Nasihat istersen, ölüm yeter. Mektûbat
âyetinin külliyetinde: "Nev'-i insanî bir nefistir, dirilmek üzere ölecek. Ve Küre-i Arz dahi bir nefistir, bâki bir surete girmek için o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir, âhiret suretine girmek için o da ölecek!" manası, âyetin işaretinden kalbe açılıyor...
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan: Anlatma tarzı mucize olan Kur'an.
Külliyet: Bütünlük, genellik.
Nev'-i insanî: İnsan türü, insan cinsi.
Nefis: Bir kişinin kendisi, öz varlığı. *Günah ve sevab ayırmadan saldıran istekler ve duygular.
Bâki: Sonsuz, ölümsüz olan.
Evet yolculara seyahat için vesika vermek bir vazife olduğu gibi, ebed tarafına giden yolculara da hem vesika, hem o zulümatlı yolda nur vermek öyle bir vazifedir ki, hiçbir vazife o vazife kadar ehemmiyetli değildir. Böyle bir vazifenin inkârı, ölümün inkârıyla ve her gün ﺍَﻟْﻤَﻮْﺕُ ﺣَﻖٌّ Ölüm kesin bir gerçektir.) davasını, cenazelerinin mührüyle imza edip tasdik eden otuzbin şahidin şehadetini tekzib ve inkâr etmekle olur.
Madem manevî hacat-ı zaruriyeye istinad eden manevî vazifeler var. Ve o vazifelerin en mühimmi, ebed yolunda seyahat için pasaport varakası ve berzah zulümatında kalbin cep feneri ve saadet-i ebediyenin anahtarı olan imandır ve imanın ders ve takviyesidir. Elbette o vazifeyi gören ehl-i marifet herhalde küfran-ı nimet suretinde kendine edilen nimet-i İlahiyeyi ve fazilet-i imaniyeyi hiçe sayıp, sefihler ve fâsıkların makamına sukut etmeyecektir. Kendini, aşağıların bid'alarıyla, sefahetleriyle bulaştırmayacaktır!..
Endişe-i istikbal: Geleceğini sağlama alma kaygısı, istikbal endişesi.
İstinad: Dayanma.
Hayat-ı dünyeviye: Dünyadaki yaşantı.
İçtimaî: Toplumla ilgili.
Münhasır: Mahsus, sınırlı, ait.
Ebed: Ebedilik, sonu olmamak, sonsuzluk.
Ehemmiyetli: Önemli.
Tekzib: Yalanlamak.
Hacat-ı zaruriyeye: Zorunlu ihtiyaçlar.
Varaka: Yaprak, belge, kağıt.
Berzah: Ölülerin ruhlarının kıyamete kadar kaldıkları âlem.
Zulümat: Zulmetler, karanlıklar.
Saadet-i ebediye: Bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
Ehl-i marifet: Yüksek anlayış ve bilgi sahipleri.
Küfran-ı nimet: Nimete karşı nankörlük.
Fazilet-i imaniye: İmanla ilgili üstünlükler ve yüksek ahlak.
Sefih: Düşünmeden hareket eden, zevk ve eğlence düşkünü.
Fâsık: Günahkâr.
Sukut: Düşme, alçalma, inme.
Bid'a: Dine aykırı olarak sonradan uydurulan âdet ve davranışlar.
Sefahet: Günah olan zevk ve eğlencelere düşkünlük.
Fâni: Geçici, gelip geçici, kaybolan.
Hayat-ı ebediye: Ebedi hayat, ölümsüz ve sonsuz hayat.
Misafirhane-i dünya: Dünya misafirhanesi.
Hakîm: Hikmet sahibi, her şeyi gayeli ve faydalı olarak yerli yerinde yapan.
Kerim: Kerem sahibi, bağış, iyilik, lütuf ve cömertlik sahibi.
Müdebbir: Tedbir alıcı, zararları engelleyen ve faydaları sağlayan önlemleri önceden planlayarak yapan.
Teklif-i mâlâyutak: Güç yetmez teklif, yerine getirilemeyecek sorumluluk, yapılamayacaklarla görevlendirme.
Müreccah: Üstün.
Dünyevî: Dünya hayatına ait, dünyadaki yaşantıyla ilgili.
Kabir: Mezar.
Bahtiyar: Talihli, mutlu.
Âhiret: Ölümsüz olan öbür dünya.
Hayat-ı ebediye: Ebedi hayat, ölümsüz ve sonsuz hayat.
