Lahika Analizi 2 : Müzakere neden bu kadar önemlidir?

Lemalar_

Active member
Cevap: Lahika Analizi: Müzakere neden bu kadar önemlidir?

Adem kardes siz muzakereyi münakasa babinda anladiniz sanirim.
Burada bahsi gecen müzakere konudaki ilk mesajlardan da anlasilacagi gibi hakaiki ilahiyenin mütalâa edilmesidir. Bu nedenle akabinde "Tezakür" kelimesinin manasi sorulmus zaten.

Yanlis anlasilma olmasin insallah. Müzakere münakasa anlaminda degildir.
 

Lemalar_

Active member
Cevap: Lahika Analizi: Müzakere neden bu kadar önemlidir?

Mûzakerenin önemini anlatan guzel bir makale okumanizi tavsiye ederim..

İLMÎ MÜZAKERELERİN ÖNEMİ

polisten-imamlara-vaaz.jpg
M. Ali KAYA

Peygamberimiz (sav) her müslümanın cuma günlerini dini meseleleri öğrenmek için ayırması gerektiğini tavsiye buyurmuşlardır. Cuma günü toplu olarak “Cuma Namazı” kılınması ve namaz öncesinde “Hutbe” okunarak “Vahy-i İlâhînin” tebliğinin yapılmasının hikmeti budur.

Hutbe makamı vahy-i ilâhinin tebliğ makamıdır. Allah’ın kitabı ve peygamberin hikmetli sözleri bu vesile ile Müslümanlara öğretilir.Peygamberimiz (sav) ayrıca “Her Cuma bütün vaktini diğer işlere hasrederek dinini öğrenmeye bir bölümünü ayırmayan ve dini öğrenmek için soru sormayana yazıklar olsun” buyurarak bu günde hiç olmazsa bir saatini dinini öğrenmeye ayırması gerektiğini belirtir.

Bunu dikkate alan din adamları Cuma namazı öncesi yarım saat veya kırk dakika “vaaz” vererek peygamberimizin bu ikazını değerlendirmektedirler.

Nasıl ki gökten yağan yağmurlar kurumuş ve ölmüş olan yeryüzünü yeniden canlandırdığı ve tohumların canlanmasına sebep olduğu gibi, Allah için yapılan ilmî müzakereler de ölmüş istidatların ve sönmüş kabiliyetlerin yeniden hayatlanmasını ve canlanmasını netice verir.

Bir kutsî hadiste “Kullarım arasındaki ilmî müzakereler benim emir ve yasaklarımla ilgili bir sonuca ulaştığı zaman ölü kalplerin canlanmasına neden olur” buyrulmuştur.

Muhammed Bakır (ra) “İlmi dirilten kula Allah rahmet etsin” buyurmuştur. “İlmi dirilten nedir?” sualine de “Dini konularda müzakereler yapmaktır” şeklinde cevap vermiştir.

İslam bilginleri “Dini konuların konuşulması, imanî meselelerin müzakere edilmesi kalplerin cilasıdır. Kalpler de demir gibi paslanır. Nitekim yüce Allah “günahlar onların kalpleri üzerinde pas tutmuştur” (Mutaffifîn, 83:14) buyurarak buna işaret etmiştir.


Kalplerin cilası ise imani meselelerin müzakere edilmesidir” demişlerdir. İlmî meselelerin müzakere edilmesi nafile namaz ve oruçtan ve Allah yolunda savaştan hayırlıdır.

Allah yolunda ilim öğrenmek ve Allah için bir hakikati öğretmek cihaddır ve savaştan daha önemlidir ve sevap bakımından daha üstündür. Zira hadiste “kıyamet günü âlimin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılır; alimin mürekkebi ağır gelir” buyrulmuştur.

İlim sahibi insanda aranması gereken en önemli özellik tevazu sahibi olmasıdır. Allah alime ilmi cahillere öğretmesi için söz almadan ona ilim vermemiştir. Nitekim yüce Allah “Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme. Yeryüzünde de böbürlenerek yürüme” (Lokman, 31:18) buyurmuştur.

