Onüçüncü Lem'a / 9. İaret
SUAL:
Hizbullah olan ehl-i hidayet, başta Enbiya ve onların başında Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm, o kadar inayet ve rahmet-i İlahiye ve imdad-ı Sübhaniyeye mazhar oldukları halde, neden çok defa hizb-üş şeytan olan ehl-i dalalete mağlub olmuşlar? Hem Hâtem-ül Enbiya'nın güneş gibi parlak nübüvvet ve risaleti ve iksir-i a'zam gibi tesirli i'caz-ı Kur'anî vasıtasıyla irşadı ve cazibe-i umumiye-i kâinattan daha cazibedar hakaik-i Kur'aniyenin komşuluğunda ve yakınında olan Medine münafıklarının dalalette ısrarları ve hidayete girmemeleri ne içindir ve hikmeti nedir?
Hizbullah: Allah'a(cc) gerçek iman edip emir ve yasaklarını gönülden yerine getiren topluluk.
Ehl-i hidayet: Hidayet sahipleri, Kur'anın gösterdiği doğru yolda olanlar.
Enbiya: Peygamberler.
Fahr-i Âlem: Alemin övündüğü ve şeref duyduğu Hz. Muhammed (asm).
Aleyhissalâtü Vesselâm: Salât ve selâm O'nun üzerine olsun.
İnayet: İyilik, yardım, lütuf.
Rahmet-i İlahiye: Allah'a(cc) ait rahmet, Allah'ın merhameti.
Hizb-üş şeytan: Şeytanın grubu, şeytana uyan topluluk.
Ehl-i dalalet: İman ve islâm yolundan sapanlar.
Hâtem-ül Enbiya: Peygamberlerin sonuncusu ve bitiricisi.
Nübüvvet: Peygamberlik.
İksir-i a'zam: Çok etkili ve her derde çare olan en büyük ilaç.
İ'caz-ı Kur'anî: Kur'ana ait mucizelik.
İrşad: Doğru yolu gösterme.
Cazibedar: Çekici, beğenilen, hoş.
Hakaik-i Kur'aniye: Kur'ana ait hakikatlar.
Elcevab:
Bu iki şık müdhiş sualin halli için, derince bir esas beyan etmek lâzım gelir. Şöyle ki:
Şu kâinat Hâlık-ı Zülcelal'inin hem cemalî, hem celalî iki kısım esması bulunduğundan ve o cemalî ve celalî isimler, hükümlerini ayrı ayrı cilvelerle göstermek iktiza ettiklerinden, Hâlık-ı Zülcelal kâinatta ezdadı birbirine mezcedip birbirine mukabil getirip ve birbirine mütecaviz ve müdafi' bir vaziyet verip, hikmetli ve menfaattar bir nevi mübareze suretine getirip, ondan zıdları birbirinin hududuna geçirip ihtilafat ve tegayyürat meydana getirmekle kâinatı kanun-u tegayyür ve tahavvül ve düstur-u terakki ve tekâmüle tâbi' kıldığı için; o şecere-i hilkatin câmi' bir semeresi olan insan nev'inde o kanun-u mübarezeyi daha acib bir şekle getirip bütün terakkiyat-ı insaniyeye medar bir mücahede kapısını açıp, hizbullaha karşı meydana çıkabilmek için hizb-üş şeytana bazı cihazat vermiş.
Cemalî: Güzellikle ilgili.
Celalî: Büyüklük ve haşmetle ilgili.
Esma: İsimler.
İktiza: Gerekme, lazım gelme.
Ezdad: Zıtlar, birbirine ters düşenler.
Mezc: Karıştırma, katma, birbirine karıştırma.
Mukabil: Karşılık.
Mütecaviz: Hücum eden, saldıran, sataşan.
Müdafi: Müdafa eden, savunan.
Mübareze: Çekişme, kavga, döğüşme, çatışma.
İhtilafat: İhtilaflar, anlaşmazlıklar, farklılıklar.
Tegayyürat: Değişmeler, başkalaşmalar.