Hayat-ı dünyeviye: Dünyaya ait hayat, dünyadaki yaşantı.
Malayani: Faydasız, boş, gereksiz.
Telef: Ölmek, zayi olmak.
Telakki: Kabul etmek, karşılamak.
Misafirhane: Misafir konaklama yeri, misafir evi, konuk evi.
Saadet-i ebediye: Ebedi saadet, bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
İ'lem Eyyühel-Aziz! (Ey saygıdeğer şerefli bil)
İnsanın ba'de-l mevt Hâlık-ı Rahman ve Rahîm'e rücuu hakkında ilânat yapan şu
ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﻣَﺮْﺟِﻌُﻜُﻢْ ٭ ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺗُﺮْﺟَﻌُﻮﻥَ ٭ ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺍﻟْﻤَﺼِﻴﺮُ ٭ ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﻣَﺎَﺏِ
"Dönüş Onadır." Ra’d Süresi, 13:36. "Herkesin dönüşü Onun huzurunadır." Maide Süresi, 5:18. "Hepinizin dönüşü Onadır." Bakara Süresi, 2:245. "Hepinizin dönüşü Onadır." Hüd Süresi, 10:4.)
gibi âyetlerde büyük bir beşaret ve teselli olduğu gibi, ehl-i isyana da büyük tehdidleri îma vardır.
Evet bu âyetlerin sarahatine göre: Ölüm; zeval, firak, adem kapısı ve zulümat kuyusu olmayıp; ancak Sultan-ı Ezel ve Ebed'in huzuruna girmek için bir medhaldir. Bu beşaretin işaretiyle kalb adem-i mutlak korkusundan, eleminden kurtulur.
Ba'de-l mevt: Ölümden sonra.
Hâlık-ı Rahman ve Rahîm: Merhametli çok acıyan ve rızıklandıran yaratıcı.
Rücu: Dönüş, dönme, geri dönüş.
İlânat: İlanlar, duyurular.
Beşaret: Müjde, sevindirici haber.
Ehl-i isyan: İsyan edenler.
Zeval: Sona erme, göçüp gitme, son bulma.
Firak: Ayrılık, ayrılma.
Adem: yokluk, hiçlik.
Zulümat: Karanlıklar.
Sultan-ı Ezel ve Ebed: Başlangıcı ve sonu olmayıp sonsuz olan Allah(cc).
Medhaldir: Giriş yeridir.
Adem-i mutlak: Sonsuz hiçlik.
Elem: Acı, dert, kaygı.
Evvelâ bil ve kat'î iman et ki: "Ecel mukadderdir, tegayyür etmez." Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar ölmüşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.
Sâniyen: Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde gayet kat'î, şeksiz, şübhesiz bir surette, Kur'an-ı Hakîm'in verdiği nur ile isbat etmişiz ki: Ehl-i iman için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir; hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten bir paydostur; hem öteki âleme gitmiş yüzde doksandokuz ahbab ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir; hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır; hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana bir davettir; hem Hâlık-ı Rahîm'inin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Madem ölümün mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilakis rahmet ve saadetin bir mukaddemesi nazarıyla bakmak gerektir.
Hem ehlullahın bir kısmının ölümden korkmaları, ölümün dehşetinden değildir. Belki daha fazla hayır kazanacağım diye, vazife-i hayatın idamesinden kazanacakları hayrat içindir.
Evet ehl-i iman için ölüm, rahmet kapısıdır. Ehl-i dalalet için, zulümat-ı ebediye kuyusudur.
Hâlık: Yaratıcı Allah(cc).
Elem: Acı, dert, kaygı.
Tevahhuş: Korkmak, ürkmek, kaçmak.
Cihet: Yön, taraf.
Nazar-ı gaflet: Allah(cc) ve ahiret düşüncesinden yoksun bakış.
Zahirî: Görünüşte olan, görünen, dış görünüşle ilgili.Evvelâ: İlk önce, birinci olarak.
Kat'î: Kesin.
Mukadder: Belirlenmiş.
Tegayyür: Değişme, başkalaşma.
Sâniyen: İkinci olarak.
Sureten: Görünüş bakımından, şekil olarak.
Ehl-i iman: İman edenler, inananlar.
Vazife-i hayat: Hayat görevi, hayat vazifesi.
Külfet: Zahmet, zorluk.
Talim: Öğretmek, eğitmek, yetiştirmek.