Allah öğreten alim ile öğrenen talebeyi ecirde müsavi tutmuştur. Bu sebeple âlimin övünme hakkı yoktur, bilakis “ilim” nimetinin şükrünü ifa etme gibi bir sorumluluğu vardır ki bu da ilmi yaymak ve bilmeyene öğretmektir. Bunun da şartı ve metodu eşit statüde olmaktır. Böyle olunca cahiller kendi seviyelerine inen bir alimden ilim öğrenirken eziklik duymazlar, böyle olunca istifade karşılıklı olur. İlim sahibi de ilmini karşısındakini ezerek vermemesi gerekir.

İlmin zekâtı onu başkalarına öğretmektir. İlmi isteyene vermemek isteyene karşı büyük bir haksızlık olduğu gibi, layık olmayana ve istemeyene zorla vermeye çalışmak ta ilme karşı bir haksızlıktır. İnsanı helak eden iki durum vardır. Birincisi Allah’ın razı olmayacağı ve kabul etmeyeceği şekilde Allah’a ibadet etmek, ikincisi de bilgisi olmadığı halde fetva vermektir. Kim bilmediği halde fetva verirse, rahmet melekleri ve azap melekleri ona lanet okudukları gibi, ona uyanların günahı da onun amel defterine yazılır.


Bunun için bir şeyi bilen konuşmalı, bilmeyen de “bilmiyorum” demeli ve susmalıdır. Bilmiyorum demek ilimdir. Bilmediği halde biliyor gibi konuşmak ise cehaletin eseridir. Alim bildiğinin âlimidir bunu başkalarına öğretir ve doğruluğunu ispat eder. Bilmediğinin cahilidir, öğrenmeye çalışır. Peygamberimiz (sav) “Kişi öğrenmeye devam ettiği sürece âlimdir, öğrenmeyi bırakarak biliyorum’ derse cahildir” buyurarak bunu bize ders vermiştir.
 

Nesl-i Cedid

Well-known member
Cevap: Lahika Analizi: Müzakere neden bu kadar önemlidir?

1/Risale-i Nur'lar neden gazete okur gibi okunmaz?

Gazete okurken gazetede anlatılan olayları zihnimizde yer tutması için değil sadece kısa bir zaman dilimi için okuyoruz.Yani bir yerde yangın çıkmasını uzun süre zihnimizde tutmamızın bir manası yoktur çünkü anlık bir olaydır.
Gazete içindeki her veri faydalı değildir.İnsanlar kendilerini ilgilendiren bölümleri okur ve bir kenara koyar.

Risale-i nurlar üzerinde tefekkür edilmesi gereken eserlerdir.Birçok insan birinci sözü bildiğini zanneder ama tefekkürle okuduğu her defada başka pencerelerin açıldığı itirafında bulunur.Risale-i nurlar ekmek-su gibi ihtiyaç duyulan ilimler kategorisine girdiği için her an elimizin altında olması gerekmektedir.


2/Muzakere nedir ? Niçin onemlidir? TEZAKÜR sozcugu nerden gelmedir?

Müzakare ortamı fikirlerin çarpıştığı bir ortamdır.Kişiler kendi mülahazalarını ortaya koyar ve farklı farklı pencereler açılır zira her insan ayrı bir dünyadır.Bu mülazaların ortaya çıkardığı çeşitlilik şüphesiz şahsi olan bir okuma görülemez zira bir insan ne kadar bilirse bilsin herşeyi bilemez.
3/ Sohbetlere katilmak bir zaman kaybimidir? Baskalarinin fikirleri bizim için neden önemlidir?

