Cevap: Lahika Analizi: Müzakere neden bu kadar önemlidir?
Okumanın adabından olarak denilir ki; okumaktan maksad anlamaktır. Çok okuyup sayfalar devretmek değil. Mütelââ ile mânasını tefekkür etmek lazım. Yâni mânasıyla okumak lazım. Mâna bir lütfû ilâhidir. Duâ ile tâlib olmak lazım. Mânasını derk ve idrak niyetiyle …. mütevekkilâne ümitle olursa bir dua vaziyetidir. (sayfalar devretmek gözü yorup bozabilir. Mânasıyla mütâlââ etmek ve mânasıyla meşguliyet gözü nurlandırır.)
Nurluluğa sebeb şu manevi meşguliyettir. Mânevi meşguliyet cesedi ve cismaniyeti hafifleştirir, ferahlandırır, rahatlandırır. Çünki, o mâna ve meşguliyet insâni hayatta en güzel bir canlılık ve hayattarlıktır. Usandırmaz ve yormaz ve sıkmaz. Rûhi, kalbi ve fikri meşguliyet olduğu için zaman çabuk geçer. Uzun zamanlar azdır zamanın geçmemesi istenir.
Cenâb-ı Hak (C.C.) zamanını değerlendirenlere mevcud zamanı dahi açar, genişlendirir, basteder.
Bir nokta: Kitab-ı kâinatta ve hâdisatta Esma-ül Hüsnanın tecellisiyle ne yazılıyorsa, mânası kalb-i beşerde yazılıyor. O mâna daima onu meşgul eder. Şu meşguliyet Cenâb-ı hakkın Kebir sıfatı ile alakadardır.
İkinci nokta: Cenab-ı Hak hayır ve şerri beyaz bir sahife halinde yaratmıştır.Kâinatta kalem-i Kudretle yazılan mücessem hurufat ve cümle ve sahifelerin mânaları kalb-i insânide Nur mürekkebiyle yazılır, kaydedilir. Mü’min hâdisat-ı kâinatı o mâna ile okur. Şu mü’minin bir ihsân-ı ilâhi olarak meşguliyetidir. Hem hilkatinden bir gâye olan vazife-i tefekkürüdür. Hem istidâtın inkişâfı ile mühim bir meyvesi ve neticesidir.
Mü’min için en hoş hal ve mesûdane vaziyet Cenâb-ı Hakkın yakınlığını bulup huzur-u ilâhide dâhil olup sohbet-i ilâhiye ile müşerref olmasıdır. O meşguliyet o mükâleme ve sohbet değil usandırmak belki zamanın geçmesini istemez. Bir anlık bir zamanın, binler sene açılmasını ister ve zamanın kaydından kurtulmak ölçüsü dışına çıkmak ister.
Cennet mü’min için sohbet ve Allah’ın ünsiyet ve sohbetine nâil olacağı bir makamdır. Hem temâşa ve tefekkür var. Hem âlemlere açıklık, bâki âlemlere sâhiblik, hem geniş vücûdlar, açıklıklar, genişlikler…hemde en mühimide likâ var. Yâni Cenâb-ı Hak’la, Cemâl-i ilâhi ile layık bir mahalde, yönsüz ve cihetsiz O’na layık bir şekilde görüşmek var. Huzurundan ayrılıp menziline geldiğinde saray halkı kendisini tanımaz derecede güzelleşmiştir. O görüşmenin tekrarı arzusuyla yaşar. Hem hatırasında yaşatır. En güzel hayattarlığı ve canlılığı var olur. Hem nurlu bir âlem hâtırasıyla yaşar. Rahmet-i ilâhiyeden uzak değildir ki mü’min cennet ile bir çok âlemleri birden ve aynı âlemde yaşasın. O âlemler; hem yaşayış, hem meşguliyet, hem ferahlatır, hemde, nurlu ve mârifetli ve mânidardır. Evet pek çok âlemleri bir anda yaşamak ve hepsini birden temaşâger bir nâzır, müşâhid ve müfettiş ve istihsancı olmak ruh için müsaittir. Hem aklada uygundur.
Meselâ: Dünya hayatında uyanıkken, âlem-i şehâdeti seyreder. Uykuda iken bir nevi misal âlemi olan rüya âleminde bulunur, yaşar seyreder. Hem uyanikken canlı hayalindeki nurlu hâtırasıyla mâziyi bir meclis-i münevver ve temâşa için bir âlem ve bir sohbet mahalli bulur, yaşar. Onunla ünsiyetlenir. O mâzi ruhun hayat dâiresi içinde muhâfaza edilmiş hayatiyetine bir mâden olarak verilmiştir.