Kanun-u tegayyür: Değişme ve başkalaşma kanunu.
Tahavvül: Değişmek, dönüşmek.
Düstur-u terakki: İlerleme ve yükselme kuralı.
Tekâmül: Olgunlaşma, gelişme.
Kanun-u mübareze: Mücadele kanunu, çekişme ve savaşma genel kuralı.
Terakkiyat-ı insaniye: İnsanla ilgili ilerlemeler, insanlığın yükselmeleri.
İşte bu sırr-ı dakik içindir ki, enbiyalar çok defa ehl-i dalalete karşı mağlub oluyor. Ve gayet za'f u aczde olan dalalet ehli, manen gayet kuvvetli olan ehl-i hakka muvakkaten galib oluyorlar ve mukavemet ediyorlar. Bu acib mukavemetin sırr-ı hikmeti şudur ki: Dalalette ve küfürde hem adem ve terk var ki, pek kolaydır, hareket istemez. Hem tahrib var ki, çok sehildir ve âsandır; az bir hareket yeter. Hem tecavüz var ki, az bir amel ile çoklarına zarar verip, ihafe noktasında ve firavuniyet cihetinden onlara bir makam kazandırır. Hem akibeti görmeyen ve hazır zevke mübtela olan insandaki nebatî ve hayvanî kuvvelerin tatmini, telezzüzü, hürriyeti vardır ki, akıl ve kalb gibi letaif-i insaniyeyi insaniyetkârane ve akibet-endişane olan vazifelerinden vazgeçiriyorlar. Ehl-i hidayet ve başta ehl-i nübüvvet ve başta HABİB-U RABB-İL ÂLEMÎN olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın meslek-i kudsîsi, hem vücudî, hem sübutî, hem tamir, hem hareket, hem hududda istikamet, hem akibeti düşünmek, hem ubudiyet, hem nefs-i emmarenin firavuniyetini, serbestliğini kırmak gibi esasat-ı mühimme bulunduğundandır ki, Medine-i Münevvere'de bulunan o zamanın münafıkları, o parlak güneşe karşı yarasa kuşu gibi gözlerini yumup, o cazibe-i azîmeye karşı şeytanî bir kuvve-i dafiaya kapılıp, dalalette kalmışlar.
Sırr-ı dakik: Dakik sır, ince olanderin ve gizli mana ve gerçek.
Ehl-i dalalet: İman ve islam yolundan sapanlar.
Za'f u acz: Zayıflık ve güçsüzlük.
Muvakkaten: Geçici olarak.
Mukavemet: Karşı koyma, dayanma, direnme, karşı gelme.
Adem: Yokluk, hiçlik.
Sehil: Kolay.
Amel: İş, çalışma, görevini yerine getirme.
İhafe: Korkutma.
Firavuniyet: Allah'ı(cc) tanımayıp inkar eden azgınlık ile insanları her türlü sapıklıklara ve dinsizliğe sürükleyen sistem ve akım.
Akibet: Son, sonuç, netice.
Nebatî: Bitkiye ait, bitki ile ilgili, bitki cinsinden.
Telezzüz: Tat ve zevk almak. Zevklenmek.
Letaif-i insaniye: İnsanın duygu ve kabiliyetleri.
İnsaniyetkârane: İnsancasına, insana yakışır şekilde.
Akibet-endişane: Gelecek için endişelenircesine, netice için endişe duyar şekilde.
Ehl-i nübüvvet: Peygamberler.
Meslek-i kudsîsi: Mukaddes mesleği, kutsal ve kusursuz yolu.
Vücudî: Varlıkla ilgili, var olmakla alakalı.
Sübutî: İspatlı olan, ispata dayalı olan, ispat edilmiş olana ait.
Ubudiyet: Kulluk, Allah'ın(cc) emir ve yasaklarına uymak.
Nefs-i emmare: Kötü istek ve düşünceleri uyandırıp yapmaya kuvvetli şekilde zorlayan nefis.