Zaman kavramı kişinin zamanı nasıl değerlendirdiği ile ilgilidir.Eğer bir insan kendisini ilgilendiren konular haricinde sırf zevk için vaktini televizyon,internet v.b harcıyorsa elbetteki bu insanın zaman kaybından bahsetmeye hakkı yoktur.Peki neden bu tür insanlar sürekli bu tür bahaneleri öne sürürler ? Çünkü zamanı zevkler içinde geçirmek elbetteki nefsin hoşuna gidecek ve o saatleri gereksiz saymayacaktır.

Sohbetlere katılmanın birçok faydası vardır fakat şu andaki konumuz müzakare ile ilgili olduğundan o yöne değineceğiz.Sohbetlere devam eden birçok kişi farketmiştir ki sohbet yapan kişiler değişik ama sohbet yapılan konu aynı ise o olayın anlaşılması daha netleşiyor daha da oturuyor tıpkı bizim de burada yaptığımız gibi.Üstelik sohbetler "bu mevzuyu hallettim" duygusunu kırmakta,aslında ne denli eksik olduğumuzu ortaya koyar.Tabii ki kulağımız hatipte zihnimiz o ortamda ise :D

 
Cevap: Lahika Analizi: Müzakere neden bu kadar önemlidir?

Okumanın adabından olarak denilir ki; okumaktan maksad anlamaktır. Çok okuyup sayfalar devretmek değil. Mütelââ ile mânasını tefekkür etmek lazım. Yâni mânasıyla okumak lazım. Mâna bir lütfû ilâhidir. Duâ ile tâlib olmak lazım. Mânasını derk ve idrak niyetiyle …. mütevekkilâne ümitle olursa bir dua vaziyetidir. (sayfalar devretmek gözü yorup bozabilir. Mânasıyla mütâlââ etmek ve mânasıyla meşguliyet gözü nurlandırır.)

Nurluluğa sebeb şu manevi meşguliyettir. Mânevi meşguliyet cesedi ve cismaniyeti hafifleştirir, ferahlandırır, rahatlandırır. Çünki, o mâna ve meşguliyet insâni hayatta en güzel bir canlılık ve hayattarlıktır. Usandırmaz ve yormaz ve sıkmaz. Rûhi, kalbi ve fikri meşguliyet olduğu için zaman çabuk geçer. Uzun zamanlar azdır zamanın geçmemesi istenir.
Cenâb-ı Hak (C.C.) zamanını değerlendirenlere mevcud zamanı dahi açar, genişlendirir, basteder.

Bir nokta:
Kitab-ı kâinatta ve hâdisatta Esma-ül Hüsnanın tecellisiyle ne yazılıyorsa, mânası kalb-i beşerde yazılıyor. O mâna daima onu meşgul eder. Şu meşguliyet Cenâb-ı hakkın Kebir sıfatı ile alakadardır.

İkinci nokta: Cenab-ı Hak hayır ve şerri beyaz bir sahife halinde yaratmıştır.Kâinatta kalem-i Kudretle yazılan mücessem hurufat ve cümle ve sahifelerin mânaları kalb-i insânide Nur mürekkebiyle yazılır, kaydedilir. Mü’min hâdisat-ı kâinatı o mâna ile okur. Şu mü’minin bir ihsân-ı ilâhi olarak meşguliyetidir. Hem hilkatinden bir gâye olan vazife-i tefekkürüdür. Hem istidâtın inkişâfı ile mühim bir meyvesi ve neticesidir.

Mü’min için en hoş hal ve mesûdane vaziyet Cenâb-ı Hakkın yakınlığını bulup huzur-u ilâhide dâhil olup sohbet-i ilâhiye ile müşerref olmasıdır. O meşguliyet o mükâleme ve sohbet değil usandırmak belki zamanın geçmesini istemez. Bir anlık bir zamanın, binler sene açılmasını ister ve zamanın kaydından kurtulmak ölçüsü dışına çıkmak ister.

