Cevap: Lâsiyyemalar - Sayfa: 55
Aziz arkadaş! “İman-ı billâh” ile “âhiret imanı” arasındaki telâzuma geldik. Hazır ol, dinle:
Bir sultan, itaat edenlere mükâfat ve isyan edenlere de mücazat etmezse, saltanatı inhidama yüz çevirir. Ve keza, bir sultanın sağında lütuf ve merhamet ve solunda kahr ve terbiye lâzımdır. Mükâfat, merhametin iktizasıdır. Terbiye de mücâzâtı ister. Mükâfat ve mücâzat menzilleri âhirettir.
Ve keza, yüksek bir hikmet ve adalet sahibi olan bir sultan, saltanatının şanını kusurdan saklamak üzere, kendisine iltica edenleri taltif ve hâkimiyetinin haşmetini göstermek için milletinin hukukunu muhafaza eder. Bu cihetlerin mühim bir kısmı âhirette olur.
Ve keza, lebâleb dolu hazinelere mâlik ve sehavet-i mutlakaya sahip olan bir sultan için umumî ve daimî bir dâr-ı ziyafet lâzımdır. Ve ayrı ayrı ihtiyaç sahiplerinin devam ve bekàlarını ister. Bu da ancak âhirette olur.
Ve keza, bir cemâl sahibi, dâima hüsün ve cemâlini görmek ve göstermek ister. Bu ise âhiretin vücudunu ister. Çünkü daimî bir cemâl, zâil ve muvakkat bir müştaka râzı olmaz, onun da devamını ister. Bu da âhireti ister.
Ve keza, yardım isteyenlere yardım ve dua edenlere cevap vermek hususunda, pek rahîmâne bir şefkat sahibi olan bir sultan—ki ednâ bir mahlûkun ednâ bir isteğini derhal yapar, verir—elbette bütün mahlûkatın en büyük bir ihtiyacını kemâl-i suhuletle yapar. Böyle umumî ve en mühim bir ihtiyaç ancak âhirettir.
Ve keza, icraatından, faaliyetinden anlaşılan pek harika bir ihtişam içinde bir saltanatı varken, milletinin içtimâları için yalnız dar bir misafirhane yapılmış; dâimî olarak milleti istiâb edemez, daima dolar boşalır. Ve bir imtihan meydanı var; her vakit değişir, tebeddül eder. Ve sultanın bazı âsâr-ı san’atına ve ihsanatına
adalet: her hak sahibine hakkını tam ve eksiksiz verme, zâlimden mazlumun hakkını alma sıfatı | aziz: çok değerli |
bekà: sürekli şekilde var olma | cemâl: güzellik |
cihet: taraf | daimî: devamlı |
derhal: hemen | dâr-ı ziyafet: ziyafet yurdu |
ednâ: en basit, küçük | haşmet: büyüklük, görkem |
hikmet: Allah’ın her bir varlığı bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde yaratma sıfatı, niteliği | hukuk: haklar |
husus: mevzu, konu | hâkimiyet: egemenlik, hüküm ve idare altına alma |
hüsün: güzellik | icraat: faaliyet, uygulama |
ihtişam: haşmetlilik, heybetlilik | iktiza etmek: gerektirmek, zorunlu kılmak |
iltica etmek: sığınmak | iman-ı billâh: Allah’a iman |
inhidam: yıkılma | istiâb etmek: içine almak, içine sığdırmak, kapsamak |
itaat etmek: emre uymak, boyun eğmek | içtimâ: toplanma |
kahr: Allah’ın üstünlük ve azap verici vasıflarının tecellîsi | kemâl-i suhulet: tam ve eksiksiz bir kolaylık, kolayca |
keza: bunun gibi | lebâleb: dop dolu |
lütuf: iyilik, ikram, bağış | mahlûk: varlık |
mahlûkat: yaratıklar, yaratılanlar | menzil: yer, mekân |
merhamet: şefkat etme | muhafaza etmek: korumak |
muvakkat: geçici | mâlik: sahip |
mücazat etmek: cezalandırmak | mücâzât: cezalandırma |
mühim: önemli | mükâfat: ödüllendirme |
müştak: arzulu, çok istekli; insan | rahîmâne: çok merhametli ve şefkatli bir şekilde |
saltanat: hakimiyet, egemenlik | sehâvet-i mutlaka: her yeri kaplayan, kusursuz ve sınırsız cömertlik |
taltif: iyilik ve güzellikle muamele etmek | tebeddül etmek: başkalaşmak, değişmek |
telâzum: karşılıklı gerektirme, birbirini gerekli kılma | terbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırma |
umumî: genel, herkese ait | vücud: varlık |
zâil: yok olup gidici, geçici | âhiret: öbür dünya, öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat |
âsâr-ı san'at: san’at eserleri | şefkat: merhamet |
şân: yüksek makam |
|