Talimat: Eğitimler, emir ve yasaklar, hareket tarzını bildiren emirler.
Ubudiyet: Allah'ın(cc) emir ve yasaklarına uymak.
Ebedî: Sonsuz.
Makam-ı saadet: Mutluluk yeri.
Zindan-ı dünya: Dünya zindanı, karanlık ve sıkıntılı dünya hapishanesi.
Bostan-ı cinan: Cennet bahçesi.
Hâlık-ı Rahîm: Çok merhametli ve şefkatli yaratıcı.
Mukabil: Karşılık.
Ahz-ı ücret: Ücret alma.
Mahiyet: Temel özellik, temek gerçek, asıl, esas.
Bilakis: Aksine, tersine.
Rahmet: Acıma, şefkat etme, esirgeme, merhamet.
Mukaddeme: Başlangıç, giriş, önsöz.
Ehlullah: Allah'ın(cc) sevgisini kazanmış üstün kimseler, veliler, ermişler.
Belki: Kat'iyyetle. Şüpesiz. *Hattâ. *İhtimal, olabilir.
İdame: Devam ettirme.
Hayrat: Allah(cc) rızası için yapılan hayırlar ve iyilikler.
Ehl-i dalalet: Kur'anın gösterdiği yoldan ayrılanlar, iman ve islâm yolundan sapanlar.
Zulümat-ı ebediye: Sonsuz ve tükenmez karanlıklar.
Her Nefis Ölümü Tadacaktır
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan ﻛُﻞُّ ﻧَﻔْﺲٍ ﺫَٓﺍﺋِﻘَﺔُ ﺍﻟْﻤَﻮْﺕِ Her Nefis Ölümü Tadacaktır (Al-i İmran Suresi: 185.)âyetinin külliyetinde: "Nev'-i insanî bir nefistir, dirilmek üzere ölecek. Ve Küre-i Arz dahi bir nefistir, bâki bir surete girmek için o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir, âhiret suretine girmek için o da ölecek!" manası, âyetin işaretinden kalbe açılıyor...
Said Nursi
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan: Anlatma tarzı mucize olan Kur'an.
Külliyet: Bütünlük, genellik.
Nev'-i insanî: İnsan türü, insan cinsi.
Nefis: Bir kişinin kendisi, öz varlığı. *Günah ve sevab ayırmadan saldıran istekler ve duygular.
Bâki: Sonsuz, ölümsüz olan.
İnsan Yalnız Cesedden İbaret Değildir
İnsan yalnız cesedden ibaret değil; Cesedi beslemek için; kalb, dil, akıl, dimağ koparılıp o cesede yedirilmez, onlar imha edilmez. Onlar da idare ister. Ve madem kabir kapısı kapanmıyor ve madem kabrin öbür tarafındaki endişe-i istikbal her ferdin en mühim mes'elesidir. Elbette milletin itaat ve hürmetine istinad eden vazifeler, yalnız milletin hayat-ı dünyeviyesine ait içtimaî ve siyasî ve askerî vazifelere münhasır değildir.Evet yolculara seyahat için vesika vermek bir vazife olduğu gibi, ebed tarafına giden yolculara da hem vesika, hem o zulümatlı yolda nur vermek öyle bir vazifedir ki, hiçbir vazife o vazife kadar ehemmiyetli değildir. Böyle bir vazifenin inkârı, ölümün inkârıyla ve her gün ﺍَﻟْﻤَﻮْﺕُ ﺣَﻖٌّ Ölüm kesin bir gerçektir.) davasını, cenazelerinin mührüyle imza edip tasdik eden otuzbin şahidin şehadetini tekzib ve inkâr etmekle olur.
Madem manevî hacat-ı zaruriyeye istinad eden manevî vazifeler var. Ve o vazifelerin en mühimmi, ebed yolunda seyahat için pasaport varakası ve berzah zulümatında kalbin cep feneri ve saadet-i ebediyenin anahtarı olan imandır ve imanın ders ve takviyesidir. Elbette o vazifeyi gören ehl-i marifet herhalde küfran-ı nimet suretinde kendine edilen nimet-i İlahiyeyi ve fazilet-i imaniyeyi hiçe sayıp, sefihler ve fâsıkların makamına sukut etmeyecektir. Kendini, aşağıların bid'alarıyla, sefahetleriyle bulaştırmayacaktır!..
Lem'alar
Endişe-i istikbal: Geleceğini sağlama alma kaygısı, istikbal endişesi.