Cennet mü’min için sohbet ve Allah’ın ünsiyet ve sohbetine nâil olacağı bir makamdır. Hem temâşa ve tefekkür var. Hem âlemlere açıklık, bâki âlemlere sâhiblik, hem geniş vücûdlar, açıklıklar, genişlikler…hemde en mühimide likâ var. Yâni Cenâb-ı Hak’la, Cemâl-i ilâhi ile layık bir mahalde, yönsüz ve cihetsiz O’na layık bir şekilde görüşmek var. Huzurundan ayrılıp menziline geldiğinde saray halkı kendisini tanımaz derecede güzelleşmiştir. O görüşmenin tekrarı arzusuyla yaşar. Hem hatırasında yaşatır. En güzel hayattarlığı ve canlılığı var olur. Hem nurlu bir âlem hâtırasıyla yaşar. Rahmet-i ilâhiyeden uzak değildir ki mü’min cennet ile bir çok âlemleri birden ve aynı âlemde yaşasın. O âlemler; hem yaşayış, hem meşguliyet, hem ferahlatır, hemde, nurlu ve mârifetli ve mânidardır. Evet pek çok âlemleri bir anda yaşamak ve hepsini birden temaşâger bir nâzır, müşâhid ve müfettiş ve istihsancı olmak ruh için müsaittir. Hem aklada uygundur.

Meselâ: Dünya hayatında uyanıkken, âlem-i şehâdeti seyreder. Uykuda iken bir nevi misal âlemi olan rüya âleminde bulunur, yaşar seyreder. Hem uyanikken canlı hayalindeki nurlu hâtırasıyla mâziyi bir meclis-i münevver ve temâşa için bir âlem ve bir sohbet mahalli bulur, yaşar. Onunla ünsiyetlenir. O mâzi ruhun hayat dâiresi içinde muhâfaza edilmiş hayatiyetine bir mâden olarak verilmiştir.

Hem o mü’min âlem-i mîsal ve mânaya göz bulur. Âlem-i şehâdetten muktebes o nurlu, bâki, vücûdlu âlemlerdede bulunur. O mü’min âlem-i şehâdeti her bir ismi ilâhinin nurlandırıp ışıklandırdığı menziller olarak ve Esma-ül Hüsnanın nurlandırıp ışıklandırdığı menziller olarak ve Esma-ül Hüsnanın cevherlerini câmi, o menzilleri hazine ve âlem bulur.

Şu âlemler ruhu insâni için birer menzil, bir daire-i hayat ve yaşayış. O insan îmânı, şuûru ve mârifeti kalb ve ruhunun ferahlık ve kemâli ile o âlemleri yaşayış dairesine alır. Genişlenir, ferahlanır, sıkılmaz, usanmaz.

Hem mümkindir ki; ruh, melek, cinler âleminde dâhil olmak üzere mezkûr âlemlerde aynı anda bulunsun ve yaşasın. Hem mahlukatın husisi dünyaları ve âlemleri ile alakalı ruh-u Muhammedi (a.s.v.) bize en güzel misal ve örnektir.

Evet insan hayatıyla diğer âlemlere nazaran bir kışır ve kabuk ve denizde köpük hükmünde olan, âlem-i şehâdete ve maddi kesif dünya hayatına münhasır kalsa ve ruh ahiret alemlerine nazaran dar bir hapishane hükmünde olan maddi, kesif dünya hayatında hapsolsa elbette usanır ve sıkılır. Ehli gaflet ve dalâlet zanneder ki bâki cennette zaman geçmez, usanır, usandırır ve sıkar. Gafletinden ve dalâletinden ve âlemlerden mahrumiyetinden ve âlem-i şehâdetteki yaşayış vaziyetinde, yaşayışı yalnız maddi cismani ve nefsaniyete münhasır dar ölçüler içinde sıkışıp kaldığından ve en mühim olarakta fikir, kalb, ruhunda nurlu, mârifetli, îmanlı bir mükâleme ve sohbet ve meşguliyeti bulamadığından ve yüzünü köpüğe nazaran derya olan ve âlem-i şehâdete münhasır olmayan gaybi, uhrevi ve bâki âlemlere ve geniş vücûdlara ve her türlü mânalara çevirmediğindendir. Veya kıymetini bilemediğinden dolayı, elini geçmediğinden güzele çirkin diyenler kemâle nâkıs diyenler ve böylece kendini aldatıp teselli edenlerdir. Vesselam.

