ona nokta-i istinad oldu. Ve o istinadla, arkasında, padişahın himmetiyle bir ordunun mânevî kuvveti tahşid edilebilir bir kuvve-i mâneviye ile harbe atıldı. Tâ düşmanın mağlûp ordusu içindeki şahın büyük bir müşirine rast geldi. Kendi padişahı namına, "Seni esir ediyorum, gel" der, esir eder, getirir.


Demek nasıl bir zerre kendinin kat kat fevkındeki yükleri o intisab sırrıyla kaldırır,kendinden kat kat ziyade işlere o intisab sırrıyla mazhar oluyorsa ,kulda Rabbine olan intisabla en ağır yükleri kaldıracak,kendi mahiyetinin fevkınde hallere mazhar olucak,FESÜBBHANALLAH...
 

Yaakarii

Member
Şualar ' Alıntı:
vay be asker temsilinin bunlara işaret etmesi beni hayrette bıraktı,burda intisab sırrıda ortaya cıkıyor değil mi yakaari abi?
Evet,sizin de yukarıda çok güzel bir yerle açtıgınız gibi. :angel:

Demek nasıl bir zerre kendinin kat kat fevkındeki yükleri o intisab sırrıyla kaldırır,kendinden kat kat ziyade işlere o intisab sırrıyla mazhar oluyorsa ,kulda Rabbine olan intisabla en ağır yükleri kaldıracak,kendi mahiyetinin fevkınde hallere mazhar olucak,FESÜBBHANALLAH...

Gaye bu olmalı bizim için,en karlı en selametli en kuvvetli yol bu yol.Nefis dahi gerçekten menfaatini düşünüyorsa itiraz etmemesi gerekir.Müminleri kendine çeken bir düşünce de bu olsa gerek.
 

hasret

Well-known member

Meselâ, endişe-i istikb al hissi herkes te var. Şiddetli bir surett e endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikb ale yetişmek için elinde senet yok. Hem rızık ciheti nde bir taahhüt altında ve kısa olan bir istikb al, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabird en sonra hakikî ve uzun ve gafill er hakkında taahhüt altına alınmamış bir istikb ale teveccüh eder.
Şimdi bu kısmın acklamasını hocaefendiden alalım;
Evet, her insan az ya da çok gelecek kaygısı taşır; fakat bu, bazı insanlarda vehim ve hastalık derecesine varır. Öyle ki, bazıları, rızkın Rezzâk-ı Hakikî tarafından gönderildiğini unutmuşçasına iâşe derdine düşerler ve şayet, birkaç ay, birkaç sene idare edecek birikimleri yoksa telaşlanırlar. Hayatı halk eden Mevlâ-yı Müteâl'in hayat için rızık da yarattığını akletmezler. Yarına çıkmaya hiçbir garantileri olmadığı halde, yarınları, sonraki ayları, müteakip yılları düşünürler. Gerçi, esbab dairesinde yaşadığımız için sebepleri yerine getirmek ve plan-program isteyen meselelerde fıtrat kanunlarını gözetip belli bir düzene göre adım atmak tabiîdir ve takip edilmesi gereken bir yoldur. Ne var ki, her canlının rızkını vermeyi taahhüd eden Cenâb-ı Hakk'ın vaadine itimat etmezmiş gibi, endişe hissini tamamen dünyevî istikbale harcamak da çok yanlıştır; bir mü'minde mutlaka bulunması gereken tevekkül anlayışına da zıttır.

Aslında, ömrünü bütün bütün su-i istimal etmeyen her insanın dünyevî rızkı garanti altındadır; Rezzâk-ı Hakikî vaad etmiştir, mutlaka herkesin rızkını verecektir. Asıl üzerinde durulması ve endişe edilmesi gereken husus âhiret hayatıdır; çünkü, ebedî saadet, garanti altına alınmış değildir. Şayet insan, geleceği için tasalanacaksa, öyle ya da böyle, nasıl olsa gelip geçecek olan muvakkat dünya hayatı için değil, kendisinin ebedî saadetine veya sonsuz şekavetine dönüşecek olan âhiret yurdu için tasalanmalı ve hep ölümle başlayıp kabir hayatıyla devam eden, mahşer, mahkeme-i kübra ve sırat gibi durakları bulunan en büyük istikbali düşünmelidir.

