Cevap: Lâsiyyemalar - Sayfa: 51
müteselsil fıkralar, cümleler o sikkeyi güneş gibi gösteriyorlar ve izhar ediyorlar.
Evet, sahife-i arzda pek garip, hakîmâne bir icad görünüyor. Bu görünen icadın gösterdiği kuvvet ve faaliyeti görmek istersen, şu gelen fıkralara dikkat et
1. O icad fiili, pek azîm ve geniş bir sehavet-i mutlakadan geliyor.
2. Bir suhulet-i mutlaka ile bir kuvvet-i mutlakadan çıkıyor.
3. Mutlak bir intizamla, sür’at-i mutlakada meydana geliyor.
4. Mevzun ve mizanlı olarak bir vüs’at-i mutlakada bulunuyor.
5. Güzel bir eser-i san’at olmakla beraber, mutlak bir ucuzlukta görünüyor.
6. Taallûk ettiği şeyler pek karışık olmakla beraber, büyük bir imtiyaz-ı mutlak ve adem-i iltibasla yapılıyor.
7. Mahall-i taallûku gayr-ı mütenahi olmakla beraber, eserlerinde çirkinlik görünmez, ahsen şekilde husule gelir.
8. Efrad ve envâ arasında, bu’d-u mutlak ile beraber, tevafuk-u mutlak var.
Arkadaş! Bu fıkraların herbirisi tek başına da o sikkeyi izhar etmeye kâfidir.
Bakınız, en harika bir sehavetle en harika bir hüsn-ü san’at, muhit bir kudretin hassasıdır.
Ve intizamla beraber harika bir suhulet, hiçbir şeyden âciz olmayan muhit bir ilim sahibine mahsustur.
Tartılmış gibi gayet mizanlı olmakla beraber, mu’cizâne bir sür’at-i mutlaka, herşeyi emrine ve kudretine teshir eden Zâta mahsustur.
Nevilerin pek dağınık bulunmasından, pek geniş bir tasarrrufla harika bir hüsn-ü san’at, ilim ve kudretiyle herşeyin yanında bulunan Zâta hastır.
Kesret ve mebzuliyetle beraber her ferdin san’at itibarıyla kıymettar olması, sonsuz bir zenginlikle gayr-ı mütenahi hazinelere malik olan Zâta mahsustur.
Zât: Allah (c.c.) | adem-i iltibas: herhangi bir karıştırma hâlinin olmaması |
ahsen: en güzel | azîm: büyük |
bu’d-u mutlak: sınırsız uzaklık | efrad: fertler, bireyler |
envâ: neviler, türler | eser-i san'at: san’at eseri |
ferd: kişi, birey | fıkra: bölüm, kısım |
gayet: son derece | gayr-ı mütenahi: sonu olmayan, sonsuz |
hakîmâne: hikmetle; bir maksat ve faydaya yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde | has: özgü, mahsus |
hassa: nitelik, özellik | husule gelmek: meydana gelmek |
hüsn-ü san’at: san’at güzelliği | icad: var etme, yaratma |
imtiyaz-ı mutlak: varlıklar arasında tam ve kusursuz ayırımın olması | intizam: düzen, tertip |
itibarıyla: bakımından, özelliğiyle | izhar etmek: açıklamak, göstermek |
kesret: çokluk | kudret: Allah’ın güç, kudret ve iktidarı |
kuvvet-i mutlaka: sınırsız, tam güç, kuvvet | kâfi olmak: yeterli olmak |
kıymettar olmak: kıymetli, değerli olmak | mahall-i taallûk: bağlantılı ve ilgili olduğu yer, bölge |
mahsus: has, özgü | mebzuliyet: bolluk, ucuzluk |
mevzun: ölçülü | mizan: ölçü, denge |
muhit: kapsayıcı, herşeyi kuşatan | mutlak: kayıtsız, sınırsız |
mu’cizâne: mu’cizeli bir şekilde | mâlik olan: sahip olan |
müteselsil: zincirleme, peş peşe | nevi: çeşit, tür |
sahife-i arz: yeryüzü sayfası; bir kitabın sayfasını andıran yeryüzü | sehavet: cömertlik |
sehavet-i mutlaka: tam bir cömertlik; sınırsız, şartsız cömertlik | sikke: damga |
suhulet: kolaylık | suhulet-i mutlaka: sınırsız, tam bir kolaylık |
sür’at-i mutlaka: sınırsız hız | taallûk etmek: bağlantılı olmak |
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetme | teshir etmek: boyun eğdirmek |
tevafuk-u mutlak: sınırsız uyum, uygunluk | vüs'at-i mutlaka: sınırsız genişlik |
âciz olmak: güçsüz, zayıf |
|