Ve o misafirin tenezzühüne ve temaşâsına ve istifâdesine öyle büyük bir dâire açıp müheyya etmiştir ki, o dâirenin nısf-ı kutru yâni; merkezden muhit hattına kadar gözün kestiği mikdar, belki hayalin gittiği yere kadar geniştir ve uzundur. “gözün kestiği miktar” yâni îmânın ona gösterdiği kadar. Meselâ. Dünyayı cennetin bir nûmunegahı, bahar bahçelerini, cennet bahçelerinin temsili suretinde gösterir. Cennet mânasıyla yaşatır. Mânen cenneti içine alan bir yaşayışı ferahlığı, istirahatı ve nefes alması vardır. Yâni nur’u îmânla teneffüs eder. Darlıktan dar âlem-i maddiden ve sıkntıdan kurtulur. Dâire-i hayat-ı ruhiyesi ve vücûd-u mâneviyesi genişler. O hayal ise, îmânlı bir mü’minde mâziyi içine alan ve mâzi ile onu yaşatan, mâziyi ona bir âlem ve bir vücûd olarak bulduran ve âlem-i mîsâle onun için pencere açan ve onunla âlem-i mîsâline bakan, nazar eden hadsiz âlem-i mîsâle onu nûmune bulan ve alem-i mîsâl vücûduyla onu ferahlandıran gözünü ve kalbini açarak ona nefes aldıran yâni o insanı dünyevi maddi dar âlemin sıkıntısından kurtaran canlı hayattar, nurlu, kalbi, îmâni hatıralardır.

Dünya ile alûde olanın dünyadan gelen sıkıntısını gideren ya Allah için dostlarıyla sohbet veya bir mescidde kısa bir müddet halvet veya ku’âni, îmâni, mânalarla nurlu derslerle (mânası ile) mânevi meşguliyet.

Hulisi Yahyagil âbiye ait olarak elime geçen notları medar-ı istifade olması arzusu ile paylaştım.
 
Cevap: Lahika Analizi: Müzakere neden bu kadar önemlidir?

Sohbet-i Nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zât, senelerle seyr ü sülûke mukabil, hakikatın envârına mazhar olur. Çünki sohbette insibağ ve in'ikas vardır.

..... o kelimat-ı mübareke, meyveler gibi gitgide, ülfet perdesiyle letafetini ve taravetini kaybeder. Âdeta sathîlik havasıyla kuruyor gibi, az bir yaşlık kalıyor ki; kuvvetli, tefekkürî bir ameliyatla, ancak evvelki hali iade edilebilir.
Sözler ( 491 )

Demek Kur'andan gelen o Sözler ve o Nurlar, yalnız aklî mesail-i ilmiye değil; belki kalbî, ruhî, hâlî mesail-i imaniyedir ve pek yüksek ve kıymetdar maarif-i İlahiye hükmündedirler.
Mektubat ( 356 )

Evet velayetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisenin dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bahusus Lillah için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde ciddî, samimî tesanüdün çok kerametleri olabilir. Hattâ şöyle bir cemaatin şahs-ı manevîsi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir, inayata mazhar olur.
Mektubat ( 372 )

Hakaik-i imaniye ve esasat-ı Kur'aniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelatı suretine sokulmaz; belki bir mevhibe-i İlahiye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzuzat-ı nefsaniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir.
Mektubat ( 70 )

Zeki dostum! Kalb çok arzu ederdi; ehl-i fenden envâr-ı imaniyeye ve esrar-ı Kur'aniyeye iştiyak derecesinde ihtiyacını hissetmek cihetinde Hulusi Bey'e benzeyecek adamlar ileri atılsın. Hem madem Sözler senin vicdanınla konuşabilirler. Her bir Söz'ü, şahsımdan değil belki Kur'an'ın dellâlından sana bir mektubdur ve eczahane-i kudsiye-i Kur'aniyeden birer reçetedir farzet. Gaybubet içinde hazırane bir musahabe dairesini onlarla aç.
Tarihçe-i Hayat ( 210 )

Resail-in Nur'un mesaili; ilim ile, fikir ile, niyet ile ve kasdî bir ihtiyarla değil; ekseriyet-i mutlaka ile sünuhat, zuhurat, ihtarat ile oluyor.

