Cevap: Lâsiyyemalar - Sayfa: 52
Efradın ziyadesiyle karışık olmasıyla beraber iltibassız ve fevkalâde imtiyaz ve teşahhuslara mazhar olmaları, herşeye basîr ve herşeye şehîd ve herbir fiili kendisini diğer bir fiilden men etmeyen Zâta mahsustur.
Ve keza, arzda dağınık bulunan efrad arasındaki uzaklıkla beraber, suretçe, vücutça, teşkilâtça aralarında husule gelen tevafuk, küre-i arz yed-i tasarrufunda, ilminde, hükmünde, hikmetinde bulunan Zâta mahsustur.Ve keza, nev’in kesret-i efradıyla beraber her ferdin harikulâde bir hüsn-ü hilkate mâlik olması, Kadîr-i Mutlaka hastır ki, az çok, küçük ve büyük herşey Ona nisbeten birdir.
Geçen fıkraların herbirisinde, herşeyin tek bir Sâniin sun’u ve san’atı olduğuna delâlet eden başka bir âyet daha vardır. Evet, sehavetle kuvve-i iktisadiye arasında ve sür’atle mizanlı olmak arasında ve ucuzlukla kıymetli olmak arasında ve karışık olmakla mümtaz bulunmak arasında tezat vardır. Bu zıtları bir fiilinde cem etmek, ancak kudreti hadsiz bir Sâni-i Kadîre mahsustur.
Hülâsa: Herbir fıkra, tek başına hâtem-i ehadiyeti izhara kâfi olduğu takdirde, fıkraların heyet-i içtimaiyesi pek zahir bir tarik-i evlâ ile hâtem-i ehadiyeti gösterir. İşte bu izahtan,
وَلَئِنْ سَئَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَ اْلاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللهُ
1
âyet-i kerîmesinin sırrı zahir oldu. Yani, o inatlı münkire, “Hâlık-ı Semavat ve Arz kimdir?” diye sorulduğu zaman, çar u nâçâr, “Allah’tır” diyecektir.
[NOT]Dipnot-1 Lokman Sûresi, 31:25.
[/NOT]
Hâlık-ı Semavat ve Arz: yeri ve göğü yaratan Allah
| Kadîr-i Mutlak: kudreti her şeyi kuşatan, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah |
Sâni: her şeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah | Sâni-i Kadîr: her şeyi san’atlı bir şekilde yaratan ve kudreti sınırsız olan Allah |
arz: yer, dünya | basîr: gören |
cem etmek: toplamak | delâlet etmek: işaret etmek |
efrad: fertler, bireyler | ferd: kişi, şahıs |
fevkalâde: olağanüstü | fıkra: bölüm, kısım |
hadsiz: sonsuz, sınırsız | harikulâde: olağanüstü, şaşırtıcı şekilde |
has: özgü | heyet-i içtimaiye: bir şeyin tamamı, bireylerinin toplamı |
hikmet: her şeyi bir fayda ve gayeye yönlendirme ve yerleştirme niteliği | husule gelmek: meydana gelmek |
hâtem-i ehadiyet: Allah’ın, her bir varlık üzerindeki birliğini gösteren mühür | hükmü: hakimiyeti |
hülâsa: özetle | hüsn-ü hilkat: yaratılış güzelliği |
iltibassız: birbirine karışmayan | imtiyaz: seçkinlik, diğerlerinden farklı olma, ayrılma |
izah: açıklama | izhar: ortaya çıkarma, gösterme |
kesret-i efrad: fertlerin çokluğu | keza: bunun gibi |
kudret: güç, kudret ve iktidar | kuvve-i iktisadiye: tutumluluk, iktisat gücü |
kâfi olmak: yeterli olmak | küre-i arz: yer küre, dünya |
kıymetli olmak: değerli olmak | mahsus: has, özgü |
mazhar olmak: erişmek, kavuşmak | men etmek: yasaklamak |
mizan: ölçü, denge | mâlik olmak: sahip olmak |
mümtaz bulunmak: benzerlerinden ayrılmış, seçilmiş bulunmak | münkir: inkâr eden |
nev'i: tür, çeşit
| nisbeten: bir şeye göre, oranla |
sehavet: cömertlik | sun': san’atlı iş yapmak |
suretçe: şekil ve görünüm açısından | sür’at: hız |
sır: gizem, gizli gerçek; ince hakikat | tarik-i evlâ: en uygun ve iyi yol |
tevafuk: uyum, uygunluk | tezat: zıtlık |
teşahhus: belirlenme, şahıslanma, bir birey hâline gelme | teşkilâtça: yapı ve şekillendirme açısından |
yed-i tasarruf: tasarruf eli; yönetimi ve hakimiyeti altında tutma | zahir: görünen, açıkta olan |
zahir olmak: açıkta olmak, görünmek | ziyade: fazla, çok |
âyet: delil | âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi |
çar u nâçâr: ister istemez, mecburen | şehîd: her şeyi müşahede eden; gören |