Konuya cevap cer

Cevap: Lâsiyyemalar - Sayfa: 57



Evet, o Sultanın şu fâni menzillerde ve korkunç meydanlarda gösterdiği hikmet, inayet, adalet, rahmet ve şefkatin fevkinde bir derecenin tasavvuru imkân hâricidir. Elbette bu kadar yüksek ve geniş harika san’atlar, daimî mekânları, sabit meskenleri ve zevalsiz sakinleri isterler ki, o büyük hikmet ve adaletin hakikatlerine mazhar olsunlar. Ve illâ, şu görünen hikmet, inayet ve merhametin inkârı lâzım gelir. Ve aynı zamanda, bu kadar hikmetinden ve inayetinden zuhur eden fiiller sahibinin—hâşâ!—zâlim, gaddar, sefih olduğuna zehab edilir. Bu ise, inkılâb-ı hakâiki istilzam eder.


Ve keza, şu muvakkat menzillerin saltanat-ı daimeye makar olacak bir şekle gireceğine pek çok deliller, burhanlar vardır. Maahaza, bu âlemi icad edip öteki âlemi  icad etmemek ve bu kâinatı vücuda getirip öteki kâinatı getirmemek, bu  dünyayı yaratıp öteki dünyayı yaratmamak imkânı yoktur. Çünkü rububiyetin saltanatı mükâfat ve mücâzatı ister.


Ve keza, Sâni-i Âlemin herşeyi içine almış ve herşeyi istilâ ve istiab etmiş bir rahmet-i vâsiası vardır. Validelerin, hattâ bir cihette nebatatın evlâdına olan şefkatleri ve küçük, zayıf yavrularının suhulet-i rızıkları, o rahmet deryasından bir katredir. O bahr-i rahmetin azametiyle, şu fâni dünyada, bu kısa ömürde, şu kadar zahmet ve belâlarla karışık, zâil ve gayr-ı sabit olan şu nimetler ve ebedî bekayı isteyen insanlar arasında münasebet yoktur. Ve aynı zamanda, iade edilmemek üzere zeval, nimeti nikmete, şefkati zahmete, muhabbeti musibete ve lezzeti eleme ve rahmeti zıddına kalb eder…





Sâni-i Âlem: bütün varlık âlemini san’atlı bir şekilde yaratan Allahadalet: her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi ve zâlimden mazlumun hakkının alınması
azamet: büyüklükbahr-i rahmet: İlâhî şefkat ve merhamet denizi
bekà: sonsuzlukburhan: güçlü ve sarsılmaz delil
cihet: yöndaimî: devamlı
derya: denizebedî: sonsuz
elem: acı, keder, sıkıntıevlât: çocuk
fevkinde: üstündefiil: hareket, iş, etki
fâni: geçicigaddar: acımasız, çok zulmeden
gayr-ı sabit: sabit olmayanhakikat: bir şeyin içyüzü, gerçek yüzü
hikmet: bir şeyi belli bir amaç ve yarar doğrultusunda yerli yerinde yapmahâriç: dış
hâşâ: asla, kesinlikle öyle değiliade etmek: geri vermek
icad etmek: var etmek, yaratmakillâ: ancak
inayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik; İlâhî özen ve yardıminkâr: etmek kabul etmemek, reddetmek
inkılâb-ı hakâik: gerçeklerin inkılâbı, zıtlarına dünüşmesiistiab etmek: içine almak, kaplamak
istilzam etmek: gerektirmekistilâ etmek: ele geçirmek
kalb etmek: dönüştürmekkatre: damla
keza: bunun gibilâzım gelmek: gerekli olmak
maahaza: bununla beraber, bununla birliktemakar: oturulan, karar kılınan yer; merkez; pâyitaht
mazhar olmak: ulaşmak, elde etmekmenzil: durak, yer, mekân
merhamet: acıma, şefkat etmemesken: oturulan ve kalınan yer
muhabbet: sevmemusibet: belâ, dert, felâket
muvakkat: geçicimücâzat: cezalandırma
mükâfat: ödüllendirmenebatat: bitkiler
nikmet: azap, cezarahmet: merhamet, bağış, acıma, esirgeme
rahmet-i vâsia: herşeyi kuşatan geniş rahmetrububiyet: Rablık; kâinatın idaresi, terbiyesi, tedbiri gibi işlerde Cenâb-ı Hakkın isimlerinin tecellîsi
sabit: değişmeyensakin: ikâmet eden, yerleşmiş olan
saltanat: hâkimiyet, egemenliksaltanat-ı daime: devamlı, kesintisiz bir egemenlik, hâkimiyet
sefih: yasak zevk ve eğlencelere aşırı düşkün olansuhulet-i rızık: rızkın kolay elde edilmesi
tasavvur: düşünme, hayalvalide: anne
vücuda getirmek: var etmek, meydana getirmekzehab etmek: bir fikre veya zanna kapılma
zeval: geçip gitme, sona ermezuhur etmek: ortaya çıkmak, görünmek
zâil: yok olup gidici, geçip gidicizâlim: zulmeden, acımasız
âlem: dünyaşefkat: merhamet




Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst