Sâni-i Âlem: bütün varlık âlemini san’atlı bir şekilde yaratan Allah | adalet: her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi ve zâlimden mazlumun hakkının alınması |
azamet: büyüklük | bahr-i rahmet: İlâhî şefkat ve merhamet denizi |
bekà: sonsuzluk | burhan: güçlü ve sarsılmaz delil |
cihet: yön | daimî: devamlı |
derya: deniz | ebedî: sonsuz |
elem: acı, keder, sıkıntı | evlât: çocuk |
fevkinde: üstünde | fiil: hareket, iş, etki |
fâni: geçici | gaddar: acımasız, çok zulmeden |
gayr-ı sabit: sabit olmayan | hakikat: bir şeyin içyüzü, gerçek yüzü |
hikmet: bir şeyi belli bir amaç ve yarar doğrultusunda yerli yerinde yapma | hâriç: dış |
hâşâ: asla, kesinlikle öyle değil | iade etmek: geri vermek |
icad etmek: var etmek, yaratmak | illâ: ancak |
inayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik; İlâhî özen ve yardım | inkâr: etmek kabul etmemek, reddetmek |
inkılâb-ı hakâik: gerçeklerin inkılâbı, zıtlarına dünüşmesi | istiab etmek: içine almak, kaplamak |
istilzam etmek: gerektirmek | istilâ etmek: ele geçirmek |
kalb etmek: dönüştürmek | katre: damla |
keza: bunun gibi | lâzım gelmek: gerekli olmak |
maahaza: bununla beraber, bununla birlikte | makar: oturulan, karar kılınan yer; merkez; pâyitaht |
mazhar olmak: ulaşmak, elde etmek | menzil: durak, yer, mekân |
merhamet: acıma, şefkat etme | mesken: oturulan ve kalınan yer |
muhabbet: sevme | musibet: belâ, dert, felâket |
muvakkat: geçici | mücâzat: cezalandırma |
mükâfat: ödüllendirme | nebatat: bitkiler |
nikmet: azap, ceza | rahmet: merhamet, bağış, acıma, esirgeme |
rahmet-i vâsia: herşeyi kuşatan geniş rahmet | rububiyet: Rablık; kâinatın idaresi, terbiyesi, tedbiri gibi işlerde Cenâb-ı Hakkın isimlerinin tecellîsi |
sabit: değişmeyen | sakin: ikâmet eden, yerleşmiş olan |
saltanat: hâkimiyet, egemenlik | saltanat-ı daime: devamlı, kesintisiz bir egemenlik, hâkimiyet |
sefih: yasak zevk ve eğlencelere aşırı düşkün olan | suhulet-i rızık: rızkın kolay elde edilmesi |
tasavvur: düşünme, hayal | valide: anne |
vücuda getirmek: var etmek, meydana getirmek | zehab etmek: bir fikre veya zanna kapılma |
zeval: geçip gitme, sona erme | zuhur etmek: ortaya çıkmak, görünmek |
zâil: yok olup gidici, geçip gidici | zâlim: zulmeden, acımasız |
âlem: dünya | şefkat: merhamet |