İstinad: Dayanma.
Hayat-ı dünyeviye: Dünyadaki yaşantı.
İçtimaî: Toplumla ilgili.
Münhasır: Mahsus, sınırlı, ait.
Ebed: Ebedilik, sonu olmamak, sonsuzluk.
Ehemmiyetli: Önemli.
Tekzib: Yalanlamak.
Hacat-ı zaruriyeye: Zorunlu ihtiyaçlar.
Varaka: Yaprak, belge, kağıt.
Berzah: Ölülerin ruhlarının kıyamete kadar kaldıkları âlem.
Zulümat: Zulmetler, karanlıklar.
Saadet-i ebediye: Bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
Ehl-i marifet: Yüksek anlayış ve bilgi sahipleri.
Küfran-ı nimet: Nimete karşı nankörlük.
Fazilet-i imaniye: İmanla ilgili üstünlükler ve yüksek ahlak.
Sefih: Düşünmeden hareket eden, zevk ve eğlence düşkünü.
Fâsık: Günahkâr.
Sukut: Düşme, alçalma, inme.
Bid'a: Dine aykırı olarak sonradan uydurulan âdet ve davranışlar.
Sefahet: Günah olan zevk ve eğlencelere düşkünlük.
Dünya Fânîdir
Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahibsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır. Hem madem Allah bir kimseye gücünün yettiğinden başka sorumluluk yüklemez. (Bakara Suresi: 286.) sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır. Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.Said Nursi
Fâni: Geçici, gelip geçici, kaybolan.
Hayat-ı ebediye: Ebedi hayat, ölümsüz ve sonsuz hayat.
Misafirhane-i dünya: Dünya misafirhanesi.
Hakîm: Hikmet sahibi, her şeyi gayeli ve faydalı olarak yerli yerinde yapan.
Kerim: Kerem sahibi, bağış, iyilik, lütuf ve cömertlik sahibi.
Müdebbir: Tedbir alıcı, zararları engelleyen ve faydaları sağlayan önlemleri önceden planlayarak yapan.
Teklif-i mâlâyutak: Güç yetmez teklif, yerine getirilemeyecek sorumluluk, yapılamayacaklarla görevlendirme.
Müreccah: Üstün.
Dünyevî: Dünya hayatına ait, dünyadaki yaşantıyla ilgili.
Kabir: Mezar.
Bahtiyar: Talihli, mutlu.
Âhiret: Ölümsüz olan öbür dünya.
Hayat-ı ebediye: Ebedi hayat, ölümsüz ve sonsuz hayat.
Hayat-ı dünyeviye: Dünyaya ait hayat, dünyadaki yaşantı.
Malayani: Faydasız, boş, gereksiz.
Telef: Ölmek, zayi olmak.
Telakki: Kabul etmek, karşılamak.
Misafirhane: Misafir konaklama yeri, misafir evi, konuk evi.
Saadet-i ebediye: Ebedi saadet, bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
İ'lem Eyyühel-Aziz! (Ey saygıdeğer şerefli bil)
İnsanın ba'de-l mevt Hâlık-ı Rahman ve Rahîm'e rücuu hakkında ilânat yapan şu
ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﻣَﺮْﺟِﻌُﻜُﻢْ ٭ ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺗُﺮْﺟَﻌُﻮﻥَ ٭ ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﺍﻟْﻤَﺼِﻴﺮُ ٭ ﻭَ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﻣَﺎَﺏِ
"Dönüş Onadır." Ra’d Süresi, 13:36. "Herkesin dönüşü Onun huzurunadır." Maide Süresi, 5:18. "Hepinizin dönüşü Onadır." Bakara Süresi, 2:245. "Hepinizin dönüşü Onadır." Hüd Süresi, 10:4.)
gibi âyetlerde büyük bir beşaret ve teselli olduğu gibi, ehl-i isyana da büyük tehdidleri îma vardır.
Evet bu âyetlerin sarahatine göre: Ölüm; zeval, firak, adem kapısı ve zulümat kuyusu olmayıp; ancak Sultan-ı Ezel ve Ebed'in huzuruna girmek için bir medhaldir. Bu beşaretin işaretiyle kalb adem-i mutlak korkusundan, eleminden kurtulur.
Mesnevi-i Nuriye
Ba'de-l mevt: Ölümden sonra.
Hâlık-ı Rahman ve Rahîm: Merhametli çok acıyan ve rızıklandıran yaratıcı.