Esasat-ı mühimme: Önemli temel kurallar, mühim esaslar.
Cazibe-i azîme: Büyük çekim gücü.
Kuvve-i dafia: Defetme kuvveti, itme gücü.
Eğer denilirse:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm madem HABİB-İ RABB-ÜL ÂLEMÎN'dir. Hem elindeki hak ve lisanındaki hakikattır. Ve ordusundaki askerlerin bir kısmı melaikedir. Ve bir avuç su ile bir orduyu sular. Ve dört avuç buğday ve bir oğlağın etiyle bin adamı doyuracak bir ziyafet verir. Ve küffar ordusunun gözlerine bir avuç toprak atmakla o bir avuç topraktan her küffarın gözüne bir avuç toprak girmesiyle onları kaçırır. Ve daha bunun gibi bin mu'cizat sahibi olan bir Kumandan-ı Rabbanî, nasıl oluyor Uhud'un nihayetinde ve Huneyn'in bidayetinde mağlub oluyor?
Resul-i Ekrem: En değerli ve en üstün, en şerefli ve en büyük peygamber (Hz.Muhammed (asm)).
Aleyhissalâtü Vesselâm: Salât ve selâm O'nun üzerine olsun.
HABİB-İ RABB-ÜL ÂLEMÎN: Alemlerin Rabbinin habibi.
Melaike: Melekler.
Küffar: Kafirler, inkarcılar.
Mu'cizat: Mu'cizeler.
Kumandan-ı Rabbanî: Herşeyin sahibi ve terbiyecisi olan Allah'ın(cc) görevlendirdiği komutan.
Bidayet: Başlangıç.
Elcevab:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nev'-i beşere mukteda ve imam ve rehber olarak gönderilmiştir. Tâ ki, o nev'-i insanî, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyedeki düsturları ondan öğrensin ve Hakîm-i Zülkemal'in kavanin-i meşietine itaata alışsınlar ve desatir-i hikmetine tevfik-i hareket etsinler. Eğer Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyesinde daima hârikulâdelere ve mu'cizelere istinad etseydi, o vakit imam-ı mutlak ve rehber-i ekber olamazdı.
Nev'-i beşer: İnsan türü, beşer nevi, insanlar.
Mukteda: Uyulan.
Hayat-ı içtimaiye: Toplum hayatı.
Hakîm-i Zülkemal: Kusursuz üstün sıfatların sahibi olan ve herşeyi gayelerle ve faydalarla düzenleyen Allah(cc).
Kavanin-i meşiet: Uyulması istenilen kanunlar.
Desatir-i hikmet: Hikmet düsturları, gayeli ve faydalı kurallar.
Tevfik-i hareket: Uygun haraket etme, hareketi uygun düşürme.
İstinad: Dayanma.
İmam-ı mutlak: Her bakımdan yol gösterici ve önder.
Rehber-i ekber: En büyük yol rehber.
İşte bu sır içindir ki, yalnız davasını tasdik ettirmek için arasıra indelhace, münkirlerin inkârını kırmak için mu'cizeler gösterirdi. Sair vakitlerde nasılki herkesten ziyade evamir-i İlahiyeye itaat etmiştir. Öyle de: Hikmet-i Rabbaniye ile ve meşiet-i Sübhaniye ile tesis edilen âdetullah kavaninine herkesten ziyade müraat ve itaat ederdi. Düşmana karşı zırh giyerdi, "Sipere giriniz!" emrederdi. Yara alırdı, zahmet çekerdi. Tâ tamamıyla hikmet-i İlahiye kanununa ve kâinattaki şeriat-ı fıtriye-i kübraya müraat ve itaatı göstersin.
İndelhace: İhtiyaç vaktinde, gerektiğinde.
Münkir: İnkar eden, inkarcı.
Sair: diğer, başka.
Evamir-i İlahiye: Allah'ın(cc) emirleri.
Meşiet-i Sübhaniye: Her türlü kusurlardan ve noksanlıklardan uzak olan Allah'ın(cc) isteği.
