Cevap: Lâsiyyemalar - Sayfa: 65
halde, kendisini başıboş ve gayr-ı mes’ul zannetmesin. Onun da divan-ı muhasebatta pek karışık hesapları vardır. Ondan kurtulduktan sonra, müstehak olduğu yere gidecektir.
Evet, Kudret-i ezeliyeye nisbetle, ölümden sonra haşrin gelmesi, güzden sonra baharın gelmesi gibidir. Evet, nebatat gibi insanın da bir güzü, bir de baharı vardır. Evet, geçmiş zamanda vukua gelmiş olan mu’cizat-ı kudret, Sâniin bütün imkânat-ı istikbaliyeye kadir olduğuna kat’î şahit ve burhanlardır.
Ve keza, bu âlemin mâliki, kendi kudretine pek kolay ve pek ehven ve ibâdına fevkalâde mühim ve pek şedidü’l-ihtiyaç olan haşrin tekrar be tekrar vaadinde bulunmuştur. Malûmdur ki, hulfül-vaad, kudretin izzetine, rububiyetin merhametine zıttır. Zira, vaadin hilâfını yapmak, cehlin veya aczin alâmetidir. Bu ise, Kadîr-i Mutlak, Hakîm-i Mutlak olan zâta muhaldir.
Maahaza, insanların haşri nebatatın haşri gibidir. Bunu gören onu nasıl inkâr eder? Haşrin icadına olan vaadi ise, bütün enbiyanın tevatürüyle ve büyük insanların icmâıyla sabit olduğu gibi Kur’ân-ı Kerîmin lisanıyla da sabittir.
Ezcümle,
اَللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَرَيْبَ فِيهِ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللهِ حَدِيثًا
1
olan âyet-i kerime, büyük bir şiddet ve kuvvetle haşrin icadına söz veriyor. Fakat, bazı insan pek nankördür ki, bütün mevcudat, sıdkına ve hak olduğuna delâlet
[NOT]Dipnot-1 “Allah Teâlâ ki, Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. And olsun ki, geleceğinde şüphe olmayan kıyamet gününde O sizi kabirlerinizden toplayıp diriltecektir. Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?” Nisâ Sûresi, 4:87.
[/NOT]
Hakîm-i Mutlak: herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi Allah | Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah |
Kudret-i ezeliye: ezelî olan Allah’ın kudreti, güç ve kuvveti | Sâni: herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah |
acz: acizlik, güçsüzlük | alâmet: belirti |
burhan: güçlü ve sarsılmaz delil | cehil: cahillik |
divan-ı muhasebat: insanların sorgulanıp hesaba çekileceği yüksek makam; mahşerdeki hesap | ehven: daha kolay |
enbiya: nebiler, peygamberler | ezcümle: meselâ, örneğin |
fevkalâde: olağanüstü | gayr-ı mes’ul: mes’ul olmayan, sorumlu tutulmayan |
güz: sonbahar | hak: doğru, gerçek |
haşir: öldükten sonra yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma | hilâf: ters, zıt |
hulfül-vaad: sözünden dönme | ibâd: kullar |
icad: var etme, vücuda getirme | icmâ: fikir birliği, aynı görüşte birleşme |
imkânat-ı istikbaliye: geleceğe ait imkânlar, olması mümkün olan ihtimaller | inkâr: reddetme |
izzet: üstünlük, yücelik | kadir: her şeye gücü yeten |
kat'î: kesin, şüphesiz | keza: bunun gibi |
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı | lisan: dil |
maahaza: bununla birlikte | malûm: bilinen, belli |
merhamet: acıma, şefkat | mevcudat: varlıklar, yaratılanlar |
muhal: imkânsız | mu’cizat-ı kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarının mu’cizeleri |
mâlik: sahip | mühim: önemli |
müstehak olmak: lâyık olmak, hak etmek | nebatat: bitkiler |
nisbet: kıyas, oran | rububiyet: herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri verme, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurma |
sıdk: doğruluk | tevatür: yalanda birleşmeleri imkânsız olan insanların verdiği doğru ve kesin haber |
vaad: söz verme | vukua gelmek: gerçekleşmek |
zira: çünkü | âlem: kâinat |
âyet-i kerime: Kur’ân'da geçen her bir cümle | şedidü’l-ihtiyaç: şiddetli ihtiyaç |