Rücu: Dönüş, dönme, geri dönüş.
İlânat: İlanlar, duyurular.
Beşaret: Müjde, sevindirici haber.
Ehl-i isyan: İsyan edenler.
Zeval: Sona erme, göçüp gitme, son bulma.
Firak: Ayrılık, ayrılma.
Adem: yokluk, hiçlik.
Zulümat: Karanlıklar.
Sultan-ı Ezel ve Ebed: Başlangıcı ve sonu olmayıp sonsuz olan Allah(cc).
Medhaldir: Giriş yeridir.
Adem-i mutlak: Sonsuz hiçlik.
Elem: Acı, dert, kaygı.
Ecel Birdir Değişmez
Ey Hâlık'ını tanıyan hasta! Hastalıklardaki elem ve tevahhuş ve korkmak ise; hastalık bazan ölüme vesile olduğu cihetindendir. Ölüm, nazar-ı gaflet ve zahirî cihetinde dehşetli olduğundan, ona vesile olabilen hastalıklar korkutuyor, telaş veriyor.Evvelâ bil ve kat'î iman et ki: "Ecel mukadderdir, tegayyür etmez." Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar ölmüşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.
Sâniyen: Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde gayet kat'î, şeksiz, şübhesiz bir surette, Kur'an-ı Hakîm'in verdiği nur ile isbat etmişiz ki: Ehl-i iman için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir; hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten bir paydostur; hem öteki âleme gitmiş yüzde doksandokuz ahbab ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir; hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır; hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana bir davettir; hem Hâlık-ı Rahîm'inin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Madem ölümün mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilakis rahmet ve saadetin bir mukaddemesi nazarıyla bakmak gerektir.
Hem ehlullahın bir kısmının ölümden korkmaları, ölümün dehşetinden değildir. Belki daha fazla hayır kazanacağım diye, vazife-i hayatın idamesinden kazanacakları hayrat içindir.
Evet ehl-i iman için ölüm, rahmet kapısıdır. Ehl-i dalalet için, zulümat-ı ebediye kuyusudur.
Lem'alar
Hâlık: Yaratıcı Allah(cc).
Elem: Acı, dert, kaygı.
Tevahhuş: Korkmak, ürkmek, kaçmak.
Cihet: Yön, taraf.
Nazar-ı gaflet: Allah(cc) ve ahiret düşüncesinden yoksun bakış.
Zahirî: Görünüşte olan, görünen, dış görünüşle ilgili.Evvelâ: İlk önce, birinci olarak.
Kat'î: Kesin.
Mukadder: Belirlenmiş.
Tegayyür: Değişme, başkalaşma.
Sâniyen: İkinci olarak.
Sureten: Görünüş bakımından, şekil olarak.
Ehl-i iman: İman edenler, inananlar.
Vazife-i hayat: Hayat görevi, hayat vazifesi.
Külfet: Zahmet, zorluk.
Talim: Öğretmek, eğitmek, yetiştirmek.
Talimat: Eğitimler, emir ve yasaklar, hareket tarzını bildiren emirler.
Ubudiyet: Allah'ın(cc) emir ve yasaklarına uymak.
Ebedî: Sonsuz.
Makam-ı saadet: Mutluluk yeri.
Zindan-ı dünya: Dünya zindanı, karanlık ve sıkıntılı dünya hapishanesi.
Bostan-ı cinan: Cennet bahçesi.
Hâlık-ı Rahîm: Çok merhametli ve şefkatli yaratıcı.
Mukabil: Karşılık.
Ahz-ı ücret: Ücret alma.
Mahiyet: Temel özellik, temek gerçek, asıl, esas.
Bilakis: Aksine, tersine.
Rahmet: Acıma, şefkat etme, esirgeme, merhamet.
Mukaddeme: Başlangıç, giriş, önsöz.
Ehlullah: Allah'ın(cc) sevgisini kazanmış üstün kimseler, veliler, ermişler.
Belki: Kat'iyyetle. Şüpesiz. *Hattâ. *İhtimal, olabilir.
İdame: Devam ettirme.
Hayrat: Allah(cc) rızası için yapılan hayırlar ve iyilikler.
Ehl-i dalalet: Kur'anın gösterdiği yoldan ayrılanlar, iman ve islâm yolundan sapanlar.
Zulümat-ı ebediye: Sonsuz ve tükenmez karanlıklar.