SUAL:
Hizbullah olan ehl-i hidayet, başta Enbiya ve onların başında Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm, o kadar inayet ve rahmet-i İlahiye ve imdad-ı Sübhaniyeye mazhar oldukları halde, neden çok defa hizb-üş şeytan olan ehl-i dalalete mağlub olmuşlar? Hem Hâtem-ül Enbiya'nın güneş gibi parlak nübüvvet ve risaleti ve iksir-i a'zam gibi tesirli i'caz-ı Kur'anî vasıtasıyla irşadı ve cazibe-i umumiye-i kâinattan daha cazibedar hakaik-i Kur'aniyenin komşuluğunda ve yakınında olan Medine münafıklarının dalalette ısrarları ve hidayete girmemeleri ne içindir ve hikmeti nedir?
Hizbullah: Allah'a(cc) gerçek iman edip emir ve yasaklarını gönülden yerine getiren topluluk.
Ehl-i hidayet: Hidayet sahipleri, Kur'anın gösterdiği doğru yolda olanlar.
Enbiya: Peygamberler.
Fahr-i Âlem: Alemin övündüğü ve şeref duyduğu Hz. Muhammed (asm).
Aleyhissalâtü Vesselâm: Salât ve selâm O'nun üzerine olsun.
İnayet: İyilik, yardım, lütuf.
Rahmet-i İlahiye: Allah'a(cc) ait rahmet, Allah'ın merhameti.
Hizb-üş şeytan: Şeytanın grubu, şeytana uyan topluluk.
Ehl-i dalalet: İman ve islâm yolundan sapanlar.
Hâtem-ül Enbiya: Peygamberlerin sonuncusu ve bitiricisi.
Nübüvvet: Peygamberlik.
İksir-i a'zam: Çok etkili ve her derde çare olan en büyük ilaç.
İ'caz-ı Kur'anî: Kur'ana ait mucizelik.
İrşad: Doğru yolu gösterme.
Cazibedar: Çekici, beğenilen, hoş.
Hakaik-i Kur'aniye: Kur'ana ait hakikatlar.
Elcevab:
Bu iki şık müdhiş sualin halli için, derince bir esas beyan etmek lâzım gelir. Şöyle ki:
Şu kâinat Hâlık-ı Zülcelal'inin hem cemalî, hem celalî iki kısım esması bulunduğundan ve o cemalî ve celalî isimler, hükümlerini ayrı ayrı cilvelerle göstermek iktiza ettiklerinden, Hâlık-ı Zülcelal kâinatta ezdadı birbirine mezcedip birbirine mukabil getirip ve birbirine mütecaviz ve müdafi' bir vaziyet verip, hikmetli ve menfaattar bir nevi mübareze suretine getirip, ondan zıdları birbirinin hududuna geçirip ihtilafat ve tegayyürat meydana getirmekle kâinatı kanun-u tegayyür ve tahavvül ve düstur-u terakki ve tekâmüle tâbi' kıldığı için; o şecere-i hilkatin câmi' bir semeresi olan insan nev'inde o kanun-u mübarezeyi daha acib bir şekle getirip bütün terakkiyat-ı insaniyeye medar bir mücahede kapısını açıp, hizbullaha karşı meydana çıkabilmek için hizb-üş şeytana bazı cihazat vermiş.
Cemalî: Güzellikle ilgili.
Celalî: Büyüklük ve haşmetle ilgili.
Esma: İsimler.
İktiza: Gerekme, lazım gelme.
Ezdad: Zıtlar, birbirine ters düşenler.
Mezc: Karıştırma, katma, birbirine karıştırma.
Mukabil: Karşılık.
Mütecaviz: Hücum eden, saldıran, sataşan.
Müdafi: Müdafa eden, savunan.
Mübareze: Çekişme, kavga, döğüşme, çatışma.
İhtilafat: İhtilaflar, anlaşmazlıklar, farklılıklar.
Tegayyürat: Değişmeler, başkalaşmalar.
