Kronoloji
Ahmed Husrev Efendi, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sâhibsiz bir kavmin, koca Osmanlı İmparatorluğu’nun maddî ma’nevî sıkıntılar içinde kıvrandığı bir devirde, hicrî (şemsî) 1315, milâdî 1899 yılında Isparta’da dünyaya geldi.
Doğduğu günlerde evlerine misâfireten gelen Senirkent’li Allah dostu ehl-i kemâl bir zâtın, ona hem isim koymak, hem tebrîk ve tebcîl etmek için söylediği;
“Cihâna Ahmed Husrev, vere ikbâlin (*) pertev!
Ede ömrün ziyâde Hakk etmeye tâli’in geçrev!
Senin aslın, şerefli şanlı, el-hâc Edhemzâde..
Zamanında bütün, alâ vü eşrâfa ede pişrev.
Erişe vâlideynin, sâye-i lütfunda maksûda..
Yüzünden görmeyeler, gam, kasâvet, misâl-i cev.
Budur dâdâ-i hayriyem, hulûs-u kalb ile dâim:
Seni sevsin cihân halkı, cihânın halkını sen sev!
Şu mısradan çıkar gevher, sözü tarih olur kâmil:
Erişdi gülşen-i Mehdî vücûda Ahmed Husrev”
mısraları; O'nu İslâm bayrakdarı bu necîb millete daha kundaktayken takdîm etmekte, dâhilî ve hâricî düşmanların acımasız hücûmlarına ma’rûz kalınan bu mücâdeleli günlerde, ma’nevî büyük bir kahraman ve bu vatanın hâlis bir fedâkârı olarak müjdelemekteydi.
Babasının adı Mehmed, annesinin adı Ayşe olup, altı kardeşin üçüncü ferdi idi. Şeceresi Hz. Ebû Bekir (r.a.)’e dayanan baba tarafı, Isparta eşrâfından olup, “Yeşil Sarıklılar” nâmıyla ma’rûftu. Anne ciheti ise, asîl bir sülâleye mensûb olarak evlâd-ı Resûl’den Hz. Hüseyin (r.a.)’e çıkmakta ve “Hâfız-ı Kurrâlar” diye bilinmekte idi. Filhakîka yakın akrabalarının çoğu hâfız idiler.
Hacca giden Isparta zenginlerinin, öksüz veya yetîm kalmış seyyid çocuklarını memleketlerine getirdikleri bilinen bir vâkıadır. İ’tibârlı, geniş ve varlıklı olan Husrev Efendi’nin sülâlesi de, İslâma fıtraten tarafdâr olan Âl-i beyt neslinin o havâlîde çoğalması gayesine ma’tûf bu güzel âdeti idâme ettirmişlerdir. Isparta kahramanlarının imân ve Kur’ân hizmetinde hârikul’âde muvaffakiyetlerinde ve sebâtlarında bu âdet-i müstahsenenin azîm hissesi olduğu âşikârdır.
Daha çocukluğunda kendisinden zuhûr eden hârika hâlleri, dürüstlüğü ve yardımseverliği sebebiyle, arkadaşları arasında “Hızır” diye anılırdı. Beş altı yaşlarında iken bile, sabah namazlarında cemâate ve halka-i zikre yetişmek için erkenden evinden çıkar, gidemediği zamanlarda, o ehl-i kemâlin arasındaki yeri boş bırakılırdı.
Gençliğinde dünyevî ve uhrevî güzel bir eğitim alarak i’dâdîyi (liseyi) bitiren Husrev Altınbaşak, Çanakkale Savaşları başladığında 17 yaşında askere çağrılır. İstanbul Pendik’te iki yıla yakın devâm eden askerî ta’lîmden sonra, yaşlarının küçüklüğünden geçici olarak terhîs edilirler. Askere ikinci def’a celbinde, İstiklâl Harbine teğmen rütbesiyle iştirâk eder ve uzun muhârebelerden sonra Yunan’lılarla çarpışırken Ege cephesinde esir düşer. Arnavutluk sınırına yakın bir kampta iki sene süren, türlü çilelerle dolu esâret hayatından, ancak harb bittiğinde, mübâdele yıllarında kurtularak memleketine döner.
İkbâl: Baht açıklığı Pertev: Işık, nûr Tali’: Kısmet Geçrev: Çarpık giden Alâ vü Eşrâf: İleri gelen büyükler Pişrev: Önde giden Vâlideyn: Anne, baba Maksûd: Gaye Kasâvet: Sıkıntı, gaflet Misâl-i Cev: Gökyüzü gibi Dâdâ-i Hayriye: Hayırlı süt emziren dadı Hulûs-u Kalb: Kalbden, samîmî olarak Gevher: Mücevher, bir şeyin aslı
Kaynak: ALINTI
Genel - Hayrât Neşriyat ile ilgili Sipariş ile ilgili Web sitesi hakkında sual, tenkit, teklif