Kastamonu Lahikası ( 210 )

Senin şuur ve ilminin sana taalluku, ahval ve levazımat-ı ihtiyacatın nisbetindedir
.

Mesnevi-i Nuriye ( 140 )

Yani: İstidad ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla insan ne istemişse, bütün verilmiş.
Sözler ( 422 )

Demek biz müflis olduğumuz halde, gayet zengin bir mücevherat dükkânının dellâlı ve bir hizmetçisi olmuşuz. Cenab-ı Hak fazl u keremiyle şu hizmette hâlisane, muhlisane bizi ve umum Risale-i Nur talebelerini daim ve muvaffak eylesin. Âmîn bihürmeti Seyyid-il Mürselîn.
Şualar ( 684 )

 

nuraram

Member
Müzakerede fikir yürütürsün,fikirleri sorgularsın ,aslında bu bir çeşit tartışma değildir.Fikirleri mütalaa etmektir.Hem ilmimiz yoksa fikrimiz vardır ki bu ise bizi pasif müslümanlıktan aktif müslümanlığa iter
 
Sohbet-sahiblik: sahabet sohbet ve nasihat iledir. Sahib-i sohbet sohbetiyle sahib ve muhafız nasih-i ümmettir. Emri bilma’ruf nehyi anil münker yolunda nâ’sa nasihat eder, sahiblikte bulunur. Nâsı muhafazaya çalışır. Çünkü tebliğ müddetince muhafaza var. Zira tebliğ eden ve emri bil ma’ruf yolunda nasihatta bulunanlar insanlar arasında bulundukça azab-ı ilahinin gelmeyeceği umulur. Ne vakit nasihatçı nâs içinden alndı o vakit azab-ı ilahiden korkulur.



Demek nâs içinde nasihatçı nâs için rahmettir. Şu halde hakkı tebliğ, sabrı tavsiye ve hakikate davetçiler halk içinden eksik olmamalı. Tâ ki duâ vakti devam etmiş olsun. Tebliğ yerini bulsun. Artık isteyen tâbi olur istemeyen olmaz ceza mahalli ahrettir.

Dalalet üzere bir kavim içinde veya bir beldede eğer hakkı ve sabrı tavsiye edecek ve hakikatlara delalet edip delilleri ile şahadet edecek sahib insanlar bulunmazsa azabı tâcil edecek ölü bir vaziyettir. Şu halde ikaz-ı ilâhi (numune misal bela ve musibetlerle olduğu gibi) nasihatçı tebliğci (sahib-muhafız) kullarladır. Ve eğer nasihatkar etse ikaz için musibete mahal kalmaz ( imtihan ve terakki hali müstesnadır ).

Halk ( nâs ) içinde nasihatçı ( sâhib ) ise sadece avurdunu doldurup boğazdan yukarı parlak cümlelerle çok konuşmak değil. Sözün kalbden geleni ve manaya istinad edeni hoştur ve daha te’sirlidir. Hem sadece kâlen nasihat değil,umum ef’al ve ameli ile kalen de o mânayı ifade edip, söylediğinin ( imkan nisbetinde ) ifade-i mânası içinde bulunmaktır ki tam fâide versin ve tam hâlis olsun. İnd-i İlâhide makbul olmayan yâni riya ve gösteriş karışık ( samimi olmayan ) elfaz te’sirsiz olur.Demek kendisi ittika ile haramdan kaçınan ve imkanı kadar helalinden sa’y ile a’mal-i salihada bulunan Allah’ın dostu bir nasihatçının samimi ve ciddi nasihatı faide verir İnşallah-ü Teala.