Kanun-u tegayyür: Değişme ve başkalaşma kanunu.
Tahavvül: Değişmek, dönüşmek.
Düstur-u terakki: İlerleme ve yükselme kuralı.
Tekâmül: Olgunlaşma, gelişme.
Kanun-u mübareze: Mücadele kanunu, çekişme ve savaşma genel kuralı.
Terakkiyat-ı insaniye: İnsanla ilgili ilerlemeler, insanlığın yükselmeleri.
İşte bu sırr-ı dakik içindir ki, enbiyalar çok defa ehl-i dalalete karşı mağlub oluyor. Ve gayet za'f u aczde olan dalalet ehli, manen gayet kuvvetli olan ehl-i hakka muvakkaten galib oluyorlar ve mukavemet ediyorlar. Bu acib mukavemetin sırr-ı hikmeti şudur ki: Dalalette ve küfürde hem adem ve terk var ki, pek kolaydır, hareket istemez. Hem tahrib var ki, çok sehildir ve âsandır; az bir hareket yeter. Hem tecavüz var ki, az bir amel ile çoklarına zarar verip, ihafe noktasında ve firavuniyet cihetinden onlara bir makam kazandırır. Hem akibeti görmeyen ve hazır zevke mübtela olan insandaki nebatî ve hayvanî kuvvelerin tatmini, telezzüzü, hürriyeti vardır ki, akıl ve kalb gibi letaif-i insaniyeyi insaniyetkârane ve akibet-endişane olan vazifelerinden vazgeçiriyorlar. Ehl-i hidayet ve başta ehl-i nübüvvet ve başta HABİB-U RABB-İL ÂLEMÎN olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın meslek-i kudsîsi, hem vücudî, hem sübutî, hem tamir, hem hareket, hem hududda istikamet, hem akibeti düşünmek, hem ubudiyet, hem nefs-i emmarenin firavuniyetini, serbestliğini kırmak gibi esasat-ı mühimme bulunduğundandır ki, Medine-i Münevvere'de bulunan o zamanın münafıkları, o parlak güneşe karşı yarasa kuşu gibi gözlerini yumup, o cazibe-i azîmeye karşı şeytanî bir kuvve-i dafiaya kapılıp, dalalette kalmışlar.
Sırr-ı dakik: Dakik sır, ince olanderin ve gizli mana ve gerçek.
Ehl-i dalalet: İman ve islam yolundan sapanlar.
Za'f u acz: Zayıflık ve güçsüzlük.
Muvakkaten: Geçici olarak.
Mukavemet: Karşı koyma, dayanma, direnme, karşı gelme.
Adem: Yokluk, hiçlik.
Sehil: Kolay.
Amel: İş, çalışma, görevini yerine getirme.
İhafe: Korkutma.
Firavuniyet: Allah'ı(cc) tanımayıp inkar eden azgınlık ile insanları her türlü sapıklıklara ve dinsizliğe sürükleyen sistem ve akım.
Akibet: Son, sonuç, netice.
Nebatî: Bitkiye ait, bitki ile ilgili, bitki cinsinden.
Telezzüz: Tat ve zevk almak. Zevklenmek.
Letaif-i insaniye: İnsanın duygu ve kabiliyetleri.
İnsaniyetkârane: İnsancasına, insana yakışır şekilde.
Akibet-endişane: Gelecek için endişelenircesine, netice için endişe duyar şekilde.
Ehl-i nübüvvet: Peygamberler.
Meslek-i kudsîsi: Mukaddes mesleği, kutsal ve kusursuz yolu.
Vücudî: Varlıkla ilgili, var olmakla alakalı.
Sübutî: İspatlı olan, ispata dayalı olan, ispat edilmiş olana ait.
Ubudiyet: Kulluk, Allah'ın(cc) emir ve yasaklarına uymak.
Nefs-i emmare: Kötü istek ve düşünceleri uyandırıp yapmaya kuvvetli şekilde zorlayan nefis.