İnsan, tabiatına yerleştirilen gelecek kaygısını yaratılış hikmetine uygun olarak değerlendirmeli; bu his sayesinde, dünyanın geçiciliğini farketmeli, imtihan yurdunda olduğunu bilmeli ve ebedî bir hayat için hazırlanmalıdır. O, "Yarın ne yiyip içeceğim?" ya da "Seneye nerede olacağım?" gibi sorulara cevap aramaktan ziyade, "Acaba son yolculuğa hazır mıyım? Mü'mince ölebilmem için en büyük vesile olan tahkikî imanı elde edebildim mi? Azığımda kabrimi nurlandıracak teheccüd aydınlığına da yer verdim mi? Mahşer meydanında Arş'ın gölgesinde serinleyecekler arasında bulunma keyfiyetine erebildim mi? Bütün kul haklarından sıyrılıp geride görülmemiş bir hesap bırakmadan mizanın başına gidebilecek miyim? Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in "Livaü'l-hamd"i altında ben de bir yer tutabilecek miyim? Sırat'ı geçip Cennet'e yürüyebilecek ve sâlih kulların arasına girebilecek miyim? Acaba ben de Cemâlullah'ı görme ve rıza-yı ilahiyi duyma şerefine nâil olabilecek miyim?" diye düşünmeli ve bu hususların endişesini taşımalıdır.
_________________________________________________Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir. Bakar ki, muvakk aten onun nezare tine verilm iş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlik eli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî câh olan merâtib-i mâneviyeye ve derecât-ı kurbiy eye ve zâd-ı âhirete ve hakikî mal olan a’mâl-i saliha ya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âli bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılâp eder.

Yakaari abi bu kısma örnek verseniz?_________________________________________________Hem meselâ, şiddetli bir inatla, ehemmi yetsiz , zâil, fâni umurla ra karşı hissiy atını sarf eder. Bakar ki, bir dakika inada değmeyen bir ¸eye bir sene inat ediyor . Hem zararlı, zehirl i bir ¸eye inat namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvet li his böyle şeyler için verilm emiş; onu onlara sarf etmek, hikmet ve hakika te münâfidir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umur-u zâileye vermey ip, âli ve bâki olan hakaik-i imaniy eye ve esâsât-ı İslâmiyeye ve hidemât-ı uhrevi yeye sarf eder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âli bir haslet olan hakikî inada, yani hakta şiddetli sebata inkılâp eder.

Evet katregülcüm yaakari abi bilmiyor galiba :) O paragrafı sana bırakıyorum ;)


Ben üstteki paragraf icin bişeyler diyem;
Gercektende bazen hic ehemmiyetsiz şeyler icin bi sene inad edebiliyoruz.Mesela adavat husunda inad... bunun ile alakalı bi hikaye duymuştum anlatam;
İki arkadaş kayığa biniyorlar,denizde ilerlerken biri diğerine diyor,martıyı gördün mü,kanadı nasılda suya değdi?
Diğeri diyor gördüm ama kanadı değmedi.Değdi,değmedi derken küsüyorlar ve tam bir sene kouşmuyorlar.
Bir sene sonra bir vesile ile buluşup barışıyorlar,ve arkadası diğerine soruyor.Ya biz niye küsmüştük?
Diğeri,hatırlamıyor musun martının kanadı yüzünden,ben değdi dedim sen değmedi dediğin icin.Arkadası ama değmişti diyor,diğeri bak yine başladın değmemiştiiiiii.Değmişti,değmemişti derken bi daha küsmüşler :)
Şimdi inad ettiğimiz noktalardan biri bu...Bence en tehlikeli inadlardan biride kusurlarına karsı,günahına karsı inad etmek.
Halbuki, dikkatimi cekti inadı hakta kullandığımız zaman, inad ''SEBATA'' dönüşüyor zamanla...
Mesela hergün en az yirmi sayfa kuran okuyucam.Bunda inad etmek.Zamanla alışkanlık haline gelip,sebata dönüşecek.Namaz kılmakta inad,risale okumakta inad.ilaahir...
 
Üst