Hem o mü’min âlem-i mîsal ve mânaya göz bulur. Âlem-i şehâdetten muktebes o nurlu, bâki, vücûdlu âlemlerdede bulunur. O mü’min âlem-i şehâdeti her bir ismi ilâhinin nurlandırıp ışıklandırdığı menziller olarak ve Esma-ül Hüsnanın nurlandırıp ışıklandırdığı menziller olarak ve Esma-ül Hüsnanın cevherlerini câmi, o menzilleri hazine ve âlem bulur.
Şu âlemler ruhu insâni için birer menzil, bir daire-i hayat ve yaşayış. O insan îmânı, şuûru ve mârifeti kalb ve ruhunun ferahlık ve kemâli ile o âlemleri yaşayış dairesine alır. Genişlenir, ferahlanır, sıkılmaz, usanmaz.
Hem mümkindir ki; ruh, melek, cinler âleminde dâhil olmak üzere mezkûr âlemlerde aynı anda bulunsun ve yaşasın. Hem mahlukatın husisi dünyaları ve âlemleri ile alakalı ruh-u Muhammedi (a.s.v.) bize en güzel misal ve örnektir.
Evet insan hayatıyla diğer âlemlere nazaran bir kışır ve kabuk ve denizde köpük hükmünde olan, âlem-i şehâdete ve maddi kesif dünya hayatına münhasır kalsa ve ruh ahiret alemlerine nazaran dar bir hapishane hükmünde olan maddi, kesif dünya hayatında hapsolsa elbette usanır ve sıkılır. Ehli gaflet ve dalâlet zanneder ki bâki cennette zaman geçmez, usanır, usandırır ve sıkar. Gafletinden ve dalâletinden ve âlemlerden mahrumiyetinden ve âlem-i şehâdetteki yaşayış vaziyetinde, yaşayışı yalnız maddi cismani ve nefsaniyete münhasır dar ölçüler içinde sıkışıp kaldığından ve en mühim olarakta fikir, kalb, ruhunda nurlu, mârifetli, îmanlı bir mükâleme ve sohbet ve meşguliyeti bulamadığından ve yüzünü köpüğe nazaran derya olan ve âlem-i şehâdete münhasır olmayan gaybi, uhrevi ve bâki âlemlere ve geniş vücûdlara ve her türlü mânalara çevirmediğindendir. Veya kıymetini bilemediğinden dolayı, elini geçmediğinden güzele çirkin diyenler kemâle nâkıs diyenler ve böylece kendini aldatıp teselli edenlerdir. Vesselam.
Ve o misafirin tenezzühüne ve temaşâsına ve istifâdesine öyle büyük bir dâire açıp müheyya etmiştir ki, o dâirenin nısf-ı kutru yâni; merkezden muhit hattına kadar gözün kestiği mikdar, belki hayalin gittiği yere kadar geniştir ve uzundur. “gözün kestiği miktar” yâni îmânın ona gösterdiği kadar. Meselâ. Dünyayı cennetin bir nûmunegahı, bahar bahçelerini, cennet bahçelerinin temsili suretinde gösterir. Cennet mânasıyla yaşatır. Mânen cenneti içine alan bir yaşayışı ferahlığı, istirahatı ve nefes alması vardır. Yâni nur’u îmânla teneffüs eder. Darlıktan dar âlem-i maddiden ve sıkntıdan kurtulur. Dâire-i hayat-ı ruhiyesi ve vücûd-u mâneviyesi genişler. O hayal ise, îmânlı bir mü’minde mâziyi içine alan ve mâzi ile onu yaşatan, mâziyi ona bir âlem ve bir vücûd olarak bulduran ve âlem-i mîsâle onun için pencere açan ve onunla âlem-i mîsâline bakan, nazar eden hadsiz âlem-i mîsâle onu nûmune bulan ve alem-i mîsâl vücûduyla onu ferahlandıran gözünü ve kalbini açarak ona nefes aldıran yâni o insanı dünyevi maddi dar âlemin sıkıntısından kurtaran canlı hayattar, nurlu, kalbi, îmâni hatıralardır.
Dünya ile alûde olanın dünyadan gelen sıkıntısını gideren ya Allah için dostlarıyla sohbet veya bir mescidde kısa bir müddet halvet veya ku’âni, îmâni, mânalarla nurlu derslerle (mânası ile) mânevi meşguliyet.
Hulisi Yahyagil âbiye ait olarak elime geçen notları medar-ı istifade olması arzusu ile paylaştım.