Mevlevî: Mevlevîlik tarikatına mensup kimse | Mâlikü'l-Mülk: herşeyin gerçek sahibi olan Allah |
Sâni: herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah | Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi olan yüce Zât, Allah |
arz: dünya | azametli: büyük, büyük heybet sahibi |
azîm: büyük | bina edilmek: kurulmak |
binaenaleyh: bundan dolayı | bâki: devamlı, kalıcı |
cüz: parça | dahil olmak: katılmak |
delâlet etmek: göstermek, işaret etmek | dâr-ı mücâzat: ceza yeri |
dâr-ı mükâfat: mükâfat, ödül yeri | ebedî: sonsuz |
ehlî: evcil | ervah-ı neyyire ashabı: nurlu ruh sahipleri; manevî âlemlerdeki nurlara ulaşan büyük zâtlar |
esas: temel | fâni: geçici |
güz: sonbahar | hakikat: her şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyeti |
hezeyan: boş söz, saçmalama | ihbar etmek: haber vermek |
ihtişamlı: haşmetli, heybetli | ihzar etmek: hazırlamak |
itimat etmek: güvenmek | kaim olmak: varlığı devam etmek, ayakta durmak |
kat'î: kesin | keza: bunun gibi |
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı | kulûb-u münevvere aktabı: kalp aracılığıyla nurlara ulaşan ve manevî bir kutup hâline gelen insanlar |
kurb-u huzur-u İlâhî: İlâhî yakınlığa ulaşma makamı | maahaza: bununla beraber, bununla birlikte |
ma’raz: bir şeylerin sergilendiği yer | menzil: durak, oturulan yer, mekân |
metin: sağlam | muazzam: azametli, çok büyük |
mutî: itaat eden, emre uyan | muvakkat: geçici |
mütebeddil: değişken | raks ve hareket: oynama, düzenli bir şekilde hareket etme |
rububiyet: Allah’ın bütün varlıklar üzerindeki malikiyet ve egemenliği, her varlığı yaratılış amacına hikmetle ulaştıran terbiyesi | rububiyet-i sermediye: Allah’ın bütün varlıklar üzerindeki kesintisiz mâlikiyet ve egemenliği ve her varlığı yaratılış amacına hikmetle ulaştıran kesintisiz terbiyesi |
sair: başka | saltanat: egemenlik, hâkimiyet |
saltanat-ı ebediye: sonsuz hakimiyet; Allah’ın sonsuz egemenliği, hâkimiyeti | sekene: sakinler, ikamet edenler |
seyyarat: gezegenler | tagayyürsüz: değişmeyen, sabit |
tahrip etmek: bozmak | tanzim: düzenleme |
tasdik etmek: doğrulamak, onaylamak | tebdil etmek: değiştirmek |
tebeddülât: değişimler | teshir: boyun eğdirme, itaat ettirilme |
teşhir: sergileme | tâbi olmak: uymak |
ukul-ü nuraniye erbabı: nuranî akıl sahipleri; akıl yoluyla manevî hakikatlerin nuruna ulaşan kişiler | vaad: verilen söz |
vaziyet: durum | vücud: varlık |
zahir: dış görünüş | zarurî: zorunlu |
zelil: aşağı, alçak | zâil: gelip gidici |
âlem: dünya, evren | âsi: isyan eden |
âsâr: eserler | şedit: şiddetli |
şems: güneş | şuâ: ışık hüzmesi, ışın
|
şâşaalı: gösterişli, göz alıcı |
|