Amma bu mes’ele nasihat edenin ilmi ile amil ve sözü ile fiili de beraber olmak içindir. Yoksa nasihatı terk etmek ve ettirmek içindir. Yani dememeli ki hele ben kendimi yetiştireyim mânen Allah’a yakîn hasıl edeyim ve Allah dostluğunu kazanıp veli olayımda sonra etrafımı teşvik edip akraba ve diğer insanlara nasihatta bulunayım. Çünkü bu anlayış insanı nasihattan uzaklaştırır. Fâideli olmaktan beri kılar ve yalnızlıkla atalet atar belki ye’s ede sürükleyebilir. Çünki insan kendini kâmil bir veli bilemez. Ne kadar terakki etse yine nâkıs görür. O halde nasihat ve tebliğ geri kalır.


Demek, herkes öğrendiği kadar öğretmeli bildiği kadar bildirmeli gerek aile efradına gerek akraba ve etrafına ve gerekse diğer halka faideli olmaya sa’y- u gayret göstermelidir. Ve ilmi ile amil olmakla halen de ifade etmeli ki ciddi ve samimi olduğu belli olsun.
Ve Rabbına karşı utanılacak bir halde bulunmuş olmasın. Evet nâs’a nasihat edip kendisi yapmamak Allah-ûTeâlaya karşı utanılacak bir haldir. Allahümmahfazna.Amin.
(Hulusi Yahyagil)
 
SOHBET= Nâsa sohbet ile sahiplik nezih nazik ve söz, kavl-i leyin iledir. Bu meslek-i kur’aniyenin icabından olarak bazı ayet ve hadisi şerifenin tefsiri zamanında talim buyrulmuştur. Mîsalen; sure-i lokmanda beyan buyrulan H.Z. Lokmanın oğluna kavli leyin ile nezakete dair nasihatıdır. Demek emr-i bilma’ruf ve nehyi anilmünker yolunda edeb ve usulince bulunmaya emr-i Kur’ani var.

En güzel nasihat ve Kur’anın irşadını bulup buldurmak sohbetine ulaşıp ulaştırmaktır. Yâni mânası ile … eden, tefsire bir memer ve hakiki tefsiri ile gelen mâna ve nur’u kur’ana bir gül emici (çocuk gibi) muhtaç olup oldurmaktır. Ve Kevser-i kur’aniyeden güzelce emip gıdalanarak mânen beslenip beslemektir.

Çünki bir çeşme bulan istifâde etmekle beraber ettirir ki ilmi sadece kendisinde haps etmiş olmasın. Hem ilimde şumulleşmiş ve irşadda genişlemiş olsun. Ve her tarafta çiçekler açmış olsun. İş cüz’ilikten ve münferid sönüklükten kurtulsun. Yâni münferid cüz-i bir ehli sohbet olmak değil. Kur’anın zamanın icabına uygun faideli ve te’sirli sohbetine ulaşıp ulaştırmakla kur’anın sohbetini etmek ve sohbet-i kur’aniyeye ulaşıp ulaştırmakla Kur’anın şumullü fâidesinden külli fâidelenmektir.(Hulusi Yahyagil)
 
Mâna hasr olmaz lakin hapsde olmaz. Çünki yeni yeni mânalar birbirini nakzetmez. Belki mânayı telkin ve tâlim ve tekmil eder. Ve menbâının mâna bakımından genişliğini gösterir. Onun için ayete mâna verenler tefsir bakımından ayetin genişliğine hizmet etmiş olurlar. Her bir mâna bir numune şemme misaldir. Yahut kur’ândan açılan tefekküri bir ibare, bir cümlenin mânası zaman zaman daha güzel daha başka renkli ve değişik konulu olarak açılır. Bu onun mânasının genişliğindendir.