Esasat-ı mühimme: Önemli temel kurallar, mühim esaslar.
Cazibe-i azîme: Büyük çekim gücü.
Kuvve-i dafia: Defetme kuvveti, itme gücü.
Eğer denilirse:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm madem HABİB-İ RABB-ÜL ÂLEMÎN'dir. Hem elindeki hak ve lisanındaki hakikattır. Ve ordusundaki askerlerin bir kısmı melaikedir. Ve bir avuç su ile bir orduyu sular. Ve dört avuç buğday ve bir oğlağın etiyle bin adamı doyuracak bir ziyafet verir. Ve küffar ordusunun gözlerine bir avuç toprak atmakla o bir avuç topraktan her küffarın gözüne bir avuç toprak girmesiyle onları kaçırır. Ve daha bunun gibi bin mu'cizat sahibi olan bir Kumandan-ı Rabbanî, nasıl oluyor Uhud'un nihayetinde ve Huneyn'in bidayetinde mağlub oluyor?
Resul-i Ekrem: En değerli ve en üstün, en şerefli ve en büyük peygamber (Hz.Muhammed (asm)).
Aleyhissalâtü Vesselâm: Salât ve selâm O'nun üzerine olsun.
HABİB-İ RABB-ÜL ÂLEMÎN: Alemlerin Rabbinin habibi.
Melaike: Melekler.
Küffar: Kafirler, inkarcılar.
Mu'cizat: Mu'cizeler.
Kumandan-ı Rabbanî: Herşeyin sahibi ve terbiyecisi olan Allah'ın(cc) görevlendirdiği komutan.
Bidayet: Başlangıç.
Elcevab:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nev'-i beşere mukteda ve imam ve rehber olarak gönderilmiştir. Tâ ki, o nev'-i insanî, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyedeki düsturları ondan öğrensin ve Hakîm-i Zülkemal'in kavanin-i meşietine itaata alışsınlar ve desatir-i hikmetine tevfik-i hareket etsinler. Eğer Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyesinde daima hârikulâdelere ve mu'cizelere istinad etseydi, o vakit imam-ı mutlak ve rehber-i ekber olamazdı.
Nev'-i beşer: İnsan türü, beşer nevi, insanlar.
Mukteda: Uyulan.
Hayat-ı içtimaiye: Toplum hayatı.
Hakîm-i Zülkemal: Kusursuz üstün sıfatların sahibi olan ve herşeyi gayelerle ve faydalarla düzenleyen Allah(cc).
Kavanin-i meşiet: Uyulması istenilen kanunlar.
Desatir-i hikmet: Hikmet düsturları, gayeli ve faydalı kurallar.
Tevfik-i hareket: Uygun haraket etme, hareketi uygun düşürme.
İstinad: Dayanma.
İmam-ı mutlak: Her bakımdan yol gösterici ve önder.
Rehber-i ekber: En büyük yol rehber.
İşte bu sır içindir ki, yalnız davasını tasdik ettirmek için arasıra indelhace, münkirlerin inkârını kırmak için mu'cizeler gösterirdi. Sair vakitlerde nasılki herkesten ziyade evamir-i İlahiyeye itaat etmiştir. Öyle de: Hikmet-i Rabbaniye ile ve meşiet-i Sübhaniye ile tesis edilen âdetullah kavaninine herkesten ziyade müraat ve itaat ederdi. Düşmana karşı zırh giyerdi, "Sipere giriniz!" emrederdi. Yara alırdı, zahmet çekerdi. Tâ tamamıyla hikmet-i İlahiye kanununa ve kâinattaki şeriat-ı fıtriye-i kübraya müraat ve itaatı göstersin.
İndelhace: İhtiyaç vaktinde, gerektiğinde.
Münkir: İnkar eden, inkarcı.
Sair: diğer, başka.
Evamir-i İlahiye: Allah'ın(cc) emirleri.
Meşiet-i Sübhaniye: Her türlü kusurlardan ve noksanlıklardan uzak olan Allah'ın(cc) isteği.
Said Nursi