Hem mâna değişir ki, yenilikle tazelensin ve usandırmasın. Yoksa kalıplaşmış olur. Mükerrer müracat kapısı kapanır. Tefekkür hâsiyeti kalmaz. Demek mânanın yeniliğini ve yeni yeni inkişaflarını göstermek tefekküre hizmettir. Ve tefekküri bir ibâre ve cümlenin (o cihetle) hakikatine şâhiddir.


Mânanın inkişâfına ve neşvü nemâ ile açılıp tesbitine ve neşr ile muhtaç tâliblerin ellerine geçmesine mâni olanlar israf ve adem namına yaşar ve tahrib hesabına çalışmış olurlar.

Mânayı hasr etmek hatadır. Mânayı hapsetmekte hatadır. Çünki bir vazifeye taalluk eden irşadi mânalar kalbi beşerde, rahmetten meyvelerdir. Rahmi maderde yavruyu telef etmek nasıl mes’uliyettir değilmi?
Bu kafi bir işarettir.

Hazine-i rahmet kapısının anahtarını bulmak, inâyetle (bir ikram) olduğu gibi şerh ve izah dahi bir inâyet ve tevfik ile olur. Yoksa hem kısır olur, hem soğuk düşer. Demek bir vazifeye müteallik ciddi bir şerh ve izah matlubdur ki fâideli olsun. Ve o şerh ve izaha yardımcı sünühat ve ilhamat ise inayet-i ilahiyedir.

Ve her halde bir say ile duâ vaziyetini almak ve mütevekkilane ubûdiyet vaziyetini takınmak lazım. Yoksa; enaniyetle kurur ve enaniyetler kurutur. Allahümmahfezna.

Demek lüzumlu bir şerh ve izahta vazife olarak görünüyor… Arabi fıkraların türkçe izahlarının yapılacağına dair ihbarın sabit olduğu gibi…

Amma Allah kolaylaştırırsa yürür ve vazife görür. Feyz ve fevz ondandır. Cenab-ı Hak kolaylaştırırsa kalbi, ruhu ve fikri ilham ve sünuhat ile (mâna vererek) genişlendirir best eder, inbisat ettirir, basireti genişler, nazarı dakik olur. Hülasa bir müsbet anlayışla müdakkiklik kazanır. Öylece kendisine yol açılmış ve kat’i bir ilim kazanmış olur.

Kalbine gelen mâna çerçevesinde gözünün gördüğünü kulağının işittiğini yazar ve söyler, cesaretle konuşur. Dünya küsse o susmaz Hakkı terk etmez. Çünkü, Hakkın hatırı âlidir. Allah’ın hatırı ve rızası her hatırdan ve herkesten ve rızasından üstündür.

Demek izah ve şerh de bir fâide var ki, murad-ı ilâhi öyle iktiza ediyor.
(Hulusi Yahyagil)​

Bir Nûr Talebesi Nûr yiyor, Nûr içiyor, Nûr konuşuyor ve dershâne-i nûriyede oturuyorsa, ona müjdeler olsun! Çünki Hadis-i Şerifte Resûlullah buyuruyor: "Kardeşlerim, Kardeşlerim" Ashâb soruyor: "Ya Resûlallah, kimdir o kardeşlerin?" "Onlar, âhirzamanda gelecekler, Nûr yiyecekler, Nûr içecekler, Nûr konuşacaklar. Nûrdan hânelerde oturacak-lar. Bilmiyorum, onlar mı bana yakın, yoksa siz mi?"


Bir Nûr Talebesinin asıl vazifesi, Risâle-i Nûr'u okumak, anlamak, anlatmak, tezekkür ve tefekkür etmek ve yaşamaktır. Nûr Talebesi bu mihverden çıkarsa, daha önce elli sene hizmet etmiş de olsa, derhal kabuk bağlamaya başlar... Risâle-i Nûr hizmeti sohbet üzerine kurulmuştur. (Şener Dilek)


 
Üst